bizim ‘68

 

‘Akın var
             güneşe akın!
    Güneşi zaptedeceğiz
             güneşin zaptı yakın!’

(Nazım Hikmet)

 

Bir süredir, özellikle görsel sanatlarda, ’80 dönemi ve öncesiyle ilgili eleştirel içerikte eserler verilmeye başlandı. “Babam ve Oğlum”, “Hoşçakal Yarın”, “Mavi Gözlü Dev”, “Çemberimde Gül Oya”, “Hatırla Sevgili”… vb. dizi ve filmler, eksik ve doğrularıyla, geçmişe eleştirel bir ışık tuttular. Birçok insanı ekran başına ya da sinema salonlarına toplamayı başardılar. Belli bir kuşak tarafından hafızalar tekrar tazelendi, gençlik açısından ise, yakın geçmişi tanıma imkanı sundular. Özellikle Hatırla Sevgili dizisi ile ’68 dönemini anlatan edebiyat çalışmaları da çok satanlar listesinin baş köşesine yerleştiler. Bir televizyon dizisinin aynı içerikte kitapların okunma oranını arttırması önemli. Çünkü; görsel sanatların etkisi belki de birçok sanatsal faaliyetten çok daha güçlü, ancak etkinin kalıcılığının aynı güçte olmadığını söyleyebiliriz. Bilginin derinleşmesi ve kalıcılığı için okuma ile bütünleşmesi gerekmektedir. Aydın Çubukçu’nun hazırladığı, Evrensel Basım Yayın’dan çıkan “Bizim ’68” kitabı, belgesel nitelikte bir edebiyat çalışması olması bakımından, döneme ilişkin sağlıklı bir bakış açısı kazandırmaktadır.

Aydın Çubukçu, kitaba hazırladığı önsözde, Bizim ‘68’i, bugünü ve geleceği anlamak için okumak gerektiğini söylüyor. Çünkü, ’68, üzerinde çok tartışılan bir geçmiş değil sadece, aynı zamanda, gelecektir de. Birçok yönüyle bir gençlik hareketi olarak düşünülebileceği gibi, idealleri ve karakteri bakımından, Türkiye ve dünya emekçilerinin savaşsız ve sömürüsüz bir gelecek arayışıdır. Aydın Çubukçu, “Bizim ’68” kitabına hazırladığı önsözde bu durumu şöyle aktarıyor: “… Gerçekte Türkiye’nin ’68’ini yalnızca bir gençlik hareketi olarak tanımlamak isteyenler, o yıllara asıl karakterini veren ve bütün ’70’li yıllar boyunca devam eden işçi ve emekçi mücadelesini göz ardı ediyor. Gerçekte bütün dünya, genç kitleler, dünyanın yaşamakta olduğu çürümeye, sömürüye, haksızlık ve zulme karşı çıkarken, aslında, şiddetli dip akıntıları halinde seyreden büyük toplumsal kaynaşmanın görünürdeki yüzünü oluşturuyordu…

 

TÜRKİYE’NİN ÖZGÜNLÜĞÜ

Amerikan 6. Filosu’nun Dolmabahçe’ye demirlemesi ve ’68 gençliğinin anti-Amerikancı duygularla geliştirdiği eylemde, Deniz Gezmiş’in gençliği harekete geçirmek için söylediği “akın var akın,… güneşin zaptı yakın!..” sözleri meşhurdur. Bu, ’68 gençliğinin edebiyatla ilgisinden öte, kendi geçmişiyle kurduğu bağdır, aynı zamanda. Dönemin öğrenci örgütlülükleri, gençliğin örgütlü mücadelesine hizmet ettiği kadar, gençlik hareketine entellektüel bir zenginlik de kazandırıyordu. ’68’de, güneşin zaptı, gerçekten yakın görünüyor olmalıdır. Örneğin ‘yarın’ kadar yakın. Bu, ’68 gençlik hareketinin önemli bir özelliği olarak da düşünülebilir. Bir diğer önemli özellik de, tartışmalar ve okunan her şey, dünya ve Türkiye’deki gelişmeler ışığında anlamını buluyordu. Sovyetler Birliği’nin girmiş olduğu revisyonist hat, Küba Devrimi, Vietnam halkının ABD işgaline karşı verdiği mücadele, Filistin halkının Direnişi, Çin’de Mao’nun zaferi, ’68 hareketinin genel siyasal karakterini de veriyordu.

Sadece gençlik hareketi değil emekçilerin eylemleri de, yalnızca Türkiye’de değil dünya işçi, emekçileri ve gençliğinin hareketi de, başta ABD olmak üzere, emperyalizmin çürümüşlüğüne karşı yükselişteydi. Gençlik, bu hareketin en dinamik yanını oluşturuyordu. Eylemlerin yöneliminde, dünyadaki bu siyasal gelişmelerin izini görmek mümkün. Ama bu genel hareketlilik içinde, Türkiye, kendi özgünlüklerini barındırıyordu. Bizim ’68 kitabında, Halit Çelenk’in değerlendirmesi, bu özgünlüğü özetliyor: “Aslında üniversite hareketleri üniversite sorunlarıyla, öğrenim sorunlarıyla ilgili alarak başladı. Ama devrimci gençlik, haklı olarak ve yerinde olarak, yurt sorunlarıyla ülkenin kalkınmasıyla, daha demokratik hakça bir düzene ulaşılabilmesi için yapılabilecek olanlarla da ilgilendi. Bu mücadeleyi yaparken de elbetteki faşizme karşı mücadele, emperyalizme karşı mücadele; döneme göre çok ileri ve haklı sloganlar haline geldi. Bu mücadele, 12 Mart dönemine kadar devam etti.

