seçim pazarında açılan açılana
İHSAN ÇARALAN
Piyasa mekanizması, ekonomide krize yol açsa da, siyasette işlemeye devam ediyor. Yerel seçimler yaklaştıkça, seçmen pastasından daha çok pay almak isteyen sermaye partileri, “yeni açılımlar”la seçmen avını hızlandırdılar. Ancak, ülkenin sorunları öylesine kronik ve aynı zamanda çözüm dayatıyor ki, her açılım, partiler arasında olduğu kadar partilerin içinde de zaten var olan gerilimleri artırdığı gibi, yeni gerilimlere de vesile oluyor. Bu yüzden, diğer partilerin seçmenlerini kapmak ya da daha önce etkisi dışındaki kesimleri kendi etki alanına çekmek için girişilen manevralar, partilerin geleneksel seçmen kitlesi içinde de bölünmelere, çatışmalara yol açmaktadır. Yerel seçimler yaklaştıkça, partilerdeki iç çatışmalar ve partiler arasındaki mücadele bir hesaplaşmaya dönüşmektedir.
Partiler arasındaki mücadele, basında “açılım” adı verilen girişimlerle ilerlemektedir. AKP “Alevi açılımı”yla öne çıkarken, CHP “türban karşıtı” muhalefetini tersine çevirerek, türbana karşı olanları hedefe koyan, “türban, çarşaf, sarık, şalvar” açılımı diyeceğimiz bir biçimde “yeni bir açılım”a girişmiştir. AKP’nin vaktiyle yaptığı “Kürt açılımı”, yeni dönemde “Kürt kapalımı”na dönüşürken, CHP’nin bir “Kürt açılımı”na yöneleceği, şimdiden kesinleşmiş gibidir.
Kürt sorununda ya da genel olarak politikalarında “mozayik değil mermer” gibi “katılık”la övünen MHP ise, her iki parti (CHP ve AKP) arasındaki çatışmanın dümen suyunda, iki partinin de açılımlarını eleştirirken; Kürt ve Alevi sorununda “kendi çapında” yeni açılımlar ortaya koymaya çalışmaktadır.
Kuşkusuz bu sermaye partilerinin geleneksel politikalarında değişiklik yapma ihtiyacı, Türkiye’nin büyün sorunları karşısında çözümsüzlük ve çaresizliklerinin zorladığı bir durumudur. Yerel seçimlerin de kapıya dayanmasıyla sıkışan sermaye partileri; açılımlar yaparken, bu açılımlara partilerin geleneksel yapıları içinden direnecek tutumlar ortaya çıkmakta, şimdi içten içe derinleşen bu çatlaklar giderek büyüme eğilimi gösterecek bir nitelik taşımaktadırlar.
SERMAYE PARTİLERİ ESKİSİ GİBİ GİDEMEZ DURUMDA
Sermaye partilerinin dünyasında seçimlerden önce partilerin kimi konularda kendilerine çeki düzen vermeleri; tutulup tutulmayacağına bakmadan, toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren vaatlerde bulunarak o kesimlerden oy almayı amaçlamaları, her seçim öncesinin klasik tutumlarıdır. Hatta öyle ki; bu, tutulmayacağını herkesin bildiği, ölçüsü-endazesi bulunmayan vaatler, basın ve kamuoyunda da olağan karşılanmaktadır. Bu tür vaatler, kamuoyunda, “seçim vaatleri” kategorisi bile oluşturmuştur. Sermaye partilerinin hep yapmayacakları şeyleri vaat etmesinden bıkanlar bile; seçim dönemi yapılan atıp tutmaları hoş görebilmektedir.
Yerel “seçim sathı maili”ne girildiği şu günlerde, sermaye partileri cenahında tablo, birkaç ay öncesine göre bir hayli değişmiş görünmektedir. Dahası, bu yönelişlerin seçimden sonra da etkisini sürdüreceği, partilerin bunlardan, siyasi yelpazedeki yerlerinin yeniden tanımlanmasına ihtiyaç duyuracak kadar etkilenecekleri anlaşılmaktadır.
Şöyle ki; 22 Temmuz 2007 seçiminde Özgürlük Dünyası’nda; sermaye partilerindeki saflaşma iki büyük kamp olarak belirlenmişti. Bunlardan birincisi, burjuva siyaset yelpazesinde “muhafazakar-liberal” olarak tanımlanan, AKP, DYP, ANAP gibi partilerin yer aldığı mihrak; ikincisi ise, CHP, MHP, sağın ve solun Kızılelmacılarını da kapsayan “milliyetçi mihrak”tı.
