Sermaye Politikaları ve Gençliğin Patlayan Öfkesi
SEYİT ALDOĞAN
Geçtiğimiz haftalarda, Yunanistan’ın başkenti Atina’da bir polisin 16 yaşındaki bir genci sokak ortasında infaz etmesi dolayısıyla meydana gelen olaylar Yunan halkının gündemine otururken, uluslararası kamuoyunun da dikkatlerini çekmişti. Günlerce ülkenin belli başlı büyük şehirlerinde kitlesel gösteriler olmuş, polis zaman zaman kontrolü kaybeder duruma gelmiş ve hükümet istifa taleplerinin gölgesinde sağduyu çağrıları yapmakla sınırlı kalan bir çaresizliğe düşmüştü.
Bütün bu gelişmeler, değişik toplumsal kesimlerin kendi penceresinden olaylara bakarak yorumlar yapmasına ve kendince sonuçlar çıkarmasına neden olmuştu. Egemen sınıf politikalarının sözcülüğünü yapanlar, hareketi, “toplumsal şiddet ve terör yanlılarının provokasyonu” olarak değerlendirmiş, örneğin Türkiye’de dillere –sanki Yunanistan’da o kadar fazla anarşist varmış gibi– “anarşistlerin eylemleri” olarak dolanmış ve dikkatleri Yunanistan’daki olay ve gelişmelerin başka ülkelere de sıçrama tehlikesine çekmişlerdi.
Sol hareketler ve gençlik örgütleri ise, sermaye politikalarının neden olduğu olaylara, “yeni bir 68’in ayak sesleri”nden, “gençliğin isyanı”na kadar değişik yorumlar getirmişlerdi.
Hiç kuşku yok ki, tüm gelişmeler, hâkim sınıfların izlediği ve cepheden gündeme getirerek tüm hak ve kazanımları hedefleyen sömürü ve baskı politikalarının bir sonucu olarak gündeme geldi. Ancak iddia edildiği gibi ya da dışardan görüldüğü gibi, beklenmeyen ve tahmin edilmeyen bir tepki olarak ortaya çıkmadı.
Kapitalist sisteme ve hiçbir sınır tanımayan saldırılarına karşı duyulan tepkilerin son yıllarda değişik boyut ve biçimler altında dünyanın birçok ülkesinde gündeme geldiği ve kitlelerin ekonomik ve politik talepler doğrultusunda sistemin karşısına dikildikleri bir gerçektir.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra, emperyalist-kapitalist sisteme karşı mücadele eden işçi ve emekçilerin çok sayıda ekonomik ve demokratik kazanımlar elde ettikleri bilinmektedir. Sosyalizmden duyulan korku, işçi-emekçilerin içinde barındırdığı kitlesellik ve mücadele potansiyeli, sermaye iktidarlarına geri adımlar attırmış ve birçok kazanım elde edilmişti. Ancak 90’lı yılların başında, revizyonizmin açıkça kapitalist-emperyalist sistem içinde yerini belirleyerek sistemin bir parçası olduğunu ortaya koymasıyla birlikte, tüm dünya genelinde işçi ve emekçilere, halklara ve ezilen toplumsal kesimlere karşı bir saldırı süreci başlatılmıştı. Sosyalizm adıyla ilintili olan her şeye, kazanım ve haklara karşı savaş açılmıştı. Uluslararası tekeller ve diğer emperyalist kurum ve kuruluşlar, hükümetler aracılığıyla, dünyayı sömürü cennetine çevirecek plan ve önlemleri birbiri ardına yürürlüğe sokmaya başlamışlardı. Diğer yandan, bu süreç, işsizlik, yoksulluk, özelleştirmeler, çalışma yasalarında yapılan değişiklikler, sosyal güvenlik haklarının rafa kaldırılması, eğitimin parasız ve bir hak olmaktan çıkarılması anlamına gelen yasal düzenlemeler, ortaçağı aratmayacak çalışma şartlarının dayatılması ve daha birçok neden, sermaye iktidarlarına karşı geniş tepkilerin açığa çıkmasına neden olmuştu. Günümüze kadar gelen süreç boyunca, her ülkede aynı oranlarda olmasa da, yoksulluk hızla derinleşmiş, geleceğe yönelik güvencesizlik ve korku, alınan sermaye yanlısı kararlarla iyice artmıştır. Uzun yıllardan beri mücadele edilerek kazanılmış olan “hakların hangileri sermayenin istek ve çıkarları doğrultusunda gasp edilmiştir” sorusu yerine, “gasp edilmemiş ya da tehdit altında olmayan bir kazanım var mıdır” sorusu sorulur duruma gelmiştir.
