kapitalist kriz ve gençliğin kitlesel mücadelesi
Emperyalist merkezlerde baş gösteren ve etkileri bütün kıtalara yayılan ekonomik kriz, işçi sınıfı ve emekçi kesimler kadar gençlik yığınlarına da yönelmiş bulunan büyük bir saldırı dalgasını peşine takarak geliyor. İş, eğitim ve güvenli bir gelecek için ter döken, hayata tutunmak için çabalayan milyonlarca genç insana krizi işaret eden kapitalistler “gelecek yok” diyorlar. “Aynı gemideyiz” edebiyatıyla işçilere, emekçilere ve gençliğe krizin derin dalgaları gösterilerek, “önden buyurun” deniyor.
İşçi sınıfının bir asrı aşkındır sürdürdüğü mücadelelerle kazandığı haklar yeni yasal düzenlemelerle ortadan kaldırılırken, saldırılar uzun zamana yayılıyor. Böylece, gelecek kuşaklar şimdiden vurulmuş oluyor. Bugünün emekçilerine ise, “korkmayın size bir şey olmayacak, bu yasalar ve düzenlemeler sizden sonrakileri kapsayacak” deniyor. Kitlesel işsizliğin derinleşmesi, işten atmalar, ücretsiz izin ve esnek çalışma uygulamalarıyla bunaltılan milyonlarca genç için, kapitalizm, geleceğe umutla bakılacak bir sistem olmaktan hızla çıkıyor.
Öte yandan Yunanistan, İtalya, Fransa ve Almanya’da, geçtiğimiz haftalarda baş gösteren gençliğinin kitlesel eylemleri, kriz üzerinden yürütülen kapitalist emperyalist saldırılara karşı aslında güçlü bir mücadele potansiyelinin de varlığına işaret etti.
‘BİZİM GENÇLİĞİMİZDE İŞ YOK!’ MU?
Yunanistan’da 16 yaşında bir gencin polis kurşunlarıyla katledilmesiyle tetiklenen eylem dalgası, tüm dünyanın dikkatini bir anda komşu ülkenin üzerine odakladı. Protesto eylemleri, hem Yunanistan he de Türkiye’de, özellikle ilk başlarda kimi anarşist gruplara mal edildi. Burjuva medya, hedefi Yunan polisiyle daraltarak işi geçiştirmeye çalıştı. Fakat iş öyle çabuk geçiştirilemeyecek kadar büyüktü. Her gelişen eylem, bir öncekini aşarak ilerliyor, günler haftaları buluyor, ama eylemler dur durak bilmiyordu.
Yürüyüşler, polisle yapılan şiddetli çatışmalar, okul işgalleri ve devasa mitinglerle bu eylem dalgası büyürken, hareketin ateşinin arkasında kalmış olan talepler de, bir bir gün yüzüne çıkıyordu. Alexis’in katilleri en ağır şekilde cezalandırılmalıydı. Polisin elini güçlendiren yasa ve yönetmelikler kaldırılmalı, ilgili Bakanlar ve emniyet şefleri istifa etmeliydi. Anarşist grupların yakıp yıkmasına ilişkin verilen haberlerle kamuoyunda tepki oluşması beklendi. Polisin göstericiler karşısındaki beceriksizliği ve hükümetin kararsızlığı küçümsenerek eleştirildi. Fakat eylemlerin kitleselliği ve sürekliliğini de dikkate alan burjuva medya gençliğin taleplerine ve eylemlerin meşruluğuna yer vermek zorunda kaldı. Dilin kemiği yoktu. Bu kez, “komşuda beceriksizlik” söyleminin yerine “komşuda demokrasi dersi veriliyor” söylemi geçti. Eh ne de olsa, Atina demokrasinin beşiği idi. Orada işler öyle olabilirdi; ama bizde olmazdı! Yunanistan’daki bu gelişmelerle birlikte, liberal, ‘sol’cu kimi aydınların da katıldığı tartışma programları yapılmaya başlandı. Köşe yazarları günlerce bu olayları işledi. Yılbaşından bu yana, dur ihtarına uymadığı için polis kurşunlarıyla katledilenlerin sayısı bizde 40’a ulaşmıştı. Ama çıt yoktu. Yunanistan’da sadece bir genç öldürülünce memleketin altı üstüne gelmişti. Bu nasıl böyle olurdu?