Bir siyasi mihrakın oluşması ya da bir siyasi partinin çizgi değiştirmesi için çok kısa sayılacak, bir yılı biraz aşan bir zaman içinde, bu mihrakların dağılıp, burjuva siyaset alanının en azından en büyük üç partisinin kendi içlerinde tartışmalar ve çatlaklara yol açacak kadar yelpazedeki yerlerini değiştirmeye yönelmeleri, elbette ki siyaset alanında önemli ve üstünde özenle durulması gereken bir durumdur.
Bugün sermaye partileri böyle bir hareketlenme içindedir. Ve yerel seçim öncesinde siyaset yelpazesindeki yerleri şöyle biçimlenmektedir:
AKP ASIL AÇILIMINI ‘KÜRT AÇILIMI’NI ‘KAPATARAK’ YAPTI
22 Temmuz seçimi öncesinde, AKP, “liberal, muhafazakar” diye ifade edilen; özgürlükler karşısında nispeten hoşgörülü, milliyetçilikten, statükodan hoşnutsuz, Kürt sorunu konusunda “Kürt sorunu bizim de sorunumuzdur ve çözülmemiş olması bugüne kadar iktidar olmuş tüm partilerin de sorumluluğudur” gibi ifadeler kullanan bir partiydi. Kendisini de, CHP’den ve MHP’den asıl olarak bu konuda; Kürt sorununun çözümünde demokratik yöntemleri kullanmaya açık bir parti havası vererek ayırıyordu. Laisizm konusunda da, yine bu iki partiyle ayrılıyordu.
AKP’nin, iktidar partisi olarak, bu alanlarda nasıl bir “açılım” geçirdiğini şöyle özetleyebiliriz:
1-) AKP Kürt açılımını kapattı
AKP’nin çizgi değişimi, en açık biçimde Kürt sorununda aldığı tutumda görüldü. 2007’nin son aylarından başlayıp “sınır ötesi” harekatla ete kemiğe bürünerek, AKP’nin Kürt sorunu karşısında resmi devlet tezine dönmesi, bölge halkı tarafından da tepkiyle karşılanmaya başladı. Başbakan, bu yılın ikinci yarısında, açıkça yerini Genelkurmayın yanı olarak ilan etti. Bölgede hükümetin politikalarına karşı tepkilerin yoğunlaşması karşısında, başbakan, Hakkari’de açıkça; “Tek bayrak, tek millet, tek dil, tek ülke ilkemizi beğenmeyen çekip gitsin!” diyerek, MHP’nin 1990’ların başında “Ya sev ya terk et” sloganıyla ifade ettiği hatta girmiş oldu. Oysa, MHP ve CHP bölge illerinde açık faaliyet göstermez, bu partilerin liderleri bu illere gidip miting bile düzenleyemezken, AKP, Kürtlerden yüzde 40-50’ler dolayında oy alan bir parti durumundaydı. Dahası, çeşitli Kürt siyasi çevreleri, AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımını resmi devlet yaklaşımı dışında görüyor, hatta onu sorunu çözecek bir parti olarak benimsiyorlardı. Bunun da ötesinde, ülkenin batısında bu partiyi “kapatılması gereken, şeriatçı parti” olarak niteleyen statükocu siyasi partiler, bizatihi devletin kendisi, bölgede AKP’yi destekleyerek, AKP’nin Kürtleri yedeklemesine gizli destek veriyorlardı. Erdoğan’ın Kürt sorununda tam bir dönüş yaparak, 30 Ağustos’u izleyen günlerden itibaren, “Bizim tarafımız bellidir. Bizim tarafımızda olmayan da terörün, bölücülüğün yanındadır” açıklamasıyla Genelkurmay Başkanı ile aynı safa girdiğin resmen açıklamasıyla birlikte, Erdoğan ve partisine karşı bölgede tepkiler daha büyümüş, açık bir hal almıştır. Kısacası Erdoğan’ın ve partisinin “yeni açılım”ı, Kürt sorununda, AKP’nin “Kürt sorunu bizim de sorunumuzdur; bunu demokrasinin kuralları içinde çözeceğiz” iddiasından, generallerin, “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır. Son terörist yok edilinceye katar mücadele sürecektir” askeri tezine dönüştür. Bunu, Erdoğan en son; “Ya sev ye terk et”e kadar ilerletmiştir. Yani AKP, kendi ayrıcalığı olan Kürt sorununda liberal tutumu terk ederek, CHP, MHP ve Genelkurmay’ın Kürt sorunu karşısındaki tutumlarıyla birleşen bir çizgiye dönmüştür. Yani bu yönelişle, Erdoğan; AKP’nin kuruluşundan beri çeşitli dalgalanışlarla da olsa süren “Kürt açılımı”nı “kapanışa” dönüştüren “yeni bir açılım” getirmiştir. Nitekim Başbakan, 16 Aralık 2008’de, Meclis’te Bütçe görüşmeleri sırasında, “Milliyetçilik ve Kürt sorunu konusunda, Bahçeli’nin fikirlerini benimsiyorum” diyerek, geldiği çizgiyi açıkça ilan etmiştir.
2-) Alevilik Laisizm sorunu
AKP’nin en sabıkalı olduğu konu laisizm konusuydu. CHP, hatta MHP, AKP’yi “şeriatçı”, “ABD’nin Ilımlı İslam projesi’nin uygulayıcısı” olarak suçluyorlardı. AKP elbette şeriatçılığı hep reddetti; ama bunu yaparken, seçmen kitlesine dönüp şeriatçılığı okşayan açıklamalar yapmaktan da geri durmadı. Bu girişimlerin sonuncusu, “türbanın serbest bırakılması için anayasa değişikliği yapma girişimi” oldu. Kendisine kapatma davası açılmasına kadar türban ipini geren AKP, Anayasa Mahkemesi’nden geri döndü. Ancak AKP’nin laisizm konusunda asıl açılımı Alevilik üstünden oldu. Son iki yıl içinde iki kez “Alevi açılımı” girişiminde bulunan AKP’nin bu konudaki girişimi; Alevilerin devlet karşısındaki statükosunu resmiyete bağlayarak, bir yandan Aleviler içinde rüşvetle satın alınabilecek kesimleri kendi yanına çekme (rüşvetle satın alınabilecekler için bir piyasa kurma), böylece Alevileri bölme, öte yandan CHP’nin Aleviliği 85 yıldır kullandığı, ama Aleviler için hiçbir şey yapmadığı gerçeğini açığa çıkarma amacını taşıyordu. Bu girişimlerden birincisini 2007’de yaparak, Aleviler için “iftar” düzenleyip, “Alevilik Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim”diyen (Alevilere Diyanet’te yer, dedelere maaş, cemevlerine yeni bir statü vb. vaat eden) Erdoğan’ın bu girişimini Aleviler reddetti. Yerel seçim öncesinde bu girişimini yineleyen AKP’nin Alevileri bölme operasyonu, Özgürlük Dünyası’nın “Hızırpaşa Operasyonu” dediği bu operasyonla öne sürdüğü vaatlerini tekrarlamaktadır. Başka bir söyleyişle, AKP, yerel seçim öncesinde Hızırpaşa Operasyonu’nu yinelemektedir. AKP, ilk girişiminde başarılı olamamıştı. Çünkü Aleviler, AKP’nin amacının Alevilere bir inanç özgürlüğü sağlamak olmadığını hemen fark ettiler. İsteklerini daha da netleştirdiler. Aleviler, “Dedelere maaş”, “Diyanet’te makam” değil; din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılmasını, Diyanet’in kaldırılması ve devletin bütün din ve inançlar karşısında yansız bir mevziye çekilmesini, cemevlerinin camiler gibi ibadet yeri sayılmasını, imamların devlet tarafından atanıp maaşa bağlanmasına son verilmesini istiyorlardı. Yani Aleviler devletin gerçekten laik bir çizgiye çekilmesini istiyorlardı.
Bugün AKP, yaptığı “açılımlarla”, 22 Temmuz’un öncesindeki MHP kadar milliyetçi, CHP kadar statükocu, Refah Partisi kadar din istismarcısı bir çizgiye kaymıştır.
CHP’DE TÜRBAN-ÇARŞAF-SARIK AÇILIMI SANCILARI!
CHP, uzunca bir zamandan beri; tabanındaki üyelerinin ve ona destek veren kesimlerin sosyal demokrat, reformcu, özgürlüklerden yana karakterine karşın, milliyetçi, katı statükocu bir çizgiye yönelmiş, MHP’yi bile geride bırakan bir milliyetçilikle, Trabzon’dan başlayarak ülkeyi saran linç girimlerini (bu girişimleri MHP kabul etmemiş ve eleştirmişti) savunmaya kadar varan bir milliyetçiliğe savrulmuştu. Dahası CHP’nin genel başkanı, yakın bir zamanda bile, Ergenekon çetesinin avukatı olduğunu ilan etmişti. 22 Temmuz seçimlerine gelen süreçte, “Tehlikenin farkında mısınız?”a kadar varan ve ülkeyi bayrak mitingleriyle bir kaosa sürüklemeyi hesaplayan güçlerle birlikte hareket eden CHP, Ergenekoncuların girişimlerinin meşrulaştırılmasında önemli bir rol oynamıştı. Bütün bu politikaların alameti farikası ise, türban karşıtlığı üstünden şekillendirilmiş, türbana karşı çıkmak; kılık kıyafet üstünden Cumhuriyet savunuculuğu, Atatürk Devrimleri savunuculuğu her şeyin önüne geçirilmişti.
Ancak son bir ay içinde CHP’nin, laisizm sorunundan başlayarak, “kimi açılımlar”a yöneldiği görülmektedir.
1-) CHP’nin türban açılımı bir seçim vaadini çok aşan bir yaklaşımdır
CHP’nin son haftalarda birden bire, asla değişmez bir ilkesi gibi duran türban karşıtlığı üstüne kurulu “devrimciliği”ni terk ederek, kılık kıyafet üstünden laisizm savunuculuğu yapanları “tek parti döneminin sloganlarıyla hareket etmekle” suçlayan bir platforma zıplaması, kendi köklerini, CHP’nin tarihini sorgulamaya yönelmesi, girilen yolun bir seçim vaadinin çok aştığını göstermektedir. Bu hızlı “U” dönüşü, CHP’yi yakından izleyenler kadar CHP’nin içindeki çeşitli fraksiyonları da şaşkınlığa sürüklemiştir.
Elbette CHP ve onu lideri Deniz Baykal, türban konusundaki açılımını; bir özeleştiriyle birlikte el almamakta, tersine kendilerinin ezelden beri böyle bir tutuma sahip olduklarını iddia etmekte, “tek parti döneminde” kılık kıyafet üstünden insanların yargılandığını, diğer partilerin de böyle yaptığını ileri sürerek, tipik bir Baykalcı oportünizmle davranmaktadır. Ancak, Baykal’ın partisi içindeki tepkileri “tek parti döneminin alışkanlıkları” olarak suçlaması, CHP’nin “türban-çarşaf-sarık” açılımının, CHP’nin içindeki “yeni sancısı” olarak da biçimlendiğini göstermektedir. Milletvekillerinden gelen tepkiler, Antalya’da kadınların Baykal’ın yolun kesmesi, bu sancının büyüyeceğinin alametleridir.
Peki Baykal’ın liderliğinde yapılan bu girişim, yerel seçimlerde CHP’nin, AKP’nin seçmen tabanında bir yarma harekatı yapmasına yetecek midir? Doğrusu bu, çok şüphelidir. Çünkü, CHP’ye geçtiği öne sürülen çarşaflı, şalvarlı, türbanlı, sarıklı gurupların, AKP ya da başka sağcı partiler üstünden kendilerine yerel yönetimlerde yer açma umudunu yitirmiş çevrelerin önde gelenleri olduğu gözlenmektedir. Bu ise, bir yandan bu çevrelerin sınırlılığını getirirken, öte yandan da CHP içinde yeni küskünler üreteceğinden, “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” da büyük bir olasılık olarak güdeme gelmektedir. Türban, çarşaf üstünden bu açılımdan sonra, CHP’nin Alevilerle ilgili bir açılım yapmaması olamazdır. Çünkü, AKP’nin hamlesi, AKP için başarısız olsa bile, CHP’nin 85 yıldır Alevileri istismar ettiğini; onların haklarıyla ilgili parmağını bile oynatmadığını göstermiştir. Bu yüzden de CHP, büyük bir sıkıntı içindedir. Ancak, AKP’nin söylediklerini aşan bir girişim de düzenin temelleriyle çelişebileceği için, CHP hamle yapamamaktadır. Ancak eninde sonunda CHP’nin de, “Dedelere maaş bağlanması” ve “Diyanet’te Alevilere yer açılması”… (belki din dersinin zorunlu ders olmaktan çıkarılmasını ekleyerek) gibi konularda AKP’ye benzer bir girişim yapması için sadece bir bahane gerekmektedir.
2-) CHP’nin bölge politikası tam bir açmazda
1970’li, hatta ’80’li yıllarda bölgede en etkin sermaye partisi olan CHP, son 20 yıldır izlediği politikalar sonucu olarak tamamen marjinal bir parti durumuna sürüklenirken, bölge illerinde açık faaliyet gösteremeyecek (CHP bölgede miting, gösteri vb, önden gelen parti yöneticileriyse geziler düzenleyememektedir) bir duruma gelmiştir. Bunda, en başta CHP’nin giderek Türk milliyetçisi, militarist, Kürt sorununun çözümüne asimilasyoncu bir çizgiden yaklaşmada diğer partileri geride bırakan bir tutum takınmasının rolü vardır. Öyle ki, bölgede CHP, herhangi bir partiyle ittifak için bile ciddiye alınır bir etkinliğe sahip değildir.
CHP’nin içinde, en azından bu durumu gören bir eğilimin olduğu, son dönemlerde bu durumdan kurtulmak için kimi girişimler yaptıkları da bir gerçektir. Baykal’ın son Diyarbakır gezisindeki kimi söylemleri, “İlk Kürt raporu yayımlayan partinin CHP olduğu” yönünde CHP yöneticilerinden gelen kimi çıkışlar, AKP’nin milliyetçiliğe kayması ve Genelkurmay’la aynı safta yer almasıyla, bölgede ortaya çıkan “boşluğu” doldurmak için CHP tarafından bir girişimin yapılacağını gösteren işaretlerdir. Ancak, CHP’den gelecek bir “Kürt açılımı”nın, örneğin Kürt sorununun demokratik çözümü platformuna geçmek biçiminde olmayacağı; ama AKP’den umudunu kesen Kürt aşiret reisleri, toprak ağaları, burjuvalarının bir bölümünü kazanmayı hedefleyen bir girişim olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bu konuda ilk çıkışların, “kendi dilinde eğitim” ve “kültürel kimi haklar” biçiminde ifade edildiğine, CHP’nin olağanüstü Kurultayı’nda tanık olduk. Daha dün Kürt diyeni bölücü ilan eden bir parti için, hiç olmazsa AKP’nin “Alevi açılımı”na benzer bir “açılım” yapacağı söylenebilir.
Yerel seçime giderken, türban-çarşaf açılımı ve Kürt sorunu ve Alevilerle ilgili muhtemel adımları dikkate alındığında, CHP’nin, AKP kadar din istismarcısı, MHP ve AKP kadar milliyetçi, Kürtlerin ve Alevilerin talepleri karşısında MHP ve AKP kadar statükocu olduğunu söyleyebiliriz.
MHP’DEN AKP ve CHP’NİN ‘DÜMEN SUYU’NDA AÇILIM!
Parlamentodaki üçüncü büyük sermaye partisi olan MHP ise; kendisi özel bir “açılım” yapmıyor gibi görünmektedir. Ama; AKP ve CHP’nin tutuştuğu kavganın ‘dümen suyu’nda, kayıkçı kavgasından rahatsızlık duyan seçmen kesimlerine; “Asıl makul davranan, toplumsal farklılıkları zenginlik sayan MHP’dir” mesajı vermektedir. Örneğin AKP’nin DTP’li vekilleri dışlamasına karşı çıkıp onların elini sıkan Bahçeli, Erdoğan’ın “Ya sev ya terk et!” tutumuna da karşı çıkmış; her vesileyle Kürtlere AKP ve CHP’den yakın durduklarını ifade etmeye çalışmıştır. Yine bölgede yerel seçimlerde Kürt ve Arap adayları öne çıkaracak biçimde hazırlanan MHP, Kürtlere uzak durmadığını çeşitli jestlerle göstermeye çalışmaktadır. Aleviler konusunda da, geleneksel Alevilerden uzak durma tutumunu bir yana bırakarak, AKP’nin Alevi açılımını ve CHP’yi eleştirerek, kendilerinin Alevilerin hakları konusunda duyarlı olduklarını belirtmektedirler. Kısacası MHP, “açılım” demeden, hem Kürt hem de Aleviler konusunda bir “açılım”a yönelmiştir. Ne var ki; milliyetçi ve dinci genleri, MHP içinde Bahçeli merkezli yaklaşıma içeriden tepkiler gelmesine de yol açmakta; parti dışında, Kürt ve Alevi çevrelerinde MHP’ye ilişkin Kürt düşmanlığı ve katliamlara varan Alevi düşmanlığının değişmeyeceği yargısı sürerken, parti içindeyse genleriyle politik ihtiyaçlarının çatıştığı bir süreç de işlemektedir.
MHP, tarihi bakımından Kürt ve Alevi düşmanlığı ile ünlenen; her iki konuyla da ilgili sayısız katliam ve şiddet olayına karışmış bir partidir. Ve MHP, bu geçmişiyle hesaplaşmış değildir; ama bir yandan da o geçmişi unutturmak için uğraştığını belli edecek bir politik çizgiye de yöneldiğini hissettirme çabasındadır. Ancak MHP’deki bu alanda uç tutumları törpüleme görüntüsündeki her adım, parti içinde ve çeperinde (il ve ilçe örgütleri ve ülkü ocakları) içinde tepkiyle karşılanmaktadır. Hatta parti merkezi “şöyle” konuşurken, örgüt “böyle” davranmaya da yönelebilmektedir. Ancak bugün MHP, milliyetçilikte AKP ve CHP ile benzer platforma gelmiştir. Ya da CHP ve AKP, açıkça ırkçı olan söylemden bir adım geri çekilmiş MHP milliyetçiliğine yaklaşmışlardır. Bunun içindir ki, yerel seçim sürecinde Bahçeli’nin CHP’yle karşı sert eleştirilerinin, CHP’nin Ülkü Ocağı’ndan yetişme ve MHP’ye eleştirileri olan gençleri kendisine çekebileceği endişesinden geldiği bile söylenmektedir. Yine 2007 yılı başlarında Erdoğan’ın bayraklı posterler eşliğinde aşırı milliyetçi afişlerle ortaya çıkması ve milliyetçi bir üsluba yönelmesi de, MHP’nin AKP tabanı üstünde etkisinin artmasına bağlanmıştı.
Kısacası MHP, bugün, AKP kadar dinci, din istismarcısı, CHP kadar statükocu, AKP ve CHP kadar oy uğruna “açılımlar” yapıp, oy avcılığına soyunmuş bir parti olmaya yönelmiştir. Temel konularındaki yönelişine bakılarak, “açılımı”nın bu doğrultuda olacağı söylenebilir.
SERMAYENİN ‘ÜÇ BÜYÜKLERİ’ MERKEZE HÜCUM ETTİ!
Sermayenin ideologları, uzunca bir zamandan beri, kendi partilerini, uçlara savrulmak ve siyaset yelpazesinin merkezini boşaltmakla suçluyorlardı. Böylece halkın politize olduğunu iddia eden gazeteci, siyaset uzmanı, bilim insanı unvanlı sermaye sözcüleri, sermaye partilerinin ülkenin önemli sorunlarında “milli politika” oluşturmamalarını eleştiriyorlardı. Yukarıda açıklanmaya çalışılan ve çeşitli konulardaki “açılımlara” karşılık gelen yönelişlerle, sermayenin üç büyük partisinin milliyetçilik, dincilik, Alevilik, Kürt sorunu gibi başlıca konularda birbiriyle olan farklıklarının aşırılıklarını törpüleyerek, “merkez”e yöneldikleri görülmektedir. Bu yöneliş, ilk bakışta, politikada olumlu bir gelişme gibi gözükürse de; söz konusu konuların kazandığı politik anlam dikkate alındığında, bu üç partinin bu yönelişlerinin, bu konularda az-çok çözüm için değil, çözümsüzlüğe meşruiyet ve güç kazandırmak anlamına gelen statükonun korunması için olduğu gerçeği, bu sorunların çözümünü bekleyenler için her türden iyimserliği yok edecek mahiyettedir. Çünkü bu partilerin kendi “aşırılıkları”nı törpüleyip, “merkez”e ve birbirine yakınlaşması; statükonun korunması, Kürt sorununun statüko içinde bastırılması, Alevilerin taleplerinin nötralize dilerek Diyanet çemberine hapsedilmesi, kılık-kıyafet konusunda da din ve inanç istismarcılığının genelleştirilip din istismarcılığının daha da kızışmasının bir yarışa dönüştürülmesi olarak gerçekleşmektedir. Bu yüzden “açılımlar”, demokrasi ve özgürlüklerin gelişmesi ve ülkenin sorunlarının bu temelde çözülmesi yönünde değil, çözümsüzlüğün politikanın merkezine konması biçiminde şekillenmektedir.
Bu üç partinin ekonomi politikaları konusunda da giderek daha çok yakınlaştıkları; IMF-TÜSİAD programında, şimdi de “kriz ve krizden çıkış” için alınması istenen önlemlerde aralarında esasta bir fark kalmadığı, tartışmanın, ayrıntıya dair olduğu göz önüne alındığında; üç büyük partinin merkeze yönelmesi, düne göre bile seçeneklerin azalması anlamına gelmektedir. Şimdi hükmet, yeniden IMF ile anlaşmaya yönelerek, TÜSİAD ve TOBB gibi sermaye güçlerinin isteklerini yerine getirmeye başladıkça, bütün marifetleri patron örgütleriyle hükümet arasındaki sürtüşme ve çatışmalar üstünden politika geliştirmekten ibaret olan sermaye partilerinin de hükümete itirazları, itirazlarının kıymeti harbiyesi azalmaktadır. Bu yüzden de, kriz baskısının artması; işsizliğin ve yoksulluğun büyümesi karşısında, elbette yığınların tepkisini de arkalarına almak isteyecek olan partiler, hükümetle ve birbiriyle gürültülü kavgalar çıkaracaktır, ama çatışma esasa ilişkin olmayacağı için, emekçiler ve işçi sınıfının mücadele stratejisi bakımından bu kavgaların bir kayıkçı kavgasını aşması beklenemez.
