ULUSLARARASI MARKSİST LENİNİST PARTİ VE ÖRGÜTLER KONFERANSI (CIPOML) KASIM 2009
1. Partilerimizin son konferansından bu yana geçen sürede, dünyadaki en önemli gelişme; krizin, özellikle 2008’in ikinci yarısı ve 2009 yılının ilk çeyreğinde 1929 krizinden de daha büyük bir hızla derinleşmesi ve yılın ikinci çeyreğinde ise, önceki çeyrek dilimlere göre gelişme seyrinin yavaşlamasıdır. Konferansımız, krizin dibe vurup vurmadığı ve burjuva-kapitalist çevrelerde izlenmesi gereken ekonomi-politikalar ve alınması gereken tedbirlere vb. ilişkin tartışmalarının yoğunlaştığı koşullarda toplanmaktadır. Krizin ve kapitalist ekonominin gelişme seyrinin ve ekonomik, politik, toplumsal çok yönlü sonuçlarının, emperyalizmin ve egemen sınıfların içinde bulunduğumuz koşullarda izleyecekleri ekonomik-politikaların ve saldırıların ele alınması, partilerimizin kitleler arasındaki çalışmasının doğru bir çizgide gelişmesi açısından da önem taşımaktadır.
2. Son krizin özelliklerinden biri; dünyanın en büyük ekonomisi ABD’de, inşaatın yanı sıra sanayide –özellikle metal, otomotiv ve yan sanayi– başlamış olan kirizi gölgede bırakacak ve tam bir çöküntüye yol açabilecek derinlikte bir mali krizle birlikte başlaması ve kısa sürede diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde patlayan krizle birleşmesi ve bağımlı ülkelere doğru yayılarak, genel bir bunalım özelliği kazanmasıdır. Bu gelişme seyri; krizin, ABD’deki krizden, özellikle de finans sektöründeki krizden kaynaklandığı görünümünün doğmasına yol açtı. Burjuva-kapitalist çevreler, son krizin de, denetimsizlik ve izlenen ekonomik-politikalardaki, özellikle de finans ve para politikalarındaki hatalar sonucu finans sektöründeki şişmeden, gelişen spekülasyon ve oluşan “köpük”ten, izlenen ekonomi politikalardan kaynaklandığını vb. ileri sürmekte ve bütün araçları kullanarak bu tezleri yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu kampanyaya, finansal kesimin denetim altına alınması ve doğru ekonomi-politikaların izlenmesiyle, krizlerin engellenebileceği ve aşılabileceği propagandası da eşlik etmektedir. Onlar, bu tezleri ve propagandalarıyla, krizlerin, kapitalist gelişme sürecinin kaçınılmaz evreleri, kâr amacıyla ve pazar için yapılan ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak anarşik ve dengesiz bir gelişme gösteren kapitalist üretim tarzının bir sonucu, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişmenin doruğu, patlamayla dışa vurumu olduğu gerçeğini örtbas etmeye, kapitalist sistemi aklamaya, işçilerin ve emekçilerin hoşnutsuzluk ve öfkesinin doğrudan kapitalist sisteme yönelmesini engellemeye çalışmaktadırlar. Bu ve benzeri çok yönlü propagandalar, yukarda belirtilenlerin yanı sıra, krizin gerçek kaynaklarının, boyutlarının ve tahrip edici sonuçlarının kavranmasını engellemeye, izleyecekleri ekonomi politikaları, krizin yüklerini proletaryanın ve halkların sırtına yıkmak için başlatılan saldırıları meşrulaştırmaya da hizmet etmektedir.
3. Burjuva-kapitalist çevrelerce “küreselleşme” olarak nitelenen sermayenin ve kapitalist ekonominin uluslararasılaşması ve ekonominin farklı dallarının iç içe geçmesi süreci, geçen yüzyılın başları bir yana, ortasıyla da kıyaslanmayacak düzeye erişti. Ülkelerden ve sektörlerden birindeki herhangi bir gelişmenin, diğer ülkelerin ve sektörlerin gelişme süreçleri üzerindeki etkisinin artması, uluslararasılaşma ve iç içe geçme süreçlerinin ilerlemesinin kaçınılmaz sonuçlarıdır. Bu etkilemenin düzeyi ise, ülkelerin ve sektörlerin kapitalist dünya ekonomisindeki yerlerine bağlı olarak değişir. %25 oranında payla kapitalist dünya ekonomisinin en büyük gücü olan ABD ekonomisindeki, özel olarak finans sektöründeki gelişmeler, tüm ülkeleri ve sektörleri etkiledi ve onlardan etkilendi. Ancak, son kriz, ABD finans sektöründeki krizle ve bunun nedeni olarak gösterilen Bush döneminin ekonomi-politikalarıyla açıklanamayacağı gibi, ABD ekonomisindeki krizin diğer ülkelere yansımasıyla sınırlı bir çerçevede de ele alınmaz.
4. Egemen sınıfların ve devletlerinin, uluslararası kuruluşların izledikleri ekonomi politika; ekonominin gelişme seyri üzerinde etkide bulunur, ancak belirleyemez. Ekonominin insan iradesinden bağımsız yasalarını ve dinamiklerini ortadan kaldıramaz ve bu yasalar ve dinamikler tarafından belirlenen gelişme doğrultusunu tersine çeviremez. Esasında, doğru olan, tersidir. Ekonomi-politikalar ve onun bir unsuru olan para ve mali politikaları; hükümetlerin, IMF, Dünya Bankası, AB gibi uluslararası kuruluşların keyfi tercihlerine göre değil, mali sermayenin çıkarları temelinde, ekonominin gelişme seyrine göre şekillenmekte ve değişmektedir.