Tartışmaların gelip bağlandığı nokta hep aynı oluyordu. “Bizim gençliğimizde iş yok!”tu nakaratları eşliğinde, bu kez kara propagandanın yönü değiştirildi. Türkiye gençliğine güven duygusu köreltilmeye çalışıldı.
Polis kurşunundan hesap sorma ve demokrasi talepleri bakımından, Yunanistan gençliğinin mücadelesi, gerçekten ders alınacak bir hareket olmakla birlikte, buradan Türkiye gençliğine güvensizlik sonucu çıkarmak doğru olmadığı gibi, bu söylem, özünde ideolojik bir çarpıtmadır da. Çünkü Türkiye gençliği de, yakın tarihi bakımından, eşitlik, özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi için güçlü eylemler gerçekleştirmiştir. Katliamlar, baskılar, gözaltı ve tutuklamalar, işkence ve gözaltında kayıplarla Türkiye’yi yöneten güçler, gençlik hareketlerini her dönem bastırmaya çalışmıştır. Faşist darbelerin buldozer gibi ezdiği demokratik hak ve özgürlükler, ’90’lı yıllardaki çatışmalı ortamda OHAL vb. uygulamalar, çıkarılan yasa ve kararnamelerle hepten rafa kaldırılmıştır. 1980’den bugüne kadar, üniversiteler, YÖK sultası ile yönetilmiş ve öğrenci gençliğin örgütleri dağıtılmıştır. Bütün bu baskıcı, yasakçı ve ceberut uygulamalara karşın Türk, Kürt her milliyetten Türkiye gençliği, mücadeleden hepten alıkonamamış ve her fırsatta yeniden ortaya çıkmıştır.
Elbette, dünyanın neresinde olursa olsun, gelişen her toplumsal hareketin Türkiye için bir anlamı vardır, çıkarılacak dersleri de… Ama koşulları, ülkelerin farklı özellikleri, mücadele geleneği, sınıflar arasındaki güç ilişkileri vb. dikkate alınmadan, iki ülke gençliğini terazide tartmak, ancak egemenlerin işine yarayabilir. Türkiye gençliğin çıkaracağı sonuç ise, kıyas değil, tersine enternasyonal dayanışmanın örgütlenmesi ve kendi ülkesinde de kapitalizme ve gericiliğe karşı yürütülen mücadelede bu örneklerden yararlanmaktır. Zira talepleri için birleşmeye başlayan ve Yunanistan başta olmak üzere Avrupa’da gelişen gençlik hareketlerinden de güç alan çeşitli kesimlerden, çoğu öğrenci binlerce genç “Yunanistan, İtalya, Fransa… Sıra Türkiye’de” sloganıyla 20 Aralık’ta İstanbul’da bir miting gerçekleştirdi.
‘KRİZ VE SOSYAL PATLAMALAR’ KABUSU
Yunanistan gençliğinin kitlesel mücadelesi devam ederken, işçi sınıfı ve emekçiler de genel greve gitme kararı aldı. Karamanlis hükümetinin tehdit ve ricaları bir ölçüde etkili bir genel grevin oluşmasını sekteye uğratsa da, güçlü işçi gösterilerinin gerçekleşmesini engelleyemedi. Yunanistan işçi sınıfı ve halkı, bir yandan ekonomik krizin etkilerine karşı sokaklara dökülürken, aynı zamanda günlerdir sokaklarda mücadele eden evlatlarına da sahip çıkıyordu.