“Rekabetçi ekonomi” ve “ekonomik kalkınma” adına tekellerin devasa kârlara kavuşması için tüm önlemler alınmakta ve matematiksel anlamda telaffuz edilmesi güç sermaye birikimlerine kavuşan dev tekeller, dünya genelinde kendi çıkarlarını güvence altına alan politika ve yaptırımları dayatmaya devam etmektedirler.
Tüm olumsuzluklarıyla Yunanistan’da da yaşanan bu süreç, son yıllarda doruğa çıkmıştır. Sermayenin saldırı ve planlarına karşı işçi ve emekçilerin yanında, gençlik ve köylüler de, Yunanistan tarihinde hatırlanacak kitlesel direniş ve mücadelelere imza atmışlardır, saldırılara karşı sessiz kalmamaktadırlar.
Yakın tarihinde iç savaş, işgal ve cuntaya karşı mücadele olan Yunan halkı, 70’li yılların ortalarında cuntaya karşı ayaklanarak ve bedeller ödeyerek birçok demokratik hakka kavuşmuştu. Güçlü sendikalar kurulmuş, köylüler örgütlenmiş ve gençlik federasyonu yüzbinlerin sesi olmuştur. Kazanımlarını sermayeye kurban etmek istemeyen işçi ve emekçiler, dayatılan politikalara karşı son yıllarda defalarca genel grevler yapmış, haftalar süren direnişler gündeme gelmiştir. Köylü barikatları, ortak tarım politikaları adı altında tarımda tekelleşmeyi öngören ve yoksul köylüyü topraklarından eden AB’yi bile tedirgin edecek kitlesellik ve potansiyellere ulaşabilmiştir. Öğrenci direniş ve işgalleri, parasız, bilimsel eğitimin bir hak olduğunu ve gasp edilemeyeceğini temel slogan durumuna getirmiş ve eğitimin özelleştirilmesine karşı geniş bir cephe oluşturularak, meclisten geçen yasaların bile yürürlüğe sokulamamasını sağlamıştır.
AB-hükümet merkezli politikaların hedefinde, bugün, tüm kazanımların yok edilmesi vardır. İstatistiki veriler, ülkede 2 milyon yoksul insanın varlığını ortaya koyarken, son üç-dört yıl içinde %6 civarında olan işsizlik, bu yılın başında %8,3 olarak tesbit edilmiştir. Bu yılın sonlarında ise %9 olacağı, hükümet kaynaklarında bile vurgulanmaktadır. Yunanistan işçi sendikaları konfederasyonunun yaptığı ve kamuoyu ile paylaştığı araştırma sonuçları, işçi ve emekçilerin geçmiş yıllarla kıyaslandığında alım gücünün %400 civarında düştüğünü, karşılığında ise, sanayicilerin en verimli yıllarını yaşadıklarını ortaya koymuştur. Emekli ve işçi aylıklarına yapılan zamlar ise %3’ü geçmemektedir. Bu oran, aylığın günlere bölünmesi durumunda, bir simit parası kadar bile etmemektedir.