5. Son krizin de mali, sınai, tarımsal tüm yönleriyle temeli; öncekiler gibi, üretimin pazarlardan daha hızlı büyümesi ve üretilen malların bir kısmının satılamaması, stokların birikmesi, yeni alımların ve siparişlerin azalması, üretimin düşmesi ve bunun da pazarların daralmasına yol açmasıdır. Son finans krizi de bu temelde gündeme geldi ve gelişti. Finans krizinin ön belirtileri olarak ele alınan; kredi piyasasının aşırı genişlemesi, borsalardaki aşırı değerlenme, mali sektörde şişme, günün moda terimiyle köpüklerin oluşması, ekonominin tüm alanlarında spekülatif faaliyetlerin yoğunlaşması gibi gelişmeler, kapitalist ekonominin gelişme sürecinin yakın dönemine özgü olgular olmadığı gibi; üretimin ve pazarlarının uyumsuz bir biçimde büyüdüğü, ama bunun sonuçlarının henüz ortaya çıkmadığı, işlerin tıkırında yürür gibi göründüğü büyüme evrelerinin kaçınılmaz unsurlarıdır. Aşırı üretim –nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan ezilen ve sömürülen kitlelerin gereksinimleri gözönüne alındığında, aslında fazla bir üretim söz konusu değildir– temelinde ortaya çıkan her endüstriyel-ticari krizin unsurlarının oluştuğu ve geliştiği süreç, aynı zamanda, son krizin oluşum ve gelişim sürecinde de görüldüğü gibi, mali krizin unsurlarının da ortaya çıktığı ve geliştiği bir süreçtir. Bu durum, sanayi sermayesi ile banka sermayesinin iç-içe geçerek kaynaştığı ve bu temelde oluşan mali sermayenin egemen hale geldiği kapitalizmin tekelci aşamasında daha da belirgin hale gelir. Az çok şiddetli her kriz; 1929 krizinde ve son krizde görüldüğü gibi, genellikle mali bir kriz olarak uç verir veya krizin ilk belirtileri bu sektörde ortaya çıkar. Ancak tüm bunlar, krizin ve unsurlarının mali, sınai, tarımsal, ticari vb. tüm sektörlerde eşit düzeyde geliştiği anlamına gelmez ve sektörlerin kendilerine özgü gelişme dinamiklerini ve süreçlerini ortadan kaldırmaz.
6. 2007 yılının özellikle ikinci yarısında ABD ekonomisi durgunluk sürecine girmesine, aşırı üretime bağlı olarak inşaat ve otomotiv başta olmak üzere üretimde düşüş ve pazar daralmaları gündeme gelmesine, ABD’nin yanı sıra İngiltere, Fransa ve birçok ülkede finansal krizin belirtileri ortaya çıkmasına karşın; dünya sanayi üretimi, stokları arttırarak büyümeye devam etti ve 2008 Nisan’ında en yüksek düzeyine erişti. 2008 Nisan’ından sonra ise, başta gelişmiş kapitalist ülkeler olmak üzere, dünya sanayi üretimi, aylık dalgalanmalar ve işletmeler, sektörler ve ülkeler arasında farklılıklar olmakla birlikte, düşmeye başladı. Dünya sanayi üretimi, 2008 Nisan’ından sonraki bir yıl içinde, 1929 bunalımından daha büyük bir hızla düştü. Bu yılın Nisan ayı dünya sanayi üretimi, geçen yılın aynı ayının yaklaşık %-13 altında gerçekleşti. Bir önceki aya göre, bu yılın Mayıs’ında %+1.4, Haziran’ında %+2 artan dünya sanayi üretiminin, Temmuz ayındaki büyüme oranı ise %0 ve geçen yılın Nisan ayının yaklaşık %10 altında.
7. Nisan 2008’den itibaren dünya ölçeğinde toplam sanayi üretimi düşer ve mali kriz derinleşirken, kapitalist dünya pazarı da hızla daralmaya başladı. Dünya ticareti, bu yılın Nisan ayında, geçen yılın aynı ayına göre, %-22 daraldı. (IMF’nin açıklamalarına göre ise, dolar bazında “küresel ticaret”, 16 trilyon dolardan 12 trilyon dolara geriledi.) Bu yılın Haziran ayında %2.5 artan dünya ticareti –Temmuz 2008’den bu yana en büyük artış–, Temmuz ayında tekrar düştü ve %-0.8 oranında daraldı. 2009 Temmuz’unda, Nisan 2008’deki seviyesinin yaklaşık %-20 altında. Sürekli değişen IMF açıklamalarına göre de, dünya ticareti, 2009 yılında %-10 –önceki aylarda %12 olarak açıklanmıştı– civarında daralacak. Aralarında farklılıklar olmakla birlikte, ülkelerin iç pazarları da bu sürede daraldı.
8. Dünya sanayi üretimi ve pazarlar hızla küçülürken, mali kriz de dünya ölçeğinde derinleşti ve geçen yılın Eylül ayında, başta ABD ve İngiltere olmak üzere, birçok ülke mali çöküntünün eşiğine geldi. Yeni Zelanda’da mali sektör çökerken, finans krizinin en ağır biçimde hissedildiği ABD ve İngiltere başta olmak üzere, birçok ülkede mali çöküntü, devletlerin müdahalesi ve trilyonlarca doların finans sektörüne aktarılması ile engellenebildi. Sadece ABD’de, 2008 yılında çöken banka sayısı 25. 2007 yılında bu sayı 3. Bu yılın Ocak-Eylül döneminde ise kapanan banka sayısı 72. Bu sayının yıl sonunda 90’ı geçmesi ve banka iflaslarının önümüzdeki yıl da devam etmesi bekleniyor. Mali krizin daha hafif yaşandığı diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde de, krizin daha da derinleşmesi, milyarlarca dolarlık destek paketleriyle engellenebildi. Bazı bankalar devlet desteğiyle ayakta kalabilirken, özellikle küçük ve orta ölçekteki birçok banka kapandı ve en büyükler tarafından yutuldu. Krizin en önemli sonuçlarından biri de; finans sektöründe merkezileşme ve yoğunlaşmanın yeni bir ivme kazanması oldu.
