İşçi Sınıfına, Emekçilere, Dünyanın Ezilen Haklarına

ULUSLARARASI MARKSİST LENİNİST PARTİ VE ÖRGÜTLER KONFERANSI (CIPOML) Ekim 2009

Kasım ayı Berlin duvarının yıkılışının 20. yıldönümüdür ve burjuvazi bir kez daha tarihin alçakça tahrifinden oluşan söylemlerle anti-komünist, anti-emekçi bir saldırıya hazırlanıyor.

Bu son 20 yılda egemen sınıf, her türlü direniş, isyan, kapitalist sistemin eleştirisi düşüncesini engellemek için, demagojik “yeni bir dünya düzeni” vaatleri ve “sosyalizmin sonu” üzerine yalanlarla, işçi sınıfının ve halkların değişim özlemlerini manipüle edebileceğini zannetti.

1989 olaylarının ilk günlerinde, emperyalizmin sözcüleri, “tarihin sonu”nu, burjuva ideolojileri dışındaki ideolojilerin çöküşünü, geçersizleştiklerini, devrimlerin geçmişte kaldığını ve insanlığın önündeki tek yolun toplumsal üretim araçlarının özel mülkiyeti olduğunu ilan ettiler.

O tarihten bu yana, Doğu Avrupa’da gelişen olayları “komünizmin iflası” olarak göstermenin dışında; dünyanın ABD tarafından ele geçirilmesi için neo-liberal politikaları, “içişlerine karışma” yı, “önleme savaşı”nı dayattılar. Burjuvazi, halkların emperyalizm tarafından sömürüsünü ve talanını arttırmak için işçi sınıfına ve halk kitlelerine karşı saldırısını şiddetlendirdi.

Bugün, revizyonistler ve sosyal-demokratlar, bir tarafta “kafayı kuma gömenler”, öte tarafta ise, duvarın yıkılışına götüren olayları saptıran ve ters yüz edenler olarak, iki gruba ayrılıyorlar.

İdeolojik politik zayıflıklarının bir sonucu olarak, son yıllarda giderek daha fazla sağa kayanların sayısı hayli fazla iken, bir kısmı da, külliyatıyla, olduğu gibi karşı tarafa iltihak etti. Bir kısmı da, devrimler çağının geçtiğini, burjuvazinin kurallarına uymak gerektiğini, reformlarla yetinilmesini iddia ederek, mevcut duruma karşı duran, yeniden örgütlenip mücadele yoluna giren devrimci ve komünist güçleri mahkum ediyorlar.

Komünistler, Berlin duvarının yıkılışının, proletarya sosyalizminin çöküşü demek olmadığını; proletarya diktatörlüğünün yıkılması ve kapitalizmin restorasyonu sürecinin son etabı olduğunu biliyorlar. Revizyonizm sayesinde, restorasyon, geçtiğimiz yüzyılın 50’li 60’lı yıllarında, SSCB’de ve bazı Doğu Bloku ülkelerinde başladı. Sözümona “Reel Sosyalizm”in çöküşü, mevcut toplumsal ilişkilerle uyuşmayan bir üst yapının çöküşüydü. Ancak bu çöküş; bu ülkelerin dışarıdan görünüşleri nedeniyle sosyalist olarak adlandırılmalarından dolayı, işçi sınıfının mevzilerinde bir gerileme ve kargaşalığı yol açtı.

Berlin duvarının yıkılışı; devrimci bir teori olarak Marksizm-Leninizmi geçersiz kılmadı, ancak revizyonizmin Doğu Avrupa’daki son noktası oldu. Çağımızın temel çelişkilerinin çözümüne neden olmadı, tam tersine, bugün gördüğümüz gibi, onları daha da keskinleştirdi.

Gerçekten de son yirmi yılda neler gördük?

İnsanlığın gelişiminin önünde engel teşkil eden ekonomik, sosyal ve politik engellerin aşılmasını sağlamak yerine, baskı altına alınan ve sömürülenleri hapseden daha yüksek duvarların inşasına tanık olduk.

Bu duvarlar, lüks ve israf içinde yaşayan mali oligarşiyi, emekleriyle bütün zenginlikleri yarattığı halde onlardan yararlanma imkanına sahip olmayan, yoğun bir sömürünün boyunduruğuna, işsizliğe, yoksulluğa maruz kalan, burjuva hükümetlerin merhametine muhtaç edilen emekçi kitlelerden ayıran duvarlardır.

Bir avuç emperyalist güç ile zenginlikleri zorla talan edilen, açlığa ve geri kalmışlığa mahkum edilmiş bağımlı ülkeler arasındaki duvarlardır.

Emekçilere boyun eğdirmenin ve aptallaştırmanın aracı olan karanlığın, cehaletin, dini baskının, burjuva kozmopolitizminin ürünü duvarlardır.

ABD ile Meksika arasında göçmenlerin karşısına dikilen,  Avrupa ya da Akdeniz’i çevreleyen, ya da Siyonizm’in Filistin’ de inşa ettiği, emperyalizmin Kore yarımadasında ve daha birçok yerde devam ettirdiği duvarlardır.

