Koşullar, değişim, mücadele ve örgüt

İşçi ve emekçilerin aktüel iktisadi-sosyal ve politik taleplerini “karşılanamaz” gösteren tekelci gericilik ve hükümetinin en önemli gerekçelerinden biri, ülke ve uluslararası koşulların “buna imkan tanımadığı”dır!

Eş zamanlı işçi eylemlerini birleştirmek için bile herhangi çaba göstermeyen sendika üst yönetimleri de, mücadelenin yükseltilmesi ve örgütlenmenin güçlendirilmesi için, “koşulların uygun olmadığı” gerekçesine sığınarak, kendilerine yönelik eleştirileri geçiştirmeye çalışıyorlar.

Toplumsal koşulların sınıf ilişkileri ve mücadelesindeki yeri ve etkisinin bu iki tür istismarı ve çarpıtılması, toplusözleşmelerde işçi istemlerinin en düşük düzeyde karşılanmak istenmesinden sendikal örgütlenmenin önüne çıkarılan engellere; Kürtlerin ulusal taleplerinin en geri düzeye çekilmesi çabalarından siyasal hakların zapturapt altına alınmasına kadar bir dizi sorunda karşımıza çıkıyor.

Peki, koşullar her zaman burjuvazi yararına mı işler? Ya da insan ve örgütlü insan iradesinden tümüyle bağımsız toplumsal koşullar mı söz konusudur? Bu soruna biraz daha yakından bakalım..

Koşullar ve değişimden söz eden sermaye sözcü ve temsilcileri, yeni koşullarda yaşadığımızı (ulusal-uluslararası); öyleyse hiçbir sorunun eski tarz düşünme ve çözüm yöntemleriyle ele alınamayacağını söylüyorlar. Bu kadarı, genel durum ifadesi olarak ve genelliği içinde doğruyu az-çok içeriyor; inandırıcı olabiliyor. Dünya kapitalist sistemi ve her bir ülkedeki toplumsal koşullar, çünkü, yüz yıl, elli yıl, yirmi yıl öncesinden farklıdır. Toplumsal sınıfların üretim sürecindeki konumu ve bunun belirlediği ilişkiler özü itibariyle geçerli olmaya devam etmekle birlikte, somut şekillenişleri yeni biçimlerle çeşitlenmiş, yan unsurlar kazanmış ve bu, sınıfların mücadelesinin evrensel boyutlarla sürmesini daha ileriden mümkün hale getirmiştir. Meta ve sermaye hareketinin uluslararasılaşmasının üzerinden yüz yılı aşkın süre geçmiş; üretimin kendisi de özellikle tekellerin hakimiyeti altında ve süreç içinde gelişme göstererek, uluslararası özellikte daha geniş boyutlar kazanmıştır.

Ancak, sermayenin dolaysız sözcüleri de, nedamet getirmiş ve sözüm ona gerçeklerin farkına varmış liberal yazar, politikacı ve sosyologlar da, koşullardaki değişim ve gelişmeyi, işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci örgüt, parti, dernek, birlik vb. eliyle sınıf mücadelesi yürütmelerinin “artık geçersiz hale geldiğini”(!) kanıtlamak ve anlatmak için, sözüm ona tespit ediyorlar. Bunlara göre, örneğin sanayi üretimi bu süreçte önemsizleşmiş, sanayi işçilerinin sınıf mücadelesindeki yer ve önemi azalmış, “beyaz yakalılar”ın sayısının çoğalmasıyla ve işçilerin işletmelerin “üretim-yönetim süreçlerine katılmaları”yla sınıf çelişkileri esneyip belirsizleşmiştir. Çıkardıkları sonuç şudur: sınıf kavgasından ve onun örgütlerinden ve diğer araçlarından söz etmek, bunun için uğraşmak, işçi örgütü kurmak, onun aracılığıyla sınıfın tümünü örgütlemeye girişmek, buna dayanarak ve iktidar hedefiyle politik mücadeleye katılmak vb., vb.. “modası geçmiş”; “bugünün koşullarına aykırı tutum ve anlayışlardır”!