On binlerce insanın çalıştığı tersaneler ve yan kuruluşları özelleştirme politikaları nedeniyle bütünüyle kapanır duruma gelmiş, tersanelerin bulunduğu bölgelerde işsizlik %60’lara çıkmıştır. İşten atmalar kolaylaştırılmış, kamuda çalışanların bile iş güvencesini yok eden yasalar çıkarılmıştır. Yunanistan işverenler sendikası, her fırsatta, toplu sözleşmelerin, sanayinin gelişmesi ve yatırımların önünde ayakbağı olduğunu, dolayısıyla ortadan kaldırılması gerektiğini açıkça dile getirerek, baskı uygulamaktadır. İşçi ve emekçilerin alınteriyle istikrarlı bir konuma gelmiş olan bir çok kamu kuruluşu “zarar ediyor” gerekçesiyle paketler halinde satışa sunulurken, söz konusu kuruluşlar, Balkan ülkelerinde büyük yatırımlara imza atmıştır.
Konan kotalar, banka borçları, yakıt, elektrik, gübre, tarım araç ve gereçleri, hastalık ve hava şartlarından kaynaklanan zararlardan dolayı üretemez duruma gelen köylüler, ürünlerini yok pahasına AB tarım komisyonlarında belirlenen fiyatlarla satmak zorunda kalmaktadırlar. Bir şişe suyun 1 avroya satıldığı pazarda, köylüler bir litre sütü, kartel fiyatlarına boyun eğerek, 50-60 cente satmak zorunda bırakılmaktadırlar. Aynı vahim durum, pamuk, tütün, zeytin vb. üreticileri için de geçerlidir. AB’nin kotalarını aşan üretimler gerçekleştirildiği gerekçesiyle alım fiyatları düşürülen ya da Yunanlı köylülerin ifade ettikleri gibi “cezalandırılan” ürünlerin üreticilere zararı, milyarlarca avro tutarındadır.
Son günlerde, Yunanlı köylüler, bir kez daha binlerce traktör ve tarım aracıyla yollara barikatlar kurdular. Bu yazı yazılırken, köylüler barikatlarda bulunuyorlardı. Hem de kimsenin tahmin etmediği bir kitlesellikle. Hükümetin 500 milyonluk hibe ve sübvansiyon ayırdığını açıklaması, köylüler tarafından, var olan sorunları çözmede kırıntı bile olmadığı gerekçesiyle reddedildi.
Eğitimde gündeme getirilen “reformlar” işçi ve emekçilerin bütçelerine yeni ağır yükler getirirken, öğrenci gençliği, geleceğine hiçbir umutla bakamayacağı bir ortam içine sürüklemektedir. Eğitim, hızla yaygınlaşan kurslar ve diğer birçok giderler nedeniyle, zaten özelleştirilmiş bir konuma gelmiştir. Kamu okullarında kalite iyice düşmüş ve kurs olanağı yaratamayan emekçi çocukları üniversiteye giriş denen “büyük yarışmayı” terk eder duruma gelmişlerdir. Okul bitirenler ise, yıllar boyu ya sıra beklemekte ya çok düşük ücretlerle işletmelerde sıradan bir yer kapmak için gazetelerdeki iş ilanlarını takip etmektedirler. İşsizliğin gençlik içinde yaygın olduğu ve 3-4 saatlik işlerle ya da esnek çalışma ile yaşamlarını kazanmaya çalışanların işsiz olarak görülmediği, iş bulamayan genç kadın ve kızların ise, iktisat biliminde hiç tanınmayan ve bilinmeyen “ev kadını” tanımlaması içine alındığı bir başka gerçektir.
Özerklik hakkının gaspına ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik şer cepheleri son direnişlerle yeniden boy göstermekte ve şiddet yuvaları olarak okullar adres gösterilmektedir.
Bütün bu gelişmeler ve sorunlar sadece Yunan halkının değil, ama dünyanın birçok ülkesindeki emekçilerin ortak sorunlarıdır. Egemen sınıflar gelinen noktada “elinden geleni arkasına bırakmama” politikası izleyerek, her türlü hak ve kazanıma azgınca saldırmaktadır.
Kapitalist sistemin elinde bulundurmuş olduğu olanakları hızla tükettiği, ama diğer yandan, sistem karşıtı dünyanın önünde bulunan mücadele olanak ve zeminlerinin ise güçlendiği bir gerçektir. Dolayısıyla, tüm dünya genelinde, gerek işçi ve emekçi hareketlerinin, gerekse de gençlik ve diğer ezilen kesimlerin sistem karşıtı tepkilerinin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Son yıllarda, değişik neden ve taleplerden dolayı birçok ülkede milyonlarca insan sokaklara dökülmüş, sistem karşıtı alternatif arayışları içine girmiş, bu yönde tutumlar almışlardır.