Yunanistan gençliği, aslında sadece polis kurşunlarına karşı demokrasi talebiyle sokaklara çıkmış değildi. Karamanlis hükümetinin yolsuzlukları, artan hayat pahalılığı, eğitimde reform adı altında uygulamaya konan saldırılar, geleceğe duyulan güvensizlik vb. gelişmelerle ekonomik ve sosyal yıkımın girdabına giren bir ülkenin gençliği olarak sokaklara dökülen gençler, kapitalist ekonomik programlara karşı tepkiyle de ayağa kalkıyordu. Eylemlerde atılan sloganlar, işgal edilen okullara asılan pankartlar bu taleplerle doluydu. İtalya, Fransa ve Almanya için eylemlerin biçim ve gelişimi zaten tamamen böyleydi.
Bir yanıyla Yunanistan’ı kasıp kavuran ve aynı anda Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde baş gösteren işçi, emekçi ve gençlik hareketleri, kapitalistlerin o çok korktukları ‘krizin etkileri ve sosyal patlamalar’ kâbusunun gerçeğe dönüşmeye başlayan haliydi.
20 ARALIK, TÜRKİYE…
Başlangıçta “Boğazlar NATO Gemilerine Kapatılsın”, “ABD Defolsun, Üsler Kapatılsın” … vb. taleplerle ve “Bağımsızlık Yürüyüşü” başlığı ile kurgulanan 20 Aralık İstanbul mitingi, krizin gençlik kesimlerinde yarattığı yıkımlar, Avrupa’da baş gösteren gençlik gösterileri vb. gelişmelerle birlikte, hem başlık hem de kurgu bakımından yenilendi. “İş, eğitim ve güvenli gelecek” talepleri öne geçerken, başlık da daha çok “Krize ve Emperyalizme Karşı Yürüyoruz” biçimini aldı.
Emek Partisi’nin başlattığı konferans ve kongre sürecinde tespit edilen olası gelişmeler hayatın gerçekliği ile hızla doğrulanıyordu. Parti, tüm çalışmaların merkezine krize karşı emekçilerin mücadelesi koyarken, emekçi kitlelerin birleştirilmesini temel görevlerden biri olarak belirliyordu. Krize karşı genel bir propaganda yürütmenin ötesine geçerek, krizin yarattığı yıkım hangi alanda hangi talebi öne çıkarıyorsa o talep üzerinden çalışmanın örgütlenmesinin önemine dikkat çeken işçi sınıfı partisinin 5. Konferansı, tüm örgütlerine ve Emek Gençliği’ne bu doğrultuda bir çalışmayı yürütme çağrısı yapıyordu. Dönüp bu noktadan bakıldığında, aslında krize karşı mücadele ve talepler üzerinden gençlik kitlelerinin birleştirilmesi çağrısına Emek Gençliği’nin geç yanıt verdiğini de saptamak gerekir. Denebilir ki, miting çalışması aylarca sürmesine karşın, sözü edilen platforma, krize karşı talepler üzerinden mücadele 20 Aralık’a son iki hafta kala girilebilmiştir. Bu kadarı bile, ortaya taleplere uygun, coşkulu, kitlesel bir mitingin çıkmasını sağlamıştır. Onlarca üniversiteden, liseden, mahalleden yerel talepleri ve pankartlarıyla gelen gençlerin oluşturduğu miting bileşimi, aynı zamanda önemli bir platform sunmuştur. Bu platformun iki temel yönü ortaya çıkmıştır. Biri, gençlerin talepleri üzerinden alanlara gelmesiyken, diğeri de, kendi öz örgütleri ya da alan (işyeri, okul, mahalle, dernek) pankartlarının arkasında yürümeleridir.
Kuşkusuz 20 Aralık mitingi, bir sosyal patlama eylemi olarak tanımlanamayacağı gibi, Türkiye gençlik hareketinin yukarıda sözü edilen platformun altını dolduran güçlü ve yığınsal bir maddi güce eriştiği de söylenemez. Bir mitingi yapmış olmak, krize karşı mücadelede görevlerin yerine getirildiği anlamına da gelmiyor.
