Hiç şüphesiz 2007 yılının en büyük işçi mücadelesi Telekom grevi oldu. 16 Ekim’de başlayan grev, 44 gün sonunda patronun geri adım atmasıyla son buldu. Telekom’un uluslararası tekel olan Oger’e satılmasının ardından başka bir döneme giren ve başka bir yapı içinde çalışmaya başlayan Telekom işçileri, grevle birlikte, hem kendilerini, hem de işçi sınıfı mücadelesini de yeniden yapılandırdılar. Daha doğrusu, işçi sınıfının öldüğü, hakların mücadeleyle değil sosyal diyalogla alındığı vaazlarının neredeyse tek geçerli yaklaşımlar olmaya başladığı bir süreçte, bu safsataları bir anda yırtıp attılar. Grevin işçi sınıfının en önemli silahı olduğunu; hakların, sermayenin ve hükümetlerin belirlediği sınırlar içinde değil fiili mücadele ile elde edildiğini tarihin sayfalarından alarak yeniden sınıfın bilincine çıkarttılar. Bu yönüyle Telekom grevi, sınıfa verdiği moral etkinin de ötesinde büyük bir aşama anlamına geldi.
Bu mücadelede, sermaye basınının kara propagandasının yanı sıra polisin, mahkemelerin ve devletin sınıfsal yapısıyla da yüzleşen işçiler, çok güçlü görünen bu kesimlerin, işçilerin birliği karşısındaki aczine de tanıklık ettiler.
Şoven rüzgârların estiği bir dönemde, işçi sınıfı içerisinde olası milliyetçi bölünme ve kışkırtmaya karşı da duvar oldu bu grev.
Grev süresince sermaye ve onların güçleri ile en fazla çatışmanın yaşandığı yer ise, İstanbul oldu. ’89 Bahar Eylemleri ve özelleştirme süresince de diri olan ve kora kor mücadele veren İstanbul Telekom işçilerinin temsilcisi Haber-İş İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı Levent Dokuyucu, greve gelinen süreç, grevde yaşananlar, işçilere ve Türkiye işçi sınıfına etkileri ve bundan sonra yapılması gerekenler ile ilgili Özgürlük Dünyası’nın sorularını yanıtladı.
Telekom işçileri nasıl bir dönemde toplusözleşme dönemine geldi?
2005’in Kasım ayı itibariyle Telekom’un yüzde 55’i Oger’e devredildi. Bu sürece gelinene kadar, Telekom işçileri 10 yıllık bir özelleştirme mücadelesi yaşadı. Ve bu mücadeleyi başarıya ulaştıramadık. Başarılı olamamamızın temel nedenlerinden bir tanesi, sendikal örgütlülüğün bütünü olarak, özelleştirmeye karşı bir cephe oluşturulamamasıydı. İstanbul’da çatışmalara, gaz bombalı saldırılara varana kadar bir mücadele vardı, ama diğer bölgelerde bu yaşanmadı. Hatta bazı bölgelerde, sendikacılar, özelleştirmenin artık kaçınılmaz olduğu anlayışındaydılar.
Ama özelleştirme mücadelesinin ortaya çıkardığı sonuçlardan biri, sendika yönetiminin yenilenmesi oldu. Son kongremize gelen süreç, merkez yönetiminden 4 kişinin gitmesi ve çeşitli şubelerdeki yönetimlerin değişmesiyle sonuçlandı. Genel merkez seçimlerinden sonra ise, şöyle bir çalışmaya girdik: Özelleştirme mücadelesinde başarısız olduk, ama yeni bir patron var ve çeşitli saldırılarla Telekom işçisine yönelecekti. İşveren artık devlet değil uluslararası bir şirketti. Siyasi iktidarın müdahalesiyle, kurum içindeki yapılanma değişti. Bu süreçte, sendikamız, 25 bin işçiyle yüz yüze gelen çalışmalar yaptı. Politik olarak da, AKP’nin 4 yıllık icraatının ülke emekçileri için getirdiği sorunlar dile getirilerek, açıktan, AKP’ye oy verilmemesi istendi. Buna rağmen, Telekom işçilerinin de büyük kısmı (Türkiye genelinde iki kişiden biri), AKP’ye oy verdi.
