Yükseköğrenimde bir yarıyıl daha geride kalırken, bu dönem, üniversite gençliğinin çeşitli biçimlerde boy veren mücadelesine de sahne oldu. Yükseköğrenim gençlik hareketinin bu dönemdeki durumunu, gelişme dinamiklerini ve yüz yüze bulunduğu kimi zaaf ve problemleri daha yakından irdeleyebilmek için, kısaca, yaşanan gelişmeleri kaba hatları ile de olsa hatırlamakta fayda var.
4 Aralık günü Başbakan Tayyip Erdoğan’ın rektörlerle yaptığı toplantıyı protesto etmek ve taleplerini iletmek üzere Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’ne yürümek isteyen öğrencilere polisin hunharca saldırmasıyla, bir öğrenci bebeğini düşürdü, bir öğrencininse burnu kırıldı. AKP ise, bu sıralarda, biber gazına deodorant, öğrencilere ise cansız bir cisim muamelesi yapan polise sahip çıkma telaşına düşmüştü. Hemen akabindeyse, 8 Aralık’ta, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne yeni anayasa tartışmalarına ilişkin konuşma yapmak üzere gelen TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun konuşturulmaması, yumurta yağmuruna tutulması ve salondakilerin hemen hepsinin protestoya katılmasıyla; üniversiteler, ülke gündeminde baş sıralara oturmaya tutmaya başladı. Sonrasında ise, birçok ile ve üniversiteye yayılan protestolar gerçekleştirildi.
Bu gelişmeler yaşanırken, herkes kendi cephesinden meseleyi tartışmaya başladı. Üzerine yazılan, çizilen, konuşulan o kadar çok şey oldu ki, kısmen bunlara değinmek gerekiyorsa da, kimin nasıl değerlendirmeler yaptığı tek başına başka bir yazı konusu olabilir.
Ceza Hukuku ve Anayasa Hukuku terminolojileri ile olan biteni değerlendirmemek gerekse de, işi bu noktadan ele alanlara bir cevap vermek gerekiyor. Zira çok geniş bir çevre, yumurta atmayı ya da onun türevlerini suç kapsamına sokabilmek için bir hayli çabaladılar. İfade özgürlüğünden dem vurup öğrencileri suçlamaya kalktılar, arkasında ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü) olduğunu söyleyecek kadar ifrada vardırdılar. Sonuncusuna cevap vermeye dahi gerek yok. Ama meseleyi ifade özgürlüğünün kısıtlanması olarak değerlendirenlere, en basitinden, iktidar, yani muktedir olanın ifade özgürlüğünden bahsedilemeyeceğini hatırlatmak gerekiyor. Kaldı ki, her gün televizyonlarda açıklamalar yapıp, görüşlerini geniş bir kamuoyu ile paylaşabilmektedirler.
“Onları dinlemek için salonda olanlara saygısızlık değil mi, peki?” diyenlere ise, Siyasal’daki öğrenci forumunda, bir öğrenci, “onlar da, televizyondan izlesinler o halde” deyiverdi.
İşi magazinel yanları ile tartışmanın ve konuşmanın gereği yok, zaten bunlara bolca tanıklık ettik; olan bitenin, öğrencilerin gerçek taleplerinden kopartılacak tarzda ele alınması, hem ana akım medyanın hem de hükümetin işine gelmiş olacak ki, iş, yumurtanın faydalarına, menemene kadar gitti.
TEKEL işçilerine destek için Ankara’da düzenlenen eylemlerde güvenlik güçlerine yumurta attıkları için haklarında açılan davada 6 genç beraat etti, mahkeme gerekçeli kararında ise, “Güvenlik güçlerine yumurta atma eylemlerinin sabit olduğu kabul edilse bile, sanıkların davranışı tümüyle demokratik bir hakkın kullanılmasına yöneliktir” deniyor. Daha fazla söze, hukuki açıdan gerek yok sanırız.