Borsalarda Ocak 2008’de başlayan düşüş, Nisan ayından sonra artarak devam etti. Borsalardaki düşüş, 2008 Nisan’ına göre, bu yılın Mart-Nisan aylarında %50’ye yaklaştı. Dünya sanayi üretimi ve ticaretindeki düşüş, bu yılın ikinci çeyreğinde yavaşlayarak da olsa devam etmesine karşın, mali sektöre trilyonlarca doların pompalanmasına da bağlı olarak, borsalar, bu yılın ilk aylarından sonra yükselmeye başladı. Ancak borsa endeksleri hala geçen yılın Nisan ayının yaklaşık %30 altında seyrederken, finans sektörünün yanı sıra diğer sektörlerdeki gelişmeleri de etkileyecek olan “balonlar” ve “köpükler” tekrar büyümeye, spekülatif faaliyetler yoğunlaşmaya, istikrarsızlık unsurları gelişmeye başladı.
9. Eşit olmayan, dengesiz gelişme kapitalist gelişme sürecinin mutlak yasasıdır. Son kriz de, öncekiler gibi, ülkeler, sektörler ve işletmeler düzeyinde eşit olmayan, dengesiz bir gelişme gösterdi.
Son krizin özelliklerinden biri; gelişmiş kapitalist ülkelerde başlaması, finansal krizin endüstriyel krizle birleşmesi ve aşağıdaki verilerde de görüleceği gibi, bu ülkelerin toplam sanayi üretimlerindeki düşüşün, dünya toplam sanayi üretimindeki düşüşün üstünde olmasıdır.
Dünyanın en büyük ekonomisi olan ve 2007’de durgunluk sürecine giren ABD’de, sanayi üretimi, Nisan ayında, geçen yılın aynı ayının % -12.5 altında gerçekleşti. Bu yılın Mayıs ve Haziran aylarında, önceki aylara göre, sırasıyla %-1.2 ve %-0.4 küçülen ABD sanayi üretimi, Temmuzda %+1, Ağustosta %+0.8 arttı. Özellikle Temmuz ayındaki artış, motorlu araç üretimindeki yüzde 20.1 oranındaki büyümeden kaynaklandı. Ağustos sanayi üretimi, geçen yılın aynı ayının %-10.7 altında.
(ABD sanayi üretimi, Haziran’da, geçen yılın aynı ayına göre, 13.6 geriledi. İmalat ise, 15.5 geriledi. ABD sanayi üretimi Eylül’de +0.7 arttı.)
Kriz öncesinde dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Japonya’da, sanayi üretimindeki düşüş, bu yılın Mart ayında (yıllık ortalama değil, 2008 Nisan’ındaki üretime göre) %35’e yaklaştı. Bu düşüşün ardından, Japonya’nın sanayi üretimi, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında, sırasıyla %+1.6, %+5.2, %+5.9, %+2.4, %+1.9 ve %+1.8 oranında arttı. Ancak sanayi üretimi, hala bir yıl öncesinin %-18 altında seyrederken, büyüme oranı da, Mayıs ayından itibaren düşmektedir.
Dünyanın en büyük 5 ekonomisi arasında yer alan Almanya’nın 2009 Nisan sanayi üretimindeki düşüş, geçen yılın Nisan ayına göre %-24’ü geçti. Almanya’nın yanı sıra Fransa, İngiltere, İtalya gibi gelişmiş kapitalist ülkelerin de yer aldığı EU-27 için ise, bu oran %-19.3. Almanya’da, Mayıs ayında, bir önceki aya göre %+5 olarak gerçekleşen sanayi üretim artışı, Haziran ayında %+1.1’e, Temmuzda %-1’e geriledi. Ağustosta ise, %+1.5 arttı. Mayıs ayında, EU-27 ülkelerinde, sanayi üretimindeki düşüş durdu ve %+0.6 arttı. Bir önceki aya göre, sanayi üretimindeki artış, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında ise, sırasıyla %+0.3, %+0.3 ve %+0.6 oldu. Bu artışa rağmen, Almanya ve EU-27 ülkelerinin Ağustos sanayi üretimi, geçen yılın aynı ayının sırasıyla %-18.0 ve %-13.5 altında.
Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerindeki sanayi üretimi, sadece bu yılın Ocak-Temmuz döneminde, ortalama %-15 oranında geriledi. Rusya’nın Ağustos ayı sanayi üretimi, geçen yılın aynı ayının %-12.7 altında. Latin Amerika’nın gerek kapitalist gelişme düzeyi, gerek ekonomik büyüklük bakımından önem taşıyan üç ülkesi, Brezilya, Meksika ve Arjantin’in Temmuz ayı sanayi üretimleri, bir önceki yılın aynı ayının, sırasıyla %-9.9, %-6.5 ve %-9 altında seyretti. Bu düşüş, Güney Afrika’da %-13.7.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde başlayan kriz, Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın bağımlı ve geri ülkelerine doğru yayılarak, bu ülkelerin zayıf ekonomilerini sarstı. Büyük emperyalist güçlerin, krizin yüklerini diğer ülkelerin sırtına yıkmaya yönelik saldırılarının yoğunlaşacağı önümüzdeki süreçte, krizin tahrip edici çok yönlü sonuçları ağırlaşarak ortaya çıkacaktır.