Miting meydanından alanlarına dönen gençler için esas mesele, gerçekte henüz tam manasıyla yapmakta zayıf kalınan talepler üzerinden yürütülecek çalışmaların her bir işyeri, kampus ve lisede ya da mahallede örgütlenmesidir. Gençlik hareketinin birleşmesi ve merkezi olarak kendini açığa vurması ancak bu yerel çalışmalara dayandığında ve buradan yükseldiğinde etkili bir güç olabilecektir.
KRİZE KARŞI TALEPLER ÜZERİNDEN MÜCADELE
Son birkaç haftanın gelişmelerine bakıldığında, ülkemizde de, gençliğin çok ciddi saldırılarla yüzleşmeye başladığına ve mücadele yönelimine girdiğine tanık oluyoruz. Üniversitelerde (en kariyer sahibi olan üniversiteler de) öğrencilerin ana tartışmalarından biri, istihdam ve gelecek sorunudur. Kimse, okulu bitirdiğinde kendine iş bulmayı garanti görmüyor ve herkes geleceğe karamsar bakıyor. “Diplomalı işsiz” tanımı, günlük dile yerleşti bile. Koca bankalar, finans şirketleri binlerce elemanı sokağa atarken, hemen her yerde istihdam daralmasına gidiliyor. İş ve güvenli bir gelecek talebi öne çıkıyor.
SSGSS yasasının 1 Ekim’de yürürlüğe girmesiyle birlikte, kurumlarda çalışan 20 bin üniversite öğrencisinin işi elinden alındı ve bir kısım alacakları da ödenmedi. Okumak, okul bitirmek, on binlerce genç için daha da zorlaştı. İşten atılan üniversite öğrencileri, 50-d maddesiyle yüzüne kadro kapısı kapanan asistan ve araştırma görevlileri, birleşmeye ve eylemler yapmaya başladı.
Artan hayat pahalılığı, ulaşım, elektrik ve doğalgaza yapılan zamlarla birlikte öğrenci evlerinde yaşamak zorlaştı. Velileri işten atılan öğrenciler, okulu bırakmakla yüz yüze. Doğalgaz, ulaşım ve yemek zamlarına karşı yapılan eylemler giderek yayılıyor.
Krizi fırsat bilenler, ilk ve orta öğretim kurumlarına olan maddi desteği kısıtlarken, üniversitelere ödenen bütçe harcamalarındaki oranlar düşürüldü. Üniversite senatoları ve rektörlerden de harcama kesintilerine gidileceğine dair tasarruf açıklamaları gelmeye başladı. TBMM 2009 bütçe görüşmelerinde aynı manzara ortaya çıktı. Doğalgaz faturasını ödeyemeyen okullar, çaresiz kalan öğretmenler, okula battaniye ile giden öğrenciler gibi eğitim manzaraları, neredeyse olağan hale gelmeye başladı. Üniversitelerde harçlara yüzde 12 zam kapıda. Liselerde kantin fiyatları, kırtasiye giderleri, eğitime katkı payı alınması gibi sorunlar, kriz tartışmalarıyla birlikte daha da çekilmez bir hal aldı. Kahve köşeleri genç işsilerle dolu iken, vasıflı, vasıfsız binlerce işçi genç ya sokağa atılıyor ya da atılmamak için karın tokluğuna çalışmaya zorlanıyor.
Gençliğin ekonomik talepleri kadar, akademik, demokratik talepleri de yüksek sesle dile getirilmeye başlanıyor. Bölge illerinde anadilde eğitim için harekete geçen Kürt öğrenciler, nerdeyse eylem yapılmadık şehir ve okul bırakmadılar. Anadil talebi ile birlikte Kürt öğrenciler üzerindeki baskıların da son bulması için yapılan yürüyüşlere on binler katıldı. İlkokullar bile eylem alanına dönerken, bölgesel eşitlik talebi de dile getirildi. Üniversitelerde faşist saldırı ve provokasyonlar artarken, üniversite rektör seçimlerindeki çürüme Cumhurbaşkanını ve YÖK başkanını bile bunaltır hale getirdi.