Böylece toplusözleşme çalışmalarına başladık. Ve bir çıta belirledik. Kurum içindeki dengelere bakıldığında, patronun yakınındaki kadroların kayrıldığı görülüyordu. Biz, bir yıl boyunca, özellikle “eşit işte çalışanlara eşit ücret” talebiyle çalışmalarımızı yürüttük. İstanbul açısından, 15 yıllık bir mücadelenin sonucunda toplusözleşme sürecine girdik. Özelleştirmeye karşı kurduğumuz işyeri komitelerini, TİS döneminde de TİS komiteleri olarak yeniledik. Hazırlık döneminde ve görüşmelerle ilgili işçileri bilgilendirmeyi bu komiteler yoluyla yaptık. Hatta diğer illerdeki işçi arkadaşlarımızla ilişkiye geçerek, onları da organize ettik, bu komiteler yoluyla. Biz hazırlıklarımızı yaparken Hava-İş grev süreci yaşandı.
Hava-İş’in THY’de yaşadığı süreç Telekom işçileri üzerinde nasıl bir etki yarattı?
THY’nin önemli bir bölümü halka arz edildi. Toplu sözleşmesi, bizim gibi, özel sektör sözleşmesi sayıldı. Ama tek fark olarak, devletin atadığı yöneticiler işin başındaydı orada. Hava-İş’te gergin dönem başlayana kadar, Telekom işçileri arasında, sanki kamu sözleşmelerine hazırlanıyormuş havası vardı. Biz, her zaman grev söz konusu olduğunu söyledik. Ama aslında ilk günlerde biz de tam olarak kavrayamamıştık. İşte bu süreçte Hava-İş’in yaşadıkları, bizim açımızdan moral verici ve ön açıcı oldu. THY’de, patronun zoruyla yapılan grev oylamasından “Evet” çıktı. Üstelik, basının kışkırtmasına, hükümetin ve patronların baskısına karşın. Bu sonuç, bizim işyerlerimizde de mücadeleyle hak alma düşüncesini güçlendirdi. Zaten Telekom patronunu, son 60 günlük sürecin ancak 59. gününde, o da, kabul edilemez tekliflerle gelince, işin rengi belli oldu.
Grev süreci nasıl başladı?
Patron, 59. günde, ilk yıl yüzde 4, ikinci yıl yüzde 4+4, esnek çalışma, kapsam dışının genişletilmesi ve fazla olduğunu iddia ettiği personel sayısının sendikayla birlikte azaltılmasını dayattı. Yani işçi ve sendikadan, sendikayı yok edecek taleplerde bulundu. “Uluslararası tekeliz, güçlüyüz ve bizim eğilimimiz budur” diye çıktılar karşımıza. Ve bu durum bizi greve götürdü.
Grev başladığında ertelenir, bir iki gün içinde çözülür gibi bir hava vardı, ama 44 gün sürdü…
İletişim sektörü, çağımızın sektörü. Buradaki hizmet durursa, her şey allak bullak oluyor. Ama grev, neticede tecrübe işi. Şunu baştan düşünemedik: Sabah greve çıktık ve üç beş günde biter dedik. Patron da 3-5 günde bunlar çözülür, dayanamaz diye bekliyordu. Bizim grevin erken biteceğine dair düşüncemiz, olağan arızaların artacak olması ve bunlara müdahale edilmeyeceğine yönelik düşünceydi. Ama böyle olmadı. Patron kendi cephesinden akıllı davrandı. Grev saatinden itibaren, “şu kadar sabotaj yapıldı” diyerek ortaya çıktı ve elimizi kolimizi bağlayan bir manevra yaptı. Müdahale olmaksızın oluşacak arızaların faturası üzerimizde kalacak korkusu yaşandı. Bulunduğumuz sınırlar içinde bekleyerek, büyük bir arıza olduğunda müdahaleden çekinen bir yapı oluştu. Bunları İstanbul için değil, genel olarak konuşuyorum. Bu manevraya ancak 3-5 gün sonra yanıt verdik ve toparladık. Taktiksel olarak, yanıt verememenin dağınıklığın yaşadık.
Dağınıklığı gidermek için neler yaptınız?