Egemen sınıflar tarafından dört bir yandan estirilen vaat rüzgarlarına ne oldu?

“Ekonomik gelişme” vaadinde bulunmuştu, ancak parazitçiliğinin, spekülasyonculuğun, hâlâ eskisi kadar sık ve eskisi kadar derin ekonomik krizlerin eşi benzeri olmayan bir gelişimine tanık olduk. Bugünlerde yaşanan ekonomik kriz, biriken tüm sorunların ifadesi olan ve son seksen yılın en vahimi ve en yıkıcı olanıdır.

“Demokrasi ve özgürlüklerin” kefili olduklarını söylediler. Ancak bu ikiyüzlü söylemler; kısa sürede, bir grup emperyalist ülkenin ve mali tekelin diktatörlüğünün güçlendirilmesine, yüzlerce bağımlı ülke ve halk üzerinde etkin olan, hâlâ eskisi kadar vahşi yeni sömürgeci egemenliklere, daha yakın bir zamanda Honduras’ta, Afrika’da olduğu gibi, hükümet darbelerine, emekçilerin kazanımlarının ve birçok ülkede demokratik özgürlüklerin tasfiye edilmesine, giderek daha baskıcı ve faşizan polis devletine dönüştü.

Barışın hakim olduğu bir dünya vaat ettiler, ancak başlarında ABD ile emperyalist güçler, yüz binlerce kurbana neden olan bir dizi saldırı savaşı ve terör eylemleri tezgahlayarak, askeri aygıtlarını ve cephaneliklerini güçlendirdiler; hammadde kaynaklarının, pazar ve hakimiyet alanlarının yeniden paylaşımı için emperyalist devletler ve tekelci gruplar arasındaki rekabet iyice kızıştığı oranda, yeni bir dünya savaşı tehlikesini arttırdılar.

“Çevrenin korunmasından” bahsettiler, ancak azami kâr arayışının çevreyi katlettiğini görüyoruz ve doymak bilmez kâr hırsı ile kapitalizm, bizzat insanın varlığıyla bile bağdaşmadığını gözler önüne seriyor.

Ve Doğu bloku ülkelerinde “özgürlüğün geri dönüşüne” ne demeli? Sefalet ücretleri, yığınların işsizliği, sosyal kazanımların ortadan kaldırılması, ekonomik felaket, ölüm, suç, fuhuş oranlarındaki artış, Batılı emperyalizminin çıkarlarına en uysal boyun eğiş ya da Rusya’da olduğu gibi, aynı emperyalist çıkarların hizmetinde, en geri şovenist duyguların gelişimi… Bu ülkelerde bir “Sosyalist dönem nostaljisinin” doğuşuna şahit olmak, şaşırtıcı olabilir mi? Yani kapitalizmden daha üstün bir toplumsal sistem için, emperyalizmin kesintisiz saldırılarına ve revizyonizmin içten yıkma girişimlerine ve nihayet yıkabilmesine rağmen, çok büyük sosyal ilerlemelere olanak tanıyan bir sistem için, bu türden bir nostaljinin doğuşuna şaşırılabilir mi?

Son yirmi yılda, işçi sınıfı, emekçiler, halkların çoğunluğu, aldıkları darbelere rağmen emperyalizme boyun eğmediler, emperyalist zulmü ve ücretli emek köleliğini kabul etmediler. Sınıf mücadelesinin geri çekilmesi, yerini, giderek daha büyük bir direnişe ve ülkelerin özgün koşullarına bağlı olarak, değişik biçimlerde kendini ifade eden toplumsal ve politik mücadelelerin yeni bir yükselişine bıraktı. Son on yılda, burjuvazinin giderek artan saldırganlığına rağmen, mücadelelerin önemli bir şekilde yeniden aktifleşmesine, halklar ve emekçiler için kayda değer kazanımlar sürecine tanık olduk.

Berlin duvarının yıkılışı, tarihin son bulduğunu göstermedi, aksine daha da hızlandırdı. Komünist ve uluslararası işçi hareketleri, komünizmin zaferine kadar tarihin itici gücü olan sınıf mücadeleleri ilerliyor. Toplumsal dönüşüm mücadelesinin aktörleri kavgaya hazır bir şekilde ayaktalar. “Komünizmin ölüm ilanı”ndan yirmi yıl sonra, burjuvaziyi o kadar endişelendiren de budur. Proletaryanın devrimci teorisini sahiplenmesini engellemek için karalama ve iftira kampanyasına son vermedi.

Bütün bunlar, kapitalizmin sözde üstünlüğünü ve yenilmezliğinin adi bir yalan olduğunu, devrim ve sosyalizm için koşulların şimdiye kadar hiç olmadığı kadar canlı ve güncel olduğunu gösteriyor.

Bugün uluslararası durum, 1989’dakinden farklıdır. Burjuvazi, kendi işleyiş yasalarının ürünü korkunç bir ekonomik kriz içerisindedir ve halkların ve emekçilerin taleplerini ve isteklerini karşılamak için hiçbir çözüme sahip değildir. Düne oranla daha da zayıflamıştır ve egemenlik zincirindeki zayıf halkaların sayısı hayli fazladır.