Sermayenin dolaysız sözcülerinin seslendirdikleri bu görüşler, bir bölümü son otuz yılın mücadeleleri içinde sermayenin gücüne biat ederek “gerçekleri gören” sağ ve sol liberaller tarafından daha da genişletilerek ve geliştirilerek savunuluyor. Bunlar, iş ve üretim sürecinin ‘parçalanması’; esnek çalışma, taşeronlaştırma, yan ve bağlı şirketler aracılığıyla üretim, eve iş verme, “hizmet” işkolunun genişlemesi gibi olgusal gerçekleri, sermaye yararına ve işçi sınıfının “İmkansızlıkları”nı kanıtlamak üzere kullanıyorlar. Bunların büyük çoğunluğuna göre de, işçilerin durumundaki değişme; parçalanmışlık ve rekabetin artması, örgütlerinin zayıflaması gibi nedenler, sendikalar ya da politik örgütler aracılığıyla ve grev, direniş gibi eylemlere başvurarak taleplerini elde etmelerini, özellikle de iktidar hedefli sonuçlara ulaşmalarını mümkün olmaktan çıkarmıştır!

Koşullar ve değişimin tek yanlı ve bilinçli çarpıtılmasını ifade eden bu iddialar, günümüz iktisadi, sosyal ve politik olguları ve sınıflar arasındaki mücadele tarafından geçersiz kılınıyor. Bu iddiaların sahipleri politik bakımdan kör, bön ve miyopturlar.

KOŞULLAR HER ZAMAN BURJUVAZİ YARARINA MI İŞLER?

Burjuvazi ve ideologlarının koşullardan ve koşullardaki değişimden söz etmelerinin başlıca nedeni, işçi sınıfı ve emekçilerin hak ve taleplerinin “karşılanamaz” ve hele de sınıfsal kurtuluşlarının “asla gerçekleşemez” olduğunu göstermek ve sözde kanıtlamak içindir. Bu demagojik propaganda, kapitalizmin alternatifsiz olduğu iddiasını başlıca dayanak olarak alır ve kapitalist üretimin üretici öznesi işçi sınıfının kapitalizm ile uzlaşmaz çelişkilerini ise yok sayar. Emek gücünü kapitalistlere satarak/kiralayarak insan ve toplum yaşamı için gerekli tüm metaları üreten, ancak ne emeğinin karşılığını alabilen ne de ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelire sahip olabilen işçilerin bu durumunun kapitalizm var olduğu sürece temel bir değişim göstermeyeceği gerçeğini gizler; kapitalistler ve hükümetleri-devletleri ile işçiler arasındaki ücret, kâr, çalışma süresi ve koşulları, sosyal haklar vb. mücadelesinin konjonktürel, gelip geçici olduğunu var sayar.

Burjuvazi ve uşaklarının istediği, işçilerin, işsizliği, düşük ücret karşılığı çalışmayı, işten atılmayı, sosyal ve politik hak yoksunluğunu ve tüm emekçilerin yoksulluk ve yoksunluğu kabullenmeleridir. Burjuva propagandası, işçi sınıfının bunu kabul etmemesi durumunda “herkesin içinde olduğu” geminin batacağını ve “herkesin yıkıntının altında kalacağını” vaaz eder.

Bu, bir burjuva safsatasıdır! Gerçek şu ki, bu, her yanından dökülmekte olan sistemin batması durumunda yıkıntının altında burjuvazi kalacaktır ve bu da, sömürülen ve baskı altında tutulan tüm sınıf ve kesimlerin yararına olacaktır.

