İşçi sınıfı ve emekçiler 2010 1 Mayıs’ını önceki yıllara göre farklılaşan koşullarda karşılıyor. Her şeyden önce, 2008 yılında patlak veren ekonomik krizin yüklerini sermaye kapitalist devletler eliyle yaptığı müdahalelerle önemli ölçüde işi sınıfı ve emekçilere fatura etmiş durumda. Gelinen yerde sermaye cephesinin emekçilere saldırılarının ana eksenini, kriz bahanesiyle devreye soktuğu esnek çalışma, ücret dondurma, ücretleri düşürme, sosyal haklarda kısıtlama vb. gibi uygulamaları kalıcı hale getirme girişimleri oluşturuyor.
Sendikaların ekonomik krizin başında gündeme getirdikleri “kriz kapitalist sistemin yol açtığı bir kriz, dolayısıyla yüklerini de kapitalistler üstlensin” yaklaşımına uygun bütünlüklü bir mücadele hattı, sendika bürokrasisinin her zamanki uğursuz rolünü oynayarak sermaye ile uzlaşıp işbirliğine gitmesi sonucu, ne yazık ki oluşturulamadı. Oysa, bütün bu dönemde boyunca tanık olunan kamu emekçilerinin 25 Kasım’da gerçekleştirdikleri bir günlük iş bırakma eylemi, TEKEL işçileriyle dayanışmak için 4 Konfederasyon’un 4 Şubat’taki bir günlük genel grevi ve 26 Mayıs’taki 1 günlük genel eylem kararı, sağlık emekçilerinin, büro emekçilerinin ülke çapındaki eylemleri, ülkenin çeşitli kentlerinde değişik işkollarında gerçekleşen direnişler sınıf hareketinin sermayenin kriz merkezli saldırıları karşısında bir genel grev, genel direniş hattına yöneldiğinin/girdiğinin somut kanıtlarını oluşturuyordu. TEKEL işçilerinin 78 gün süren direnişi, Antep’te Çemen Tekstil işçilerinin kazanımla biten sendikal örgütlenme mücadelesi bu eğilimi daha da güçlendirmiştir.
Metal işkolu başta olmak üzere, bu yıl içinde yüz binlerce işçiyi kapsayan toplusözleşmeler bağıtlanacak. Patronlar kriz gerekçesiyle devreye soktukları uygulamaları toplusözleşme hükmü haline getirmeyi dayatıyorlar. Patronlar başarılı olurlarsa, işçi sınıfının kriz bahanesiyle gasp edilen pek çok hakkı bu sefer kalıcı biçimde elinden alınmış olacak. Kelimenin tam anlamıyla, 2010 yılı, bu açılardan düğümlenmiş sorunların emek ya da sermaye lehine çözüldüğü yıl olmaya aday görünüyor.
İşçi ve emekçilerin 1 Mayıs ve ardından 4 Konfederasyon’un (Türk-İş, DİSK, KESK, Kamu-Sen) genel eylem (genel grev) kararı aldıkları 26 Mayıs’ta alacağı tutum bu açılardan belirleyici olacak. Yine, AKP hükümeti tarafından yakın zamanda meclis gündemine getirilecek olan Sendikalar Yasası ve İş Kanunu’nda yapılacak düzenlemelerin işçilerin ve emekçilerin lehine hükümler içermesi için de 1 Mayıs ve 26 Mayıs tarihleri kritik önem taşıyor.
TEKEL İŞÇİLERİNİN DİRENİŞİ
1 Mayıs’a giderken sınıf hareketinin avantajları önceki yıllarla kıyaslandığında oldukça çoğalmış bulunuyor. Bu avantajların başında TEKEL işçilerinin Ankara’da 4 C statüsünü kabul etmeyerek 78 gün süren direnişinin ortaya çıkardığı birikim geliyor. Bu birikim, 2010 1 Mayıs’ı öncesi işçi hareketi ve sendikal hareketin çalışmalarına mal edildiği oranda, 1 Mayıs’ın tarihsel ve güncel amaçlarına/anlamına uygun biçimde kutlanmasının/örgütlenmesinin en önemli dayanaklarından birini oluşturmaktadır.