Üç partinin politik yelpazede merkeze yaklaşması, bu partiler arasında uzlaşmayı kolaylaştıracak da değildir. Bu, sermaye ideologlarının bir ütopyasıdır. Çünkü; siyasal görüşleri ve ülke sorunlarına sundukları “çözümler”de farklılıkları azaldıkça, görüş farklılıklarına ve ayrı ayrı partiler olmalarına “meşruiyet” sağlamak için daha büyük bir gürültüyle kavga etmek ihtiyacını duyacaklardır. Kavganın ciddi bir nedeninin olmaması, kavganın büyüklüğünü ve görüntüsünü, bu partilerin birbirlerine karşı yürüttükleri kavgayı azaltmaz. Tersine daha da büyütebilir.
Öte yandan, bu partilerdeki “açılım”la ilgili konuların hassasiyeti, partilerin içinde egemenlik mücadelesi sürdüren fraksiyonların kavgalarını büyütecek, bu da, partiler içindeki çatlağın büyümesine, parti örgütlerinde de kavgaların artmasına vesile olacaktır.
Kürt sorunda Genelkurmay’ın yanında mevzilenmesi ve Alevilere yönelik hamlelerinin AKP’nin çekirdeğinde bile çatlağa yol açacak gelişmeleri kışkırtması beklenirken, türban-sarık-çarşaf açılımının yaratacağı çatlağın CHP’yi bölebilecek kadar ilerlemesi şaşırtıcı olmaz. MHP’nin ise giderek “makul” bir çizgiye çekilmesine, onun ideolojisini biçimlendiren merkezi tarafından ne kadar tahammül edileceğini de zaman gösterecektir. Ama, ilk başarısızlarda bile, bu partilerde büyük dalgalanmaların, hatta bölünmelerin beklenmesi, “açılım”ların “saçılım” olarak gerçekleşmesi politik mücadelenin de yasaları gereğidir.
YEREL SEÇİME GİDERKEN DEMOKRASİ GÜÇLERİNİN BİRLEŞME İMKANLARI
Genel olarak bakıldığında, sermaye partilerinin “açılım”ları; geniş halk yığınları üstündeki etkilerini artırma amaçlıdır. Ve onlar “açılım”larla, ülkede çeşitli nedenlerle hareket halindeki emekçi sınıfları ve çeşitli toplumsal kategorileri bölerek kendi yanlarına çekmeye çalışmaktadırlar.
Yine verili duruma bakıldığında; halkın en geniş kesimlerinin örgütsüz, sermaye güçlerine, onların partilerine ya da hükümetlerinin politikalarına karşı ortak bir mücadele içinde birleşmemiş olmaları, burjuva partilerin bu yığınlar üstünde etkilerinin varlığı ya da bu etkiyi artırmalarının en önemli dayanağıdır.
Sermaye partilerinin gayretlerine ve sistemin güçlerinin emekçi sınıfları ve öteki mücadele içindeki halk güçlerini sindirme girişimlerine karşı, bugün üç başlıca mücadele dinamiği hareket halindedir.
Bunlardan biricisi, Kürt ulusal mücadelesinin güçleridir. Bugün; az çok örgütlü, kendi talepleri etrafında mücadele içinde olan bu güçler, ülkedeki muhalif güçler içinde en örgütlü ve çeşitli alanlarda mücadele içindeki güçtür. Ülkedeki ikinci dinamik; son yıllarda kendi talepleri etrafında birleşmiş, bir adım ileri iki adım geri giderek de olsa, mücadele etmeye girişmiş olan Alevlilerin mücadeleci kesimidir. Ülkemizdeki üçüncü mücadele dinamiği ise; zaman zaman yükselen zaman da geriye düşen (zaman zaman geniş emekçi kesimlerin kapsarken zaman zaman sadece, en örgütlü, en bilinçli kesimlerinin hareketiyle sınırlı kalan) bir hatta ilerlese de; işçi sınıfı ve emekçi sınıfların az çok örgütlü kesimlerinin mücadelesidir.
Elbette bu üç dinamik dışında, sistemle, çevrenin korunması, kadın hakları, insan hakları gibi alanlarla çatışmaya giren kesimleri de, aslında sistemle ve sistem partileriyle şu ya da bu ölçüde çatışma içinde olan, emek ve demokrasi güçlerinin mücadelesiyle birleşecek mücadele dinamiklerinden görmek gerekir.