10. Büyüme oranları düşmekle birlikte, son krizde, kıtalar düzeyinde Asya (Japonya hariç), kapitalist dünya ekonomisinin gelişme seyri açısından önem taşıyan ülkeler arasında da Hindistan ve özellikle de dünyanın en büyük 5 ekonomisi arasında yer alan Çin, farklı bir gelişme gösterdi. Dünya sanayi üretiminin ve ticaretinin hızla düşmesi ve finans krizinin derinleşmesiyle birlikte, bu ülkelerin genel olarak ekonomilerinin, özel olarak sanayi üretimlerinin büyüme oranları düşmeye başladı. Örneğin, Hindistan toplam sanayi üretimi, geçen yıl, 2007 yılına göre %- 0.4, geçen yıl Aralık ayında ise, Aralık 2007’ye göre %- 11,9 oranında geriledi. Ancak büyüme oranı düşmesine ve dalgalanmalar olmasına karşın, Hindistan ekonomisi ve sanayii büyüdü. Bu ülkenin sanayi üretimi, bu yılın Temmuz ayında, geçen yılın aynı ayına göre %+7 artış gösterdi.
Kriz öncesi yıllarda, yılda ortalama %+16 ile %+18 arasında büyüyen Çin sanayi üretimi, bu yılın ilk çeyreğinde, geçen yılın aynı dönemine göre %+5.1, ikinci çeyreğinde ise, %+7.9 artış gösterdi. Ağustos ayında ise, geçen yılın aynı ayına göre %+12.7 oranında arttı. Büyüme oranı düşmekle birlikte, Çin ekonomisi ve sanayi, son bir yılda da büyüdü.
Çin, son dünya krizine, başka şeylerin yanı sıra, yüksek büyüme hızı, büyük döviz rezervleri ve dış ticaret fazlası ve devlet kapitalizmi uygulamalarının yaygınlığının da bir sonucu olarak (en büyük bankalar devlet bankaları) diğer ülkelerden daha istikrarlı ve sağlam bir mali sektörle girdi. Bu durum; Çin’in, ekonomiye müdahale açısından daha geniş olanaklara sahip olmasını sağladı. Çin hükümeti, ekonomiyi canlandırmak için, 1929 krizinde birçok kapitalist ülkede –örneğin Hitler Almanya’sında– uygulanan programın bir benzerini geçen yılın Kasım ayında başlattı. Devletin finanse ettiği ve demiryolu, köprü, havaalanı, liman ve otoban gibi altyapı yatırımlarına odaklanan bu programın tutarı, 586 milyar dolar. Bunu, bu yılın ilk yarısında bankaların açtığı 1.1 trilyon dolarlık kredi paketi izledi. Japonya sanayi üretiminin Mart ayından itibaren artmaya başlaması, bu yılın ikinci çeyreğinde dünya kapitalist ekonomisindeki daralmanın yavaşlaması vb. faktörlerin yanı sıra, 1 trilyon 686 milyar doları bulan teşvikler, Çin ekonomisinin ve sanayinin, önceki yıllara göre düşmekle birlikte, bu yıl da büyümesini sağlayan etkenlerden biri oldu. Ancak süreç ilerledikçe, teşviklerin olumlu etkisinin zayıflaması ve olumsuz sonuçlarının ve etkilerinin gelişmesi kaçınılmaz. Özellikle çimento ve demir-çelik sektörlerinde yatırımlar ve üretim kapasiteleri, devletin finanse ettiği altyapı yatırımlarının iç pazarda yol açtığı genişlemeden daha hızlı büyüdü ve atıl kapasite azalacağına yükseldi. Son aylarda, bu sektörlerde aşırı üretim temelli kriz belirtileri belirginleşirken, devletin finanse ettiği altyapı yatırımlarındaki büyümenin yanı sıra, Çin kredi piyasasındaki 1.1 trilyonluk genişlemeyle birlikte, başta emlak ve borsalar olmak üzere, birçok alanda “varlık balonları” ve ‘köpükler” büyümeye başladı. Ancak, tüm veriler, dünya ekonomisi yeni bir büyüme dönemine girmediği sürece, Çin’in bu yılın ilk yarısındaki büyümeyi uzun süre devam ettiremeyeceğini göstermektedir.
11. Üretim araçlarını üreten 1. kesimin, tüketim araçlarını üreten 2. kesimden daha fazla ve hızlı büyümesi, genişletilmiş yeniden üretimin, kapitalist üretim tarzının koşuludur. Kapitalist ekonominin, savaş, tabi afetler gibi özel koşullar bir yana bırakılacak olursa, olağan gelişme sürecinde, aşırı üretim ve onu izleyen üretim düşüşü, öncelikle üretimin 1. kesiminde gündeme gelir ve düşüş, bu kesimde daha şiddetli olur. Son krizde de böyle gelişti ve üretim araçlarını üreten kesimdeki düşüş, 2. kesimden daha yüksek oldu. Mevcut istatistikler bu ayrımı temel alarak yapılmadığı için, bu düşüşü gösteren kesin veriler yok. Ancak tam bu ayrıma denk düşmese de, mevcut istatistikler, enerjinin yanı sıra, dayanıklı ve dayanıksız tüketim malları ve sermaye ve ara mallarına ilişkin verileri içeriyor ve üretimin, 1. ve 2. kesimindeki gelişme seyrine ilişkin yaklaşık sonuçlara varmaya olanak tanıyor.
Örneğin, EU-27 bölgesinde, bu yılın Nisan ayında, önceki yılın Nisan ayına göre toplam sanayi üretimindeki düşüş %19.4 iken, ara ve sermaye mallarında ise, sırasıyla %-25.7 ve%-25.5. Ağustos ayında ise, aynı veriler; toplam sanayi üretimi için %-13.5, ara ve sermaye ve malları için sırasıyla %-18 ve %-19.7. Dayanıklı ve dayanaksız tüketim malları için de, sırasıyla %-16.4 ve %-3. ABD’de ise, bu yılın Haziran ayında, önceki yılın aynı ayına göre sanayi üretimindeki düşüş tüketim mallarında %-7.9 olarak gerçekleşirken, bu oran, iş aletleri üretiminde %-17.8, hammadde üretiminde ise %-15.8 oldu.