Eğer biz bunu aşamazsak, grev kırıcılığı ile grevin biteceğini gördük. Öncelikle kendimizi halka anlatan bir çalışma yürüttük. Genel merkez, bu amaçla, 1 milyon bildiri bastırdı. Grev komitelerinin (TİS komiteleri grevin ardından grev komiteleri olmuştu) grev kırıcılarına karşı arkadaşları daha fazla eğitmesi, merkezi anlamda bir iletişimin sağlanması ve grev ve lokavt yasasının bize tanımadığı hakları da kullanma yoluna gittik. İşçi şunu gördü: Evet Anayasa’da grev hakkımız var, ama içi boş. Yasaklarla dolu. Yasaklara riayet ettiğiniz zaman ekmeğiniz küçülecek, işiniz elinizden alınacak. Yasaya bakınca grev çadırı kurmak yasak.. Grev yerinde 4 kişiden fazla beklemek yasak.. Çalışana niye çalışıyorsun demek yasak.. İçeri giren çıkana karışmak yasak.. Döviz yasak, ses çıkartmak yasak… Elimizde tek bir şey var Çalışma Bakanlığı’nın raporu: “Grevdeki işçinin işi başka bir işçiye yaptırılamaz.” Ama devletin kurumları bunu tanımıyor.
Yani fiili olarak bu haklarımızı kullanabileceğimizi, kullanmamız gerektiğini kavradı işçiler. Bu açıdan ilk bir hafta on gün bizim açımızdan zor geçti.
Aynı zamanda dayanışmanın örülmesi gerekiyordu. Sadece Telekom içiyle sınırlı kalarak, bu yükün altından kalkmak mümkün değildi: Halka anlatmak, çevredeki insanları bu mücadeleye katmak, ailesini grev çadırına getirmek… Bu süreçte, işçi moral buldu ve toparlandı. İstanbul 1 No’lu Şube’nin geleneğinden kalan, bütün grev ve direnişlerle dayanışma geleneğinin sonuçlarını da gördük. İstanbul’da büyük bir dayanışma gördük. Türk-İş’e Bağlı Sendikaların İstanbul Şubeler Platformu’nun başlattığı “5 YTL’ni paylaş” kampanyası, maddi olarak yetersiz olabilir; ama Ümraniye İMES, Tuzla tersaneleri ya da Kıraç’ta 419 YTL alan işçi, 5 YTL’sini verdiğinde, başka bir duygu oluştu.
Dayanışma komiteleri, esnafla olan ilişkilerle, grev ikinci haftasına geldiğinde, artık taşlar yerli yerine oturmuştu.
Grevin ertelenmemesini neye bağlıyorsunuz?
Özelleştirme sürecinde, biz kurumun “stratejik olduğunu” söylüyorduk, hükümetse “hayır” diyordu. “Stratejik değil”! Böyle bir sürecin sonunda grev başlamıştı. Birden bir propaganda: “Mehmetçik ailesiyle görüşemeyecek”, “F-16’lar kalkmayacak”! Hükümet önceden demişti halbuki: “Telekom’un Mehmetçik’le, uçaklarla filan alakası yok.” Ama sendikadan talihsiz bir açıklama yapıldı, bu dönemde; “Gerekirse grevi biz bitiririz” diye. Bu, “sendika grevi sürdüremiyor” diye algılandı. Bunun böyle olmadığını anlatmaya çalıştık. Sorun, sermayenin yeniden yapılandırılması ve bunun için her yola başvurulacak.
Bir başka yönü ise, patronların, Telekom işçisini yenerek, tüm işçilere geri adım attırmak istemesiydi. Böylece taşeron, esnek çalışma, sendikasız çalışma daha rahat uygulanacaktı. Bunun için, maddi yönü de öne çıkardılar. Oysa bizim istediğimiz 170 trilyon liraydı. Ama işçiyi ve iradesini ezip geçmek isteyen patron, grev süresince 700 trilyon lira zarar etti. Yani iş maddi konu değildi. Bunu, bir yerde, işçi sınıfı mücadelesini ezmek için bir fırsat olarak da kullanmaya çalıştı sermaye, ama işin kötüye gittiğini görünce, geri adım attı.
Kötüye gitme kısmını biraz daha açar mısınız?
