Newroz, Halksız Çözüm Arayışlarına Yanıttır!

Ülkenin ve bölgenin dört bir yerinde kitlesel ve yaygın olarak gerçekleştirilen Newroz kutlamaları, en yalın haliyle, Kürt sorununda halka rağmen bir çözümün mümkün olamayacağını bir kez daha gösterdi. Kürt halkının kutlamalarda dillendirdiği talepler, AKP Hükümeti’nin operasyonlar ve tasfiye planları eşliğinde Kürt sorununun çözümünde “açılım” adına attığı adımların ikna edici bulunmadığını ortaya koydu. Bu bakımdan Newroz kutlamaları, her fırsatta “en büyük Kürt partisi olma”, “en çok Kürt milletvekili olan parti” gibi söylemleri kullanan Başbakan Erdoğan ve AKP’nin bölgedeki güç ve etkisini yitirmeye başladığının/yitirmekte olduğunun habercisi de oldu. Başta tarihinin en kitlesel Newroz kutlamasını gerçekleştiren Diyarbakır olmak üzere, yapılan kutlamalarda dikkat çeken önemli noktalardan biri de,  tasfiye planlarının tartışıldığı bir süreçte, Öcalan’ın mesajlarının ilk kez bu kadar açık ve ileriden sahiplenilmiş olmasıdır. Bu sahiplenmenin, yıllardır Kürt sorununda gerici şoven politikaların sözcülüğünü yapan Ertuğrul Özkök’ün bile “barış için uzattığı el itilmemeli” dediği Öcalan’ı ve Kürt hareketini dışlayan ve esas olarak ABD planı olarak gündeme getirilen PKK’nin silahsızlandırılması/tasfiyesi ve kapsamı hâlâ tartışılan bir ‘af’tan ibaret plana bir yanıt olduğu açıktır. Nisan sonu veya Mayıs başlarında Erbil’de, ABD planının nasıl gerçekleştirileceği üzerinden gündemleştirilen bir “Kürt Konferansı” yapılacağı dikkate alındığında, önümüzdeki dönemin, Kürt sorununda hesap ve çatışmanın ileriden sürdürüleceği bir süreç olacağı görülmektedir. Artık çözüm kendini dayatmıştır ve sorun, hangi çözümün/kimin çözümünün yaşam bulacağı noktasında düğümlenmektedir. Bu sorunun cevabının, emperyalizm ve işbirlikçilerinin bölge planları ile Kürt halkı ve demokrasi güçlerinin bu gerici hesaplara karşı mücadelesinin seyri tarafından belirleneceği açıktır.

GERİCİLİĞİN KOÇBAŞI AKP’NİN ‘KALEYİ DÜŞÜRME’ HESABI TUTMAMIŞTIR!
Öncesi bir tarafa, özellikle 22 Temmuz 2007’deki genel seçimlerde bölgede aldığı yüksek oylardan sonra, AKP, Kürt ulusal demokratik mücadelesini geriletmek üzere, bölgede egemenlerin bütün kampları tarafından bir ‘umut’ olarak görülmüştü. Ülke genelinde çatışma halindeki güçler bölgede AKP’nin ardında saf tutmuş; AKP, gericiliğin ‘koçbaşı’ olarak, Kürt halk mücadelesini geriletmek amacıyla elindeki bütün kozları kullanmak üzere öne sürülmüştür.
Geçtiğimiz günlerde, 90’lı yıllarda JİTEM’le işbirliği halinde çalıştığı bilinen Hizbullah’ın bir itirafçısının ifadesi doğrultusunda Cizre-İdil karayolu üzerindeki Kuştepe köyünde 20 kemik parçası bulunmuş, Hizbullah itirafçısı, cinayetleri korucu başı Kamil Atak ile birlikte işlediklerini itiraf etmişti. Bu gelişme, bir kez daha, Fırat’ın doğusundaki Ergenekon’un sacayaklarının JİTEM-Hizbullah ve Korucular olduğunu göstermiştir. AKP’nin demokrasi havarisi kesilmesine vesile yapılan Ergenekon davası, iş Fırat’ın doğusuna geldiğinde karınca hızında ilerlemekte, sayıları 17.500 olarak ifade edilen faili meçhul cinayet ve kayıplar üzerindeki kara perde olduğu yerde durmaktadır.
Hizbullah’ın yasal uzantısı olarak yeniden canlandırılan Muztazaf-Der, yerel seçimlerde AKP’yi destekleyeceğini açıklamıştı. Mustazaf-Der’in 8 Mart’ta yaptığı Mevlit kutlamasına yaklaşık 50 bin kişinin katılması, ne Genelkurmay’da ne de “laikçi” çevrelerde herhangi bir rahatsızlık yaratmamış; aksine, içlerinde her kesimden Diyarbakırlının yer aldığı bu kalabalık, Kürtlerin başka hassasiyetlerinin de olduğu söylemi üzerinden ulusal mücadeleye karşı kullanılmaya çalışılmıştı. Bölgede bir yandan eski Hizbullahçılar ve diğer gerici dernek ve tarikatlara yaslanan AKP, öte yandan Genelkurmay ile tam bir işbirliği içinde çalışmakta, AKP’nin attığı bütün adımlar, Genelkurmay tarafından desteklenmektedir. Korucular, şeyhler, tarikatlar, burjuva, yarı-burjuva çevreler içinde örgütlenen AKP, eski Hizbullahçılar ve Genelkurmay’ın desteğiyle Kürt halkının ulusal demokratik mücadelesinde gedikler açmaya çalışmaktadır. AKP’nin Fırat’ın ötesindeki Ergenekon’un üzerine neden gitmek istemediği sorusunun cevabı bu ilişkilerde yatmaktadır.
AKP’nin yerel seçimler öncesinde bölgede halkın yoksulluğunu istismar etmek üzere bütün maddi olanakları seferber ettiği ve beyaz eşyadan nakit paraya, makarnadan kömüre kadar birçok yardımın dağıtıldığı bilinmektedir. IMF ile imza aşamasında bekletilen anlaşmanın yerel seçimlerden sonra yapılacağı, derinleşen krizin halka daha fazla işsizlik ve yoksulluğu dayatacağı dikkate alındığında, bölgedeki ‘ianeci’ politikaların güç ve etkisini kaybedeceği ve maddi olanaklardaki zayıflamaya bağlı olarak, AKP’nin halkın yoksulluğunu sömürme olanaklarının da zayıflayacağı söylenebilir.
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün Meclis’teki grup toplantısında Kürtçe konuşmasının TRT tarafından kesilmesi ve ardından Türk’e karşı bir linç kampanyasının başlatılması, yine Türkçe altyazı vermeden Kürtçe yayın yaptığı için Diyarbakır Gün TV’nin kapatılması, AKP’nin TRT Şeş ve Kürt dili ile ilgili “açılım”larının halkın talep ve beklentilerinin istismar edilmesi anlayışına dayandığını görünür kılmıştır. İşte, Newroz kutlamalarına katılan yüz binler, AKP’nin “açılım”larını samimi bulmadığını göstermiş; kalıcı bir barış ve demokratik çözüm için halkın temsilcilerinin muhatap alınmasını istemiştir.
Önümüzdeki dönem, gericiliğin bölgedeki koçbaşı olarak AKP’nin ve egemen sınıfların Kürt halkı üzerindeki güç ve etkilerini kaybettikleri oranda, sorunun çözümü adına başta ABD emperyalizmi olmak üzere dış güçlere giderek daha fazla teslim olacağı bir süreç olarak gelişecektir.

BÖLGESEL HESAPLAR, ABD PLANI VE KÜRT KONFERANSI
ABD yönetimi, Obama’nın başkan seçilmesiyle birlikte, bölge halklarında oluşan barışçıl beklentiler üzerinden yıpranan imajını yenilemeye ve bu beklentileri kullanarak bölge politikasını uygulamaya çalışmaktadır. Irak’taki ABD askerlerinin kademeli olarak geri çekileceğinin açıklanması ve İran’a yönelik ‘barışçıl’ mesajlar, ABD’nin bölge politikasında ‘yeni bir dönemin başlangıcı’ olarak değerlendirilmektedir. Oysa İran’a barışçıl mesajlar gönderen Obama, İran’ın ardındaki topraklarda; Afganistan ve Pakistan’da savaşı tırmandırmak üzere güçlerini tahkim etmektedir. Obama yönetiminin ‘barışçıl’ mesajlarının ardında, savaşı kamuoyu tarafından daha ‘makul’ görülen yerlerden başlatarak ilerletme hesabı yatmaktadır.
Kürt sorunu; Türkiye, Irak merkezi ve Kürdistan Federe Hükümetleri’ni kendi bölgesel çıkarları temelinde işbirliğine zorlamak ve İran’a müdahale zemini genişletmek üzere, ABD’nin bölge politikasının en önemli enstrümanlarından biri olmaya devam etmektedir. Obama yönetimi, İran’a karşı silahlı mücadele yürüten ve PKK’nin İran’daki kolu olarak görülen PJAK’ı “terör listesi”ne alarak, hem PKK ve PJAK’a karşı İran’la ortak operasyonlar düzenleyen Türkiye’nin ABD’nin İran politikasının ‘arabulucusu’ olmasını kolaylaştırmış, hem de bu ‘iyi niyet gösterisi’ ile 2009 seçimlerinde İran’da Batı yanlısı “ılımlıların” elini güçlendirmiştir. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Türkiye ziyaretinden 48 saat sonra ABD’nin mesajını İran’a iletmek üzere yola koyulan Cumhurbaşkanı Gül’ün Tahran uçağında “Kürt sorununda iyi şeyler” olacağını söylemesi, ABD’nin, Kürt sorununu bölgesel güçleri kendi politikalarına yedeklemek üzere nasıl kullandığının açık bir ifadesi olmuştur.
Gül’ün olacağını söylediği “iyi şeyler”, Obama yönetimine sunulan “Kürdistan Üzerinde Çatışmayı Önleme” başlığını taşıyan ve PKK’nin silahsızlandırılmasını amaçlayan raporun yaşama geçirilmesi beklentisine dayanmaktadır. Hillary Clinton’ın Ankara’da yeni dönemde de “PKK konusunda Türkiye’yi desteklediklerini” açıklaması, Kürdistan Federe Yönetimi’nin PKK’ye karşı tutum almaya yönelmesi ve bu temelde Türkiye ile başlatılan dolaysız görüşmeler, ABD planının yaşama geçirilmesi temelinde uzak olmayan bir gelecekte yeni hamleler yapılacağına işaret etmektedir. ABD’nin planı, muhtemeldir ki, PKK’nin silahsızlandırılması ve tasfiye edilen PKK’lilerin ülkeye dönüşünü sağlayacak (kapsamı tartışılan) bir ‘af’tan ibarettir. Bu planın nasıl yaşama geçirilebileceğinin tartışılması amacıyla Nisan sonunda veya Mayıs başında Erbil’de, başını Barzani ve Talabani’nin çektiği bir ‘Kürt Konferansı’nın düzenlenecek olması, önümüzdeki dönemde Kürt sorununda yeni mevzilenmelerin oluşacağı ve bu mevzilenmelere bağlı olarak sorun üzerinden sürdürülen hesap ve çatışmanın yeni bir boyut kazanacağını göstermektedir.
Mart ayında İstanbul’da yapılan Dünya Su Forumu’na katılan Irak Cumhurbaşkanı Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani, Erbil’de yapılacak Kürt Konferansı’nda PKK’ye silah bırakma çağrısı yapacaklarını ve eğer PKK bu çağrıya olumlu cevap vermezse ilişkilerin kesilerek tecrit edileceğini açıkça söylemiştir. Talabani, ayrıca, konferans fikrinin Barzani’ye ait olduğunu ve PKK’nin konferansa davet edilip edilmeyeceğini bilmediğini söyleyerek, sorumluluğu Kürdistan Bölgesel Hükümeti başkanı Mesut Barzani’ye atmaktadır. PKK’nin konferansa davet edilip edilmeyeceği, pazarlıkların neresinde yer alacağı veya neye karşı silah bırakacağı belirsizliğini korumakta, ama PKK’nin silah bırakmaya zorlanacağı açıkça ifade edilmektedir. Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın konferansı desteklediklerini ve konferans konusunda Bağdat ve Erbil yönetimleriyle görüşmeler yaptıklarını söylemesi, konferansın amaç ve hedefleri hakkında açıklayıcıdır. Babacan, davet gelmesi halinde, “gözlemci” veya “özel davetli” olarak konferansa katılabileceklerini de söylemiştir. Bu gelişmelerin ardından Cumhurbaşkanı Gül’ün Bağdat’a gidip Talabani’yi ziyaret etmesi ve ilk kez Bölgesel Yönetim için “Kürdistan” ifadesini kullanması, bu işbirliğinin hızlı bir şekilde ilerletildiğini göstermektedir. Bu olgular bir araya getirildiğinde, her ne kadar adı ‘Kürt konferansı’ olsa da, söz konusu konferansın, ABD, Türkiye ve Irak Merkezi ve Bölgesel hükümetlerinin işbirliği temelinde gündeme getirildiği ve nasıl yapılacağı konusunda bir fikir birliği olmasa da, PKK’nin silahsızlandırılması amacını taşıdığını ortaya koymaktadır.