Demir-çelik üretiminin gelişme seyri, toplam sanayi üretiminin gelişme seyri ile birlikte ele alındığında ise, durum daha da çarpıcı biçimde ortaya çıkmaktadır. Dünya Çelik Birliği’nin verilerine göre; dünya ham çelik üretimi, sadece Ocak-Haziran döneminde, dünya sanayi üretiminden iki mislinden fazla bir düşüşle, geçen yılın aynı dönemine göre %-21.3 oranında azaldı. Ocak-Haziran döneminde, ham çelik üretimi, Çin’de 1.2, Hindistan’da 1.3 oranlarında artarken, Japonya’da yüzde 40.7, Rusya’da yüzde 30.2, ABD’de yüzde 51,8, Güney Kore’de yüzde 17.3, Almanya’da yüzde 43.5, Ukrayna’da 38.8, Brezilya’da 39.5, İtalya’da 42.8 ve Türkiye’de 17.3 oranlarında azaldı. Dünya ekonomisinin krizden çıkmaya başladığı beklentilerinin geliştirilmeye çalışıldığı Ağustos ayında ise, dünya çelik üretimi, %-5.5 gibi yüksek bir oranda düştü. Yılın ilk sekiz ayındaki düşüş ise %-18.1.
Krizin dünya ölçeğinde başlamasından bu yana 1,5 yıla yakın bir süre geçmesine karşın, başta üretim araçları üreten 1. kesimin asıl geliştiği gelişmiş kapitalist ülkeler olmak üzere, dünya ölçeğinde bu kesimin büyüme hızı negatif ve 2. kesimin üretim artış hızının çok altında seyrediyor. Durum bu iken, sanayinin krizden çıktığı ve yeni bir büyüme dönemine girdiği söylenebilir mi? Henüz söylenemez.
12. Kapitalizmin tekelci aşamasında, daha kısa periyotlarla gündeme gelmelerine, daha uzun sürmelerine ve üretici güçler üzerindeki tahrip edici sonuçları ağırlaşmasına karşın, krizler, kapitalist gelişme sürecinin tek evresi değil, evrelerinden biridir. Proletaryanın toplumsal devrimiyle yıkılmadığı sürece, kapitalizm, yaşam araçlarının ve üretici güçlerin tahribine, çok yönlü toplumsal çöküntüye yol açarak bu krizden de çıkar ve kapitalist gelişme sürecinin diğer evrelerinden geçerek, yeni bir krize doğru yol alır. Ancak, mevcut veriler, henüz, kapitalist dünya ekonomisinin krizden çıkarak yeni bir büyüme dönemine girdiğini göstermemektedir. 1929 krizinin ve diğer krizlerin gelişme süreci incelendiğinde de görüleceği gibi, kriz evreleri de düz bir çizgi gibi gelişmemekte, inişleri ve çıkışları, her alanda eşit olmayan ve dengesiz gelişmeyi içeren bir süreç olarak ilerlemektedir. Son kriz de, böyle gelişmektedir.
13. Kapitalist dünya ekonomisinin şiddetli bir krize girdiğinin belirginleşmesiyle birlikte, neo-liberal gevezelikler ve izlenen ekonomi-politikaları, özellikle para politikaları bir yana bırakıldı. Krizin derinleşmesini, tam bir çöküntüye doğru ilerlemesini engellemek, kapitalist sistem ve finans kapitalin egemenliği ve çıkarları açısından tahrip edici sonuçlarını en aza indirmek için; devletler, tüm olanaklarının yanı sıra, sağlık ve işsizlik sigortalarının, yaşlılık ve emeklilik kurumlarının vb. fonlarını da kullanarak, ekonomiye müdahale etti. Sıkı para politikası ve işçi sınıfına ve emekçilere yönelik tüm saldırıların ve onların en temel taleplerini reddetmenin vazgeçilmez gerekçesi olan bütçe dengeleri, bir yana itildi. Milyarlarca dolar, bankaların, GM, Ford, Opel örneklerinde de görüldüğü gibi, tekellerin kasalarına doğrudan aktarılır, riskli krediler ve yatırımlar ve diğer zararlar devlet tarafından üstlenilir, en zor durumdaki finans kurumları ve tekeller devralınırken, “ekonomiyi canlandırma paketleri” de birbirini izlemeye başladı. Devletin, burjuvazinin, özelikle tekelci burjuvazinin genel ve uzun vadeli çıkarlarının temsilcisi ve sömürülen sınıflar üzerinde bir egemenlik ve baskı aygıtı olduğu gerçeği, bir kez daha bütün yalınlığıyla ortaya çıktı.
14. Devletlerin bu müdahaleleri, krizin gelişme seyrini belirlemese de, etkiledi. Özellikle ABD ve İngiltere’de mali sektörün tam bir çöküntüye doğru sürüklenmesi engellendi. Gelişmiş kapitalist ülkeler başta olmak üzere, birçok ülkede ekonominin ve sanayi üretimindeki düşüşün yılın ikinci çeyreğinden itibaren yavaşlamasının, Japonya örneğinde görüldüğü gibi, son aylarda düşen bir seyirde artmasının nedenlerinden biri de, üretimdeki sert düşüşlere bağlı olarak stokların erimeye başlamasının yanı sıra –ki bu temel etken– iç pazarı ve üretimi canlandırmak için trilyonlarca doları bulan devlet harcamalarıdır. (Şunu da hemen belirtmek gerekir ki; Çin bir yana bırakılacak olursa, doğrudan üretimi ve pazarları canlandırmak için uygulanan teşvik paketleri, bu harcamaların küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Özellikle finans krizinin şiddetli biçimde yaşandığı ABD ve İngiltere başta olmak üzere, devletlerin mali olanakları, büyük ölçüde finans sektörü için kullanıldı.) Bu harcamalar, geçici bir süre için de olsa, uygulandığı ülkelerde ve sektörlerde, pazarların ve üretimin daralmasını yavaşlatan, hatta kısa süreli canlandıran etkenlerden biri oldu. Otomotiv sektöründeki teşvikler ve sonuçları, bu bakımdan en çarpıcı ve bilinen örneği oluşturmaktadır. Başta Almanya olmak üzere, birçok ülkede, otomotiv sanayini ve pazarını canlandırmak için, süreli “hurda primi” ve vergi indirimleri uygulandı. Örneğin Almanya’daki 5 milyar euroluk hurda primi uygulamasıyla 200 bin araç trafikten çekildi –ömrünü henüz tamamlamamış olmasına karşın imha edildi– ve onların yerini yenilerinin alması sağlanarak, otomotiv sanayiindeki stokun eritilmesi, pazarın ve üretimin canlanması amaçlandı. Ancak tüm faturayı, tekeller değil, emekçilere ödetmek üzere devlet üstlendi. Bu tür teşviklerle canlanmanın geçici olduğu, hurda primi uygulamasının 2 Eylül’de sona ermesiyle birlikte, otomobil satışlarının bir önceki aya göre yarı yarıya azalmasıyla ortaya çıktı.