Kamudan gelen, 42-44 yaş arasındaki, “milliyetçi muhafazakar” diye tabir edilen yapının 44 gün grev yapabileceğini de hesap edemediler. 81 ilde 700 ana noktada ve yüzlerce uzantısında sürdü grev. Onlara göre, Ankara’da sağcı, İstanbul’da solcu sendika birbirine girecekti. Biz nasıl tecrübesizlikten doğan hatalar yaşadıysak, onlar da taktik hataya düştü. Grevin gittiği noktayı hesap edemediler. Grev devam ettikçe, işçiler, siyasi partiler, kitle örgütleri, emek örgütleri, halk işçiyle birleşmeye, kenetlenmeye başladı. Bu dönemde, hem Türk-İş, hem hükümet yetkilileri araya girdi. Çünkü grev sürerken, Türk-İş Kongresi olsaydı, biz, İstanbul’dan en az 1000 işçiyle katılacaktık. O zaman, Türk-İş’te, ne Başbakan ne Cumhurbaşkanı konuşamayacaktı. Kongre’de koltuk kavgası değil, mücadele konuşulacaktı. Yani işin nasıl tehlikeli bir yere gittiğini gördü sermaye.
Grev işçide nasıl bir değişim yaşattı? Telekom işçileri milliyetçi-muhafazakar diye tabir ediliyor. Nasıl çelişkiler yaşadı?
Devletin gerçek yüzünü gördük diyen yüzlerce arkadaşımızla karşılaştık. Mesela grevi kırmak için bir yere taşeron geliyor, yüzlerce polis geliyor. Bir telefonla 500 Telekom işçisi bir araya geliyor. Bakarsan, o işçi MHP’ye oy vermiş, AKP’ye oy vermiş ya da başka bir partiye. Ama bakıyor; polis set çekmiş, taşeronu çalıştırıyor. İşçiler arkadan bağırıyor. Ölümüne artık, ne olursa olsun. Ekmeğimiz işimiz gidiyor. Polise diyoruz ki; grev kırılıyor, Çalışma Bakanlığı, yasa falan filan.. “Biz tanımayız” diyor. Savcı, “ne yasası, tanımıyorum” diyor. Valilik? Zaten valilik emretmiş. Bütün kesimleriyle devlet, işçilerin Anayasal haklarını kullandırtmıyor.
İşte bu süreçte şunu anlattık ve işçi de bunu somut olarak gördü: Bu grev sadece Telekom işçisinin kendi haklarını alma grevi değil, sermaye kesiminin yeni çalışma sisteminin oturtmak istemesine karşı verilen mücadeledir. Sermaye, onun basını ve onun kolluk güçleri ortak davranacaktır. Bunu çok yerde anlatmaya çalıştık. Daha önce “Polisle niye kavga ediyorsunuz” diyen kişilerin kendisi polisle kavga eder hale geldi. İşçilerin yarısı karakolda ifade verdi. Bize “siyaset yapmayın, sendikacılık yapın” diyenler, bugün, “siz haklıymışsınız” diyorlar. İşyerine ve hayata bakışında değişiklikler var işçilerin.
Mesela grevden sonra yaptığımız ilk toplantıda, arkadaşlarımız, Yörsan işçileri (Balıkesir Susurluk’ta Tek Gıda-İş’e üye oldukları için işten atılan 400 işçi) için ne yapacağız diye soruyorlar. Diyarbakır’da halen cezaevinde olan arkadaşlarımızın akıbetini takip ediyorlar. Bunlar çok güzel gelişmeler. Mesela grevin ilk günü şöyle bir olay yaşadık. Bir müdürlükte, düşman gibi olan iki arkadaşı grev gözcüsü yazdık. Akşam 8 sabah 8. Yazarken, fırça da yedik. Sabah baktık, çay ve börek almışlar, sarmaş dolaş kahvaltı ediyorlar. Yani grev, Telekom işçileri içindeki tartışmaların biçimini de değiştirdi.
Grevde işçi dostunu da tanıdı demiştiniz?