Yaşadığımız süreçte ise, tüm dünyada aşırı kâr hedefli aşırı üretimden kaynaklanan ciddi bir ekonomik krizin yaşanacağına dair belirtiler ortaya çıkmış, tekelci sermayenin sözcüleri ve hükümetleri bu süreçten nasıl çıkacaklarına dair planlar yapmaya girişmişlerdir. Faturaların, daha şimdiden, işçi ve emekçilerle beraber tüm ezilen kesimlere ödettirileceğinin işaretleri verilmiştir. İşten atılanların ve atılacak olanların sayısı milyonlarla ifade edilirken, her türlü talep ve hak “kriz ortamı” gerekçe gösterilerek ve hatta emekçiler krizlerle tehdit edilerek, bastırılmaya çalışılmaktadır. Önümüzdeki dönemde, sermayenin katmerleştirerek gündeme getireceği ağır faturaların ve sömürü planlarının toplumsal tepkileri daha fazla kabartıp tetikleyeceği, burjuva ekonomist ve siyasi yorumcularının bile gizleyemedikleri bir gerçektir.
Dolayısıyla, yıllardan beridir ezilen toplumsal kesimlere karşı cepheden açılan saldırıların boyutları gözönünde bulundurulduğunda, kendiliğindenci karakter taşıyan toplumsal hareketlerin ortaya çıkabileceğini, bunun şartlarının bugün daha çok olgunlaştığını söylemek mümkündür. Ancak hangi gelişmenin “bardağı taşıran son damla” rolünü üstleneceği ise, kuşkusuz önceden kestirilemez. Yunanistan’da da, kestirilemeyen bu son damla, bir gencin polis tarafından vurulması olmuş ve bir anda tepkiler, özellikle gençliğin tepkisi sokaklara dökülmüştür. Yani beklenmeyen ani bir gelişme şeklindeki bir değerlendirme, kuşkusuz soyut ve gerçeklerden uzak bir değerlendirme olacaktır. Çünkü, özellikle son iki yılda yapılan direnişler sırasında ciddi kitlesellikler yakalandı, günler ve haftalar süren işgaller nedeniyle, eğitim politikaları ve gençliğin sorunları ülkede daha çok tartışılır oldu. Hedef ve talapleri belli olan bu direnişler boyunca, hem üniversitelerdeki örgütlenmeler yeniden ayakları üzerine dikildi, hem de işçi ve emekçilerle ve onların örgütleriyle canlı ve hareketi güçlendiren ilişkiler kuruldu. 2007 ve 2008’de yapılan işgaller sırasında, koordinasyon komiteleri, başta işçi ve emekçi sendikaları olmak üzere, ezilen sınıf ve toplumsal kesimlere çağrılar ve onlarla görüşmeler yaparak, eğitim hakkı ve taleplerinin gençlik hareketiyle sınırlı kalamayacağını, bu sorunun ezilen tüm toplumsal kesimlerin sorunu olduğunu ön plana çıkardılar.
Özel üniversitelerin açılmasını yasaklayan Anayasanın 16. maddesinin değiştirilmesi nedeniyle, 2007’de, ülke genelinde, üniversitelerde başlayan işgal ve direnişler sırasında, orta öğrenim gençliği ve eğitim emekçileri ile kurulan mücadele cephesi hükümeti zor duruma sokmuş ve yasanın meclisten geçmesi durumunda pratikte uygulanmayacağı rektör ve dekanların ağzından bile dile getirilmişti. Ülkede özelleştirmelere ve hak gasplarına karşı işçi ve emekçilerin grev ve genel grev yaptığı ve yüz binlerin sokaklara döküldüğü bir dönemde gerçekleştirilen gençlik direnişleri, gençliğin sorunlarının işçi ve emekçi taleplerinin bir parçası olarak görülüp desteklenmesine neden oldu.