TEKEL Direnişi, işçi hareketinin gücünü, mücadele direnci ve potansiyelini göstererek, işçi sınıfının modern burjuva, kapitalist toplumda toplumsal muhalefet hareketinin öncü gücü olduğu gerçeğinin altını kalın çizgilerle bir kere daha çizdi; bununla da kalmadı, sendikal hareketin zaaf ve zayıflıklarını da tüm açıklığıyla ortaya çıkardı.
TEKEL işçileri, AKP hükümetinin 4 C dayatmasını kabul etmeyeceklerini kitlesel bir protestoyla bildirmek/ ifade etmek üzere Ankara’ya geldiler. Ancak, polisin gaz bombası, biber gazı ve coplu vahşi saldırılarına maruz kaldılar. Muhtemelen önceden belirlenmiş bir mücadele hattı yoktu ve deyim yerindeyse ne yapacaklarını ateş altında belirlemek durumunda kaldılar. Önlerinde iki yol vardı: Dönüp gitmek ya da kalıp mücadele etmek. Dönüp gittiklerinde yerellerde tutunacakları mücadele mevzisi yok denecek bir durumdaydı. Fabrikaları kapatılmış, üretimden gelen güçleri ellerinden alınmıştı. Tam burada işçi sınıfının mücadele ve örgütlenme biçimlerini sınıf mücadelesinin canlı pratiğinin içinden çıkarma/belirleme yeteneği bir kere daha kendini gösterdi ve TEKEL işçileri, meşruiyet ve haklılıklarını tüm Türkiye’ye anlatmak ve halkın desteğini kazanmak üzere Ankara’da kalma tutumunu benimsedi. Hükümetin tehditleri karşısında, kararlıca durdu. En olumsuz koşullarda dahi işçi sınıfının direnme gücünü gösterdi. Bu kararlılık ve davasına olan inanç her geçen gün halkın desteğini yanında buldu. TEKEL işçileri halkla birleştikleri ölçüde, sermaye ve AKP hükümetinin uygulamalarından zarar gören, şikayet eden halk kesimlerinin sözcüsü oldular. TEKEL işçileri direnişleriyle ülkenin gündemine oturdular, hükümetin gündem saptırma girişimlerini, demagojik yalanlarını boşa çıkartarak, ülkenin temel meselelerinin işçi ve emekçiler cephesinden görülmesini sağladılar. Bu durumun en çarpıcı örneğini, Kürt sorunundaki AKP hükümetinin sahte açılım politikalarına karşı, TEKEL işçileri, “gerçek açılım burada” sloganıyla ortaya koydular. TEKEL işçileri bu tutumunu Newroz’da da devam ettirdiler. Newroz alanlarında TEKEL işçilerinin konuşması, Kürt sorununda Türk işçiler arasındaki önyargıların kırılması ve işçi sınıfının Kürt sorununa müdahalesinin doğru temelde gelişmesi bakımından muazzam önemdedir. Şimdi Newroz’da yakalanan bu birlikteliğin önce 1 Mayıs’a, ardından 26 Mayıs’a taşınması gerekiyor.
İnanç gruplarından, gençliğe, kadınlardan, aydınlara, çiftçi örgütlerinden, mühendislere ve çeşitli demokratik kitle örgütlerine, toplumun tüm muhalif sınıf ve kesimleri, TEKEL işçilerinin militan çizgisinden moral buldular, taleplerini elde edebilmek için birleşecekleri temel ittifak gücünü gördüler.
TEKEL direnişi, uzun süredir farklı kulvarlarda yürüyen işçi ve memur sendika ve konfederasyonlarının bir araya gelerek ortak karar almalarını sağladı. Şüphesiz, Emek Platformu sürecinde ya da farklı dönemlerde de zaman zaman bu konfederasyonların bir araya gelerek ortak talepler etrafında kararlar aldıkları olmuştur; ancak, ortak taleplerle değil, ama yalnızca TEKEL işçilerinin yaşadığı bir sorun için bir araya gelinmesi yönüyle yaşanan, işçi hareketi ve sendikal harekette bir ilkti denebilir.