Bu, bugün mücadele dinamiği olarak ortaya çıkan mihraklar, yerel seçime kendi talepleriyle ve kendi adaylarıyla gidebilme olanağına sahip güçler olduğu gibi, aynı zamanda, “çatı partisi”nin içinde birleşecek güçlerdir. Bu yüzden de, bu mücadele dinamikleri; mevcut nüfus içinde nispeten küçük bir kesimi harekete geçiriyor olmasına karşın, toplumun tüm demokrasi ve emek güçlerinin, ülke nüfusun yüzde 90’nın çıkarlarını ifade eden taleplerin savunma merkezleri olarak, son derece önemlidir.
Yerel seçim çalışması da, zaten, önemli ölçüde yerel seçim bölgelerinde bu güçlerin birliğinin üstünde olabilecektir. Ve seçimdeki en büyük kazanım da; ülke sathında ne kadar çok merkezde bu güçler bir araya gelmişse, bu birlik ve mücadele ne kadar ileri bir mevzide gerçekleşmişse, o ölçüde olacaktır.
Açıktır ki; toplumun örgütsüz, kendi talepleri etrafında henüz birleşememiş geniş kesimlerini din istismarcılığı, işsizlik ve yoksulluk istismarcılığı, milliyetçilik, soysal demokratlık, particilik gibi sahte bölünmeler üstünden yedekleyen sermaye partilerinin “açılım hamleleri”, bu yedekleyemedikleri, kendi talepleri etrafında mücadele eden toplumsal kesimleri bölmek, onların birliğini parçalamak; dahası onların varlığının emekçi sınıfların geniş ve örgütsüz kesimlerini de etraflarında birleştirmesini önleme amaçlıdır.
Ancak böyle bir birlik ve mücadele hattı, sermaye partilerinin emekçileri, halkı yedekleme girişimlerini kesin olarak önleyebilir. Aksi halde, sermaye partilerinin “açılım” girişimleri, kendi içinde birer birer partilerin amaçları bakımından ciddi başarılara yol açmasa da, emek ve demokrasi güçlerinin bugün olduğu kadarıyla bile birliklerini parçalayan sonuçlar doğurur. Bu yüzden de, yukarıda sözünü ettiğimiz sermaye partilerinin içine sürüklendiği çatışma ve parçalanmaların işçi sınıfı ve halklar bakımından gerçek bir anlama sahip olması için; bugün şu ya da bu ölçüde sistemle çatışan mücadele içindeki güçlerin birleşme ve ortak mücadele konusunda bir ortak stratejiye sahip olmaları (çatı partisi bu stratejinin bir ifadesi olmak durumundadır) bir zorunluluktur.
Yerel seçimler süreci, bu stratejinin gerektirdiği girişimlerin hızlandırılması için itici bir güç olabilecek özellikler taşımaktadır.
Çünkü, kriz ve onun yaratacağı baskıyla da yeni arayışlara girecekleri göz önüne alındığında, geniş emekçi kesimler; yerel seçimlere giderken, önceki dönemlere göre, bizim taraftan gelecek çağrılara daha açık hale geleceklerdir.
Dolayısıyla emek ve demokrasi güçlerinin bir güç olması, geniş emekçi kesimler içinde etkilerinin artması için dönem yeni imkanlar sunmaktadır. Bu imkanları kullanmak ise, ajitasyonun ve propagandayı daha sürekli ve sistemli hale getirmekten geçmektedir. Kürsülerin yığınların içine kurulması; gazeteden TV’ye, bildirilerden broşürlere, işçi ve emekçi yığınlarının bulunduğu her yerde kitlesel toplantılar (panel, seminer, konferans) yapmaya kadar her tür aracı, birbirini tamamlayacak biçimde kullanmak; geniş emekçi kesimleri sermaye partilerinin denetiminden çıkarmada son derece belirleyici olacaktır.
Kısacası sermaye partilerinin “açılım”ı, onların “saçılım”ına dönüşebilecek nüveleri taşımaktadır. Çünkü; onların “açılım”ı tamamen sahte ve yığınları aldatmak amaçlı olsa da; onları “açılım”a zorlayan nedenler, ülkenin sorunlarının çözüm beklemesi ve artık beklemeye tahammüllerinin kalmaması tamamen gerçektir. Ancak bu olanağın gerçek olmasının yolu, emek ve demokrasi güçlerinin bugün az çok mücadele içindeki dinamiklerinin ortak bir mücadele mihrakı olarak birleşmeleri doğrultusunda adımlar atmasına bağlıdır. Burada, pratikte asıl sorumluluk ise; bugün bu mücadelenin kaygısını güden sınıf partisi ve öteki siyasi mihraklara düşmektedir.