Son olayların gündeme gelmesinden kısa bir süre önce, Yunanlı işçi ve emekçilerin gerçekleştirdiği ve gençliğin de güçlü bir biçimde katıldığı 24 saatlik genel grevin temel sloganı, “yetti artık” olarak belirlenmişti.
Kısacası, son yıllarda mayalanan ve gün geçtikçe mayalanmakta olan bir emekçi ve gençlik hareketinin var olduğu bilinmekteydi. Ülkede defalarca genel grevler yapılmış, defalarca gençlik ülke genelinde talepleri üzerinden gündem oluşturmuştu. Birbiri arkasına ya da aynı sürece denk gelmese de diğer Avrupa ülkelerinde de kitlesel gençlik direnişleri gündeme gelmişti ve gelmektedir. Nedeni ise bellidir ve hâkim sınıf temsilcileri bile bu gerçeği kabul etmektedirler: Geleceğin karartılmaya çalışıldığı bilinci giderek yaygınlaşmakta, sistemden beklentiler tükenmekte ve gelecek kaygısı, öfke ve tepkileri tetiklemektedir. Son yıllarda artan işsizlik, çalışma şartları ve iş yasalarında yapılan değişiklikler ve eğitim alanında gündeme getirilmiş olan “reform” paketleri, geleceğe yönelik tüm umut ve beklentileri siler niteliktedir. Yüksek öğrenim alanındaki tüm çalışma, araştırma ve programlar ya tekellerin siparişi ya da ihtiyaçları doğrultusunda yapılmaktadır. Yunan gençliğini sokaklara döken nedenler, tam da bunlardır.
Dolayısıyla yeni bir 68 hareketinin ayak sesleri şeklindeki değerlendirmeler maddi temellerden yoksun değildir ve yeni 68’lerin maddi şartları vardır. Ancak dünyadaki genel durum, saldırılar, işçi-emekçi ve gençlik hareketindeki yükseliş ve düşüş şeklinde gözlemlenen istikrarsızlık, güçlü örnek hareketlerin olmayışı vb., olası yeni bir 68 hareketi değerlendirmeleri yapılırken, gözlerden uzak tutulamayacak gerçeklerdir. Maddi ya da nesnel birikimlerin ille de kendiliğinden patlamalara dönüşeceği düşüncesini savunmak kuşkusuz yanıltıcıdır. En azından biçim ve süreç hakkında yanılgılara düşmemek mümkün değildir.
Yaşanılan süreç ve gelişmelerin yeni bir 68’e dönüşüp dönüşmeyeceği tartışmaları bir yana, üstünde kesinlik ile konuşulacak bir gerçek var ki, o da, gençliğin tepkilerinin durmayacağı ve taşmaya devam edeceğidir. Çünkü onlarca ülkede, gençliği sokaklara döken sorunlar ve talepler giderek daha yakıcı hale gelmekte ve gençliği de ilgilendiren sorunların sistem tarafından çözülemeyecek sorunlar olduğu ortaya çıkmaktadır. Sorunlar hakkında umut ve beklentiler yaratacak politikaların, sorunların büyüklüğü göz önüne alındığında, son kullanma tarihlerinin uzun olamayacağı ortadadır. Çünkü gençlik, dönem dönem, kitlesel bağlardan kopuk olanların ya da gençliği içinde bulunduğu nesnel şartlardan ayrı ele alarak dar aydın mantığıyla değerlendirenlerin savunduğu gibi, apolitik bir kitle değildir. Günümüzün gençliği, sorunlarına uzak ya da sorunlarından kopuk bir kuşak da değildir.
Yunan gençliğinin sokaklara taşan tepkisinin tüm dünyada yankılar bulması, tam da gençliğin içinde bulunduğu sorunlardan dolayıdır. Sorunların ortak oluşu ve biriken tepkiler, diğer ülkelerdeki gençlik kitlelerinin sempati ve desteğini kazanmış, 68 hareketini bir kez daha hatırlatmış ve benzeri hareketlere duyulan ihtiyaçlara atıfta bulunulmuştur.