Emperyalist-kapitalist sistemin genel krizi ile iç içe giren göreli aşırı üretimin krizi, tarihi görevini çoktan bitiren ancak imtiyazlarının ve yaşamının devam etmesi için halklardan ve emekçilerden “fedakârlık”ta bulunmasını istemeye devam burjuvazinin gerçek yüzünü kitlelere göstererek, uzun süre devam edecek.

Hükümetler, kapitalist tekellere, bankalara yardım etmek için devletin kasalarını boşaltırken, işsizlik artmaya, işçi ücretleri ve emekli maaşları düşmeye devam ediyor, sosyal hizmetler bir bir ortadan kaldırılıyor, emekçiler yoksulluğa ve açlığa mahkum oluyorlar. Kapitalistlerin saldırıları, giderek daha şiddetli biçimlere bürünecektir. Burjuvazi ve hükümetleri, büyük mücadelelerle kazanılan sosyal ve politik kazanımlara karşı saldırılar başlatıyorlar. Mali sermayenin en gerici kesimlerince desteklenen faşizm, birçok ülkede giderek ilerliyor. Yeni talan savaşları hazırlanıyor.

Bu durum, burjuvazi ile proletaryanın çıkarlarının uzlaşmaz niteliğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor ve işçi sınıfını ve emekçileri; kapitalist saldırıya, politik gericiliğe ve emperyalist saldırılara karşı birleşik mücadele cephesinin acil olarak kurulmasının gerekliliğiyle karşı karşıya bırakıyor.

Bu birleşik cephenin kurulmasını zorlaştıran temel engel, burjuvazinin gerçek Truva atları olan sarı sendikalar ve sosyal-demokrat partiler tarafından izlenen sınıf işbirlikçi politikalardır. Kitlelere; kapitalizmin kaçınılmaz yasaları tarafından işleyemez duruma getirilen bir “reformizm” vaadinde bulunuyor, işçi hareketlerini ve sendikal hareketleri bölüyor ve frenliyor, parlamenter şaşkınlığının çıkmazına sürüklüyor ve gericiliğin önünü açıyor.

Bu engeli aşmak, etkili bir şekilde mücadele etmek, ekonomik ve politik çıkarlarını taviz vermeden savunmak için; emekçiler, burjuvaziye, işten çıkarmalara, ücretlerin düşürülmesine, sosyal sigortaların kuşa çevrilmesine karşı, krizin sonuçlarını zenginlere, patronlara, asalaklara ödetmek için somut bir mücadele programı öne çıkararak, birleşmelidir. Emekçilerin ve halkların kapitalistlerin ekonomik çıkarlarına feda edilmesini önlemek için geniş bir uluslararası karşı-atak örgütleyerek kapitalizmin saldırısına karşı, işyerlerinde, kırsal alanda, sokaklarda mücadeleyi yoğunlaştırması gereklidir. Aynı zamanda komünistler ve devrimciler, anti-emperyalist, anti-faşist mücadeleyi ilerletmek, dünyada, özellikle Latin Amerika’da ve Asya’da giderek gelişen değişim eğilimini güçlendirmek, halklar arasındaki uluslararası dayanışmayı geliştirmek için gerçekten demokrat, ilerici, solcu güçleri birleştirmelidir. Marksist-Leninist parti ve örgütler uluslararası konferansına mensup parti ve örgütler, bu çağrıya katılan politik ve toplumsal güçlerle birlik halinde, kapitalizmin krizinin devrimci çözümü sorununu kitlelerin karşısına koyuyor. Burjuva hükümetler tarafından alınan tedbirlere karşı, çürümekte olan toplumsal düzeni “düzene sokma” hayalini ileri sürenlere karşı, komünistler; emperyalizmin kötülüklerinin son bulmasının, kapitalizmin genel krizinden tek çıkış yolunun üretimin planlandığı toplumsal düzen, proletarya sosyalizmi olduğunu iddia ediyorlar.

Bu öneri ile; bir yandan krizin vurduğu darbelerden dolayı giderek keskinleşen mücadelelere katılarak, destekleyerek, bu mücadeleleri örgütleyerek, emekçilerin krizin sonuçlarına katlanmak zorunda olmadıklarını söylerken, öte yandan saldırılara karşı koymak için ve sömürücü sınıfların diktatörlüğünü devirmek için, daha üstün yeni bir toplumsal sistem için proletarya ve halkların güçlerini birleştiremezlerse, durumun giderek daha da ağırlaşacağını söylüyoruz.

Berlin duvarının yıkılışından yirmi yıl sonra, sosyalist devrim sorunu; Marksizm-Leninizmin bayrağını, Ekim Devrimi’nin ve Sovyetlerin bayrağını, Dünya proletarya devriminin bayrağını kaldıran güçlü komünist partilerin inşası ve var olanların sağlamlaştırılması aracılığıyla hiç olmadığı kadar çözülmesi gereken yakıcı bir sorun olarak duruyor.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