15. IMF’nin açıklamalarına göre, geçen yıl, sadece G-20 ülkelerinin krizle bağlantılı müdahalelerinin toplam hacmi, 10.5 trilyon dolar. Geçen yıl, miktar olarak en büyük harcamaları, ABD ve İngiltere yaptı. ABD’nin krizin başlamasından bu yılın Eylül ayına kadar yaptığı harcamaların toplamı ise, 13 trilyon dolar. ABD’nin bütçe açığı üç misli arttı ve 1,5 trilyon dolara yaklaştı. Başta ABD olmak üzere, toplam borçları artan gelişmiş kapitalist ülkelerin, bütçe açıklarının GSYİH’ya oranı %10’a yükseldi. Bağımlı birçok ülkede, %10’u aştı. Üretim düşer, ekonomiler ve pazarlar daralırken, dolaşımdaki para miktarının artması; başka şeylerin yanı sıra spekülatif faaliyetlerin yoğunlaşmasına ve “köpüklerin ve balonların” tekrar gelişmesine, başta dolar olmak üzere, paraların temsil ettikleri değerin düşmesine ve enflasyon beklentilerinin artmasına, doların uluslararası eşdeğer para birimi olma işlevinin daha da sarsılmasına, başta mali sektör olmak üzere, tüm sektörleri etkileyecek yeni istikrarsızlık unsurlarının ortaya çıkmasına ve gelişmesine yol açtı. Borsadaki yükselişlerin, yeni “köpüklerin” oluşmasının, özellikle Çin gibi büyümesini sürdüren ülkelerin ve son aylarda düşen bir seyirde sanayi üretimi artan Japon tekellerinin hisse senetlerine yönelişin ve bunun yol açtığı aşırı değerlenmenin nedenlerinden biri de, doların ve birçok ülke para biriminin temsil ettiği değerin düşmeye başlamasıdır.
Dolar, altın ve birçok para birimi karşısında değer kaybederken, birçok ülkenin para birimi de, altın karşında değer kaybetmektedir. Bir ons altının dolar karşılığı, kriz öncesine göre 4 kat artarak, 1000 doları geçti. İran döviz rezervlerini euroya çevirir ve petrol satımında euroya dönerken, birçok ülke, döviz rezervlerinin tamamını olmasa da, bir kısmını, başta euro olmak üzere, başka para birimlerine doğru kaydırmaya başladı. Başta Çin, Rusya olmak üzere, birçok ülke, diğer ülkelerle ticaretinde dolar yerine kendi para birimlerinin kullanılmasını öngören anlaşmalar imzaladı. Doların uluslararası eşdeğer para birimi olması üzerine kurulan ve ABD’ne her alanda avantajlar sağlayan mali ve para sistemi daha da sarsıldı. Yeni bir uluslararası para biriminin belirlenmesi yönündeki girişimler yoğunlaştı ve açıktan tartışılır hale geldi. Çin yetkilileri, bunu açıkça dile getirdi. Kapitalist dünya ekonomisi, bu bakımdan da; çelişkilerin derinleştiği, belirsizliklerin arttığı ve parasal bir krizin unsurlarının geliştiği bir kaosa doğru sürükleniyor.
Bütün veriler, ülkeler arasında farklılıklar olmakla birlikte, geçici bir süre için de olsa, yeni teşvik paketleriyle ekonomileri canlandırma, daha doğrusu, krizin ekonomi açısından tahrip edici sonuçlarını ağırlaştırarak erteleme olanaklarının daraldığını göstermektedir. Son G-20 ve IMF-Dünya Bankası toplantılarında, bütçe açıklarının ve piyasadaki para miktarının kritik sınırı çoktan aştığı, bütçe açıklarını azaltmanın, bunun için gerekli tedbirleri acil olarak almanın artan bir zorunluluk haline geldiği açıkça belirtildi. Ancak bu tedbirlerin, kritik bir dönemde bulunan dünya ekonomisinin ve tek tek ülkelerin ekonomik ve mali dengelerinin gelişme seyri göz önüne alınarak uygulanması gerektiği, Çin gibi büyük döviz stoklarına sahip ve bütçe dengeleri daha olumlu olan ülkeler kastedilerek, dünya ekonomisinin toparlanmasına hizmet edecek ekonomik-politikalar izlemeleri, aksi halde ekonomide sert düşüşlerin tekrar gündeme gelebileceği de vurgulandı.