En son özelleştirme eylemlerinde, çeşitli siyasi parti ve kitle örgütleri destek verdi. Ama bunlar hep tartışma yarattı: “Niye geldiler?” Ama grev, işçinin politikaya bakışını da değiştirdi. Gazeteye bakarken, daha farklı baktı. Siyasi partilerin ziyaretlerine bakışı olumlu oldu. Kendi içindeki tartışmalarda daha hoşgörülü oldu. Mesela, Kürt meselesini tartışmada anlayışlı oldu. İşte, grev sonrası, “Emek Partisini ziyaret edelim”, “Hayat Televizyonunu ziyaret edelim”, “Evrensel’i ziyaret edelim” dediler. Grevde yanlarında görmüş, grev haberlerini okuyup izlemişlerdi. Politik tartışmalar içinde değişim de söz konusu. 2000 yılında işe alınanlar var. Bunlar grevi en çok sahiplenenler oldu. Eskiden, politik olarak düşmanca tutum takınıyorlardı. Şimdi ise, bizim dışımızda bir hareketlerinin olmayacağını söylüyorlar. MHP’li bakan tarafından alınan, MHP’li ailelerden gelen işçilerdi. Dayanışmayı, kardeşliği ve devletin tutumunu gördüler. En önemlisi de, paylaşımı gördüler.
Taşeron işçileri örgütleme konusunda bir çağrınız var…
Taşeron, bütün dünyada kazanılmış hakların tasfiyesine yönelik bir sistem. Her işkolunda var. Bunun için taşeronla çok kavga ettik, ama bu işin kavga ederek çözülmeyeceği ortada. Bu işçiler sendikaya kazanıldığında, ya taşeron vazgeçiyor ya da zaten fiili olarak bu sistem çöküyor. Bunu yaparsak, düşük ücret-yüksek ücret tartışması ve yüksek ücretli işçilerin baskılanması da sona erecektir. Biz de, taşeronları da örgütleyip, işyerinin parçası haline getireceğiz. Gücümüz yeter mi; ama, Telekom işçisinin bundan sonraki görevi budur.
Grev diğer işkollarındaki işçileri nasıl etkiledi?
Birçok emek örgütü, bu yasayla greve çıkılamayacağını bilmiyor. Biz, yasalara rağmen bir grev yaptık. Toplusözleşmenin işçiyle birlikte yürütülmesi ve hakkın grevle alınması, karşı propagandayı da kırdı. İşçi sınıfı üzerinde olumlu etkiler yarattı. Grevin bittiği gün, metal işçileri, belediye işçileri aradı. Ne yapabiliriz, ne yapmalıyız diye. Çünkü bir yandan “işçi sınıfı bitti” deniyor, “sosyal diyalog” tartışılıyor, bir yanda grevle hak kazanılıyor. Grev örgütsüz milyonlar üzerinde, özelleştirme ve sözleşme dönemi yaşayan tabandaki işçiler üzerinde çok olumlu etki yarattı.
Bu dönemde grev olumsuz sonuçlansaydı, biz de zan altında kalırdık.
Bir yandan da, Türk-İş Genel Kurulu’nu yaşadık. Grev, birkaç sendika dışında, kürsüden dile getirilmedi. Bu, özel bir tutumdu. Yukarıdakiler, “Aman tehlikeli bir sürece gidiyoruz, grevi Kongre’ye sokarsak, ne yapacağız, ne edeceğiz” diye düşündüler.
Bazı konuları biraz daha açmakta fayda var. Şoven milliyetçi bir kışkırtmanın olduğu dönemde greve çıkıldı… Grev bu havayı nasıl etkiledi?
Bunu anlatabilmek kolay değil. Çok zor bir dönem. Ama kimse bu kışkırtmaları, bunu tartışmadı. 10 yıllık çalışmamızın da bunda etkisi var. Sürekli kardeşliği savunduk. Geçmişten bu yana arkadaşlarımıza anlatmak için çaba gösterdik. Aynı işyerinde çalışan iki arkadaşın birbirine düşmanca bakması kabul edilemez. Bu dönemde, sadece bir kişi, bir yürüyüşte slogan atmaya çalıştı, ama kimse uymadı. “Telekom işçisi direnişin simgesi” diye yanıt verdiler, bu kışkırtmaya. Şöyle bir örnek vereyim. Biz Diyarbakır’daki Akyıl işçileri için para toplarken, “oradaki işçiye, hatta oradaki Kürt’e niye para topluyoruz?” diyen vardı. Şimdi bu arkadaşlarımız, Diyarbakır’daki tutuklu arkadaşlarımıza kart gönderen kişiler haline geldi. O dönemki duygusunun ne kadar yanlış olduğunu gördü. Aynı mücadeleyi verdiklerini de gördü. Ve onun görüşlerini dinlemeyi, anlamaya çalışmayı öğrendi.
Şimdi sınır ötesi operasyon başladı ve tartışmaları sürüyor… Halkların kardeşliği, işçilerin birliği nasıl sağlanır konusunda grev yol gösterici olabilir mi?