PKK yönetimi, hazırlık aşamasında yer almadıkları ve hareket noktası “barış ve demokratik uzlaşma” olmayan ve sadece “PKK’nin kayıtsız koşulsuz silahsızlandırılması”ndan hareket eden bir konferansın alacağı kararların kendileri bakımından bir bağlayıcılığı olamayacağını söyleyerek, sürece müdahil olmuştur. Öcalan da, İmralı’da avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde, Erdoğan ve Gül’e çağrı yaparak, çatışmaların sona erdirilmesi ve sorunun diyalog yoluyla çözümüne fırsat verilmesi halinde üzerine düşen sorumluluğu yapmaya hazır olduğunu aktarmıştır. ABD planı, Türkiye’nin bölgede ABD’nin taşeronluğunu daha ilerden üslenmesini sağlamak üzere PKK’nin sorun olmaktan çıkartılması hedefini taşımaktadır. Tartışmanın PKK üzerinden sürdürülmesi, cumhuriyet rejiminin seksen küsur yıllık uygulamalarının ortaya koyduğu üzere (Kürt sorununun bugünkü boyuta gelmesi, cumhuriyet tarihi boyunca sorununun “dış güçlerin kışkırtması”, “ekonomik geri kalmışlık”, “terör sorunu” vb. olarak görülmesinin bir sonucudur), sorunu çözmemekte, ama ABD’nin sorunu kendi çıkarları temelinde kullanmasını kolaylaştırmaktadır. ABD’nin Türkiye’yi bölgede tehlikeli bir role sürüklediği uyarısını yapan Öcalan, sorunun ‘içerde’ ve diyalog yoluyla çözümü yönünde çağrı yapmaktadır. Başta ‘Kürt Konferansı’ olmak üzere, önümüzdeki süreçte soruna dair yaşanacak gelişmelerin, bu iki “çözüm” arasındaki mücadeleye bağlı olarak şekilleneceğini söylemek mümkündür.

HALK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ NEWROZ’UN AÇTIĞI YOLDAN İLERLEMELİDİR!
Yaygın ve kitlesel Newroz kutlamaları ve Kürt halkının dillendirdiği talepler, halkı hesaba katmayan hiçbir “çözüm” arayışının başarılı olamayacağını ortaya koymuştur. Bu bakımdan, anayasal eşitlik başta olmak üzere, Kürt sorununun çözümü yönünde hangi adımların atılacağı tartışılmadan silahsızlandırma/tasfiyenin gündeme getirilmesinin sorunu çözmeyeceği açıktır. ABD emperyalizminin “halkların eşitliği”, “demokrasi”, “barış” gibi bir derdinin olmadığı, “çözüm” adına dayattığı politikaların halkların çıkarını değil, kendi emperyalist çıkarlarını gözettiği bilinmez değildir. Ülkenin işbirlikçi güçleri, kalıcı, barışçıl çözümden uzaklaştıkça, ABD’nin gerici emellerine daha fazla teslim olmaktadır. Cumhurbaşkanı Gül’ün, bölgede ABD elçisi gibi dolaşıp, “iyi şeyler”den söz etmesinin başkaca bir izahı yoktur. 2009 Newroz’u, halkın bu gerici politikalar karşısında tutum aldığı ve Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümü yönünde mücadelenin ilerletildiği bir gün olarak kutlanmıştır.
Başta Diyarbakır ve İstanbul olmak üzere, ülkenin ve bölgenin her tarafında yapılan Newroz kutlamaları ve bu kutlamalarda halkın ortaya koyduğu mücadele tutum ve kararlılığı, her milliyetten işçi ve emekçilerin demokrasi, barış ve insanca yaşam mücadelesiyle birleştirilebildiği oranda, emperyalizm ve işbirlikçilerinin gerici planları karşısında demokratik bir ülke ve insanca yaşam mücadelesinin başarısı mümkün olacaktır. Bu temelde emek ve demokrasi güçleri; Kürt sorununda “çözüm” adına halkları düşmanlaştırmayı, Türkiye’yi emperyalist politikaların taşeronluğuna sürükleyerek çatışmaları derinleştirmeyi dayatan ABD planına karşı mücadele ile her milliyetten işçi ve emekçilere daha fazla işsizlik, açlık ve yoksulluğu dayatan IMF reçeteli ekonomik politikalara karşı mücadeleyi birleştirecek bir politik tutum geliştirmelidir.
1 Mayıs, Newroz’un açtığı yoldan ilerlenerek kutlanmalı; ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerinin gerici planlarına, halka karşı ‘bin operasyon’lar yapan ve hâlâ işbaşında olan JİTEM-Kontrgerilla gibi cinayet şebekelerine ve halka açlık, işsizlik ve yoksulluğu dayatan politikalara karşı bütün halk ve demokrasi güçlerini birleştirecek bir mücadele hattı oluşturulmalıdır. Newroz, halkın kendisini yok sayan gerici hesaplara karşı “biz de varız” dediği bir gün oldu. Newroz’un açtığı yoldan ilerlendiği; halk ve emek güçleri geleceklerini kendi ellerine aldığı oranda, ülkenin ve bölgenin yüz yılı aşkın bir süredir emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından çizilen kaderi de değişecektir.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