Burjuvazi ve ideologları, değişim ve gelişmeyi kendi çıkarlarına yaradığı oranda ve işçi ve emekçilerin hak, talep ve kurtuluş mücadelesine karşı unsurları dayanak almak üzere söz konusu etmekte; emekçiler yararına sonuçlarını ise reddetmektedirler. Daha az işçiyle daha kârlı ve daha fazla üretim olanağını tepe tepe kullanmayı, teknolojik gelişme ve “yetkinlik” ve makinenin teknik yenilenmesiyle üretim süresi ve emek zamanını artırma ve işçinin kendisine ayırması gereken zamandan daha fazlasını çalmayı, gelişmeyle bağlantılı hak görüyor; ama, işçiler daha az süre çalışarak, daha fazla gelirle, daha iyi koşullarda yaşama; daha fazla sosyal hakka sahip olma, daha fazla dinlenme, kültürel vb. aktiviteye katılma zamanı istekleriyle ortaya çıktıklarında, kapitalistlerle ideologları, çıldırmışçasına, “gemi batar” diye bağırıyorlar.

Değişim, -evet- kaçınılmazdır. Dinamikleri toplumun bağrındadır. Toplumsal koşullar, ilişkiler ve toplumların kendileri değişime uğramaktadırlar. Değişimin gerçek ve temel dinamiği üretici güçler; sömürülen ve ezilen sınıflardır. Köleci toplumdan kalıcılığı ve yerini başka bir topluma bırakmayacağı üzerine bin tür martaval uydurulan kapitalist emperyalizme; üretici güçlerin engellerinden kurtulma; ezilen sınıfların sömürüye karşı mücadelesiyle gelindi.

Sınıflı toplumlar içinde değişime en fazla gebe olanı, yerini sömürünün olmadığı bir topluma bırakmaya mahkum olanı ise, kapitalizmdir. Çünkü tarihte başka hiçbir sömürülen ve ezilen sınıf, üretim içinde ve bizzat üretimin kendisi tarafından örgütlü olmaya, bir araya getirilmeye ve birlikte davranmaya işçiler kadar uygun(müsait) duruma getirilmemiştir. İşçiler. kapitalist gelişme sürecinde sürekli denebilecek şekilde çoğalmışlar, aynı fabrika, işyeri, atölye, kurum vb.de bir araya gelmiş, emek güçlerini satarak/kiralayarak yaşamlarını sürdürme olanaklarını edinmeye çalışmışlar ve aynı talep ve hedeflerle birlikte hareket etmelerinin ve sömürü koşullarından kurtulmalarının gerekliliği bilinciyle çeşitli kalkışmalara girişmişlerdir. Bugün tek tek her ülkede ve uluslararası alanda işçilerin nicel büyümesi, “dün” diye söyleyebileceğimiz geçmiş sürecin hiçbir aşamasından daha az değil, aksine çok daha fazladır. Sanayi işçi sayısının bazı ülkelerde, işçilerin öteki kesimlerine göre oransal düşmesi konjonktüreldir ve sınıfın ne hedeflerinde ne de kapitalistlerle çelişkilerinin niteliğinde değişiklik yaratmamıştır. Türkiye’de istihdam edilen nüfus içinde işçilerin %60 gibi büyük bir oranı söz konusudur. Yüzyılın başında milyon bile denilemeyecek durumda iken, bugün 10-12 milyon işçi vardır. Ve işçilerle birlikte toplumun öteki ezilen emekçi kesimleri de sömürüden kurtulacakları bir değişim istemektedirler. Bu tüm kapitalist ülkeler için geçerlidir. Asya’nın nüfusu milyarla ifade edilen ülkelerinde yüz milyonlarca yeni işçi dünya işçilerinin safına katılmıştır. Dünya proleterler ordusu büyümektedir.

DEĞİŞİM VE İŞÇİ HAREKETİ, ÖRGÜT VE MÜCADELE

Tek tek ülkelerde ve dünya ölçeğinde yüz yıl, elli yıl, yirmi yıl öncesiyle kıyaslandığında, işçi sınıfı nicel olarak büyümüş, iş kolları ve üretim sektörleri çeşitlenip artmış, işçilerin eğitim ve teknik bilgi düzeyleri yükselmiştir. Safları, farklı toplumsal kesimlerden gelen yeni unsurlarla genişleyen işçiler, bulundukları her yerde, şu ya da bu tür eylem biçimleriyle hakları için mücadeleye girişmiş; sömürü ve baskıya karşı taleplerle ortaya çıkmışlardır.

Burjuvazi, buna karşı, derhal ve elindeki güç ve araçları seferber ederek saldırı politikalarını geliştirmiş, özellikle son otuz-otuz beş yıllık süreçte işçi hareketini uluslararası düzeyde geriye püskürtmeyi ve örgütlü yapısına bugün hâlâ etkileri devam etmekte olan çok önemli darbeler vurmayı başarmıştır.

İşçilerin sınıf bilinci ve kurtuluş için hareketlerinin ne durumda olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Kapitalistlerle sağ-sol liberal ideologlarının işçi sınıfı ve emekçilere karşı olmak üzere ve “olanaksızlıklar” kategorisinde gösterdikleri şeyler, “koşullar” ve “değişim” gibi esas olarak nesnel durumlar alanında yer alır ve öyleyse sorunu buradan tartışmak gerekir.

HER SINIF ÖNÜNDE SONUNDA KENDİSİ İÇİN MÜCADELE EDER

Sorun, öyleyse, öncelikli olarak, işçilerin nesnel durumlarından kaynaklanan sorunlarıyla ilgili olup olmadıkları, sınıfsal içgüdüyle, sınıfsal refleksle hareket edip etmedikleridir. Burjuva ideologlarının işçilerin durumundaki değişmeyi ve kapitalizmin uluslararası gelişmesini gerekçe edinen iddiaları, tam da bu nesnel alandan, bu somut ve gerçek durumdan güç alan olgular tarafından boşa çıkarılmaktadır.

Ücretinin artmasını, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve çalışma süresinin kısaltılmasını, sosyal haklarının budanmamasını, işten atılmamayı isteyen ve bunun için kapitalistlerle hükümetlerine karşı çeşitli eylemlere başvuran işçi, durumunun değişmesini istemektedir. İşçiler, sendikal ve diğer örgütlerinin her kademedeki yöneticileri ve temsilcilerinin “önlerine düşmeleri”ni, mücadeleci bir çizgi izlemelerini istemekte, haklarının sermayeye peşkeş çekilmesine çeşitli biçimlerde tepki göstermektedirler.

Almanya’da, iki ay gibi bir süre önce, yüz bini aşkın işçi ve emekçi, kapitalistlerin politikalarına karşı Berlin başta olmak üzere alanlara çıktı. Çin’de çalıştıkları işyerinin satılmasına tepkilerini işletme müdürünü öldürerek gösteren işçileri, Fransız kapitalistlerini, fabrikalarını yakmakla tehdit eden işçileri ya da Türkiye’de ücretlerinin yükseltilmesini isteyerek bir günlük iş bırakma genel eylemine başvuran yüz binlerce işçiyi, sınıf mücadelesinin dışında görmek olanaklı değil. Greve çıkan Alpagut Dodurga işçileri, önceki mücadelelerin deneyiminden öğrendiklerini açıkça dile getirdiler. Sinter işçileri aylardır hakları için direniyorlar. Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’na bağlı işletmelerde çalışan işçiler hak gasplarına karşı yürüdüler. Gaziantep’te Çemen Tekstil işçileri, patronla işbirliği yapan Öz İplik İş sendikasının bulunduğu binayı basarak, sendika yöneticilerini protesto ettiler.