Türk-İş Genel Kurulu’nda bu konuya kimse değinmedi (Sadece Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, bir cümle ile operasyona karşı çıktı). Türk-İş’e bağlı sendikalar ve şubeler bu sorunu görmezlikten geliyorlar. Cesaretle tutum alamıyorlar. Aslında yönetimlere baktığımızda, işçilerin birliğini ve halkların kardeşliğini savunan onlarca sendikacı var. Ama işletme üzerinden çalışma yaparken, bunları anlatmakta çekiniyor. İşte grev döneminde, böyle sorunların yaşandığı yerlerde, arkadaşların birbirine yakın durduğunu ve tartışabildiğini gördüm. Grev yerlerinde yaptığımız konuşmalarda şoven saldırılara da değindik ve tepkiyle karşılanmadık. Grev, hakikaten okul gibi. İş ve ekmek kavgasına girdiğinde, bu sorunlar yaşanmıyor. Grev süresi içinde en büyük mücadeleyi veren, bir iki büyük il dışında, bölge illeridir. Bu da görüldü. Grev kırıcılığına karşı, OHAL yaşanmış bölgelerde, aktif mücadeleci bir tutum gösterdiler. Ve bizim konuşmalarımızın önemli bir bölümü kardeşlik üzerine oldu. Çok yerde şuna da rastladık. Grev nöbetlerinde ailelerin ziyaretleri oldu. Baktığımızda, Kürt aileler de gelmiş, yemek yapmış, beraber yiyip içiyorlar. Sorun yok, ama genel bir siyasi ortamda da bunun sıkıntısını yaşıyor. Ama ben, yine, insanların cesaretiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Şoven dalganın olduğu bir dönemde, bunu cesaretle savunmak zor, ama bunun başka bir yolu yok. Cesaret edemeyenler, ileriye değil, günü kotarmaya dönük bakıyorlar. Oysa işçilerin birliğini sağlamak için, bu konuda cesaretle tutum almak gerekir. Telekom grevi gibi, benzer mücadeleler geliştikçe, mücadelenin, kavganın olduğu yerde, bu sorunlar çok rahat konuşulacaktır. Ve işçilerin ekmek mücadelesi ile demokrasi mücadelesinin birleşmesinin de olanakları yakalanacaktır. Bu yüzden, bizim, mücadelenin ivmesini yükseltecek olanakları aramamız gerekiyor. Burada görev işçilere düştüğü kadar, yerellerde kurulan platformlara, ileri sendikacılara da düşüyor. Şöyle özetleyebiliriz; Sosyal Sigortalar ve Genel sağlık Sigortası’na karşı yapılan eyleme 500 değil, 5000 kişiyle katılırsak, Kürt sorununu da, başka sorunları da daha rahat tartışabiliriz.
Anayasa değişikliği tartışmasında, bu sorunu görmezden gelemeyeceğiz. Ya kendi şoven anlayışında tartışacak ya da biz taleplerimizle gidersek bu tartışılacak. Sendikalar cephesinde, işçilerin yaklaşım ve tutumunu, sadece kendi hakları ile sınırlı bir mücadele ve tartışmanın dışına çıkarmak gerekir.
Bu aynı zamanda başka bir sendikal anlayış gerektiriyor?
Avrupa’da “iş için birlik” ve “sosyal diyalog” tartışılıyor. Avrupa’da işçi haklarının geldiği noktaya baktığımızda ise, gerilediğini görürüz. Bu uzlaşmacılık, bir mücadele sonucu uzlaşmak değildir. Kendini sermayeye teslim etmektir. Ama uluslararası tekelin dayatmalarını reddettiğiniz zaman, mücadeleyi de göze almak zorundasınız. Bunun başka bir yolu, ara yolu yok. Bu, biraz önce bahsettiğimiz Kürt sorununa bakışta da geçerli. Bu konudaki ikircikli bakış, Akyıl işçilerini başarıya götürecek atağı yapmayı da engelliyor. “Akyıl işçilerinin yanındayız, bir hafta içinde işçilere işbaşı yaptırın” dese Türk-İş, bu iş çözülür. Ve bu bölgedeki işçiler üzerinde de büyük bir etki yapar. Ama bunun için mücadeleci sendikacılık anlayışının tartışılması ve yerleştirilmesi gerekir. Bu sendikal anlayış; sadece iş, ekmek, işte yüzde şu kadar fazla zam almayı değil, ülkenin temel sorunlarına da eğilmesini gerektirir. Halkların kardeşliğinden yana da olmak gerekir. Yoksa biz şovenist rüzgara kapılmış olsaydık, grev sürmezdi. Ne sendika kalırdı, ne de işçi kalırdı. Esnek çalışma ile operasyon arasındaki bağı, Akyıl işçilerinin örgütlenmesi ile bağını kurmak ve cesaretle anlatmak gerekiyor. Bunlar sendika yöneticisi için kolay şeyler değil, ama sendika yöneticisiysen, bunu yapmak zorundasın. Mücadeleci anlayış bunu gerektiriyor.