4 ŞUBAT GENEL EYLEM KARARI VE SENDİKA BÜROKRASİSİNİN TUTUMU
2010 1 Mayıs’ının ve 26 Mayıs genel eyleminin (grevin) sınıf hareketinin ihtiyaçlarına uygun günler olarak gerçekleşmesi için, 4 Konfederasyon’un TEKEL işçileriyle dayanışmak amacıyla örgütledikleri! 4 Şubat genel eylemini öncesi ve sonrasıyla iyi irdelemek gereklidir. TEKEL işçilerinin, en olumsuz gibi görünen koşullarda yürüttüğü mücadele, örgütlü-örgütsüz tabandaki işçi ve emekçilerin sempatisini kazanmakla kalmadı, aynı zamanda mücadeleye atılmaları yönünde de kışkırttı. TEKEL işçilerinin kazanımını kendi kazanımları olarak gördüler ve bunun için TEKEL işçilerinin direnişi etrafında birleşmeye yöneldiler, sendikalarının yönetimlerini bu yönde zorladılar. Tabandaki emekçinin bu tutumunun, TEKEL Direnişi’nin geniş halk kesimlerinde yarattığı sempati ve aldığı destekle birleşmesi, sendika ve konfederasyon yönetimlerini bir araya gelerek karar almaya zorladı. 4 Şubat Genel Grevi bunun sonucu gündeme geldi. Ancak, birkaç sendikayı dışta tutarsak (işçi, kamu emekçisi) sendika ve konfederasyonların “zevahiri kurtarma”nın dışında ciddi bir çabalarının olmadığı görüldü. Bu, elbette ki, sendika ve konfederasyon yönetimleri açısından utanç verici bir durumdur. Gelgelelim, sendika bürokrasisinin bu yaklaşımı, sınıf bilinçli işçinin, mücadeleci sendikacının bu olaydaki sorumluluğunu hafifletmemelidir. Sendika bürokrasisi geleneksel rolünü oynamıştır. Biliniyor: Sıkışınca karar al, ama eylemin altını/ içini boşalt ve fakat inisiyatifi de elden bırakma! Bu olayda da olan biten tümüyle budur. Ancak, işçi sınıfının tarihsel deneyimlerinden biliyoruz ki, bütün büyük işçi eylemlerinde tek tek fabrikaların ve işyerlerinin önemi tayin edicidir. Bir başka deyişle, fabrikalara dayandığı ölçüde, işçi eylemleri büyür, genelleşir ve sermayeyi geriletecek boyut kazanır.
İşçi hareketi ve sendikal hareketin güncel seyri üzerinden yaklaşırsak, sorun, fabrika ve işyerlerinde otoritenin, değişik adlar altında örgütlenmiş fabrika işçi örgütünün elinde mi yoksa sırça köşklerde oturan sendika üst bürokrasisinin elinde mi olacağında düğümlenmiştir. Sendika üyesi olmak işçiyi ancak biçimsel olarak örgütlü kılar, işçi sendikal mücadeleye günlük olarak fabrika ve işyeri temelinde katıldığı oranda gerçek anlamda örgütlü hale gelir. Bürokrasinin etkinliğinini kırılması, yukarıdan beklenticiliğe düşmemenin ve sendikal demokrasinin işlerlik kazanmasının yolu da buradan geçmektedir. Aksi halde işçi hareketi ve sendikal hareket “sendika bürokrasisinin vesayeti”nden kurtulamaz.
Bu noktada Antep’te kurulu Çemen Tekstil işçilerinin sendikalaşmak için verdiği mücadelede izlediği örgütlenme ve mücadele çizgisi son derece öğreticidir. Kenetlenen iki yüz işçi inisiyatifi başından sonuna kadar ellerinde tutarak, sendika yönetiminin kendi mevzisinde hareket etmesini sağlamıştır.
