1 Mayıs’a Doğru

Uluslararası işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’a sayılı günler kaldı. Uluslararası işçi sınıfı, 2009 1 Mayıs’ına, tüm dünyada kapitalist-emperyalist sistemin giderek derinleşen krizi koşullarında gidiyor. Kapitalizmi ebedi bir sistem olarak kutsayan burjuvazinin her türden uşağı derin bir kaygı içinde. 2009’yılı, onlar için, bazı temsilcilerinin kaygıyla dile getirdiği gibi “tehlikeli” bir yıl. Büyük sermayenin hükümetleri, “kapitalizmi kurtarma” telaşı ile dev tekellere, bankalara trilyonlarca dolar akıtıyorlar. Ama bütün bu “önlemler” krize çare olmuyor ve her geçen gün yeni felaket haberleri geliyor.
Daha düne kadar sarsılmaz, yıkılmaz görülen pek çok dev kapitalist tekel, banka ya iflas etti, devletleştirildi, ya iflasın eşiğinde ya da kurtarılmak için suni solunuma bağlanmış durumda. Yakın zamana kadar emperyalist burjuvazinin sihirli ve sevimli sözcükleri olan liberalizm ve serbest rekabet, neredeyse lanetli sözcüklere dönüşmüş durumda. Devletleştirmelere ve korumacılığa sarılan hükümetler, şimdiden birbirlerini “piyasa kurallarına uymamakla” suçluyorlar. Her büyük devlet, krizden yararlanarak, rakip ülkenin kendi içine uzanmış tekellerini, kollarını yutmaya çalışıyor.
Emperyalist-kapitalist sisteme, onun büyük devletlerine ve finans kurumlarına göbekten bağımlı olan Türkiye de, ekonomik krizi en ağır yaşayan ülkelerin başında geliyor. 2001’in küçülmesi bir daha yaşanmaz deniliyordu, ama şimdiden üretim yeniden küçülme rekorları kırmaya başladı. Ekonominin temel motoru olan sanayi üretiminde kapasite yüzde 60’lara düşmüş durumda. Resmi olarak açıklanan işsizlik rakamları, yüzde 15’lere doğru tırmanıyor. Gerçek rakamlar ise, işsizliğin yüzde 26’larda olduğunu, mevsimlik, geçici işçilik vb. hesaplandığında ise, 40’lara tırmanmış olduğunu gösteriyor. Ülkenin genç kuşakları işsizliğin pençesine atılmış durumda. Ücretsiz ya da düşük ücretli “zorunlu izin” uygulamaları giderek yaygınlaşıyor. İşçi sınıfı ve emekçi halk artan işsizlik, büyüyen yoksulluk, yaygınlaşan açlık tehlikesi ile yüz yüze.
Buna karşın işbirlikçi büyük sermaye ve patronlar, diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi, ülkede de AKP Hükümeti’nin kendilerini rahatlatacak olan ekonomik paketleri açmaya devam etmesini talep ediyorlar. Sadece merkezi bütçe olanakları ve vergi indirimleri değil, işsizlik fonları da büyük patronlara peşkeş çekiliyor. Ama şurada da bir fark var ki, AKP hükümeti’nin açtığı paketler, aynı zamanda bağımlılıktan dolayı, uluslararası tekellerin ve emperyalist devletlerin finanse edilmesini –otomotivde olduğu gibi– de içeriyor.
Her kriz döneminde kapısı çalınan ilk kurum olan IMF’ye bir kez daha el açılmış durumda. Ayrıntıları pek fazla açıklanmasa da, Hükümet, IMF ile anlaşmış durumda ve yerel seçimlerin ardından, krizin tüm yükünü bütünüyle işçi sınıfının ve emekçi halkın sırtına yıkmak için yeni bir saldırı dalgası başlatacak. Bu, öncelikle dış borçların ve faizlerinin aksamadan ödenmesini içeren “önlemler” paketinin açılması biçiminde olacak. Sonuçları, daha fazla vergi, zam, düşük ücret ve maaş, sosyal haklarda kısıtlama, işsizlik olarak işçi ve emekçi halka yansıyacak. Yani işçi sınıfı ve emekçi halk için yaşam ve çalışma koşulları daha fazla kötüleşecek.
Açıkça görülüyor ki; 2009 1 Mayıs’ına, ekonomik krizin tüm yükünün işçi sınıfının ve emekçi halkın sırtına yıkıldığı, ama henüz bu saldırıların sonuçlanmadığı koşullarda gidiliyor. Bu durum, sermayenin saldırılarının püskürtülmesi mücadelesinin yeni bir ivme kazanabilmesi için, 2009 1 Mayıs’ının önemli bir işlevi olduğuna işaret etmektedir. Bu 1 Mayıs işçi sınıfının moral ve güç topladığı, işbirlikçi büyük sermayenin ve onun hükümetinin saldırılarının karşısına dikildiği, yeni bir mücadele dalgası için işçi hareketinin ivme kazandığı bir gün mü olacak, yoksa geçen yıl olduğu gibi Taksim tartışmalarının gölgesinde heba edilen bir gün mü olacak?