16. Belli başlı uluslararası mali sermaye gruplarının ve emperyalist devletlerin; krizin tahrip edici sonuçlarını emperyalist-kapitalist sistem ve mali sermayenin çıkarları açısından en aza indirmek, krizin yüklerini kendi emekçilerinin yanı sıra, diğer ülkelerin ve halkların sırtına yıkmak için, koordineli bir biçimde hareket etmeye ve bunun araçlarını geliştirmeye yönelik girişimleri özellikle son aylarda yoğunlaştı. G-20’nin ardından, IMF ve Dünya Bankası toplantıları yapıldı. Bu toplantılarda, IMF ve Dünya Bankası’nın mali kaynakları arttırılarak, daha etkin bir biçimde kullanılmaları kararlaştırıldı. Önümüzdeki dönemde; büyük emperyalist güçlerin, diğer ülkelerin pazarlarını, tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını uluslararası mali sermayenin sömürüsü ve talanına ardına kadar açmalarına ve buna uygun ekonomik politikalar izlemelerine yönelik baskıları artacaktır.
17. Kriz, başta pazarlar ve hammadde kaynakları olmak üzere, emperyalist tekeller ve devletler arasında süren paylaşım mücadelelerini şiddetlendirdi. Meta ve sermaye dolaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılması için diğer ülkeler üzerinde baskılarını yoğunlaştıran büyük emperyalist ülkelerde, ekonomilerini, özellikle iç pazarlarını korumaya yönelik uygulamalar artarken, rakiplerinin pazarlarına ve etki/nüfuz alanlarına sızma ve ele geçirme girişimleri yoğunlaştı. ABD, demir-çelik, sonra da lastik ve otomotiv yan sanayi dallarında gümrük vergilerini yükseltti. Fransa örneğinde, en açık biçimde görüldüğü gibi, destekler, ülke içinde kullanma koşuluna bağlandı. Dolaylı ve dolaysız doping ve kota uygulamaları yaygınlaştı. Bunların engellenmesi için Dünya Ticaret Örgütü’ne yapılan başvuruların sayısı son yılda arttı. Krizle birlikte, bütünüyle kalıcı olmasa da, belli başlı emperyalist ülkelerin ve uluslararası mali sermaye gruplarının dünya ekonomisi içindeki ağırlıkları değişiyor. ABD ve müttefiklerinin engelleme girişimlerine karşın, Çin; sürekli artan enerji ve hammadde ihtiyacını karşılamak ve güvenceye almak, yeni pazarlara girmek için girişimlerini yoğunlaştırdı. Enerji kaynaklarının ve geçiş yollarının denetimi için süren mücadele, özel bir önem kazandı. Çin; Rusya, Brezilya, Peru, Venezuela örneklerinde de görüldüğü gibi, Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın birçok ülkesiyle yeni anlaşmalar imzaladı. Benzer anlaşmaları, Rusya ve Hindistan da yaptı. Güçler ilişkisinin değişmesine de bağlı olarak, önümüzdeki dönem, emperyalistler arasındaki çelişmelerin derinleştiği bir süreç olacaktır.
18. Sanayi üretiminin düşmesine, pazarların daralmasına bağlı olarak, bütün ülkelerde işten atmalar yoğunlaştı ve “kısa süreli çalışma” vb. uygulamalara karşın, işsizler ordusu hızla büyümeye başladı. ILO’nun açıklamalarına göre; 2007 yılı sonunda 180.2 milyon olan işsiz sayısı, geçen yılın sonunda, 188.6 milyona yükseldi. Kapitalizmin örnek refah ülkeleri olarak gösterilen gelişmiş kapitalist ülkelerde, resmi verilere göre, işsizlik oranı %10’a doğru tırmanırken, İspanya’da %18’i, Belçika’da %12’yi geçti. İş bulma umudunu yitirdiği için iş ve işçi bulma kurumlarına başvurmayanların sayısı artıyor ve resmi veriler, gerçek işsizlik oranlarını yansıtmıyor. İşsizlik oranının daha yüksek olduğu geri ve bağımlı ülkelerde de işsizler ordusu büyüdü ve birçok ülkede %20’lere çıktı. Örneğin, Türkiye’de resmi verilerde işsizlik oranı %13 olarak yansıtılırken, gerçek işsizlik oranı, %20’yi geçti. Gençler ve kadınlar arasında işsizlik ise, ortalamanın üstünde. Gençler arasında işsizlik oranı, ABD’de %17.8’e, Avrupa Birliği’nde ise %19.7’ye yükseldi. Türkiye’de ise, bu oran, en iyimser tahminle %25.
2009 yılında, yaşamını sürdürebilmesi için en asgari gıdayı alamayan insan sayısı, 1 milyar 20 milyon kişiye yükseldi. Dünya nüfusunun yüzde 10-15’i açlık, yüzde 30’u ise, en asgari düzeyde de olsa, beslenememe tehlikesiyle karşı karşıya ve açlığa bağlı olarak yılda 24 milyon çocuk ölüyor.
Bütün ülkelerde, ezilen ve sömürülen sınıfların, yaşam ve çalışma koşulları kötüleşir, mutlak yoksullaşma süreci ilerlerken; demokratik hak ve özgürlükleri sınırlamaya, işçi sınıfının ve emekçilerin mücadelesini ezmeye, örgütlerini güçsüzleştirmeye ve dağıtmaya yönelik girişimler ve saldırılar yoğunlaştı.