Bu ekmek kavgasının emek-sermaye kavgasının tezahürü olmadığını hangi ahmak ileri sürebilir? İşçilerin sınıf tutumu, iktisadi-sosyal sorunlara ilişkin tutumlarından soyutlanamaz. İdeolojik-politik etki, dinsel, etnik bağlar ve diğer çeşitli öznel etkenler işçilerin önüne barikat örmesine, işçiler bu bakımdan bölünmüş olmalarına karşın, üretim süreci içindeki konumları ve sömürülen özne olmaları ortak paydasında, aynı taleplerle ortaya çıkmaktadırlar. Sınıfın şu ya da bu sendikal ya da başka örgütlerde bir araya gelmiş kesimleriyle örgütsüz diğer bazı bölümleri, sosyal hakların iyileştirilmesi, iş ve çalışma olanaklarının genişletilmesi, çalışma sürelerinin düşürülmesi, ücretlerin ve yan gelirlerinin artırılması gibi talepleri gündeme getirip savunmaktadırlar. İşçiler, bu mücadele içinde, bugünkü devlet ve hükümetlerin kapitalistlerin çıkarlarını temsil ettiklerini görmekle kalmamakta; tutarlı-tutarsız sendikacılığı, politik örgüt, parti ve grupları görüp tanımakta, toplamı üzerinden bir birikim sağlamaktadırlar. Böylece onlar ve özellikle ileri kesimleri, bu sendikal ve politik örgüt, parti ve “lider”lerden hangilerine uzak, hangilerine yakın duracakları konusunda da bir deneyim geliştirme olanağı bulmaktadırlar.

İŞÇİ HAREKETİNİN ZAYIFLIKLARI VE İHTİYAÇLARI

Evet, işçi sınıfı ve emekçilerin dünkü ve bugünkü durumu ve mücadelelerinin düzeyi, çeşitliliği, büründükleri biçim ve aldıkları sonuçları arasında birçok farklılık sayılıp dökümü yapılabilir.

Hemen tüm ülkelerde, mücadele deneyimine sahip işçi kuşaklarının çok önemli bir kesimi son yirmi-otuz yıl içinde burjuvazi ve hükümetleri tarafından açıkça biçilmiş, iş süreci dışına atılmıştır. Kamu işçi ve emekçilerinin çok önemli bir kesimi yaşlanmıştır. İşçilerin kitlesel işsizlik silahıyla tehdit edildikleri koşullarda, bir kesim, sahip oldukları işi ve edindikleri sosyal hakları kaybetmeme kaygısı taşımakta, ileri atılmada çekingen davranmaktadırlar. Sınıfın çalışan kesimleriyle işsiz kesimleri arasındaki ve yine çalışan kesimlerinin kendi içerisindeki rekabet artmıştır. İşini kaybetmektense, daha geri düzeydeki ücret ve sosyal haklarla çalışmayı sürdürmek, işsizlik, yoksulluk ve açlık tehdidi altındaki işçi ve ailesine, korunması zorunlu bir durum olarak görünmektedir. Kriz bu kaygıları daha da artırmıştır. Bunlar, birleşik-genel bir hareketin ortaya çıkmasını zorlaştırmaktadır.

Engeller bunlarla da sınırlı değildir. Burjuvazi ve onun işçi sınıfı ve emekçiler içindeki bölükleri, adamları, ajan-aristokrat kesimler, işçilerin önüne çok çeşitli barikatlar örmüşlerdir. Sınıf mücadelesine işçilerin örgütleri olarak giren sendikalar, çok uzun süredir burjuvaziyle uzlaşma içindeki sendika liderlerinin yönetimi ve etkisi altındadırlar. Bunlar, yönetiminde bulundukları sendikal örgütleri, hem izledikleri sermaye yanlısı işbirlikçi çizgiyle hem de işçilerin çok küçük bir kesiminin örgütü haline gerileterek, etkisizleştirmişlerdir. İşçi kitlelerinden ve aşağıdan gelen mücadele baskısı ve dalgaları olmadan hükümetlerin ve kapitalistlerin çizdikleri sınırın bir milim ötesine geçmemekte; taban baskısıyla yöneldikleri “mücadele”yi ise, olanaklı en etkisiz düzeyde tutarak, sisteme ve sermaye çıkarlarına en az zarar verecek şekilde sonlandırmaya çalışmaktadırlar. Sistemin tüm güçleriyle birlikte, hareketin zayıflıkları ve bölünmüşlüklerini de kullanarak, işçi örgütlerinin başına çöreklenen sendika patronları, sözü ve eylemi birbiriyle bağdaşmaz bürokrat yöneticiler, işçilerin bir sınıf oldukları; farklı uluslardan, etnik köken ve inanç kesimlerinden gelmelerine ve farklı işletmelerde ve bölgelerde çalışmalarına karşın, emek güçlerini satarak yaşamlarını sürdürmek zorunda olan bir sınıfın unsurları oldukları gerçeğini anlamalarını ve buna uygun davranmalarını önlemek için her yola başvuruyorlar.