Borsacılar yaşanan arızanın ardından “Telekom’u kamulaştırın” diye çağrı yapmak zorunda kaldı…
Bu açıklama iyi oldu. Özelleştirmeye karşı açtığımız dava sürüyor. Dava lehimize sonuçlanacak ve bunun sonunda Telekom kamuya devredilmeli. Bir yandan da, Genel Müdürlük, grev öncesi, “önlemimiz aldık, hiçbir aksaklık yaşanmayacak” dedi. Ama böyle olmadığını gördük. Kapitalizmin ana üslerinden birinin bile ayakta durmasının işçi sayesinde olduğu ortaya çıktı. Unutturulmaya çalışılan işçi sınıfının ve değerinin var olduğunu gösterdi, bu. Grevin bitmesinin bir nedeni de bu oldu. Ama biz şimdilik galip geldik. Onlar “b” planı çalışması yapacaklar. Grev ve lokavt yasasını sermayenin istediği biçimde değiştirmeye çalışacaklar. En basiti, grev süresince işçi almak yasak, bunu değiştirmek isteyecekler. Dolayısıyla sadece grev boyutuyla bakmayalım. İşçi hakları hedefte. Başbakan, en son Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Genel Kurulu’nda, sermayenin ayağının altında çakıl taşı bırakmayacağını açıkladı. Biz de buna karşı önlemimizi almalıyız.
İşçi basını ve televizyonunun greve etkisi nasıl oldu?
İletişim araçlarının bizim için nasıl önemli olduğu gördük. Grev süresince Telekom işçileri açısından baktığımızda, ilk kez karşılaştığımız bir şey grev ve tecrübe yok. Sadece İstanbul işçisinin mücadele birikimi ve diğer grevlerden öğrendikleri var. Bu tecrübesi olmayan yerler de var. Biz şunu söyledik: “Grev yeri ilk adresimiz, ikinci adresimiz ise evimiz olacak.” Grevden artan sürede orada olacağız. Fiili mücadelenin yöntemleri, hukuki yanıtlar ve grevin yönetilmesi. Bunu, kendi kurallarımız içinde, grev noktalarını gezerek sağlamaya çalıştık. Ulaşamadığımız yerler de oldu. Türkiye geneline baktığımızda ise, tüm işyerlerine ulaşmak imkansız. İşçi basınının, televizyonun bize sağladığı inanılmaz olanaklar oldu. Televizyon programının ardından Bitlis’ten aradı biri. 40-50 kişi birlikte dinlemişler. Grev yerinde 4 kişiden fazla beklemiyorlarmış. Grev çadırı kurmamışlar. Taşeron konusunda da yine aynı. “Sizi izleyince yönelimimiz değişti” dediler. Diyarbakır, Urfa, Mersin’den arayanlar oldu. Taşeronla kavga konusunda da, yapılan programlar etkili oldu. Yıllardır işçi basını etrafında örgütlenelim diye konuşuyoruz, bunu somut olarak yaşadık. Hakikaten ihtiyaç ve ışık hızı gibi bir şey televizyon. Telefonu alsan tek tek anlatsan yapamazsın. Ekranda seni ve yaşadıklarını izliyor. Ders çıkartıyor ve uyguluyor. Televizyonun ve gazetenin bu anlamıyla işçi sınıfının kendi mücadelesinde ne kadar önemli bir araç olduğunu gördük. Her yerde anlatıyoruz. Yaygın bir mücadelede işçilerin birbirlerinden haberdar olmaları konusunda bulunmaz bir fırsat.