Tarzı-siyaset bakımından başkaca yol ve yöntemlerin tercih edilmesi gerekiyor. Ancak tartışılmaya, eleştirilmeye ve dönüştürmeye muhtaç olmakla birlikte, tüm bu yaşanan protestoların sonucu olarak, üniversitelerin, öğrencilerin ne istediği bunca tartışıldıktan sonra, bir çırpıda saymanın bile uzun olacağı bir dizi “görüşme” gerçekleşti. 6 Ocak’ta, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ankara’daki 11 üniversiteden 14 temsilciyi kabul etti. 19 Ocak’ta, Abdullah Gül’ün talimatı ile YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, üniversitelerin öğrenci konseyleri başkanlarıyla bir araya geldi. Görüşmeye, 156 üniversiteden 125 öğrenci temsilcisi katıldı. Daha sonra 24 Ocak’ta, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 23 üniversitenin öğrenci konseyi temsilcileriyle bir araya geldi. 27 Ocak’ta ise, Üniversitelerarası Kış Olimpiyatları bahane edilerek, adeta üniversitelerin sorunlarından kaçarcasına, Başbakan, Erzurum’da, öğrenci konseyi başkanları ile görüştü. Daha bitmedi, şimdi de, ÖSYM Başkanı Ali Demir, 7 Şubat’ta, Yükseköğretime Giriş Sınavı’na (YGS) girecek öğrencilerle bir araya gelecek. ÖSYM’deki toplantıya, Türkiye genelindeki her ilden 2 öğrenci katılacak.
Her ne kadar yeterli olmasa da, bu görüşmeler esnasında, üniversitelerin asıl sorunlarını gündeme getiren üniversite konsey başkanları da oldu. Galatasaray, İTÜ, Yıldız Teknik, 9 Eylül, Tunceli, Yeditepe gibi üniversitelerin öğrenci temsilcileri, her meselede anlaşamasak bile (özellikle anadilde eğitim), gerçek sorun ve taleplere vurgu yaparak, değerli bir iş yaptılar. Bu görüşmeler sırasında, öğrencilerin en yakıcı problemlerini gündeme getiren ve AKP’nin üniversitelere dönük girişimlerine karşı mücadele eden öğrenciler de protestolar gerçekleştirdiler. Birçok yanı tartışılmaya ve eleştirilmeye muhtaç olmakla birlikte, bizlerin de bir parçası olduğumuz bu hareketlenmeler olmasa idi, bu adamların hiçbirinin öğrencilerle görüşeceği yoktu. Şöyle de ifade edilebilir, yalandan da olsa, göstermelik de olsa, AKP, 9 yıllık iktidarında, YÖK ise, 30 yıllık tarihinde öğrenci temsilcileri ile taleplerini dinlemek üzere görüşmemişlerdir. Daha önce de basında pek yer almamasına rağmen, kimi görüşmeler olduysa da, öğrenci taleplerinin ilk kez bu kadar dile getirilmesinin sebebi, özetle, sokaktaki ve de üniversitelerdeki muhalefet idi.
GERÇEKTE ÜNİVERSİTE’DE OLAN NE?
Öncesi bir yana, Türkiye üniversitelerine dönük olarak girişilen en kapsamlı saldırılardan birisi, 80 darbesinin ürünü olarak YÖK eliyle yapılan saldırılar, diğeri ise, AKP’nin YÖK’ü de ele geçirerek, üniversitelerde uyguladığı yeniden yapılandırmadır.
Üniversiteler, bir kurum olarak ortaya çıkışlarından itibaren, doğaları gereği, her zaman verili duruma itiraz eden, olan biteni sorgulayan yerler oldular. Ancak muhalefet merkezleri olmanın yanında, hakim ideolojilerin de, hem beslendiği, hem de yeniden üretildiği kurumlar oldukları için, üniversiteler, her zaman, iktidarın müdahale edip, kendi çizgisine getirmek istediği bir alan olageldi. AKP de, bunu, iktidar olmanın tüm olanaklarını kullanarak, her defasında fütursuzca saldırılarla ispatladı. AKP, üniversitelere yönelik saldırganlığını, hem bilimsel olan her şeye dönük gerici savunularla, hem üniversiteleri piyasaya iyice açma girişimleriyle, hem de bizzat üniversite yönetimlerini kendisinin belirlemeye çalışma tutumuyla ortaya koydu. Aslında üniversitelerin piyasa tarafından yönetilen, piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmesinden başka bir şey olmayan Bologna Projesi, süreç, her ne kadar çok daha öncesinde başlamış olsa da, bu dönemde tamamlanmaya çalışıldı.
Bu dönem, üniversitelerin açıldığı andan itibaren, kimi zaman kitleselleşen protestolar gerçekleştirildi. Bunlar, üç temelde gerçekleşen eylemler oldu: 1- Özellikle taşra üniversitelerinde barınma ve ulaşım hakkı gibi ekonomik taleplerle yapılan eylemler. 2- Başta bölge üniversiteleri olmak üzere, anadilde eğitim hakkı için gerçekleşen eylemler. 3- Son olarak ortaya çıkan ise, özellikle AKP’nin özelde üniversitelere dönük bilimsel özgürlük ve laisizm karşıtı saldırılarına ve aslında tüm alanlarda uyguladığı politikalara karşı yapılan eylemler. İlki ekonomik, ikincisi ise, demokratik hakların kazanılması için girişilen eylemlerdi. Ama döneme asıl damgasını vuran ve öğrenci taleplerini daha tartışılır kılan, üçüncüsü oldu. Bu, aslında diğerlerinde olamayan ve lokal kalan bir olanağı da ortaya çıkardı. AKP’nin üniversiteler için ortaya koyduğu dönüşüme karşı olunması işin merkezinde olduğu için, sorunlar ve talepler, üniversite mücadelesinin üç temel sacayağı olan akademik-demokratik, ekonomik ve siyasal mücadelenin hepsini birden kapsamakta; bu da, öğrenci hareketi için bir avantaj oluşturmaktadır. AKP’nin, 9. yılına giren hükümeti boyunca uyguladığı politikalara; özellikle uygulanan siyasal gericiliğe ve üniversitelerin piyasaların denetimine sokulmasına karşı sürdürülen mücadelenin, bu hareketin ortaya çıkışında etkisi vardır. Ama daha da önemlisi, henüz harekete geçmemiş çok daha geniş öğrenci kesiminin olan bitene sempati duyması, dahası, öğrenci hareketinin toplumsal olarak da meşruluk kazanması, hareket üzerinde birebir etkili olmuştur. Biriken sorunlar ve artan öfke, şimdiye kadar olduğundan çok daha geniş bir kesimin harekete geçmesini sağlayabilir.
HAREKETİN GENİŞLEMESİ İÇİN
Üniversite içinde ya da dışında, öğrencilerin temel talepleri ile birleşerek ortaya çıkan bu hareketlilik, hala, geniş öğrenci yığınları içinde en öne çıkan, sayıca daha dar bir kesimi kapsamaktadır. AKP, kimi zaman geri adım atmak zorunda kalmasına rağmen, şimdiye kadar, karşısında kendisi için bir tehdit olarak algıladığı her türlü hareketi, bazen zor kullanarak ezmiş, bazen toplumsal meşruiyet bağlarını kopararak marjinal kılmayı başarmıştır. Üniversitelerdeki protestolarda da, harekete önderlik eden gençleri marjinal tipler olarak göstermek için elinden geleni yapmakta, buna eşlik edecek tarzda da, yaygın bir soruşturma furyası başlatmaktadır. Kaldı ki, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde olduğu gibi, üniversite ve dekanlık yönetimlerini de bu sayede hizaya getirilmeye çalışıyor; hizaya gelmeyenleri ise tasfiye etmek için elinden geleni yapıyor.
Şimdi yapılması gereken, sadece politikleşen ve öne çıkan öğrencilerin protestolar yapması değil, işin, daha da aşağıdan örgütlenmesidir. Üniversite öğrencilerinin çok geniş kesimlerinde görülen ve ortaya çıkan, olan bitene sempati ile bakılıyor olması, işin genişlemesi için bir olanaktır. Ama bu ‘uzaktan sevme’ tutumundaki eksiklik, böyle davrananlarda değil, geniş öğrenci kitlelerini de karar alma süreçlerine kat(a)mayan, bununla birlikte de, harekete geçirmeyenler nedeniyledir. Kabul etmek gerekir ki, bir dönem öncesine göre, üniversitelerdeki öğrencilerin kendi örgütleri ve bir araya gelme, ortak iş yapma, sorunlarına karşı ortak tepki verme mekanizmalar olan kol, klüp ve topluluklar bir hayli zayıflamıştır. Bu zayıflamada; özellikle üniversite yönetimlerinin öğrenci topluluklarının önüne çok fazla zorluk çıkarması ve bununla birleşen olanaksızlıklar etkili olmaktadır. Yine, öğrencilerin yaşadıkları sıkıntılardan da kaynaklı olarak (üniversite sonrası işsizlik, öğrencilik yıllarındaki geçim sıkıntıları…), öğrenim yaşamı sürecindeki öncelik ve kaygıları da dönüşmektedir. Ve yine, hakim ideolojik saldırıların ve tüm bunlara ek olarak kimi küçük burjuva çevrelerin öğrenci topluluklarına yaklaşımda sergiledikleri geri tutumların da etkisi vardır.
Diğer yandansa, ÖTK’ların durumu ortadadır. Bazı üniversitelerde seçimler göstermelik olarak gerçekleşiyor, bazılarındaysa bu “tiyatro”ya bile gerek duyulmuyor ve öğrenci temsilcileri düpedüz atanıyor. Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Konseyleri ve Yükseköğretim Kurumları Ulusal Öğrenci Konseyi Yönetmeliği, yanı sıra, her üniversitenin kendisinin ayrıca uygulamaya soktuğu yönergeler, antidemokratik bir yığın madde içermekte, öğrencilerin sorunlarını doğru biçimde savunabilecek öğrenci temsilcilerinin seçilmesinin önünde engeller oluşturmaktadır. Sözgelimi, siyasi parti üyesi olmak, alt sınıftan dersi olmak, soruşturma geçirmiş olmak, öğrenci temsilcisi olunması önünde engeldir. Bunlara siyasi iktidarın ya da bizzat üniversite yönetimlerinin istedikleri tarzda öğrencilerin seçilmesi için her şeyi yapmaları eklendiğinde, öğrencilerin gerçek temsilcilerinin, ÖTK’larda başkanlık ve yönetim düzeyinde yer almaları mucize gibi oluyor. Ancak ÖTK’ların bu düzeyde olduğu bir anda bile, 15 tane üniversitenin konsey başkanı duruma itiraz edebilmektedir. Öğrenciler hala hobi topluluklarını doldurmakta, buralarda en azından bir soluk alabilmekte, kendi sorunlarına dair bir iş yapmaya kalktıklarında da, yine bu mekanizmaları kullanabilmektedirler. Ama verili durumu tarif edip, bu olanakları görmeden, onları da harekete geçirmeyi hedefine koymadan ‘mücadele edenler’, kaygı ve samimiyetlerinden bağımsız olarak, dar grupçu bir pozisyona düşmeye mahkûmdurlar. Yalnızca kendi politik örgütleriyle “öğrencilerin gerçek temsilcileri bizleriz” demekle, gerçek temsilciler olunmuyor. Bunu öğrenci yığınları kabul etmeden, en iyi ihtimalle, diğer öğrenciler “adına” mücadele eden “harbi” gençler olunabilir. ÖTK’ların, yılları bulan tarihleri boyunca yaşadığı yapısal sorunlar vardır. Ancak bunun yanında, politik gençlik gruplarının, ÖTK’ya, kitle çalışması temelinde müdahale etme ve onu ilerletme yönünden oldukça kötü bir geçmişi de vardır. Zaten bu geçmişe ilişkin olanların bir kısmı, ÖTK’ları kurumsal olarak da tamamen reddeden bir anlayış olarak ortaya çıkmaktadır. Ama Emek Gençliği, tarihi boyunca ÖTK’ları önemsemiş, üzerine çokça şey söylemiş olmasına rağmen, kimi istisnalar ve olumlu örnekler dışında, halen ÖTK’ların bir hayli dışındadır. Geleneksel alışkanlıklarımız, ilgisizliğimiz ve plansızlığımız bunda etkili olmaktadır. Emek Gençliği’nin de, özellikle seçim dönemlerinde ve kısa erimli olarak ilgi gösterse ve kimi planlar yapsa da, bunun gereğini yapma konusunda ciddi bir gerilik gösterdiği ortada.
Üniversite öğrenci konsey başkanları ile yapılan görüşmelerde, bazı konularda anlayış farklılıkları olsa da, kimi öğrenciler samimiyetle öğrencilerin gerçek sorunlarını gündeme getirdiler, yine içlerinden bazıları Hayat Televizyonu’nda katıldıkları programda, üniversitelerin sorunlarını ayrıntılı biçimde tartıştılar. Son dönemlerde gerçekleşen bu gelişmeler, yalnızca seçim dönemi değil, önümüzdeki dönem de ÖTK’lara ilişkin olarak da somut planlar yapalması gerektiğini gösteriyor.
Verdiğimiz örneklerin sadece başkanlık düzeyinde olduğu düşünülürse, daha alttaki fakülte, bölüm ve sınıf temsilciliği düzeyinde yüzlerce duyarlı öğrencinin olduğu söylenebilir. Birçok sorununa rağmen binlerce öğrenci temsilcisi vardır, binlerce öğrenci oy kullanmakta, seçimleri izlemektedir. Hayati bir önemde olmakla birlikte, ÖTK’lara sadece mevzi kazanmak için değil, asıl olarak gençlik kitlesiyle birleşebilmek için seçilmiş öğrencilerle birlikte hareket edebilmenin yollarını da yaratmalıyız. Emek Gençliği örgütlerinin ÖTK’lara müdahalesi, hem ÖTK’ların demokratik bir içeriğe kavuşması için, hem de örgütün ilerlemesi bakımından can alıcı bir yerde duruyor.
Öğrencilerin kendi mekanizmalarının zayıflığından şikâyet ederek, buradan uzaklaşmamak gerekiyor. Burada karşılıklı olarak birbirini besleyen durumu/ilişkiyi görmeden ilerleyemeyiz. Bu, sadece bir siyasal örgütlenmenin sorunu değil, topyekûn gençlik hareketinin bir sorunu olarak ele alınmalıdır. Örgütlenme ve mücadele düzeyi yükseldikçe, öğrencilerin kendi mekanizmaları da güç kazanacaktır. Olmazsa, ortaya çıkan yığınsal hareket kendi örgütlerini yaratacaktır. Şunu bilmeliyiz ki, herhangi bir alanda Emek Gençliği örgütleri ne kadar güçlü ise, o alanda öğrencelerin kitle örgütleri de o kadar güçlüdür ya da bunun tersini söylemek de doğrudur; yani kitle örgütleri ne kadar güçlü ise, Emek Gençliği örgütleri de o ölçüde güçlüdür, değilse, orada, güçlü olmasının önünde, aşılması gereken bir problem var demektir. Burada, kitle örgütleri olarak, hobi topluluklarından tutalım da, Öğrenci Temsilcilikleri ve işlevselliğine, politikleşmiş herhangi bir çevrelere kadar, tümü sayılabilir.
ÖZERKLİK OLMADAN BİLİM OLMAZ!