Dahası da var: İşçi sınıfı içindeki çalışmanın politik düzeyi son elli-altmış yılın en geri düzeyindedir. Hareketi çekip çevirecek, ortak talepler temelinde genel bir hat üzerinde ilerlemesine yön verecek sendika, parti, örgüt, dernek vb. araç ve güç merkezleri, politik çalışma ve tutumlarıyla kendilerini kabul ettirmekten esas olarak henüz uzaktırlar. Nicel olarak büyüyen (istihdam edilen nüfusun yüzde altmışı işçidir), eğitim düzeyi yükselen, iletişim ve ulaşımdaki gelişmeler sonucu mücadelesini birleştirip yaygınlaştırmasının olanakları genişleyen işçi ve emekçi hareketi, örgütlü politik mücadele yönünden büyük bir zafiyet içindedir.

Diğer yandan, son yılların mücadele deneyimi, işçi ve emekçi hareketini belli düzeylerde etkileyen ve sınıfla ilişkilere sahip siyasal hareket ile onun politikaları ve tutumunun sendikaları ve sendika yönetimlerini, işçiler yararına politikaya zorlayıcı rol oynayabildiğini daha net olarak ortaya koymuştur. Buradan çıkarılması gereken en önemli sonuç, işçi ve emekçilerin politik hareketini daha ileriden örgütlemeyi başarmanın bugünkü sınıf-güç ilişkilerinin emekçiler yararına sonuçlara doğru gelişmesi açısından çok büyük önem taşıdığıdır.

ÖRGÜTLÜ MÜCADELENİN HAYATİ ÖNEMİ

İşçi-emekçi örgütleri, sömürülen sınıf ve diğer kitlelerin hak, talep ve çıkarlarının savunulması açısından olduğu kadar, sınıf mücadelesinin işçi sınıfının iktidarına genişlemesi ve toplumsal kurtuluş için de son derece önemli işleve sahip oluşumlardır. Örgüt, ortak çıkarlara ve amaç birliğine sahip sınıf, kesim ve toplulukların bu çıkar ve hedefleri gerçekleştirmeleri açısından birleştirici, harekete geçirici, gücünü büyüten, etkisini söz konusu kitlenin nicel büyüklüğünün de ötesinde artıran ve genişleten bir “mekanizma”dır. Amaç ve hedeflerinden saptırılmadığı sürece, hareketi toparlayıcı-ilerletici işlev görür. Ne var ki, bu tür oluşumların birleştirici-merkezileştirici yapısı ve özellikleri, amaçtan sapıldığı; sınıfın temel çıkarları, başlıca talep ve hedefleri gözden kaçırıldığı ya da bilinçli olarak sınıf düşmanının çıkarlarıyla uyumlu hale getirildiği zaman, tersinden bir etkide bulunmasını; güçten düşüren, güvensizliğe ve çözülmeye neden olan bir işlev görmesini de mümkün kılmaktadır. İşçi sınıfı hareketi böylesine çok sayıda örneği yaşamış ve bunun güncel en önemli kanıtı işçi sendikalarının politikası ve pratiğinde karşımıza çıkmıştır.

Günümüzün sendikalarına hakim olan ve üst yönetimlerinin izledikleri sınıf işbirlikçisi çizgi nedeniyle işçi hareketi çok ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Sendikaların üst yönetimindeki bürokrat sendika patronları için, bu örgütleri mücadele aracı olarak ve işçi ve emekçilerin haklarını korumak, taleplerini elde etmek ve kapitalist sömürü ve baskının son bulması için mücadeleyi ilerletme örgütleri olarak ele almak söz konusu değildir. Aksine, onlar, tüm çabalarını sendikaların böylesi bir sınıf örgütü olarak işlemesini engellemeye hasretmektedirler. Sendikaları işçilerin daha geniş kitlelerinin örgütü olarak güçlendirmek, bunlar için söz konusu değildir. Sendikal demokrasi olmadığı gibi, sendikalaşmak isteyen işçilerin bir kesimi de, kapitalistlerin yanı sıra karşılarında işbirlikçi gerici sendika patronlarını bulmaktadır.

Bu durum değişmek zorundadır. Örgüt, işçinin gücüdür. Sendikal ve politik örgütleri ne kadar güçlü ise, sınıfın geniş kesimlerini kucaklayıcı ve harekete geçirici ise, sermayeye karşı mücadelesinde başarı olanağı o kadar genişleyecektir. Milyonlarca işçi ve emekçi, sendikasız, partisizdir. Büyük çoğunluk, burjuva partileri tarafından, talepleri istismar edilerek, etki altına alınabilmektedir. Bu durum, emekçilerin bu partilerin sermaye örgütleri olduklarını görmeleri ve devlet ve burjuva hükümetlerinin sermayenin işçi ve tüm ezilenler üzerindeki hakimiyet aygıtını oluşturduğunu deneyden geçirmeleriyle kaçınılmaz şekilde değişecektir. Ancak işçi örgütlerinin sorumluluğu, bu sürecin sömürülen ve baskı altında tutulan halk kitleleri yararına gelişmelerle yaşanabilmesi için ve sınıfın çıkarlarının savunmasını yaparak mücadelenin önünde yürümektir. Üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmekten kaçan ve karşılaştığı her zorluk ve zayıflığı hareketin durumu ve koşulların uygunsuzluğuyla izaha çalışan tutum, sınıf bilincine ulaşmış ileri işçiyle devrimci parti militanının tutumu olamaz. Emekçi hareketinin burjuva saldırısı ve emperyalist ideolojik kuşatmayla en geriye atıldığı koşullarda dahi, kaynağını emekçilerin en acil ve güncel taleplerinden alan bir mücadele, lokal ya da daha geniş ve birleşik şekliyle ortaya çıkabilmiştir. Aşağıdan gelen, örgütünün kendi çıkarları yönünde daha etkin kullanılmasını isteyen işçi tepkisi, yer yer sendika patronlarına zor anlar yaşatabilmiştir. Bu tepki, yıllar önce Bayram Meral’i “ağaca çıkmak” zorunda bırakmıştı. Türk Metal’in “çetecilik”le suçlanan patronuna işçilerin tepkisi hâlâ tazedir. Hak-İş yönetiminin hükümet çizgisindeki sendikacılığına karşın ve TÜRK-İŞ’in özellikle üst yönetiminin uzlaşmacı politikasına karşı, işçiler IMF ve hükümet dayatmalarının reddedilmesini istemekte ve bu doğrultuda çeşitli tepki biçimleri geliştirmektedirler.

Son dönemlerde bazı sendika merkezleri üye işçiler tarafından basılarak, işbirlikçi çizginin reddedildiği ortaya kondu. İşçilerin hem sendikal ve politik örgütlenmelerini güçlendirmeleri, hem de kendi sınıf örgütlerinin her düzeyde yöneticileri olmaları ve işbirlikçi sendika bürokratlarını yönetimden uzaklaştırmaları, hareketin içinde bulunduğu dağınıklık, zayıflık vb. gerilikleri aşmaları ve sermayeye karşı daha etkili mücadele için en önemli koşullardan biridir.

Sınıfının ve diğer emekçi kitlelerinin içinde bulundukları durumun farkında olmakla kalmayıp, bu durumun ancak burjuva hakimiyetine ve sömürüye son vermekle temelden değişebileceği bilincine de ulaşan ileri işçilerin sorumluluğu herkesten önde gelmektedir.

*  *  *

Koşullar, evet, burjuvazinin servet ve sermaye birikimini olanaklı kılan ve saltanat içinde yaşamasını sağlayan sömürü gemisinin batmasına doğru değişmektedir. İşçi sınıfının safları büyümekte; o ve baskı altındaki emekçiler, hareketin tüm zaaflarına rağmen mücadele etmektedirler.

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