1 Mayıs 2010 ve 26 Mayıs genel eyleminin işçi ve emekçiler bakımından başarılı geçmesinin yolu da TEKEL işçileri ve Çemen Tekstil işçilerinin izlediği bu yoldan geçmektedir.
1 MAYIS, 26 MAYIS GENEL GREVİNİN PROVASIDIR
İşçi ve emekçilerin sermayenin saldırılarını güçlerini birleştirerek genel grev/genel direniş mevzisinde hareket ederek püskürtebileceği herkes tarafından kabul edilen bir durumdur. Bu açıdan, 4 Konfederasyon’un 22 Şubat tarihinde aldığı, 12 maddede topladığı acil taleplerin karşılanmaması halinde 26 Mayıs’ta genel eyleme çıkılması kararı son derece önemlidir. Çünkü, işçi ve emekçilerin, giderek tüm emekçi halkın sermayeye karşı mücadelesi bir genel grev/genel direniş hattına girerek ilerleyecek mi, yoksa bölünüp parçalanacak mı sorusunun yanıtı 26 Mayıs’ta açıklık kazanacaktır. Ancak, bu sorunun daha yakın zamandaki yanıtı 1 Mayıs’ta verilecektir. Çünkü, 1 Mayıs geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi alan tartışmalarına kurban edilirse, 26 Mayıs önemli oranda zaten boşa düşmüş olacaktır. O nedenledir ki, alan fetişizmi yaparak farklı kutlamalara yönelenler, tarih önünde şimdiden suçlu olacaklardır. Bu noktada sınıf bilinçli işçilerin, mücadeleci sendikacıların tutumu belirleyici önemdedir. İstanbul başta olmak üzere, 1 Mayıs kutlamalarının sorumluluğunu genel merkezden şubelere yerel sendikal platformların üstlenmeleri, önceki yıllarda yaşanan konfederasyonlar arası tartışma ve olası bölünmelerin önlenmesi bakımından yararlı olacaktır.
Şüphesiz 1 Mayıs’ın ortak kutlanması kadar ülke düzeyinde yaygın kutlanması da son derece önemlidir. TEKEL işçilerinin direnişiyle bu durum tartışma götürmez biçimde görülmüştür. TEKEL Direnişi’nin gücü, asıl olarak ülke düzeyinde yaygınlaşarak, yalnızca işyerlerine değil, evlere ve en ücra köşelere kadar ulaşmış olmasından gelmektedir.
Şimdi 1 Mayıs çalışmalarını ve dolaysızca 26 Mayıs genel eylem günü çalışmalarını bütün ülkeye yaymak, işçi sınıfının ve kamu emekçilerinin acil talepleri etrafında işyeri işyeri mücadeleyi örgütlemek zamanıdır. 1 Mayıs böyle örgütlendiğinde TEKEL işçilerinin direnişi etrafında sağlanan toplumsal muhalefeti oluşturan sınıf, kesim ve tabakaların da kendi talepleriyle 1 Mayıs’ta işçi sınıfıyla buluşmasının ve 26 Mayıs’a birlikte yürünmesinin koşulları oluşacaktır.
Katılımcı sayısına takılmadan (asla önemini küçümsemiyoruz), 1 Mayıs’ı, kutlanabilir her yerde ve her biçim altında kutlamak, sınıf hareketinin birliğini sağlamanın ve 26 Mayıs’a birleşik bir hareket olarak ilerlemenin biricik yoludur. Nereden gelirse gelsin, sınıf dışı eğilim ve anlayışların 1 Mayıs’ı “uhrevi törenler”e çevirme girişimlerine prim verilmemelidir. TEKEL işçilerinin 78 gün süren direnişi ve Çemen Tekstil işçilerinin kazanımla biten sendikalaşma mücadelesi sınıfın kararlıca birleştiğinde en olmaz denilen koşullarda bile neleri başarabileceğini göstermiştir.