 

GÜNÜMÜZDEN BAKINCA

Nasıl ki ’68 gençlik hareketinin başlangıcı için bir tarih veremiyorsak ve bir süreç olarak ele alıyorsak; bugünün üniversite gençlik hareketine de öyle bakmak gerekiyor. Aydın Çubukçu’nun Bizim ’68 kitabının üçüncü baskısına hazırladığı önsöz, 1996 eylemleri ile ’68 arasındaki bağın güçlülüğünü anlamamızı kolaylaştırmakta.

Bütün kendine özgü özelliklerine karşın, 1996 eylemleri, 1968 ilkbaharının renklerini, heyecanını ve özgürlük duygusunu esin kaynağı olarak görmekten ve bunu ifade etmekten geri durmadı… 1996 kışının ortasında, ’68 eylemlerinin sıcaklığını, üniversite anfilerinden, büyük kentlerin en büyük meydanlarından başlayıp, Meclis koridorlarına, rektörlük binalarına, polis şeflerinin telsizlerine doğru, hem yeni bir bahar müjdesi, hem bir karabasanın yeniden canlanması gibi esti…

Süreci biraz daha ileri götürerek, bugünkü gençlik hareketi ve ’68 arasındaki bağları ‘güçlendirebiliriz’. 96 harç eylemleri, üniversitelerin piyasalaştırılmasına ve halk çocuklarına kapatılmasına karşı yakın tarihte yapılan önemli eylemlerden biriydi. Onu, ’99’da fen edebiyat fakültelerinde yapılan formasyon eylemleri izledi. Dünya Bankasına verilen sözler, binlerce fen edebiyat fakültesi öğrencisini geleceksizliğe itiyordu ve İstanbul Üniversitesi’nde başlayan eylemler, tüm Türkiye’ye büyük bir hızla yayıldı. Özünde ekonomik talepleri barındıran bu eylemler sönümlenmeye başladığı sırada, ABD’nin Irak’ı işgali gündeme geldi. 2003, tüm üniversitelerde savaş karşıtı eylemlere sahne oldu. Dünyadaki genel savaş karşıtlığı, Türkiye üniversitelerinde de boykotlara varan eylem biçimleri ile ete kemiğe büründü.

Bugün harçlar, formasyon hakkı, savaş karşıtlığı, bilimsel eğitim… vb. birçok somut talep, bazen fakülte ve üniversite sınırları içinde bir eyleme dönüşürken, taleplerin çok daha yakıcı olduğu dönemlerde eylemlerinde genelleştiği bir tarzda ilerliyor. Genelleşen eylemler, döneme özgü ve eylemler bittiğinde dağılan örgüt biçimleri de oluşturuyor. Taleplerin aciliyeti ve buna parelel olarak eylemlerin genişliği, siyasal görüş ayrılıklarının ötesinde bir birliktelik yaratıyordu. Tabii, bu tablo, tersten de kurulabilir. Yani taleplerin aciliyeti, farklı siyasal grupların ortak  tavır almasının zeminini yaratıyordu. ’90’ların başından 2008’e kadar getirebileceğimiz bu süreç, devam etmekte. Bizim ’68 kitabı ile birlikte bu yaşadığımız süreci yeniden ölçebilirsek, çok daha geniş bir yelpazede değerlendirme imkanı yakalayabiliriz.

’80 sonrasında üniversitelerde genel bir eylem karakteri alan bu hareketlilik, biçim bakımından olmasa da, yönelim açısından, dünya gençliğinin talep ve hareketine  paralellik gösteriyor. Üniversite amfilerinden başlayan ve bağımsız-demokratik Türkiye talebine doğru genişleyen ’68 gençlik hareketine ne oldu diye soracak olursak; onu bugün hâlâ sürmekte olan bu gençlik hareketi içinde bulabiliriz. Elbette ki, dünyadaki siyasal gelişmelerin ve dönemin diğer kendine özgü koşulları içinde.

 

6 Mayıs 1972

Mayıs ayı içerisinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın asılışlarının yıldönümünde yapılacak birçok etkinlikte hafızalar tekrar tazelenecek. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının bağımsız, demokratik Türkiye mücadelesi, bugünün en acil sorunu olarak tekrar işlenecek. Bu yoğun dönem içerisinde belgesel niteliğindeki çalışmalara bakmak, hafızaları tazelemenin önemli bir yönü olacaktır. Bizim ’68 kitabı; geçmişimizi ve bugünümüzü anlamak, geleceğe doğru atılacak adımları sağlamlaştırmak için önemli bir belgesel kaynak sunuyor.

 

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