Kendiliğinden hareket, kısa bir süre içinde hükümetin çağrılarına ve toplumsal direnişlerden korkarak yüreği ağzına gelen sosyal demokratların itfaiyecilik çabalarına rağmen, gelişerek büyüdü. Sadece büyük şehirlerde değil, küçük ilçelere varan yerleşim bölgelerine kadar, tepkiler büyüyerek kitlesellik kazandı. Başta, bir gencin öldürülmesinin neden olduğu “ani sinirsel tepkiler” olarak değerlendirmeler yapan aydınlar, basın ve partiler, gençliğin sorunlarına ve haklı taleplerine dikkat çeken ve izlenen politikaları sorgulayan bir tutum almak zorunda kaldılar. Yıllardan beridir sokaklara dökülen gençlerin neden dinlenmediğini ve sorumluların kim olduğunu araştırmaya başladılar.
Bir diğer önemli özellik ise, sistemin sınırlarını ve izin verdiği ölçüleri aşan bir hareketle karşı karşıya olunmasıydı. Gençler, sadece barışçıl gösterilerle sınırlı kalan biçimlerle değil, sistemin güçleriyle ve organlarıyla karşı karşıya kalmayı gerektiren bir tutum aldılar. Birçok bölgede karakollar, ortaöğrenim gençlerinin ablukaları dolayısıyla çalışamaz duruma geldi. Yasaklar delindi ve sokaklara barikatlar kuruldu. Basında oluşturulmak istenen izlenimlerin tersine, hareket, sol gruplarla ve anarşistlerin katılımıyla sınırlı kalmadı. Tersine, izlenen politikalara karşı çıkan ve muhalif olan her kesimden genci bir araya getiren bir hareket olarak, sokaklara taştı.
Hükümet ve polisin gelişmeleri dar, marjinal ya da anarşist grupların provokasyonları olarak gösterme çabaları, gençliğin kitleselliği karşısında etkili olmadı. Tersine, işçi ve emekçilerin gençliğin sorunlarına sahip çıkması ve grev ve gösterilerle aktif destekler vermesiyle, hareket bütünüyle gündeme oturdu. Kuşkusuz hareketi provokatif tutumlarla bölmeye çalışanlar da oldu. Polis tarafından görevlendirilen provokatörlerin vitrinleri kırdığını gösteren video görüntüleri kanallarda yayınlandı. Anarşist grupların sorumsuz tutumları da ortaya çıktı, ancak bunların hiçbiri gündemi değiştirmeye ve haklı talep ve tepkileri gölgelemeye yetmedi.
Hareket daha ileri mevzilere çekilebilir ve talepleri kazanıma dönüştürecek örgütlü bir harekete dönüştürülebilirdi. Sol sosyal demokrat bir tutumla gençliği yedeklemeye çalışan SİNASPİSMOS partisi, hükümetin ve yanlılarının baskılarına boyun eğmek zorunda kaldı ve açıkça dile getirmese de, desteğini çekti. Yunanistan Komünist Partisi, “KKE” ise, olayların başından sonuna kadar gençliğin haklı taleplerine dikkat çekerken, provokasyon söylemlerine ağırlık vermekten de geri durmadı. Dış güçlerin ülkeye yönelik provokasyon planlarının olduğunu ve “komünist partisinin direkt inisiyatifinde olmayan hareketlerin provokasyonlara açık olduğunu” söyleyerek, hareket içinde ayrı bir güç olarak hareket etti. Ortaöğrenim gençlerinin gösterilerinden, işçi ve emekçilerle üniversitelilerin gösterilerine kadar ayrı hareket etti ve kendine bağlı güçlerle sınırlı bir tepki gösterdi.
Yunanistan’daki gençlik hareketi şimdilik durmuş gibi görünse de, dün içinde taşıdığı potansiyeli bugün de taşıdığından kuşku yoktur. Gençleri sokaklara dökerek militan tutumların alınmasına neden olan tüm sorunlar olduğu yerde kalmıştır ve çözüm beklemektedir. Sorunlara çözüm bulunmadıkça da yeni tepki ve direnişlerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır.