“…İşte üniversiteli gençlerin en önemli sorunlarınız nedir sorusuna verdikleri cevaplardan bazıları:
İşsizlik, Staj yeri bulamama, Barınma, Ulaşım, Üniversitelerin yetersizliği, Hayat pahalılığı, Bursların azlığı, Harçların yüksek olması, Üniversiteye giriş ÖSS, Uygulamaya yönelik eğitimin olmaması, Kitapların pahalı olması, Türban yasağı, Mediko-sosyal tesislerin yetersizliği, Sivil toplum örgütlerinin yeterince güçlü olmaması, Kalitesiz eğitim, Gelecek kaygısı, Aile içi baskı, Spor yapacak tesislerin bulunmaması, Fikirlerin rahatça ifade edilememesi, Yabancı dil…
Liseli gençliği dinlediğinizde ise en büyük hedefleri ÖSS barajını aşıp üniversiteli olmak. Üniversiteye girdiklerinde her şeyin yoluna gireceğine öylesine inanmışlar ki başka bir şeyi gözleri görmüyor. Oysa üniversite gençliğinin hali ortada.
Gençlerin giderek hemen her konuda duyarsız hale gelmelerinin belki de en önemli nedenlerinden biri de bu. Çalışıyorlar, çabalıyorlar, en zoru başarıyorlar ama her defasında elleri boş kalıyor.
Hâlâ pek çoğu sandığa gitmeyi düşünmüyor. Ama bu konuda çok katı da değiller. İşte bu aşamada gençleri yakalayacak, onların sorunlarına çözüm üretecek ve onları verdikleri sözlere inandıracak parti ya da partiler sandıkta patlama yapacaktır…”
Milliyet gazetesi yazarlarından Abbas Güçlü böyle yazmış köşesinde.
Kapitalizmin gençliğe sunduğu bu dağ gibi sorunların geldiği boyut artık burjuvaziye hizmet eden köşe yazarları tarafından da kabul ediliyor. Burjuva politikalardan umudunu kesmiş gençlik kitleleri sandığa gitmeyi düşünmüyor. Çünkü sandıktan çıkanlar gençliğe iş, eğitim ve güvenli bir gelecek sunmadılar. Yaklaşık yedi yıldır iktidarda bulunan AKP de gençliğe bu güveni veremedi. Kim gençliği yakalar, onun sorunlarına çözüm üretecek politikalar sunar ve buna gençleri inandırırsa, Güçlü’ye göre, sandıkta o patlama yapacaktır. Güçlü’nün bu tanımlaması kesinlikle bir abartı değildir. Meseleyi sadece sandığa indirgemekten kurtarırsak, aslında gençliğin birikmiş bu sorunları için mücadele edecek siyasi bir hareket ya da parti, hızlı bir büyüme ve güçlenme şansı yakalayacaktır. Fakat Güçlü ve onunla birlikte kalemini burjuvazi için kullanan yazarlar, çözüm için aslında yine kendi parti ya da partilerine çağrı yapmaktadırlar.
Benzer bir değerlendirme için bu kez merceği bir işçi örgütüne çevirelim. Türk-iş Gençlik Komitesi imzasıyla, sendika üyesi 34 yaş altı gençlerle yapılan anket sonuçları, öğrenciler kadar işçi gençliğin de güvenli bir yaşam süremediğini ortaya koymaktadır. İşte sonuçlar:
TABLO- Gençlerin önündeki en önemli sorunlar
İşaretleme Sayısı Yüzde GRAFİK 13: Gençlerin önündeki en önemli sorunların neler olduğuna ilişkin dağılım (Yüzde)
İşsizlik 2025 33,2
Yoksulluk 610 10
Eğitim 977 16
Mesleki Eğitim 496 8,2
Askerlik 220 3,6
Kadın Erkek Eşitsizliği 166 2,7
Şiddet 295 4,8
Örgütlenme Dayanışma 714 11,7
Sosyal Güv. ve Sağlık 594 9,8
Toplam 6097 100
Bu verili tablo ve çağrılara yanıt vermekte en hızlı davranan burjuva politik hareket AKP oldu. Zira AKP yurt çapında bütün illerde gençlik kurultayları topladı. AKP’nin gençlik kurultayları kalabalık olsun diye kapalı spor salonları tutuldu, isim yapmış şarkıcılar çağrıldı. Büyük kentlerin kurultaylarına katılan Başbakan, hükümetin icraatlarını ve ‘kalkınmanın gençliğe sunduğu nimetleri’ anlatırken gençler yine tribüne oynadılar. Kürsüler gençlerin sorunlarına açılmadı. CHP-AKP kamplaşmasına sıkıştırılmış burjuva siyaset bu kurultaylarda gençlere şırınga edilmeye çalışıldı. Pop şarkıcısı genç bir kadının ‘dağdaki çoban’ üzerinden yoksul gençleri aşağılamasına karşı, (sanki AKP yoksul gençliğin partisiymiş gibi) kurultaylarda AKP’li gençler keçe giyip kaval çaldı. Böylece gençliğin temel sorunları ve talepleri ustaca ötelenmiş oluyor ve bir burjuva sömürü partisi olan AKP, gençliğin enerjisi ile yelkenlerini şişirmeye çalışıyordu. Kurultaylarda gerçekleşen bu hokkabaz oyunları bir kenarda dursun, milyonlarca genç taleplerine kavuşmakta umutsuzdu. İşsizlik, eğitimsizlik, geleceksizlik kaygısından bunalan gençlerden öne çıkanlar çeşitli vesilelerle bir araya geliyor ve mücadeleyi büyütmenin yollarını arıyordu. İşçi sınıfı partisinin gençlik örgütü Emek Gençliği de bu geniş gençlik yığınlarını birleştirmek ve düzene karşı mücadeleye çekmek için çeşitli alanlarda çalışma yürütüyordu.
Gençlik yığınlarının ağırlaşan ve çözüm bekleyen sorunları karşısında işçi sınıfının devrimci partisi olan EMEP nasıl bir politika izleyecek? Gençliğin taleplerinin üzerinden güçlü ve etkili bir mücadelenin örgütlenmesi nasıl sağlanacak? Mevcut kapitalist düzenden ve onun partilerinden umudunu kesmiş milyonlarca genç, halkın iktidar seçeneği etrafında nasıl birleştirilecek? İşte partimiz 5. kongreye giderken, tüm parti örgütlerimiz gençliğin tam da bu durumundan hareket edecek ve yukarıdaki sorularla ifade edilen ihtiyaçlara cevap vermek için tartışmalar yapacak ve kararlar alacak.
Öncesi bir yana, geride bıraktığımız dört kongrenin aldığı kararlarla sınırlı bile düşünülse, partimiz gençliğin güvenli bir gelecek ve sosyalizm mücadelesine kazanılmasını öncelik bir görev olarak belirlemiştir. Burjuva vaatçiliğinin aksine, partimiz, gençliğe, kurtuluş için, işçi sınıfı ve diğer ezilen katmanlarla birleşme, kapitalizme karşı mücadele ve her alanda örgütlenme seçeneğini sunmuştur. Fakat sorun böylesi bir seçeneği koymanın ötesindedir. Çünkü her türden burjuva ve küçük-burjuva akımın kuşatması altında bulunan gençliğin sistemden kopuşunu sağlayacak ve onu devrimci bir platformda örgütleyecek adımları güçlendirmek için hareketin güncel sorunlarını her defasında değerlendirmek ve gerekli sonuçları çıkarmak gerekmektedir. Öte yandan partimizin, diğer alanlarda olduğu gibi, gençlik alanındaki çalışmasını da eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutması, gençlik yığınları içinde kök salmak ve geniş gençlik yığınlarını örgütleyerek mücadeleye kazanmak için zorunludur. Emek gençliği ve üyelerinin çalışmasının değerlendirilmesi de esasen parti çalışmamızın bir sorunu olarak düşünülüp ele alınmalıdır.
SİYASİ GELİŞMELER VE GENÇLİKTE BOY VEREN EĞİLİMLER
Burjuva günlük yaşamın literatüründen dilimize gelen ve çokça duymakta olduğumuz bir cümle, gençliğe bakışımızda kimi sakatlıkların ortaya çıkmasına neden oluyor. O cümle şöyledir;“Şimdiki gençlik apolitik, siyasetle ilgilenmiyor.”
Evet, gençlik yığınları bugün devrimci sosyalist politikanın etki alanından oldukça uzaktadır. Ama bunun kabahatı gençlikte aranamaz. Çok çeşitli nedenler bu duruma yol açıyor. Dünya sosyalist hareketinin durumu, 12 Eylül darbesinin etkileri, liberal kuşatma vb. birçok etken bu nedenler arasında sıralanabilir. Milyonlarca gence bugün devrimci ya da sosyalist fikirler hiç temas etmese de, bu durum yine de gençliğin politika dışında kaldığını belirlemez. Çünkü ideolojik, politik ve kültürel bütün burjuva fikirler gençliğe günlük olarak pompalanmaktadır.
Dolayısıyla gençliğin, toplumsal gelişmelere verdiği tepkileri politik eğilim ve yaklaşımlar içerinde değerlendirmek gerekir. İktidarda olanın belirlediği gelişmelere kendiliğinden verilen tepkiler, henüz çemberin dışına çıkamamış burjuva etki altındaki eğilimlerdir. Gençlik; olaylar ve gelişmelerden kopuk, fikirler karşısında donuk ve tepkisiz bir katman değildir. Toplumsal hayat gibi gençlik de sürekli ve değişerek düşünen, düşüncesi statik değil hareket halinde olan bir kesimdir.
İşte 4. kongreden bugüne geçen süreç, sayısız olay ve gelişmeyle birlikte, çeşitli türden burjuva ve küçük-burjuva fikirlerin gençlik üzerinde etkide bulunduğu bir süreç olmuştur. Bu süreci belirleyen başlıca unsurları öne çıkarmak gerekirse, şu başlıklar altında ele alabiliriz.
1- Laisizm sorunu, burjuva kamplaşma ve gençlik
28 Şubat krizine giden laik-anti laik kamplaşmasında, hatırlanacağı üzere, burjuva klikler üniversiteleri bir hegemonya alanı olarak belirlemiş, türbanlı öğrencileri üniversite kapısının önünde bırakarak, öğrencileri de bu kamplaşmanın bir tarafı haline getirmeye çalışmıştı. Cumhuriyetin 80 yıldır çözemediği sorunlardan biri olan laisizm sorunu, burjuvazi tarafından toplumu bölmenin ve yönetmenin unsurlarından biri olarak her zaman kullanılageldi.
AKP’nin iktidar, CHP’nin de ana muhalefet partisi olmasının (yapılmasının) ardından dozajı giderek artan bu kamplaşma, toplumsal hücrelere kadar sirayet etmeye başladı.
“Laiklik” şemsiyesine saklanan ve statükoya dayanarak ayakta durmaya çalışan güçler (CHP, generaller, YÖK vb.) özel harp yöntemlerini çağrıştıran “Cumhuriyet mitingleri”ni devreye koydular. Sonradan bir kolunun kontrgerilla örgütlerine dayandığı açığa çıkan bu yapının oluşturduğu cereyana kapılan kitlelerin önemli bir bölümü gençlerdi. Yüz binlerce genç üniversitelerden, liselerden, semtlerden miting alanlarına taşındı. Rektörler ve okul yönetimleri, bir yandan mitinglere öğrencileri taşırken, öte yandan üniversitelerde ‘cumhuriyet yürüyüşleri’ düzenliyordu. ABD’ye, AKP’ye, gericiliğe ve şeriat tehlikesine karşı çıkmak isteyen gençler için henüz sermaye politikalarından bağımsız geniş bir platform ortaya çıkamamıştı. Ve gençliğin bu masum taleplerinin içeriği askeri postalların, siyasi dolandırıcıların, laiklik adına devlet dinciliği yapanların emellerine kurban gitmişti. Giderek bir trajediye dönüşen bu tablonun vardığı yer bir komediye kapı açıyordu. Lenin ile Mustafa Kemal, Deniz Gezmiş ile Baykal-Perinçek resimleri yan yana taşınabiliyordu.
Karşı tarafta ise, masum inançları istismar edilerek yedeklenen yoksul ve dindar kitleler vardı. Statükocu güçler bastırdıkça sıkışan AKP, karanlıkta saklanan bütün gerici güçler için savaş borusunu üflüyordu. Bütün şeriatçı güçlerin önü açılıyor, dini inançlarına baskı yapıldığını hisseden kitleler bu karanlık güçlerin arkasına toplanıyordu. Üniversitelerde, liselerde, mahallelerde gürültüyü sahte ‘laikçiler’ çıkarıyor, ama dipten gelen dalganın sahibi AKP oluyordu. Türban mağduriyeti hareketinin kitlesel bileşeni olan gençler, bütün eleştirilerine karşın AKP’ye sığınmaktan başka bir seçenek göremiyorlardı. Dinin ve her türden dogma düşüncenin bilim karşısında yüceltilmesi, ilerici akademisyenlerin tasfiyesi, ders müfredatlarının gericileştirilmesi, bu ortam fırsat bilinerek hızla devreye sokuldu.
Böylece gözün gözü görmediği puslu bir havada, savaşa tutuşmuş iki ordunun etrafında toplandıklarını fark edemeyen kardeşlerin birbirlerine kurşun sallaması gibi, kader birliği yapması gereken gençler yumruklarını birbirlerine sallıyorlardı. Bu siyasi gerilim ortamında iş, eğitim ve güvenli gelecek talepleri geriye düşüyordu. Bunlarla birlikte ve asıl olarak, din ve vicdan özgürlüğünü temel alan ve din ile devlet işlerinin birbirinden tümüyle ayrıldığı “gerçek bir laiklik” talebi uğruna mücadele, demokratik gençlik hareketinin ana sorunlarından biri haline geliyordu.
Laisizm sorunu varlığını koruduğu sürece, gençlik yığınları bu sorun etrafında kamplaştırılıp yalpalamaya devam edecek. “Gerçek laiklik” talebi üzerinden yürütülecek bir mücadele, gençliğin burjuvaziden koparak bağımsız politik bir tutum etrafında birleşmesini sağlayacaktır. Bu nedenle, parti örgütlerimizin gençlik örgütlerimizle ve en genel anlamda gençlerle kuracağı ilişki, eğer sözü edilen bu konuyu içermez ya da tartışmaz ise gerçekte politikada etkisiz bir ilişki olacaktır.
2- Kürt sorunu, şovenizm ve gençlik
Cumhuriyetin 80 yıldır çözemediği bir diğer temel sorun da Kürt sorunuydu. İşçi, işsiz, öğrenci bütün gençlik kümeleri içinde; eğitim, iş ve gelecek sorunu bütün ağırlığı ile yaşanıyor ve sermaye düzenine karşı birleşmek, mücadele etmek ihtiyacı kendini adeta zorluyordu. Fakat Kürt gençlerinin ekonomik, akademik ve sınıfsal taleplerinin yanında ulusal demokratik talepleri de vardı. Ve son yıllarda ulusal talepler yaşanan çatışmaların ve artan baskıların da etkisi ile öne çıkıyordu.
On yıllardır “bölünme” fobisi ile yetiştirilen nesiller, milliyetçi ve şoven propagandanın yardımı ile Kürtlerin taleplerini tehdit olarak algılamak üzere eğitilmişlerdi. Çatışmalarda her iki taraftan sürekli cenazeler kaldırılıyordu. Ülkeyi yöneten güçler çözümsüzlükte ısrar ettikçe, ülke, gençler için bir kan deryasına dönüşüyordu. Yıllar geçiyor, ölümler on binleri aşıyor, ama çözüm yakınlaşmak yerine uzaklaşıyordu. Demokrasi dışında tüm yöntemler uygulanmıştı. Onu da uygulayacak ne cesaret, ne de anlayış iktidarda mevcuttu. Kürt gençlerinin cenaze törenlerinde barış talebi yükselirken, asker aileleri de isyan etmeye başlıyordu.
Kimi zaman yaratılan histeri ortamında linç kültürü devreye sokuluyor ve sokaklarda genç Kürt avı başlıyordu. Büyük şehirlerin meydanları, çarşıları, eğlence merkezleri esmer Kürt gençlerine kapatılıyordu. Kimlik yoklama, gözaltı ya da dayak çarşıya çıkmanın bedeli olabiliyordu.
Şoven gösterilerin seyri arttığında, aynı sıradaki Türk ve Kürt öğrencinin ‘nedense’ birden arası açılıyordu. Fabrikada Türk ve Kürt işçi gençler patrondan şikâyet etmeyi bırakarak birbirlerine düşmanca bakar hale gelebiliyordu. Kardeşlik köprüsü sarsıldıkça, Türk gençler ‘bunlar zaten bölücü, batıyı da bunlar bozdu, her türlü kirli işleri bu Kürtler yapıyor” demeye, Kürt gençler de “artık yeter, yıllardır kardeşlik elini uzatıyoruz olmuyor” demeye başlıyordu.
Parasız eğitim, ucuz barınma hakkı, nitelikli eğitim, herkese iş imkânı gibi ortak talepler bu şoven yağmur altında bir bir eriyip suya karışabiliyordu. Milliyetçiliğin kahramanlaştırdığı Ogün Samast’lara özenen gençler beyaz bere yürüyüşleri yapabiliyordu.
Emek, Barış ve Demokrasi güçlerinin “Kürt sorununun demokratik çözümü” için yürüttükleri mücadele her şeye rağmen umut verici. Fakat asla yeterli değil. Gençlik, toplumsal bir katman olarak, yeni olana, barışa, kardeşliğe, önyargılardan uzak durmaya daha yakın bir kesimdir. Bunu 3 Kasım Ankara mitinginde gördük. Barış ve Sağduyu için yapılan mitinge binlerce genç katıldı. Bu yaklaşımı, ODTÜ ve Galatasaray Barış günlerinde de gördük.
Şovenizmin ve milliyetçiliğin panzehiri olan barış ve demokrasi mücadelesini yükseltmek doğrudan siyasal alanı kapsamaktadır. Ya burjuva alandan gelen milliyetçilik ya da sosyalist alandan geliştireceğimiz demokrasi, gençliğin gidebileceği üçüncü bir yol yok. Gençlik yığınları içinde daha cesur adımların atılması mümkündür. Bunun için partimizin politik yardımının üst seviyeye çıkması gerekmektedir.
3- Emperyalist müdahaleler, bağımsızlık ve gençlik
Partimizin özellikle 3. ve 4. Kongresi’nde “emperyalizme karşı mücadele” başlığı öne çıkan bir unsur oldu. Bunda elbette, son yıllarda bölgemizde yaşanan gelişmeler, ABD’nin Irak’ı işgali, 1 Mart tezkeresi, Kürt sorunu ve emperyalist politikalar, Filistin sorunu, IMF politikaları gibi gelişmeler etkide bulundu. Başta yükseköğrenim gençliği olmak üzere, ülkemiz gençliğinin ana eğilimi emperyalist müdahalelere karşı oldu. Özellikle son yıllarda yapılan anketlerde ABD’ye karşı halkın ezici bir çoğunluğunun karşı olması, gençlikte ABD ile birlikte AB’ye de karşıtlığın güçlenmesini beraberinde getirdi.
Özel bir kanalda yayınlanan “Hatırla Sevgili” dizisi ile 68 gençliğinin bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini tartışmaya başlayan gençler kalabalık gruplar halinde devrimci politikaya yönelmeye başladılar.
İşbirlikçi hükümetlerin ve burjuva propagandanın hedefinde genelde gençlik vardı. Gençler emperyalist işgal ve talanlara işbirliğine ikna edilmeye çalışılıyordu. Ne de olsa, ulusal sınırlar ortadan kalkmıştı, küreselleşen kapitalizm ulusal bir şey bırakmamıştı. Irak’a demokrasi ABD ile gelirken, Türkiye’ye Musul ve Kerkük’ü yeniden alma fırsatı çıkıyordu! AB ile işsiz Türk gençleri sınırları aşacak ve işsizlikten kurtulacaktı. Lübnan’da barışı Hıristiyan değil Müslüman Türk askerleri koruyacaktı vb.”… Bütün bu kara propagandalara rağmen gençliği açıktan emperyalist politikalara ikna edemeyen burjuvazi, bu kez kafa karıştırma, bölme ve yönetme politikasına başvurdu. Böylece karşıtların kendine karşı birleşik bir mücadele yürütmesi engellenmiş olacaktı.
Kafa karışıklığı yaratmada kullanılacak en iyi argümanların başında yine laisizm ve Kürt sorunu gibi konular geliyordu. Ve kara propaganda başladı; “Kürtler Türkiye’yi bölmek istiyor, ABD de arka çıkıyordu. ABD’ye karşı mücadele Kürtlere karşı mücadeleyi gerektirir. Kürtlerle işbirliği yapan ABD ile yapıyordur. Zaten Irak’ı bölen ABD Kürt Federe Yönetimini Türkiye’yi bölmek için tanıdı.”, “ABD AKP’ye arka çıkıyor. Bütün dindarlar hem AKP’li hem de ABD’den yana. AKP Türk ordusuna diz çöktürüyor, çünkü arkasında ABD var.” Bu propagandanın diğer başını da liberaller ve ılımlı İslamcılar çekiyor ve statükoya karşı olmak adına emperyalist politikalara kapı açan bir tutum takınıyorlardı.
Böylece emperyalizme karşı olmakla taraf olmak kavramları birbirine girmeye başladı. Bu işin nerede başlayıp nerede biteceğine ilişkin sınırlar o kadar belirsiz hale getirildi ki, gençler artık karşı olmanın adını koyamaz, bu işi örgütleyemez duruma sokuldu. ABD ve AKP’ye karşı olan gençler Ulusalcı-Kızılelmacıların kucağına düşüp Ergenekoncularla buluşuyor, sağ-faşist milliyetçilerle ‘sol’-ulusalcı çevreler kader birliği yapabiliyordu. Bu güçler birleştikleri kimi üniversitelerde, kah İslamcı gençlere, kah Kürt gençlerine saldırıyordu. Şirazesi kaçmış kimi küçük-burjuva sosyalist çevreleri de (TKP, Halkevi, HKP) Kürt ve laisizm sorunundan kaçarak, kimi zaman darbecilerin kimi zaman da milliyetçilerin yanında saf tutar hale geliyordu. Sermaye politikalarından kopamamış, demokrasi mücadelesine sırt dönen politik hareketler, tutarlı bir bağımsızlık politikası geliştiremez hale geliyordu. Böylece kısa günün kârıyla taraftar kitlesini çoğaltan bu çevrelere gençliğin güveni kısa zamanda kırılıyor ve hızla bir kopuş yaşanıyordu.
Partimizin gerek tespitleri, gerekse emperyalizm sorununa tutarlı yaklaşımı sağlam bir işçi sınıfı çizgisine bağlı olmasından ileri geliyor. Emek Gençliği içinde kimi zaman tereddütler, kimi zaman yalpalamalara neden olan tutumlar bu dönemde boy vermedi değil. Örneğin ulusalcı dalgaya sırtını dayayarak Kadıköy’de merkezi bir miting yapan TKP’nin eylemine öykünen, moral bozan gençlerimiz, aynı morali SSGSS mitinginde bulamayabiliyordu. Sınıfın kendi eyleminden moral bulmak yerine yalan rüzgârına kapılmanın yersizliği, TKP’nin sonraki süreçte içine düştüğü durumla gün yüzüne çıkacaktı. Gençliğimizdeki bu tereddütlerin aşılmasında partimiz hep ikna edici ve yol gösterici oldu. Fakat hem dönemin sunduğu imkânları değerlendirmede, hem de en geniş kesimlerin uyarılması ve aydınlatılmasında zayıf kaldığımızı da kabul etmeliyiz. Gençliğimizin daha cesur, atak ve refleksleri güçlü bir irade ile ortaya çıkamaması, Emek Gençliği’nin partimizden alması gereken ideolojik ve politik-taktik donanımın yetersizliğine işarettir. Başka bir şeye değil. “Gençliğin apolitik olması”na ise hiç değil.
4- Emekçi haklarına dönük saldırılar ve gençlik
AKP’nin yedi yıllık iktidarı döneminde IMF çıkarlarını gözeterek çıkarılan yasalar hep işçi ve emekçilerin aleyhine oldu. İşçi sınıfının 100 yılı aşan mücadelesi ile kazanılan sağlık, örgütlenme, kıdem tazminatı vb. haklarına dönük hak gaspları giderek şiddetlendi. 5. Konferans platform metninin gençlik bölümünde de değinildiği gibi, bu yasaların yürürlüğe girmesi 10-20-30 yılı bulacak şekilde düzenlenerek, genç kuşaklarının geleceğini hedef aldı. Saldırılar bugünün liselilerinin, üniversitelilerinin, ilkokul öğrencilerinin geleceğine yönelikti.
Yine metinde belirtildiği gibi, Emek Gençliğinin çalışması saldırıları bu kapsamda ele alıp karşılamaktan uzaktı. Bu saldırılara karşı işçi sınıfı ve halkın diğer kesimleri içinde yürüttüğümüz propaganda ve ajitasyon çalışmasını gençlik alanlarına taşıyamadık. Bu çalışmayı gençliğe özgü formülasyonlarla biçimlendiremedik. IMF ve işbirlikçi sermaye güçlerinin saldırılarına karşı gençliğin zayıf duruşunun nedeni budur. Parti ve gençlik örgütlerimiz, bu anlayışı ortadan kaldıracak bir çalışmayı gençlik yığınları içinde en zengin biçimde örgütlemelidir.
Bu dört soruna bağlı olarak;
Gençlik örgütümüzün partimizin politik-taktik platformuna kazanılması acil ve sürekli yapılması gereken bir görevdir. Bu, sadece parti merkezimizin yapacağı bir iş değil, bütün parti örgütlerimizin üstlenmesiyle aşılabilecek bir sorundur. Gençliğimizin, parti kadar parti yayınlarına bakışı da sorunludur. Bu sorunun sorumlusu da partidir. Çünkü “denizin en dalgalı olduğu zamanlarda, dalgalara kapılanları kurtarmak için partinin attığı can simitleri günlük gazetemiz ve yayınlarımızdır.” Gerek gazetenin günlük takibinde, gerekse yayınlarımızın okunup kavranmasında gençlik örgütümüz oldukça geridir. Gazetemizin ne kadar gençliğe hitap ettiği bir tartışma konusu olabilir. Gençlik içinde tartışılıyor da zaten. Ama yukarıda sözü edilen dönemsel gelişmeler seyrederken, tartışan ama sağa sola yalpalayan gençlik kesimlerine, gazete, bildiri, broşür ve yayınlarımız ne oranda ulaşmıştır? Bu sorulara cevap aramadan, gençlik ve politika tartışması yapmak sonuç vermeyecektir.
Önceki konferans ve kongrelerimizde dile getirilen “parti merkezi ile yerel örgütlerin politik düzeyi arasındaki makası kapatmanın” yolu, şüphesiz yayınlarımızın ve gazetemizin etkin kullanılmasından geçmektedir. Bir diğeri ise, gençliğimizin politik düzeyini yükseltme görevimizdir. Bu görev partinindir. Zira son bir yıla bakıldığında bile, başta ortaöğrenim gençliğinde olmak üzere, politika tartışma yaşı düşmektedir. Yani daha çok ve daha genç insan politika tartışmaktadır. Geçtiğimiz yıl boyunca üniversitelerde ve kimi ilçelerde oluşturulan “politika söyleşileri” oldukça ilgi çekmiştir. Son gençlik yaz kampındaki “politika ve felsefe atölyesi” de bunu göstermiştir. Kendi başına bırakılırsa bu biçimler de yetersiz kalacaktır. Bu nedenle, gençliğin politik düzeyini yükseltmek ve eğitimi arttırmak için parti örgütlerimiz kapsamlı bir plan çıkarmalıdır.
YÜKSEKÖĞRENİM GENÇLİĞİ
Üniversitelerdeki gençlik mücadelesi uzun bir dönemdir birleşik ve kitlesel bir hareket düzeyini yakalayamadı. Kuşkusuz bunun nedeni tek değil. Özellikle son birkaç yıldır ortaöğrenim gençliğinde kitlesel denebilecek düzeyde mücadeleye yönelme isteği gözleniyor. Bu durumdan hareketle, kimi yerlerde çalışmanın yönünü üniversitelerden liselere kayması gerektiğine ilişkin vurgular yapılıyor. Elbette liseli gençlik üniversitelerin de geleceğini belirleyecek bir öneme sahip. Ama bundan üniversitelerin önemsizliği anlamı kuşkusuz çıkarılamaz. Üniversiteler üzerindeki baskının sebebi nedensiz değildir. Düzenin baskı ve kolluk güçleri üniversiteler üzerindeki denetimi elden bırakmaya niyetli görünmemektedir.
İktidar olmak isteyen her toplumsal sınıf ve siyasi hareket kadar, iktidarını sürdürmek isteyenler de üniversiteleri kazanmak zorundadır. Üniversiteleri kazanmadan, en genel ifade ile, gençliği kazanmak da mümkün değildir. Üniversite çalışması, parti örgütlerimiz için, birçok yönüyle liseli çalışmasına göre daha zordur. Politik, akademik, entelektüel açıdan gelişkinlik gereksindiren, sonuçlar almakta bazen daha uzun beklenen üniversitelere dönük çalışmanın küçümsenmesi eğilimine düşmemeye özen gösterilmelidir.
Üniversite çalışmasının başlıca yönleri
1- Üniversitelerde bir dönemdir devam eden YÖK-YEK (AKP) çatışması yerini AKP’nin büyük oranda YÖK’ü teslim almasına bıraktı. Bundan sonraki problemler, bu bakımdan rötuş niteliği taşıyor. Üniversitelerdeki baskılara karşı demokrat bir vizyon çizen AKP, başlarda YÖK’ü hedef tahtasına koydu. Böylece kimi çevreleri yedekleyen AKP, bir süre sonra YÖK silahını dağıtmak yerine kendisi için kullanmak yolunu seçince, yüzündeki maskeyi düşürmüş oldu. AKP, aynı zamanda, liberal eğitim politikalarının hızla uygulanması, üniversitelerin tümüyle sermayeye açılmasını yapılandıranların bir iktidar partisi oldu. Dolayısıyla “üniversitede tam demokrasinin uygulanması ve özerklik”, başlıca mücadele talebi olarak öne çıkmış bulunuyor. Burjuva kliklerin üniversiteden elini çekmesi, YÖK’ün dağıtılması ve üniversitelerin üniversite bileşenlerince seçilmesi daha etkin bir mücadeleyle dile getirilmelidir.
2- AKP, aynı zamanda, gerici-şeriatçı güçlere yaslanarak aydınlanmanın tüm birikimlerini tasfiye etmenin peşindedir. Üniversiteler AKP liberalizminin, YÖK baskısının ve skolastik düşüncesinin yeniden üretildiği merkezlere çevrilmek istenmektedir. Evrim kuramına saldırılar, komik fosil sergileri ve biyoloji bölümlerine gönderilen Harun Yahya kitapları bu örneklerden sadece biridir. Bilimin, aydınlanma değerlerinin korunması ve geliştirilmesi için, Kemalist aydınların da içinde yer alacağı geniş platformların örgütlenmesi gerekmektedir.
3- Üniversiteler sadece bir gençlik çalışma alanı olmadığı gibi, örgütlenmesi de sadece Emek Gençlerine bırakılamaz. Zira üniversiteler; öğretim üyeleri, araştırma görevlileri, tez ve araştırmaları ile birer bilim ve aydınlanma merkezleridir. Bir bölgenin, bir ilin coğrafi, sosyal, siyasal, kültürel vb tüm özelliklerini araştırmak, incelemek, sonuçlar çıkarmak üniversitenin görevleri arasındadır. Dolayısıyla çeşitli sosyal katmanlar arasında çalışma yürüten parti örgütümüz, bütün bu alanları, üniversitenin birikimine dayanarak, onu yönetmeye çalışarak yapmalıdır. Ankara il örgütümüzün akademisyenlerle buluşma toplantısı bu açıdan yol açıcı olmuştur. Öte yandan üniversite, işçi, hemşire, doktor, hizmetli vb birçok kesimin çalıştığı bir alan olarak da örgütlenmelidir. Bunun için Emek Gençliği ile parti örgütünün oluşturacağı ortak bir komite çalışması gerekmektedir. Tabii mesele sadece komitenin çalışması değil, bütün partinin dikkatinin bu alana verilmesine bağlıdır. Geçtiğimiz aylarda 17 yeni üniversitenin inşasının kararlaştırılması ile birlikte, ‘üniversite’ olmadık il bırakılmayacak gözüküyor. Üniversite çalışması bütün il ve ilçe örgütlerimizi gündeminde olmalıdır.
4- Barış ve sağduyu için 3 Kasım 2007’de yapılan Ankara mitinginde, özellikle TMMOB’ye bağlı odaların kortejlerinde şaşırtıcı sayıda gençlik katılımı vardı. Odalar geride bıraktığımız dönem boyunca gençlik komisyonlarını örgütledi. Teknik üniversite öğrencileri odalarla daha sıkı bir bağ kurmaya başladı. Emek Gençliği’nin oda gençlik komisyonlarındaki etkinliğini ve partili mühendisler ile teknik üniversiteli Emek Gençliği’nin ortak çalışma bağını güçlendirmeliyiz.
TÖK çalışmasının güçlendirilmesi de aynı kapsamda değerlendirilmeli ve Eczanelerin kapatılmasına ilişkin yaşanan gelişmelere bağlı olarak eyleme geçen Eczacılık fakültelerine önem verilmelidir. Üniversiteleri bitirmek çoğunlukla bir işe yaramıyor. Çünkü KPSS sınavı ile elenen ve iş bulamayan gençler bunalıma giriyorlar. Hem kadrolu iş talebi, hem de sınavların kaldırılması için mücadelenin geliştirilmesi gerekmektedir. Mağdur mezunlar bir araya gelmekte, dernekleşmekte ve mitingler yapmaktadır. Bu kesimler içinde örgütlenmeyi gençlik hareketinin bir unsuru olarak görmeliyiz. Eğitim-Sen’in eğitim fakülteli öğrencileri örgütleyeceği bir gençlik komisyonunu oluşturmak gerekiyor. Bu örgütlenme, hem sendikayı gelecekte büyütecek, hem de eğitim fakülteli öğrencilere örgütsel ve demokratik platform açacaktır.
5- Üniversitelerde etkisi artan “Perşembe, Salı vb. söyleşileri” kulüplere yayılarak güçlendirilmelidir. Öğrenci kongrelerine her alanda katılım ve bu kongrelerin güçlendirilmesi dikkatle önemsenmelidir.
6- Gazetenin aboneliği artırılmalı, lokal, kütüphane ve kantinlere gazetenin bırakılması sağlanmalıdır. Gençlik alanı, gençlik yazıları neredeyse tamamen Genç Hayat’a sıkıştırılmıştır. Bu nedenle, gazetenin Genç Hayat kadar ilgi uyandırmadığı söylenebiliyor. Üniversite örgütlerimiz, günlük, haftalık ve aylık haber planına sahip olmalıdır. Özellikle Bilim ve Düşünce, Özgürlük Dünyası ve Evrensel Kültür’ün kullanımı çok zayıf durumdadır. Bu yayınlar çalışmanın esası haline gelmelidir. Kültür Servisi ile üniversiteler arasında canlı bir ilişki sağlanmalıdır. Ortak etkinlikler yurt çapında planlanmalıdır. Defalarca karar alınmasına rağmen geçen yıl “gazete üniversite ekleri” çıkarılamamıştır. Bunun nedeni tembellik ve disiplinsizliktir. Bu kararın hayata geçirilmesinin teminatı parti örgütleri olmalıdır.
Üniversitelerde tartışma forumlarının örgütlenerek TV’de gösterilmesi için genel ve kapsamlı bir plan çıkarılmalıdır.
7- “Akdeniz üniversitesi olayları”nda teşhir olan faşist gerici odakların sistemle olan bağı işlenmeli ve en geniş kitle içinde karşı koyma tutumu geliştirilmelidir. Aynı yaklaşım soruşturmalara karşı mücadelede de ele alınmalıdır.
8- ÖTK, kol ve kulüplerde örgütlenme ve mücadeleyi ilerletme kararlığımız sürecektir. Elbette mücadelenin tek bir reçetesi yoktur, ama geniş öğrenci kesimlerinin bu örgütlere hala rağbet gösterdiği biliyor. Cumhuriyet Mitingleri ve yürüyüşlerine binlerce gencin ÖTK’lar üzerinden taşındığı tekrar düşünülmelidir. Yükseköğrenim örgütlenme bilincinin gelişmesi için Avrupa ülkelerindeki öğrenci örgüt temsilcileri ile Türkiye üniversiteleri buluşturulmalıdır. Zira 1995’te Emek Gençliği, İngiltere, Fransa, Yunanistan ve Almanya öğrenci temsilcilerini Türkiye’deki üniversitelere getirerek önemli bir çalışma yapmıştı.
Öte yandan, ne yazık ki, Avrupa Birliği ile ortak projeler kapsamına giren üniversitelerde AB ile ortak öğrenci örgütlenmeleri geliştirmiştir. AB’ye entegrasyon açısından eleştirmemiz gereken bu örgütlerin çalışmalarını yakından izlemeliyiz. Her yıl on binlerce öğrenci, burs ve gezi imkanı yakalamak için bu örgütlerde toplanmaktadır.
ODTÜ barış günleri 56 topluluk ile gerçekleşti. Öğrenci kol ve kulüpleri bir araya geldiğinde önemli etkinliklere imza atabilmektedir. Bu nedenle, mutlaka kol ve topluluklarda etkin bir rol oynanmalıdır. Örneğin Eskişehir Üniversitesi’nde geçen yıl onlarca Emek Gencinden sadece birinin bir kulübe üye olması düşündürücüdür.
Halkın Televizyonu, kol ve kulüplerin tartışma kürsüsü olmalıdır. Geçtiğimiz dönemin bu açıdan verimli kullanabildiği söylemez. Gazetemiz ve Genç Hayat dergisi de bu yönüyle tartışılmalı ve gerekli planlamalar yapılmalıdır.
9- Bölge üniversiteleri, en genel anlamda tüm üniversitelerin bünyesel sorunlarını taşımakla birlikte, kendine özgü özellikler de taşımaktadır. Bu üniversiteler, ağırlıklı olarak Kürt gençlerinin eğitim gördüğü yerlerdir. Bölgeler arası eşitsizlik, kadro ve profesör yetersizliği, eğitimde nitelik sorunu, yoksulluk vb. sorunlar bölge gençliğinin öne çıkan sorunlarıdır. Bununla birlikte ulusal demokratik talepler, bölge üniversitelerindeki mücadeleye rengini vermektedir. Bölge üniversiteleri üzerindeki baskı ve soruşturmalar ise had safhadadır. Üniversitelerde demokrasi ve özgürlüklerin genişletilmesi mücadelesi geliştirilmelidir. Üniversitelerin bölge illerinin tarım, göç, baskılar, ekonomi, üretim, eğitim ve sağlık gibi sorunlarına eğilmesi, halktan yana doğru araştırmaların yapılması için bir çalışma sürdürülmelidir. Kürt dili, kültürü ve edebiyatının araştırılması ve güçlendirilmesi için taleplerin Emek Gençliği tarafından daha etkin biçimde ileri sürülmesi sağlanmalıdır. Bu temelde bölge üniversitelerinin sorunlarını ve çözüm önerilerini tartışacak ve öğrenci örgütlerine, bilim ve sendikal çevrelerine dayanan bir konferans örgütlenebilir. ODTÜ-Dicle buluşmasında olduğu gibi, batı üniversiteleri ile bölge üniversiteleri arasındaki buluşma etkinlikleri çoğaltılmalıdır.
ORTAÖĞRENİM GENÇLİĞİ
Yenilik söylemi ile iktidara gelen her hükümet partisi eğitime el atarak işe başlıyor. Sürekli değiştirilen müfredatlar, yeni seçme sınav modelleri, ders geçme biçimleri vb., bütün değişiklikler, ilk ve ortaöğretimin sorunlarını çözemediği gibi, öğrencileri de birer deneme tahtasına çevirdiler. Bütçeden eğitime ayrılan pay, eğitimin niteliği, okulların alt yapı sorunları, yeteneğe göre yönlendirme, fırsat eşitliği gibi temel sorunların aşılması, şüphesiz demokratik ve halktan yana bir eğitim politikasını gerekli kılıyor. Bugüne kadar iktidar olmuş tüm burjuva partiler bu politikadan uzak durduğu kadar, gençliğin geleceğini karartan yasa ve uygulamalara imza attılar.
Ortaöğretim kurumları, genç nesillerin kapitalist sistemin ihtiyaçları doğrultusunda eğitilmesinde temel kurumlar olurken, ihtiyaç fazlası gençler de, posası çıkarılmış öğrenciler olarak, ÖSS duvarının önüne atıldılar. Hem okumak, hem de üniversitenin önüne konan engellerin üzerinden atlamak, bedeli artan bir satın alma gücünü gerektiriyordu. Eğitimi sosyal ve parasız bir zorunluluk olarak görmek yerine, alınıp satılan bir “mal” olarak bir ticaret alanı haline getiren kapitalist yönetimler, emekçi ve yoksul çocukların üniversitelere gitmesinin de önüne geçmiş oluyordu. Mevcut sistemin kendisi kadar eğitimi de sınıfsal eşitsizlik yaratıyordu.
Ücretsiz ders kitapları ile eğitimde şova başlayan AKP, yandaş kitapevlerinin servetine servet katıyordu. AKP döneminde üniversite kapılarına yığılanların sayısı düşmediği gibi, daha da arttı. Tıpkı özel turizm, ulaşım, hizmet sektörleri gibi, yeni bir yağlı sektör olarak, dershanecilik patlak verdi. Dershanelerle rekabete giren devlet okulları da, kendi içinde ‘özelleşerek’ paralı kurslara başladı.
AKP iktidarı döneminde yeni sınav yöntemleri üzerine çalışan devlet kurumları, nihayet yeni bir kurtarıcı model daha bulmuşlardı! Bu model ‘İngiliz Modeli’ idi. Yarış atı gibi ÖSS kulvarına sokulan öğrenciler, bu sistemin ayrıntılarını öğrendikçe, “İngiliz atı olmayacağız” diye bağırmaya başladılar. 2009’da devreye sokulacağı söylenen bu sistemle birlikte dershanelere sadece son sınıfların değil, bütün sınıflardaki öğrencilerin gitmesi gerecek. Bu modelin gerekçesi ise, ÖSS’yi kaldırmaya dayandırılıyor. Öte yandan, eğitimin içeriği, AKP ve MEB eliyle giderek gericileştirildi. Fethullah okul ve yurtlarına yönelen yoksul çocukların sayısındaki artış dikkat çekici boyutlara ulaştı.
Bütün bu gelişmeler, aynı zamanda ortaöğrenim gençliğinin mücadele ile sorunları çözmeye yönelmesine de zemin hazırladı. 2007-2008 eğitim ve öğretim yılı boyunca liselilerin ileri kesimleri ÖSS’ye karşı gösteriler yaptı. Binlerce imza toplandı. Paralı eğitime, disiplin cezalarına, kıyafet baskısına, okul yıkımlarına, baz istasyonlarına, okullardaki çete savaşlarına, öğretmen sürgünlerine karşı sayısız eylemler yapıldı. Eğitim-Sen’in “parasız, bilimsel ve demokratik bir eğitim” için yaptığı eylem, iş bırakma ve mitinglere okullardan yüzlerce öğrenci katıldı. Alevi ve demokrat gençler de ‘zorunlu din dersinin kaldırılması’nı yüksek sesle dillendirmeye başladı. 1968 gençlik hareketinin 40. yıl etkinlikleri ve Hatırla Sevgili dizisi ile birlikte liseliler, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizmin bir sembolü olan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının mücadelesini öğrenmeye yöneldiler. Denizleri anlatan kitaplar satış patlamaları yaptı.
Bütün bu olumlu gelişmelerle birlikte ortaöğrenim gençliğinin mücadelesi, hala birleşik, öz örgütlere dayanan bir gelişkinliğe ulaşabilmiş değil. Partimiz, hareketin bu temel sorununu ele alarak ilerletici bir rol oynamak zorundadır. Bunun için şu temel maddeler üzerinde bir tartışma sağlanmalıdır:
1- Laik- anti laik kamplaşma bir dönem liseleri de germiş ve liseli gençlik, kamplaşarak da olsa, siyasal tartışmaların içine girmiştir. Parti örgütlerimiz, politika yapma yaşının düştüğünü bilerek, liseli gençliğe dönük siyasal çalışmalarını arttırmalıdır. Zira laisizm tartışmaları kadar, emperyalizm ve milliyetçilik tartışmaları da liselerde yankı bulmuştur. Uzunca bir dönem gençliğin dikkat merkezi bu sorunlar üzerinde yoğunlaşırken, eğitim talepleri geri de düşebildi. Emek Gençleri’nin bu dönemde “ÖSS deyince kağıttan kaplan oluyoruz ama Denizler deyince herkes kulak kesiliyor” yakınmalarını bu nedenle duyar olduk.
2- ÖSS karşıtı kampanyalar gerekli ciddiyet ve etkiyle örgütlenemediği gibi, ÖTK ve kulüplere de mal edilemedi. Bir diğer sorun da, ÖSS konusunda öğrencilerin ikna edilememesinde yaşandı. Liselilerin en çok sorduğu sorulardan biri “ÖSS’nin kalkması gerçekçi mi, kalkarsa yerine ne koyacaksınız?” biçiminde oldu. Bu sorunun yanıtını verecek bir çalışmayı, bilim ve eğitimci çevreleri de kattığımız ve en geniş liseli gençlerin katıldığı konferanslarla örgütlemeliyiz. Sadece teşhir eden değil, çözüm önerilerini de koyan bir çalışmayı şekillendirmeliyiz. Liseler bir yana, yüz binlerce gencin biriktiği ve artık yıllarca dirsek çürütmeyi gerektiren dershanelerin türemesiyle birlikte, dershanelerdeki çalışmanın önemi bir kat daha artmış bulunmaktadır. Dershanelerin kapatılması talebi ile birlikte eğitimde fırsat eşitliği kararlı bir şekilde öne sürülmelidir. Okullar arasındaki eşitsizlik sınavlara da yansımaktadır. Eğitimde bölgeler arası eşitsizliğin kaldırılması da önemle işlenmelidir.
3- Eğitim için yürütülen mücadele, içine giderek velileri de almaktadır. Özellikle paralı eğitime karşı verilen mücadelede bunu görmek mümkün. Okullar, parti semt çalışmalarının ana merkezleri oluyorlar. Özellikle mahallelerde kadınların tartıştığı konular çocuklar ve okul sorunları üzerinde yoğunlaşıyor. Eğitim-Sen de, zaman zaman paralı eğitime karşı kampanyalar yürütmektedir. Partimizin görevi, okul hayatı nedeniyle birbirleriyle ilişkilenen bu kesimlerin parasız, bilimsel ve demokratik eğitim için ortak mücadelesini örgütlemektir. Bu nedenle, okullar sadece liseliler ile değil, tüm semtteki partililerin ve ilgili öğretmenlerin ortak komitelerinin oluşturulması ile örgütlenebilir. Dar mesleki taleplere sıkışmış politik ve sendikal çalışma çizgisi artık aşılmalıdır.
4- Meslek liseleri, devlet ve özel liselerin yanında üniversite şansını büsbütün kaybetti. Sınav sistemi de, bu kesimi üniversite dışında bıraktı. Bu nedenle, meslek liselerinin üniversite talebi daha özgün bir çalışmayla örgütlenmelidir. Staj sömürüsü, emek gaspı, zorla çalıştırma vb. uygulamalara karşı meslek liselerinde mücadelenin örgütlenmesi gerekmektedir. Meslek liselilerin kültür, davranış ve sosyal statüleri diğer liseler gibi değildir. Bu nedenle, meslek liselerine dönük çalışma yürüten kimi geçlerde sabırsızlık, doku uyuşmazlığı ortaya çıkabilmektedir. Bunun için, liseler arası kaynaşma etkinliklerinin yanında emekçi karakterli örgütçülerin meslek liselerinde görevlendirilmesi daha hızlı sonuçlar verecektir.
5- Liselerdeki ÖTK (şimdi adına öğrenci meclisleri deniyor), kulüp ve dergilerin niceliksel de olsa düzeyi son yıllarda önemli bir gelişme sağladı. Liselerin çoğunda artık ÖTK’lar var ve her yıl seçimlerle yenileniyor. Bu sistemin yerleştirmesinde AB eğitim standartları önemli bir işlev görüyor. Fakat henüz bu örgütler mücadele dinamizmi taşımıyor. Mücadele içindeki politik gençlik çevreleri de, büyük oranda ÖTK’ların dışına düşmüştür. Gençliğin taleplerinin devrimci fraksiyon biçimiyle ve platformlar (Dev-Lis, Dev-Genç, Emek Gençliği vb.) altında örgütlenmesi ise mümkün değil. Liseli gençliği, olabildiğince tek tek liselerde, kendi talepleri etrafında ve kendi öz örgütlerini kurarak örgütlemek gerekmektedir. Emek Gençliği, liseli gençliğin politik ihtiyaçlarına cevap verebilir, ama ÖTK’ların yerini dolduramaz. Bu nedenle, her liseli Emek Genci, öncelikle kendisinin bir ÖTK temsilcisi olmasını hedeflemelidir. Çorum’da okul temsilcisi olan bir gencimiz, kent ÖTK’sına seçilebilmek için 179 okul gezerek destek toplamış ve seçilmeyi başarmıştır. Yine Ceyhan’da bir gencimiz, ilçe temsilcisi seçilerek, Adana ÖTK koordinasyonu’nda bir yıl yer almıştır. Bu örnekler, imkânların ve temsiliyetin ne kadar zengin olduğunu göstermektedir. ÖTK seçimlerini izlemek parti örgütlerimiz için sendika seçimlerini izlemek kadar önem kazanmalıdır.
İŞÇİ GENÇLİK
Dünyanın birçok ülkesi ile kıyaslandığında Türkiye, çalışabilir nüfusun oranı açısından ilk sıralarda yer alıyor. Ayrıca eğitim çağında iken, ders başında değil iş başında olmak zorunda olan milyonlarca genç, “işçi gençlik” kategorisi içinde yer alıyor. Bu genç nüfusun yanı sıra, ucuz emeğe ihtiyaç duyan büyük sermaye sahipleri, yasak olduğu halde, çocukları çırak ya da işçilik adı altında çalıştırıyorlar. Özellikle tarım işçileri içinde çok genç ve çocuk işçilerin çalıştığı biliniyor. Ülkemiz hala, yılın yarısında işçi, yarısında öğrenci olan ilköğretim çağındaki çocukların tarım işçiliği için göç yollarında geçen dramına tanıklık ediyor. Çocuk işçiliğinin yasaklanmasının gerçekten uygulanması için, çocukların devlet güvencesi altında okutulması gerekiyor. Bu, kendi başına bir mücadele konusudur.
Kapitalist ekonomi ve istihdam sorununa bağlı olarak ortaya çıkan işsizlik, genç işçiler arasındaki rekabeti körüklüyor. Bu nedenle, Türkiye, ucuz iş cenneti olduğu kadar, sigortasız, sendikasız ve kuralsız çalıştırmanın da önünün alabildiğine açıldığı bir ülke. Kapitalist kâr hırsı, patronların vahşi çalışma yöntemlerini geliştirmelerine alan açıyor. Davutpaşa’da, Tuzla’da ve yurdun birçok yerindeki sanayi sitelerinde, plastik üreten atölyelerde yaşanan patlamalar onlarca genç ve çocuk işçinin yaşamına mal oldu. Bu nedenle, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanması, işçi gençlik çalışmasında öne çıkan bir talep durumuna geldi.
Başta kamu alanı olmak üzere, taşeronlaştırma yoluyla daha ucuza çalıştırılan genç işçilerle birlikte, köklü işletmelerde çalışan nüfus da gençleşmiş durumda. Petrol, metal gibi stratejik öneme sahip iş kollarında yaşanan TİS görüşmelerine de, ‘sayısı çoğalan genç işçilerin ek ücret talebi’ damgasını vuruyor. Son yıllarda ortaya çıkan sendikal örgütlenme, direniş ve grevlerde gördüğümüz işçi gruplarının da, çok genç olduğu biliniyor. Biz, burada, yine Türk-iş Gençlik Komitesi araştırma anketine dönelim. Anketi cevaplandıran genç işçilerin yarısı, sendikalarının kendilerine yönelik faaliyetlerini yetersiz buluyor. Sendikaların gençlere yönelik yeterli faaliyet yürüttüğünü düşünenlerin oranı ise, yüzde 6,6’da kalmış. Gençlere yönelik yeterli faaliyet olup olmadığını bilmeyenlerin oranı ise, yüzde 43,2’dir.
Kişi Sayısı Yüzde GRAFİK 10:Genç işçilerin, sendikaların gençlere yönelik faaliyetleri hakkındaki değerlendirmelerine ilişkin dağılım (Kişi sayısı)
Evet 146 6,6
Hayır 1119 50,2
Bilmiyorum 964 43,2
Bu tablo bile, kendi başına, sendikaların işçi gençliğe bakışının değiştirilmesi için bir mücadele yürütmenin zorunluluğunu gösteriyor.
AB başta olmak üzere, yabancı kapitalist örgütler, Türkiye’nin ucuz emek cenneti olmasını yeterli bulmadıklarını açıkladılar. Çünkü sömürülecek emeğin ucuz olduğu kadar kalifiye de olması gerekiyordu. Böylece, meslek ve teknik liselere, meslek yüksek okullarına verilen önem arttırıldı. Büyük sanayi bölge ve havzalarında (Gebze, Bursa, Kayseri, Adana vs,) meslek okulları mantar gibi çoğalmaya başlarken, meslek okullarında da firmaların tabelalarıyla atölyeler açıldı. Bazı fabrikalar, işçisini bizzat açtıkları kendi meslek okullarında yetiştirmeye başladı. Bu durum, yarı işçi yarı öğrenci olan meslek liselilerin, aynı zamanda, işçi gençlik çalışması içinde de düşünülmesini gerekli kılıyor. Meslek liselerini ve MYO’ları kazanan, sınıfın geleceğini de kazanacaktır.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfının sendikal örgüt düzeyi bizden ileride. Örneğin Almanya’da, sendikalar, meslek lisesi öğrencilerini staj esnasında sendikaya üye yapıyor. Genç işçiler ve meslek liseliler, fabrika gençlik komisyonları kuruyor ve kendi temsilcilerini seçiyor. Örneğin, geçtiğimiz yıllarda, Almanya’da, eğitim politikalarının meslek liseleri vurduğu bir dönemde, gençlerle birlikte sendikalar da ayağa kalmıştı.
Son yıllarda, özellikle metal ve petrol işkollarında, Türkiye sendikaları ile ortak eğitim toplantıları yapan Avrupa ülkelerindeki sendikalar, bu örnekleri anlatmaktadır. Bu ufukla hareket ederek, parti ve gençlik örgütlerimiz, işçi gençliğin örgütlenmesinde sendikaları zorlayıcı, teşvik edici bir çalışmayı da yürütebilir.
Partimizin bir önceki kongresinde genç işçi hareketine ve işçi gençliğin örgütlenmesine ilişkin yapılan tespit ve belirlenen görevler, geçerliliğini koruyor. Dolayısıyla genç işçiler içinde çalışma ve örgütlenme sorununu sadece Emek Gençliği faaliyeti üzerinden açıklayamayız.
Geride bıraktığımız üç yıl, Emek Gençliği örgütlerinin dikkatinin işçi gençlikten uzaklaştığı bir dönem olmuştur. İstanbul İMES, İkitelli, Çağlayan, Kurtköy ve İzmir Atasanayi, Ankara OSTİM, Adana Mobilyacılar ve Barkal sanayi sitesi ve diğer illerdeki işçi gençlik alanlarında Emek Gençliği çalışmasının düzeyi ne olmuştur? Parti örgütleri, bu çalışmaların istikrarını ne kadar güvence altına almıştır? Bu sorular konferans ve kongrelerimizde tartışılmalıdır.
Bir dönem İzmir Çiğli OSB ve Atasanayi sitesinde, 1 Mayıs döneminde ise İstanbul Çağlayan’da öne çıkan işçi gençlik çalışmasının olumlu örnekleri, konferanslarımızda ele alınmalıdır.
Bir dönem önce konferanslarda gündemimize giren işçi gençliğin derneklerini kurma tartışmaları ve kararları yeniden hatırlanmalıdır. Elbette burada kastedilen, aynı dernek şablonunu tüm sanayi sitelerine uygulamak değildir. Hangi işçi gençlik çalışma alanında, ne tür örgütler kurulabilir, bunlar tartışılmalıdır.
SEMT GENÇLİĞİ
İşçi, işsiz, öğrenci gençlik kesimlerinin yoğunlaştığı semtlerde, işsizliğe, yoksulluğa karşı mücadele kadar, gençliğin sportif, kültürel, sosyal ve sanatsal ihtiyaçlarını talep eden mücadeleyi de güçlendirmek gerekmektedir. Partimizin semt çalışması, esasen kadın ve gençlik çalışması üzerinden ilerleyecektir. Elbette gençlik çalışmasının ve Emek Gençliği örgüt çalışmasının kendine özgü yanları olacaktır. Ama parti semt çalışmasından kopuk bir gençlik çalışmasının varacağı yer olumlu bir yer olmaz, olamaz.
Son yıllarda neredeyse bütün il ve ilçe belediyelerinde Gençlik Merkezleri açıldı. Binlerce gencin gittiği bu merkezlere parti ve gençlik örgütlerimizin gösterdiği ilgi zayıftır. Örneğin, işçi basınımıza yansıyan Kıraç Belediyesi Gençlik Meclisi ve Spor kulübü çalışmalarının oldukça canlı olduğu biliniyor. Ama orada gençlik örgütümüzün olmaması ve il gençlik örgütümüzün gündemine bu etkinliklerin girmemesi düşündürücüdür.
Gençlik evleri, spor ve gençlik derneklerinin kurulması, semt çalışmalarımızı güçlendirecek şekilde gündeme getirilmelidir. Bu dernekler en geniş kitle katılımı ile oluşturulmalı ve işin bütün yükü sadece Emek Gençliği ve partiye bindirilmemelidir.
Köylerdeki gençliğin örgütlenmesi de konferans gündemimize girmelidir. “Kardeş köy, köylere kitap yardımı, köy kütüphanelerinin kurulması” için birçok etkinlik ve çalışmanın kendiliğinden yapıldığını gözeterek, bu çalışmalara da el uzatmalıyız. Mevsimlik tarım işçisi gençlerin örgütlenmesi de ilgili alanlarda önemle ele alınmalıdır. Bir dönem Adana parti ve gençlik örgütümüz, tarım işçilerine dönük önemli bir çalışma gerçekleştirmişti. Bölge örgütlerimizle birlikte, Karadeniz, Ege ve iç Anadolu örgütlerimiz de bu alana yönelebilirler.
KÜRT GENÇLİĞİ VE BÖLGE ÇALIŞMASI
Kürt halkının özgürlük mücadelesi son yıllarda daha fazla genci mücadelenin içine çekmektedir. Emek Gençliği tüm zayıflığına karşın bölgede örgütlenme çabasını sürdürmektedir. Fakat bu yeterli sayılmamalıdır. Bölge gençlik çalışmamızın her alandan desteklenmesi için örgütlerimiz kendilerine görev çıkarmalıdır.
Bölge üniversiteleri başta olmak üzere, Kürt dili ve kültürü üzerindeki baskıların son bulması ve üniversitelerde Kürdoloji bölümlerinin kurulması için mücadele yükseltilmelidir. Bölgeler arasındaki eşitsizliklere son verilmesi ve yoksul Kürt gençliğinin talepleri daha ciddiyet ve politik zenginlikle örgütlenmelidir. Kapalı olan bölge okullarının açılması, yeni okulların inşa edilmesi, bölge üniversiteleri üzerindeki baskılara son verilmesi için birleşik bir mücadele öne çıkarılmalıdır.
Özelde bölgede ve genel olarak her yerde DTP ve Kürt yurtsever gençliği ile ilişkilerin güçlendirilmesi ve ortak çalışmaların gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.
PARTİ İLE GENÇLİK ÖRGÜTÜ ARASINDAKİ İLİŞKİ VE SORUNLAR
İşçi sınıfının ve onun politik örgütü olan partimizin geleceği gençliktedir. Gençliğin örgütlenmesi kadar onun işçi sınıfı ve parti kültürüyle eğitilmesi de siyasal çalışmamızın vazgeçilmez bir görevidir. “Partiyi anlama, parti yaşamı içinde hareket, parti kültürü ile yetişme, partide kadro olarak görev alma” vb. sorunlar, parti platformunda her zaman gündem konuları oldu. Özellikle üniversite örgütlerinin parti yerel örgütlerine bağlanmadığı yerlerde “merkez kaç eğilimler” baş gösterebildi. Bağış ve kumbara çalışmasında gençlik örgütünün genel olarak geride kalması, benzer bir değerlendirmeyi gerekli kıldı. “Gençliğin partisi gibi düşünme ve davranma” yaklaşımları, örgüt içi rekabet ve kimi kariyerist belirtiler bazı büyük kentlerimiz tartışma konuları olabildi. Peki, bu sorunlar nasıl ve hangi nedenlerle boy vermektedir? Parti örgütlerimizin bu sorunlar karşısındaki yaklaşımı nedir? Bu sorunların üstesinden nasıl gelebiliriz? Bu sorulara yanıt vermeyen bir gençlik ya da gençlik örgütü tartışması, bizi eksik ve yanlış sonuçlara götürür. Bu nedenle her kademe ve düzeyde bu sorunları tartışmalıyız.
Sorunun başlıca unsurlarını ele alırsak…
1- Gençlik, her türden burjuva-liberal fikir ve kültür kuşatması altındadır. Sosyalizmin kültürel birikimiyle birlikte toplumcu kültür-sanat ve halk kültürünün birikimleri de büyük bir baskı altında tutulmuştur. Yeni gençlik kuşakları mücadele ve örgütlenmeye yönelirken, işte böyle bir kültürel zemin üzerinden gelmektedir. Bugünün gençliği, 60’lı, 70’li yılların gençliği değildir. 80’li yılların da değildir. Bu durumu gözeterek, ideolojik, siyasi, kültürel, sanatsal bütün birikimlerimizi kullanmadan, kendi başına şablonlar oluşturarak gençleri yetiştiremeyiz. Gençliğin politik, kültürel düzeyinin yükselmesi, parti örgütlerinin düzeyini yükseltmesine, birikimlerini zengin bir biçimde kullanmasına ve gençlikle sıcak ve canlı bir ilişki içinde olmasına bağlıdır.
2- Bir diğer sorunumuz, gençliği sadece Emek Gençliği’ne bırakmaktır. Böylece parti örgütü, gençlik karşısındaki sorumluluklarını da üzerinden atmış olmaktadır. Partinin gençlik örgütü ile ilişkisi, sadece direktif vermek ve çalışmayı gençlik komitesi üzerinden izlemekle sınırlı olamaz. Böyle olduğu içindir ki, sorunlar baş göstermektedir. Parti örgütü, gençlik örgütü içindeki çalışmaya katılmalı, kendi faaliyetini gençlik örgütünün içinde örgütlemelidir. Yani Emek Gençliği içinde görevlendirilmiş partili gençler ya da parti komiteleri ile çalışmasına Emek Gençliği’ni kazanabilmelidir. Bunu yaparken, kesinlikle onun inisiyatifini kırmamalıdır.
3- Partimiz genç bir parti olmalıdır. Lenin’in “otuzluk ihtiyarların örgütü olamayız” sözü kulağımıza küpe olmalıdır. Partimizin gençleşmesi, 5. Kongremizin de başat gündemidir. Emek Gençliği, partimizin aynı zamanda kadro rezerv örgütüdür. Parti, kadrolarını, esasen Emek Gençliği’nden alacaktır. Fakat gençlikten partiye kadro geçişlerinde daha çok bir zayıflamadan söz ediliyor. Neden böyledir? Çünkü üniversiteler başta olmak üzere, birçok gençlik alanı, parti yerel örgütlerine, organlarda yer alma biçiminde bağlanmıyor. Parti organlarında, komitelerinde yer almayan gençler, partinin sorunlarına da, iç yaşamına da yabancı kalıyor. Örneğin bir Gençlik Merkez Yöneticisi, hiçbir parti organında yer alamayabiliyor. Eğer partili ise ve bir parti organında yer almıyorsa, bu yöneticimiz, ne kadar partinin sorun ve ihtiyaçlarını omuzlayabilir, bunları gençlere götürebilir? Örneğin üniversiteli gençler için partiye geçmek, partide görev almak çok uzak bir hedefmiş gibi duruyor. Çünkü partiye geçmek için, sanki, önce gençlik yönetimlerinde yükselmek gerektiği düşünülüyor. İş böyle gelişince, bir avuç merkez ve il gençlik yöneticisinin partide çalışması konuşulabiliyor. Gençlik örgütüne 20’li yaşlarda katılan bir genç için partiye geçme yaşı neredeyse otuzlara çıkıyor. Oysa ki, bu yaklaşım ve düşünce tamamen sakat ve bizi yavaşlatıcı bir etkide bulmaktadır.
Bu nedenle 5. Kongre sürecinde bütün parti üyesi gençler, gençlik örgütünün (onun kendine özgü bir örgütsel biçimi var) yanı sıra mutlaka bir parti organında görev almalıdır.
4- Gençlik örgütü, devrim ve sosyalizm mücadelesini öğrenme, partili yaşamı tanıma ve içselleştirme, yoldaşlık duyguları ile eğitilmenin okuludur. Gençlik örgütü; sınıf bilinci kazanmış, halk sevgisi ile yoğrulmuş, kişisel değil toplumsal çıkarları gözeten, fedakarlık ve feragat duyguları gelişmiş, sağlam karakterli partili yeni insan tipinin yetiştiği bir okuldur. İşçi sınıfının bilimsel teorisi olan Marksizm-Leninizm ve devrimci pratik, gençlerin eğitiminin vazgeçilmez silahlarıdır. Gençliğe politik önderliği işçi sınıfının biricik siyasi örgütü olan parti yapar. Peki, ‘okullarımız’ gerçekten istediğimiz gibi midir? ‘Öğretmenler’ gerekli işlevi göstermekte midir? ‘Mezuniyetler’ ne kadar çoklukta ve başarıyla tamamlanmaktadır? Bu sorulardan hareketle, gençlik örgütlerimizde ve ona karşı sorumlu olan parti örgütlerimizde gereken ciddiyette düzenlemelere gitmek vazgeçilmez bir aciliyet taşımaktadır.
5- Düşün ve kültür dünyasında, iktisadi alanda “Marksizme yeniden dönüş” tartışmalarının yaşandığı bir dönemde, yayın ve kültür materyallerimizi daha etkin şekilde kullanmak gerekmektedir. Aydın birikiminin değerlendirilmesi ve kültürel etkinliklerin düzenlenmesi, TV ve gazetemizin tartışma kürsüleri olarak öne çıkarılması bu açıdan yeniden planlanmalıdır.
SONUÇ OLARAK
Gençliğin uğradığı baskılar, kapitalizmin artan sömürü ve vahşet düzenine karşı gelişen mücadele isteği, devrimci hedeflere ulaşmaktaki zemini güçlendirmektedir. Bugün Türkiye’de gençliğe önderlik edecek devrimci bir işçi partisinin var oluşu, ezilen gençlik yığınlarının zafere yürümesindeki en büyük dayanağıdır. İşçi sınıfının muazzam devrimci gücü ve halk sevgisi gençliğimizin güç kaynağıdır. Anti-emperyalist, anti-faşist yurtsever devrimci gençlik hareketinin geleneği ve ölümsüzleşen devrimci gençlik önderlerimiz yarınlara ışık tutuyor. İşçi sınıfı ve parti yarınları kazanacak ve muhakkak kapitalizm ve gericilik yenilecektir.
ÖRGÜTLENME KOMİTESİ
Eylül 2008