Bir diğer yönü ise, sermaye basınının karalamasına karşı aydınlatma faaliyeti yürütmesi. Grevin başından bu yana, sermaye basını, bizi vatan hainliğine kadar suçladı. Halkı kışkırtmaya çalıştı. Buna karşı işçi basını halkı aydınlattı, taleplerimizi tam olarak yansıttı.
Bu süreç işçiler için de öğretici oldu. Daha önceleri de, özelleştirme sırasında, sermaye basınını anlatıp okumamalarını istiyorduk. Ama etkili olmuyordu. Şimdi bunu gördüler. İşçiyi sabotajcılıkla suçlayan haberin yanında tam sayfa Telekom ilanını gördü işçiler. Gerçi ilan olmasa da, sermayenin yapılandırmasına uygun bir gazetecilik yapacaklardı zaten. İşçiler bunun ayırdına vardı. Zaman gazetesine 3500’e yakın protesto faksı gitti. İşçiler ATV’yi protesto etmek istedi. Sultanahmet’te suç duyurusunda bulunurken, işçiler, kameramanlara saldırdı. Tasvip etmedik ve engelledik, ama işçinin sermaye basınına duyduğu öfkesini anlamak açısından önemli bir örnek. Basın tarafı da işçinin dostunu düşmanının tanıma konusunun bir parçasıydı.
Grev bitti saldırı yasaları gündemde…
Bizim tarif ettiğimiz kazanım, sadece rakamsal kazanım değil. Esnek çalışmanın engellenmesi, sermayeye karşı cephede bir zaferdir. Ama bu şimdilik bir kazanım.
Grevi Telekom işçisinin grevi olarak görürsek, bitmedi. İşçi sınıfının kavgası olarak görürsek, yine bitmedi. Emekçilerin sorunları var, diğer taraftan saldırılar sürüyor. Emeklilik yaşı, Anayasa, sendikal yasalar, kıdem tazminatı… Evet, grevi kazandık, ama bu geçici. Telekom açısından, Haber-İş açısından saldırı bitmeyecek. Hükümet hem halka saldırıyor, hem de emekçilere yöneliyor. 2008 yılı, aynı zamanda, enflasyon hesaplarının da alt üst olacağı bir dönem olacak. Halka yönelik bir çalışmayla da bütünleştirme çabaları olmalı. Grev bitti, ama bunun verdiği güçle, iki kat daha fazla saldırılara karşı durmak zorundayız. Çok şey öğretti bize. Umarım başkalarıyla da paylaşma olanağını buluruz.
Örneğin özelleştirme… Sadece hukuki mücadeleyle sınırlı kalınırsa, kaybedilir. Adam Anayasa’yı da değiştireceğiz diyor. Sadece dava süreciyle sınırlı bir mücadelenin sonuç vermeyeceği ortada.
Telekom işçisinin yeri nerede olacak?
TEKEL işçilerinin mücadelesi için, Telekom grevi ve özelleştirmeye karşı verdiği mücadele öğretici olacaktır. “Kavga etmeden sorunları çözeceğiz” diyenlere güvenmemesi gerekiyor işçilerin.
Karşında AB, patronlar, hükümet ve tüm güçler var. Arkanda sendikadan başka bir şey yok. Bu yeterli değil. Artık politikayı konuşmak ve bunu yapabilecek kişileri kazanmak gerekiyor. İşyerlerinde çalışmalarımız var. Kazanımlarımızdan biri de bu olacak. Gerek GSS, Anayasa ve yasalar. Bunlar, merkezi çalışmadan ziyade, yerel ayaklar üzerinden yürümeli. Genel Sağlık Sigortası eylemi oldu, bütün temsilcileri kattık. Bu olmalı, ama Telekom grevinin çadırını kurulduğu her yerde Telekom işçisi mücadeleyi örgütleyen öncü güç olmazsa, grevin de bir anlamı olmaz. Emek Platformu’nun yeniden canlandırılması da buradan olur. Biz verilen mücadeleleri yerellerde bütünleştirebilirsek ve kalıcı bir çalışmaya dönüştürebilirsek, daha verimli olacak. Yerel çalışmanın halkla bütünleşme şansı daha fazla. Birleşmemiz ve mücadeleci bir yıla hazırlanmamız gerekiyor. Seferberlik ilan etmemiz gerekiyor.