19. Finans kurumları başta olmak üzere, tekellere trilyonlarca dolar aktarılırken, işten atmaların yoğunlaşması, işsizliğin hızla yükselmesi, gerçek ücretlerin düşmesi, yoksullaşma sürecinin ilerlemesi, özellikle Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın bağımlı ülkeleri başta olmak üzere, birçok ülkede, işsizü ve yoksulluk sınırının yanı sıra açlık sınırının altında yaşamlarını sürdürmeye çalışan kitlelerin büyümesi; işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıf ve tabakalar arasında hoşnutsuzluk, öfke ve mücadele eğilimlerini geliştirdi. Aralarında düzey ve aldığı biçimler bakımından farklılıklar olmasına karşın, işçi sınıfının ve halkların mücadelesi gelişti. Fransa, Güney Kore örneklerinde görüldüğü gibi, fabrikaların kapatılmasına, işten atmalara karşı, fabrika işgalleri gibi yeni mücadele biçimleri ortaya çıktı. Hemen bütün ülkelerde, grevler, gösteriler yaygınlaştı. Fransa, İtalya, Yunanistan, Honduras, Haiti, Yukarı Volta son olarak Romanya örneklerinde de görüldüğü gibi, birçok ülkede, başta işçiler olmak üzere, emekçilerin hareketi genel grevler ve direnişlere doğru ilerledi. Birçok ülkede “açlık ayaklanmaları” gündeme geldi.
20. IMF-Dünya Bankası yetkilileri başta olmak üzere, finans kapitalin temsilcileri ve ideologları; ekonomi toparlanmaya başlasa bile, işsizliğin ve yoksulluğun bir süre daha artacağını, gerekli tedbirler alınmazsa, açlık ayaklanmalarının, savaşların gündeme geleceğini açıkça belirtiyorlar.
İşsizliğin artmasının, ücretlerin düşmesinin kaçınılmaz sonucu, tüketim malları pazarının daralması, tarımsal bir krizin unsurlarının gelişmesidir. Önümüzdeki dönemde, krizin, bağımlı ve geri ülkelerdeki, tarım sektörü ve köylülük üzerindeki etkisi ve sonuçları daha şiddetli hissedilecek ve tarım proletaryası ve yoksul köylüler başta olmak üzere, köylülüğün yoksullaşması hızlanacak, işsizler ve açlar ordusu yeni kitlesel katılımlarla büyüyecektir. İşsizler ordusuna, bu yıl 59 milyon insan katılacak. Aç insan sayısı, 2009’da, yaklaşık 100 milyon kişi daha artacak.
Tüm bunlara, krizin ve şiddetlenen rekabetin yüklerinin, özel olarak da bankalara ve tekellere aktarılan ve aktarılacak olan trilyonların faturasının işçi sınıfının ve ezilen halkların sırtına yıkmak için yoğunlaşacak saldırılar eklenecek. Bütçe ve dış ticaret ve ödemeler dengelerini sağlama gerekçesiyle, eğitimden sağlığa kadar, tüm sosyal harcamaların daha da kısıtlanmasına, gerçek ücretlerin aşağı çekilmesine, bağımlı ve geri ülkelerin yanı sıra gelişmiş ancak küçük ülkelerin köleleştirilmelerine vb. yönelik baskılar yoğunlaşacak. Önümüzdeki dönem, ekonomik, politik, toplumsal tüm yönleriyle saldırıların artacağı, ezilen ve sömürülen kitleler arasında hoşnutsuzluk, öfke ve mücadele eğilimlerinin gelişmeye devam edeceği bir süreç olacaktır.
Emperyalist kapitalist sistemin krizinin yakın dönemdeki gelişimi üzerine analizi sonuçlandırırken, krizden henüz çıkılmadığını ve daha da derinleşmesine neden olabilecek unsurların biriktiğini söyleyebiliriz. Burjuvazi, tekeller ve emperyalist güçler; krizin yükünü işçi sınıfının, emekçi kitlelerin ve halkların sırtına yıkmak için tüm önlemleri almaktan geri durmuyorlar. Tekellerin hizmetindeki devletler, toplumsal ihtiyaçları gözetmeksizin ve geniş emekçi kitlelerin çalışma ve yaşam koşullarını kötüleştirmek pahasına, kapitalistlerin, bankaların ve büyük şirketlerin kârlarını kurtarmak için milyarlarca dolar ve euro para şırınga ettiler. Kapitalistler şimdi “krizin aşıldığı”ndan, “düzelme”den söz ettiklerinde, gerçekte azami kâr, kapitalist sömürü ve emperyalist talan için koşulların “düzelmesi”ni kastetmektedirler.
Sorunun farkındaki işçi sınıfı ve halklar, krizin sorumlusu olarak sistemi görmekte ve ona karşı çıkmaktadırlar. Sistemi “moralize etmek” amacında olan reformist öneriler ise, her şeyden önce, kitlelerin öfkesini yatıştırmak ve saptırmak, savaş ve sefalet eken sisteme yönelik sosyal ve politik protestonun ileri boyutlara varmasını engellemek amacını gütmektedir. Ama sınıf mücadelesi, uluslararası planda tüm ülkelerde keskinleşecektir.
Parti ve örgütlerimiz, emekçileri ve halkları, mücadelelerini yükseltmeye, eylemler, yürüyüşler, grevler düzenleyerek, krizin yükünü ödemeyi reddetmeye davet etmektedir. Burjuvazinin ve onun hizmetindeki devletin şiddetine karşı, işçi sınıfı ve halkların her yönteme başvurarak, sınıf mücadelesini yükseltme hakkını bir kez daha ilan etmektedir. İşçileri ve halkları bölme ve birbiri üzerine kışkırtma girişimlerine karşı biz, işçi ve emekçileri birliğe ve uluslararası dayanışmayı yükseltmeye davet ediyoruz.
Sistem, kendi kendine yıkılmayacaktır. Krizin devamı ve derinleşmesi sefaleti daha da arttıracak, emperyalist egemenlik zincirini sağlamlaştıracak, sistemin tüm çelişkileri keskinleşecektir. Şimdiden zaten, yeniden paylaşım için sürtüşme halinde olan emperyalist güçler arasındaki çelişki, halklar üzerinde ağır savaş tehlikesi olarak somutlaşacaktır.
Kitleler için tek çıkış yolu, kapitalist sömürü ve emperyalist tahakküme son verecek devrimci eylemdir. Kapitalizmin tek alternatifi sosyalizmdir.