Üniversitelerin varlık nedeni, bilimin üretimi, öğretimi ve birikimidir. Hayatın tüm alanlarına ilişkin bilimsel bilginin merkezi olan üniversiteler, özerklik ve akademik özgürlüğün de kazanılması mücadelesine tarihi boyunca tanıklık etmiştir. Özerklik ve akademik özgürlük, üniversitelerin varlık nedeni olan işlevlerini yerine getirmek için bir önkoşuldur. Bilimin toplumsal işlevini yerine getirebilmesi, geniş yığınların çıkarı için üretilebilmesi ve de kullanılabilmesi için, devletten, sermayeden ya da başkaca dışsal odaklardan gelebilecek müdahale ve baskılara karşı korunaklı hale getirilmesi gerekir. Bugün artık AKP’nin ele geçirmesi ile birlikte, birbirleri ile uyum halinde çalışan AKP Hükümeti ve YÖK’ün üniversitelerininse, bu özerklik ve özgürlükten çok uzak olduğu ve olacağı kesindir. O halde, üniversitelerdeki baskıcı, piyasalaşan, bilim dışı, antidemokratik,… uygulamalara karşı mücadele, AKP’nin hayata geçirmeye çalıştığı dönüşüme karşı, demokratik ve özerk bir üniversite talebine sıkı sıkıya bağlanmak zorundadır. Birinci dönem boyunca gerçekleşen asistanların forumu, İstanbul’da gerçekleşen Üniversite Konferansı, Ankara Siyasal’da yaşananlar sonrası fakülte öğretim üyelerinin çok büyük bir bölümünün fakültelerine ve öğrencilerine sahip çıkan bir metin yayınlamaları… ve sayamadığımız bir çok olumlu örnek, ikinci döneme dair de yapılması gerekeni gösteriyor. Buna ek olarak, bizlerin üniversitelerde geleneksel olarak mücadele içinde olduğumuz birçok çevre, AKP ile ters düşen üniversite yönetimleri, hiçbir zaman tutarlı bir demokratik çizgiye sahip olamayan güçler, bu dönem, geçmişten farklı bir tutum izliyorlar ve bu, kimi meselelerde onlarla birleşme olanakları da yaratıyor. (ODTÜ Rektörü’nün ve SBF Dekanı’nın açıklamaları, bazı üniversite konsey başkanlarının takındığı olumlu tutum gibi örnekler hatırlansın.)
Tüm bunları söyledikten sonra, toplam bir sonuç çıkarmak yerinde olacaktır. Öncelikle şunu görmek gerekiyor ki, sorunlar ağırlaşıyor ve bu, üniversitelerde ikinci dönemde daha büyük bir hareketin ortaya çıkma olanağının olduğuna işaret ediyor. Maddeler halinde ifade edersek;
– Üniversitelere yönelik olarak gerçekleşen saldırıların yoğunlaşarak süreceği düşünülürse, bunun karşısında şimdiye dek olandan daha geniş birlikler sağlamanın olanakları da artmaktadır.
– Torba yasa gibi, hem gençlik kesimlerini hem de emekçileri hedefe koyan saldırılar, gençlik ve işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini birbirine yaklaştırıyor. Bu bakımdan, 1 Mayıs, önemli bir sıçrama olmaya adaydır.
– Yeni anayasa tartışmaları; demokratik üniversite, demokratik Türkiye başlığı altında bir mücadele için kitlesel dayanaklar sunuyor.
– Haziran genel seçimleri, tüm ülkede siyasal bir atmosferi şimdiden oluşturdu. Üniversiteler, ikinci dönem, en önemli siyasal alanlardan olacak. Üniversite öğrencileri, kendi talepleri ve birliği ile sistemin karşısına siyasal olarak da çıkabilir.
– 21 Mart’ta Kürt Halkı Newroz’la iradesini ortaya koyacak; Kürt gençliği ile birleşmede ileri adımlar atılarak, anadilde eğitim ve Kürtlerin taleplerini daha sıkı savunmamız gerekiyor.
– Uluslararası gelişmeler, gençlik mücadelesinin ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Tunus, Mısır ve Arap ülkelerinde işsizliğe karşı ve demokrasi için, Avrupa’da sosyal kazanımlar için ve hak gasplarıyla kesintilere karşı büyük bir mücadeleye girişmiştir. Bu, Türkiye’deki gençlik hareketi açısından olumlu bir rol oynamaktadır/oynayacaktır.
O halde bizim üzerimize düşen;
* Ciddi, kapsamlı bir hazırlık ve somut planlarla ikinci döneme girmek,
* Amfi, sınıf ve fakülte temelinde yaygın bir aydınlatma çalışması yürütmek,
* İşçi basını ve halk televizyonunun üniversitelerin birer kürsüsü olabilmesi için yapılacakları her işin merkezine koymak ilerlemek,
* Bilimsel özgürlük mücadelesinin başına geçmek için hakim-gerici ideolojik saldırıya karşı ideolojik donanımı sağlamak ve bunun için de kültür, sanat, bilim, siyaset birikimini, bu alandaki araçları iyi değerlendirmektir.