Ülke gençliğinin yaşadığı sorunlar elbette bunlarla sınırlı değil. Fakat görünen odur ki, ülkemizde krizin henüz esintilerini hissedebilen gençlik yığınlarını çok daha zor günler bekliyor. Önümüzdeki aylar, krizin geçici olmadığı gibi ve ülkemizde daha büyük yıkımları getireceğine işaret ediyor.
Her milliyetten Türkiye gençliğinin birleştirilmesi, sözü edilen bu sorunlar ve talepler üzerinden olacaktır. Mücadele ve kapışma alanları, kaçınılmaz olarak bu sorunlar üzerinden her bir birimde ve farklı biçimlerde gelişecektir. Mücadeleye ve örgütlenmeye başlayan gençlik kesimleri, küçük çarpışmalarla örgütlenmeye başladığında, daha kitlesel ve etkili mücadeleyi açığa çıkarma imkânına kavuşacaktır. Emek Gençliği, çalışmasını, rutin, ortalık, kesintili ve istikrarsız bir tarza, bir darlığa mahkûm edemez. Bugünkü çalışma, birimlerde temel örgütler oluşturmayı, gençlik kitlelerinin gündelik taleplerine bağlanan bir propaganda ve ajitasyon faaliyetini örgütlemeyi her zamankinden çok gerekli kılıyor.
ÖZ ÖRGÜTLER (AKADEMİK-DEMOKRATİK-SENDİKAL) ÖNEM KAZANIYOR
Türkiye gençlik hareketinin kendi öz örgütleri üzerinden yükselememesi, uzun yıllara dayanan bir sorundur. Bunun bir nedenini, yıllardır sürdürülen devlet baskısı oluşturuyor. Bir diğer nedeni de, küçük burjuva geleneksel sol anlayışın örgüt anlayışındaki darlık ve sakatlığının etkileri olarak tanımlamak gerekir. Her defasında hareketi içeriden bölen, genişlemesine engel olan ikinci neden, ‘kendini gençlik kitlelerinin yerine koyan’ ve ikameci eylem anlayışını temel alan bir özelliği kendi bünyesinde hep korudu. Böylece gençlik hareketi ve mücadelesi parçalı ve dağınık olmaktan kurtulmadı.
Son yıllarda iş öyle bir yere vardırıldı ki, politik sol gençlik grupları ya ayrı ayrı, kimi zaman da bir araya gelerek, geniş gençlik yığınları adına karar alır, eylem yapar hale geldi. Kitlelerin ana gövdesi, “apolitik” diye hakir görülen öğrenci çoğunluğu, tartışma ve karar mekanizmalarına çağrılmaya bile değer görülmeyebildi. Politik gençlik grupları, bugün için geniş gençlik kesimlerini kapsayan bir güçte olmadıkları gibi, hiçbir zaman da kitlesel/sendikal örgütlerin yerini dolduramazlar.
En geniş gençliğin öz örgütlerini kurma adına yapılan kimi girişimler, fikir ve tarz aynı olduğu için daha baştan sakat doğdu. Bu tür ‘kitlevi öğrenci örgütleri’ ne yazık ki, belirli bir sol çevrenin dar bir yan örgütü olmaktan kurtulamadı. Öğrenci Kolektifleri, Yurtsever Cepheli Öğrenciler, LÖB, Genç-Sen, DÖB vb. onlarca isimle çıkan, tüzükleri yazılan bu tür örgüt biçimleri, geniş gençlik yığınlarını kucaklayamadı. İster istemez grupçu, rekabetçi ve fraksiyoncu çekişmeler boy verdi ve gençlik kitleleri bir türlü doğru platformda birleşme zeminini oluşturamadı. Öyle ki, bazen, bu gruplar birbirlerinden hızlı davranarak, birbirlerine çelme atarak ya da hızlı davranıp ötekinden önce eylem yapmasını ‘gol atmak’la eşdeğer görerek, hareketi ‘ilerletmeye’ çalıştılar.
Devrimci işçi partisinin gençlik örgütü, bu tür anlayış ve örgüt tiplerine, eylem ve “kitle” yaklaşımlarına hep uzak durmaya çalıştığı gibi, eleştirmekten ve onları doğru platforma kazanmak çabasından da geri durmadı. İşin esası bu olmakla birlikte, Emek Gençliği, bu tür sakat anlayışlarla rekabet etme adına yer yer aynı kulvara düşerek, kendi platformunda emin ve kararlı adımlarla yürümekten geri kalabildi.
Bugün, Yunanistan, Fransa, İtalya, Almanya ve diğer ülkelerde başta yüksek öğrenim gençliği olmak üzere bütün öğrencileri kapsayan, bütün öğrencilerin üyesi olduğu öz örgütler var. Bu ülkelerdeki her öz örgütün kendine özgü bir tarihi ve kuruluş biçiminden söz edilebilir. Örneğin Fransa’da öğrenci örgütü kendi bağımsız dinamiği ile örgütlenmeyi başarmışken, Yunanistan da devletin kurduğu örgütü öğrenci muhalefeti ele geçirdi. Bu ikinci örnek biraz bizim YÖK eliyle kurulan ÖTK’nın ‘ele geçirilmesini’ çağrıştırıyor. İşte, bütün Avrupa’yı saran, bir günde İtalya’da yüz binlerce öğrenciyi sokağa dökebilen karar mekanizmaları bu öz örgütlerdir.
20 Aralık miting hazırlık çalışmaları, gençliğin öz örgütlerine dayanma ve hareketi buradan birleştirme çabası bakımından doğru bir platform ortaya koydu. Zira miting, çeşitli üniversite ve liselerden (sayısı az olmakla birlikte) ÖTK, Kol, Kulüp, Topluluk ve Öğrenci Meclis Temsilcilerinin çağrısıyla gerçekleşti. Fakat iş, çağrıdan mitingin örgütlenmesine geldiğinde, aslında çağrıcılar kendi örgütlerine karar aldırarak mitinge gelemediler. Sadece Marmara Üniversitesi’nden birkaç kulüp, Cerrahpaşa Tıp ve Kocaeli Üniversitesi’nden Oda Gençlik komisyonları bunu başarabildi. Örneğin Bolu Üniversitesi ÖTK’sı, önce katılma kararı aldı, okulda afişleri astı, ama sonra ‘miting EMEP’in’ söylentisini duyduklarını ifade ederek, kararını geri çekebildi. Az olmakla birlikte, bu örnek ve deneyler, başlangıç için önemli bir birikim sayılmalı ve dersler çıkararak güçlendirilmelidir.
Mitingin çağrıcıları da, katılımcıları da henüz var olan öğrenci temsilcilerinin çok azını oluşturuyor. Bunu genişletmek, daha fazla temsilci, kol ve toplulukla, bölgelerde öğrenci birliklerini oluşturmak, pekiştirmek kuşkusuz öncelikle Emek Gençliği’nin kavrayışına çabasına bağlı.
Gençlik hareketin en önemli ihtiyaçlarından birisi, hiç kuşku yok ki, her fakültede, lisede, ilçede ÖTK, kol, kulüp, Topluluk, Öğrenci Meclisleri, Gençlik Dernekleri vb. yapıların temsilcilerinin bir araya getirilmesi ve mücadele merkezlerinin oluşturulmasıdır.
“Özerk, demokratik üniversite” ve “parasız, bilimsel, demokratik lise” mücadelesinde elbette, “nasıl bir eğitim, nasıl bir ÖTK, nasıl bir Öğrenci Meclisi istiyoruz?” sorunun cevabı da aranmalıdır. Bu konu kendi başına ayrı bir yazı konusu olduğu için, işin bu yanını burada bırakmak yeterli olsa gerek.
İŞÇİ VE YOKSUL SEMT GENÇLİĞİNİ KAZANMAK
Kapitalist kriz, hiç kuşku yok ki, en çok işçi gençliği ve yoksul semtlerin emekçi çocuklarını eziyor. İşten atmalar, esnek çalışma ve ücretsiz izinlerle cendereye dönen çalışma hayatına, bir de yeni tespit edilen asgari ücret eklendi. Yoksul aile çocukları giderek eğitim alamaz, barınamaz, beslenemez hale geliyor. Daha şimdiden binlerce atölye kapandı ve on binlerce işçi genç, kışın ortasında işsiz kaldı.
Kriz karşıtı çalışmanın odağına, gençliğin ezilen ve sömürülen bu kesimlerinin yerleştirilmesi gerekiyor. İş, güvenli gelecek, eğitim hakkı gibi talepler, işçi ve yoksul gençlik için daha yakıcı hale geldi. Kuşkusuz, işçi ve yoksul emekçi gençlik içerisindeki çalışmanın kendine has zorlukları var. Fakat işçi gençlerin sırtına binen krizin yükünün daha da artacağını düşünüldüğünde, gençliğin bu kesimleri, geleceği için daha fazla mücadeleye atılacak ve örgütlenme arayışına girecektir. Genç işçiler içerisinde yaşanan krizin geçici olduğu, birkaç ay sonra atlatılacağı ve 2001 krizinin de böyle olduğuna dair değerlendirmeler yapılıyor. İşçiler dişini sıkarak, bu birkaç ayı atlatmaya, memleketlerine dönmeye, işportada çalışmaya yöneliyor. Dolayısıyla kriz karşıtı çalışmada genel bir söylemi terk etmek ve esasen birkaç ay sonra işçileri neyin beklediğini anlatmak gerekiyor.
Emek Gençliği’nin bileşiminin, işçi sınıfının genç unsurlarıyla güçlenmesi, Emek Gençliği örgütlerinin, atölyelerde, emekçi mahallerinde kök salması, kriz karşıtı çalışmanın ana hedeflerinden biri olmalıdır.
İstanbul-Çağlayan tekstil, İMESS, Bayrampaşa Çorap; İzmir-Atasanayi ve Çiğli OSB, Ankara-Siteler ve OSTİM, Adana-Mobilyacılar ve Barkal Sanayi Sitesi vb. bölgeler, işçi gençliğin yoğun olarak çalıştığı bölgelerdir ve Emek Gençliği bu alanlarda, günlük ve istikrarlı bir biçimde yoğunlaşmalıdır.
GÜNLÜK GAZETE VE HALK TELEVİZYONUNU KULLANMADAN ÇALIŞMA ÖRGÜTLENEMEZ
Krizle birlikte içine girdiğimiz bu süreci, işçi sınıfı partisi yeni mücadele dönemi olarak ilan etti ve tüm çalışmaların bu sürecin zorluk ve imkânlarına göre örgütlenmesi çağrısını yaptı. Yukarıda çizilen gelişmeler (kriz, gençlik hareketleri, mücadele potansiyeli, saldırılar vb.) çerçevesinde, gençliğin yolunu açacak, onun gerçekleri görmesini ve aydınlanmasını sağlayacak, sesini duyuracak araç ve kürsülere ihtiyacı olduğu kesindir. Gençlerin sınıflar mücadelesinin birikiminden, hem ulusal ölçekte hem de uluslararası alanda eylem ve örgüt örneklerinden öğrenecekleri var. Günlük gelişmelerin ritmi ve heyecanı içinde bunun sağlayabilme gücüne sahip olan günlük işçi basını ve halk televizyonu Türkiye gençlik hareketine ve Emek Gençliği’ne muazzam fırsatlar sunuyor.