Kuşkusuz, bu 1 Mayıs’ta düşülmemesi gereken önemli tuzaklardan birisi, işte budur. İşçi hareketinin bugünkü ihtiyacı, Taksim’de öncü güçlerin vuruşması mıdır, yoksa İstanbul’da ve tüm ülkede yüz binlerce, milyonlarca işçinin katıldığı gösteri ve protestolar mıdır? Aslında bu, yanıtı belli bir sorudur. İşçi sınıfı hareketinin ihtiyacı, ana gövdesini harekete geçiren, mücadelesini örgütleyen ve birleştiren, hareketini biraz daha ileriye taşıyan tutumların alınmasında yatmaktadır.

1 MAYIS TAKTİKLERİ ÜZERİNE
İşçi hareketinin ileri kesimleri için 1 Mayısların nasıl kutlanacağı meselesi, çoğu durumda, sürekli olarak tartışma, ayrışma ve bölünme konusu oldu. Bir dönem “Taksimcilik” –son yıllarda bu eğilim yeniden yeşerdi–, ardından işçi ve emekçi konfederasyonların farklı kutlamalarda ve alanlarda ısrar etmesi, gösterilerin sadece İstanbul’la ve bir gösteri ile sınırlı tutulmaya çalışılması gibi tutumlar, işçi hareketinin birliğini engellediği gibi, sınıfın ve emekçi kitlelerin moral güçlerinin darbe yemesine de neden oldu. Bu durum, son yıllarda kırılsa da, bu kez de “Taksimcilik” yeniden yeşerdi.  
Emek hareketi ise, her zaman 1 Mayıs’a, işçi sınıfının güçlerinin birleştirilmesi, ana gövdesinin harekete geçirilmesi, sınıfın moral ve güç toplaması, daha ileri mücadelelere hazırlanması için bir olanak olarak yaklaştı. 1 Mayıs’ın sadece bir alanla, bir şehirle sınırlı kalmaması, işçi ve emekçilerinin bulunduğu her yerde ve alanda kutlanması gerektiğini savundu, bunun mücadelesini verdi, bu taktiği hayata geçirmek için pratik çaba içerisine girdi. Bu tutum, pek çok durumda, işçi hareketinin taktiği olarak da benimsendi, hayata geçirildi.
Zaman içinde işçi hareketinin deneyimleri ile yaşadığı süreç, sermaye ve hükümetin artan saldırıları, belli başlı işçi ve memur sendikalarını –Türk-İş, DİSK, KESK vb.–, tek bir alanda buluşma noktasında bir araya getirdi. Bu tür ortak kutlamalar da yapıldı. Ancak son 1 Mayıs’ta da açıkça görüldüğü gibi, bazı nedenlerle “Taksimcilik” eğilimi yeniden yeşerdi ve hareketin gücü ve olanakları geriye doğru çekildi.
Bu yeşermede diğer bazı nedenlerin yanı sıra, işçi sınıfının bağımsız hareketinin ve çıkarlarının değil, AKP Hükümeti’ne karşı CHP çizgisinde muhalefet etme anlayışının önemli bir rol oynadığını da burada belirtmek gerekir. Bu anlayış, özellikle sendika üst yönetimlerinin bir bölümünde egemen durumundadır. Bu durum, işçi sınıfı hareketine zarar veren bir rol oynamakta, onu sadece yanlış hedeflere yöneltmemekte, aynı zamanda daraltmakta ve etkisini sınırlamaktadır.
Şunu da doğru olarak tespit etmek gerekiyor ki; işçi sınıfı mücadelesine yabancı olan bu tür bir “Taksimcilik” eğilimi, geçmişin mücadelelerine, anılarına yaslanarak, geçmişin kazanımlarının savunulması gibi keskin bir görünüm altında, oportünizmin ve bugünün görevlerinden kaçmanın örtüsü olarak da kullanılmaktadır. Sendika üst yönetimlerinin bazı kesimleri, keskin mücadeleci pozları takınarak, 1 Mayıs’ta işçi sınıfının gerçek sorunlarını dile getirmemenin, yeni ve daha ileri mücadelelere hazırlanmak için sınıfın güç ve moral toplamasının engellenmesinin kolay bir yolunu bulmuşlardır! Bu anlayış da yaygın adlandırma ile “Taksimcilik” olarak şekillenmiş, 1 Mayıs’ların geçiştirilmesine hizmet etmiştir. Bu nedenle bazı sendika ve konfederasyon başkanlarının, üst yöneticilerinin korsancı sol grup mantığı ile Taksim’in yolunu tutmalarının anlaşılmayacak bir yanı bulunmamaktadır.

NE YAPMAK GEREKİR?
Bugün ülkenin her tarafı yangın yeri gibidir. Ekonomik kriz her geçen gün derinleşmekte, hükümet, işbirlikçi büyük sermayenin istekleri doğrultusunda peş peşe paketler açmaktadır. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler için çalışma ve yaşam koşulları sürekli kötüleşmekte, açlık ve yoksulluk, işsizlikle birlikte yaygınlaşmaktadır. Emekçi semtleri, işsiz ve umutsuz yığınların büyük öfkelerinin biriktiği, patlamak için adeta bir kıvılcımı bekleyen barut fıçılarına dönmüştür. Bu durumda işçilerin isteği ve beklentisi, sermayenin saldırılarının püskürtülmesi için sınıfın güçlerinin harekete geçirilmesi, birleştirilmesi, mücadelenin örgütlenmesidir.
Bu durum açıkça şu gerçeğin altının çizilmesini gerektirmektedir ki, ülkenin bugün yaşadığı kriz koşulları ve işçi sınıfının saldırılara karşı mücadelesinin örgütlenmesi dışında bir 1 Mayıs taktiği düşünülemez ve hayata geçirilemez. Bu taktik de, işçi sınıfının güçlerini birleştiren, onun mücadelesinin ilerlemesine hizmet eden, sınıfa güç ve moral veren bir taktik olmak zorundadır.
Bu taktik, zorunlu olarak, belli başlı işçi merkezlerinde güçlü gösteriler, fabrika ve işyerlerinde iş bırakmalar, işçi ve emekçi semtlerinde gösteri ve protestoları içermek, işçi ve emekçilerin işsizliğe, açlığa ve yoksulluğa, düşük ücret ve maaşa karşı tepkilerini ortaya koymalarını sağlamak durumundadır. İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerin en acil ve somut talepleri öne çıkarılmak durumundadır. Eğer ülkenin her tarafı yangın yeri gibiyse, bu demektir ki, her tarafı da mücadele alanı olabilir, dahası olmak zorundadır.
1 Mayıs, işçi ve emekçi sendikalarının krizin yükünü üstlenmeme konusunda kesin bir irade ve kararlılık ortaya koymalarına vesile olabileceği gibi, işçi ve emekçi mücadelesinin yeni bir ivme kazanmasına da yardımcı olabilir. Bu da, sermaye ve hükümetin saldırılarını püskürtmek için, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin gücünü harekete geçirmeyi başarmaları ile, bunun için en uygun çağrıları yapmaları, sınıfın ana gövdesini harekete geçirecek bir örgütlenme ve hazırlık ile olanaklı olabilir. İşçi sınıfının ileri ve örgütlü kesimleri bu konuda yeterince deneyimlidir ve böylesi bir durumda yerel platformları da harekete geçirerek, etkin, yaygın ve canlı bir çalışma yapma zorunluluğunu çok iyi bilmektedirler.
Burada sendika ve konfederasyonların sorumluluklarına bir kez daha vurgu yapılmalıdır. “Taksimcilik”in yanında ve ötesinde, tam da krize karşı mücadelenin sınıfın birliğinin önemini her zamankinden çok büyüttüğü koşullarda, krize karşı mücadelenin bir dayanağı halinde düşünülmesi gereken 2009 1 Mayıs’ının sendikal çekişme ve rekabete kurban edilmesinin günahını da kimse üstlenme eğilimi göstermemelidir. 15 Şubat Mitingi’nde iki ayrı konfederasyona bağlı iki metal sendikası arasında patlak veren sürtüşmenin, nedeni ne olursa olsun ve kim nasıl izah etmeye çalışırsa çalışsın, 2009 1 Mayıs’ına yansıtılmasının, bu sürtüşme ileri sürülerek ayrı 1 Mayıslar düşünülüp tasarlanmasının, işçileri krize karşı mücadelelerinde bölüp parçalamak ve silahsızlandırmak anlamına geldiği/geleceği bilinmeli ve bu tehlike, sınıfın ileri unsurları başta olmak üzere sınıftan yana mücadeleci sendikacılar tarafından bertaraf edilmesi için şimdiden çaba gösterilmelidir.
1 Mayıs’ı kutlama ile krizin yüklerinin işçi ve emekçi sınıfların sırtına yıkılmasına karşı mücadelenin bu dönemde tek bir çalışma olarak birleşmesi gerektiği apaçık ortadadır ve işçi sınıfının ileri kesimlerinin bu olanağı heba etme hakları bulunmamaktadır. Son söz olarak diyebiliriz ki: 2009 1 Mayıs’ının, işçi sınıfı mücadelesi açısından, ‘krizin sorumlusu biz değiliz, yükünü de ödemeyeceğiz’ olarak tanımlanabilecek taktik bir önemi bulunmaktadır ve daha ileri mücadelelerin yolu da bu tutuma sahip olmakla açılabilecektir.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