Emek Gençliği örgütlerinin güçlenmesi, küçük burjuva çalışma ve örgütlenme tarzından tamamen sıyrılabilmesi için, çalışmanın merkezine bu araçların oturtulması gerekiyor. Gençlik dergimizi kullanmada, gençlik örgütümüzün henüz yetersiz de olsa bir mesafe kat ettiği gerçek. Ne var ki, Genç Hayat’ın 15 günlük bir yayın olduğunu düşündüğümüzde, siyasal ve ekonomik gelişmelerin oldukça hızlı değiştiği Türkiye’de, derginin en iyi şekilde kullanılmasının dahi, günlük gazetenin ve TV’nin yerini dolduramayacağı açıktır.
Ne yazık ki, gençlik örgütünün genel görüntüsü, günlük gazete ve halk TV’si imkânı olduğu halde, bu araçları, kullanmada değil kullanmamada maharetli olan bir örgüt görüntüsündedir. Sadece 20 Aralık yürüyüşü bile ele alınsa, görülecektir ki, yapılan tonla iş var, birçok olumlu tepki var, çıkarılacak ders var ve bunlar çeşitli toplantı ve mekânlarda konuşuluyor, tartışılıyor. Ama inatla yazılmıyor, dağıtılmıyor, TV’ye taşınmıyor. Eğer güçlü ve kitlesel bir gençlik hareketi isteniyorsa, bunun yolunun başka köprülerden geçmeyeceği görülmelidir. Ve öncelikle Emek Gençliği’nin en önde görünen unsurları bu çalışmanın örneklerini göstermelidir. Yunanistan’da ayağa kalkan gençlerin ilk yöneldikleri yerler radyo ve TV binalarıdır. Gençliğin sesini duyurmak için radyo ve TV binalarını işgal eden Yunanistan gençleri gibi bir duruma da gerek yok. İşçi gazetesi ve halk TV’si zaten gençler için kurulmadı mı? Öyleyse ne bekleniyor? Örneğin 50 Emek Gencinin toplanabildiği bir kampusta günlük tiraj 4 ise, oraya neyin birikimi taşınabilir, hangi deneylerin üzerine örgüt bina edilebilir? İşçi ögelerin gönderdiği haber ve mektup sayıları karşısında öğrencilerin oranı nedir? Bu sorulara, örgütlü ve kitlesel bir gençlik hareketi için yola çıkanlar cevap vermeye başladığında, uzun ve başarılı bir yolu yürüyebilir.
Emek Gençliği, sözü edilen yazılı ve görsel yayın araçlarıyla gençliğin canlı ve günlük bir bağının kurulması için, gazete ve TV bünyesi içinde oluşturulan bir “Gençlik Servisi” kurulması hazırlığı içindedir. Bu servis, gençliği ilgilendiren ekonomik, siyasal, kültürel, bilimsel vb. tüm gelişmeleri, bu yayın araçlarında anlatabilmek için kurulan önemli bir mekanizmadır. Kuşkusuz bu servisin örgütlerle bağının oldukça güçlü olması, servisle gençlik örgütünün birbirini besleyen, güçlendiren bir şekilde ele alınması gerekir.
SONUÇ OLARAK
Geleceği temsil eden gençlik yığınlarının kendi taleplerini karşılayabilmesi için kapitalist krize ve emperyalizme karşı, işçi sınıfı ve emekçilerin yanında saf tutmasının koşulları her geçen gün biraz daha olgunlaşıyor. Dünya ve Türkiye’de yaşananlar buna işaret ediyor. Rutini, hantallığı, alışkanlıkları ve darlıkları aşmak; günlük gazete ve halk televizyonu başta olmak üzere, dönemin tüm imkân ve araçlarını en etkin biçimde kullanmak; geniş gençlik yığınlarını aydınlatmak, onlara kürsüler açmak ve platformlar sunmak.
İşte; birleşik, kitlesel ve örgütlü bir gençlik hareketi için üstlenilecek temel çalışmalar.