Geçtiğimiz günlerde Yunanistan’da yapılan erken seçimler hükümet partisi Yeni Demokrasi’nin yeni hükümeti kıl payıyla kurmasına olanak tanımış olsa da, Meclis’te dengelerin önemli ölçüde değişmesine neden oldu. Yeni Demokrasi ve ana muhalefet partisi PASOK önemli oranda oy kaybederlerken, Yunanistan Komünist Partisi (KKE) ve Radikal Sol Koalisyon (Sinaspismos) güçlerini ikiye katladılar.
Yunanistan’ın yakın tarihinde sahip oldukları güçten dolayı iki partili sistem görünümü yaratacak kadar etkili olan iki partinin son seçimlerde oylarını kaybetmesi ve karşılığında solun güçlenmesi, bu seçimlere damgasını vuran ayrıntı olarak algılanmalıdır. Çünkü, uluslararası hareketin nesnel durumu ve sermayenin cepheden başlattığı her alandaki saldırılar karşısında aynı oranda bir tepkinin doğamamış olmasından kaynaklanan sorunlar nedeniyle, bu iki parti, birbirlerine alternatif olarak tanıtılmakta ve her defasında yeni vaat ve demagojilerle kitleleri arkalarından sürüklemekteydiler. Bugün hâlâ bu olanağa önemli ölçüde sahip olsalar da, seçim sonuçları, sol güçlerin, pusulanın ibresini yeni bir yöne doğru çevirme olanaklarını geliştirdiklerini ya da bunu başarma yolunda önemli bir adım attıklarını göstermektedir.
Sonuçlar, sermaye hükümetinin izlediği politikalara karşı halkın huzursuzluk ve tepkilerinin boyutlarını ortaya koyarken, bir yandan da, işçi ve emekçilerin günlük talepleri ve kazanımları ileri sürülerek, ancak bunun etrafında maddi bir güç oluşturulabileceğini ortaya koymaktadır.
Kuşkusuz, proletarya ve halk kitlelerinin bilinç ve örgütlenme düzeyi hareketi ileri noktalara taşıyacak dinamiklere sahipse, objektif şartların uygunluğu bir anlam ifade etmektedir. Tersi durum, ucu açık bir süreçtir ve sermayenin her yönden müdahalesine her tür olanağı sağlamaktadır. Dolayısıyla, objektif şartların uygunluğunun kitleleri ille de doğru tercihlere yönelteceği ya da sistemden kopma eğilimlerinin mutlaka doğru ve gerekli olan devrimci hedeflere yönelmesine neden olacağı beklentisi bir yanılgıdır.
Her şeyden önce, bunun bilincinde bir seçim faaliyetinin başlatıldığını ve izlenen seçim politikalarının genel tepkiyi nasıl maddi bir güce dönüştürebileceği göz önünde bulundurularak, somut sloganların tespit edildiğini vurgulamak lazım. Yeni Demokrasi ve PASOK’un birbirinden farksız olduğu, sonuçta kendi yararına bir şeylerin değişmediği, oysa yaratılan beklenti ve umutlar dolayısıyla bu iki partiye oy verdiğini söyleyen halka, işçi ve emekçilere “PASOK ve Yeni Demokrasi değişmeyecek, sen değiş” sloganıyla gidilmiştir. Seçim sürecinin başından sonuna kadar, özellikle eğitim, sağlık, işsizlik, çevre sorunları ve özelleştirmeler üzerinde durularak, alternatif politikalar anlatılmış ve halka, işçi ve emekçilere, köylüye ve gençlere “kendi gücünüze güvenin” temel mesajı verilerek, alternatif bir gücün örgütlenmesi çağrısı yapılmıştır.
Özelleştirme ve taşeronlaştırmadan, sosyal güvenlik sisteminin değiştirilmesine, üniversiteleri tekellerin yan kuruluşları durumuna getiren politikalara ve yakın tarihlerde ormanlarla birlikte buralarda yaşayan yüz binlerce köylünün yaşamını bir anda cehenneme çeviren yangınlara kadar, her şeyin sorumlusu olan sermaye ve onun temsilcisi hükümetin, halkın, işçi ve emekçilerin çıkarlarını gözetmesinin mümkün olmadığını, dolayısıyla da, yeni hükümetin de halkın hükümeti olmayacağını vurgulayan KKE, halka açık ve net çağrılarda bulunmuştur:
“Yeni kurulacak hükümet ne kadar güçsüz ve istikrarsız olursa o kadar halkın yararınadır” diyerek radikal bir tutum alan ve bunu seçim çalışmalarının her aşamasında dile getiren KKE, karşı cephenin sözcüsü olduğunu kanıtlamıştır. Hükümetin ve ana muhalefetin sözünü ettiği “reformlar”ın veya “reformlara devam”ın önüne geçebilmenin, istikrarsız bir hükümetin olması durumunda daha da kolaylaşacağı halka anlatılmış, böylelikle, sermayenin istikrar anlayışıyla halkın çıkarları kaygısını güden istikrar kavramının arasına kalın ve net bir sınır çekilmiştir. Sermaye basını tarafından, KKE’nin hükümet krizi anlamına gelen “zayıf bir hükümet” politikasının doğru olmadığı ve ülke çıkarlarını gözetmediği yönünde demagojilere ağırlık verilmişse de, beklenen sonuç alınamamıştır. PASOK’un hükümet kurmasına daha sıcak bakan belli sermaye kesimlerinin PASOK–SİNASPİSMOS koalisyonunu önermesi KKE tarafından eleştirilerek, halkın çıkarlarına ters politikalara dolgu malzemesi olunmaması vurgulanmış ve bu noktada da, istikrarı sağlayamayacak zayıf bir hükümet kurulmasının önemine dikkat çekmiştir.
Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da şudur: Yerel seçimlerde olduğu gibi, milletvekili seçimlerinde de “kuşatılmış kitle” olarak adlandırılan Yeni Demokrasi ve PASOK’un etkisi altındaki kesimlere yönelik propaganda ve ajitasyona özel bir önem verilmiş ve KKE’nin ideolojik birlik oluşturma çabası içinde olmadığı söylenmiş, işçi ve emekçilerin, ekonomik ve demokratik hakları için KKE’ye oy vermelerinin sermayeye karşı halkın muhalefetine destek anlamına geldiği belirtilmiştir.
Seçim çalışmaları ve propagandasını, günde 7 haftada 35 saat çalışma süresi, özelleştirmelerin durdurulması, parasız sağlık ve eğitim, işsizliğin ortadan kaldırılması, işsizlik parasının yükseltilmesi, emeklilik yaşının kadınlarda 50 erkeklerde 55 olması, emeklilik aylıklarının yükseltilmesi, zaruri tüketim mallarının fiyatının düşürülmesi, aylıkların modern bir işçi ailesinin giderleri göz önüne alınarak yükseltilmesi vb. üzerinden yürüten KKE; bu hakların ancak mücadele ederek ve güçlü bir halk muhalefeti yaratarak elde edileceğini belirtmiş, gündem oluşturmayan konulara ilişkin soyut sloganlardan uzak kalmasını bilmiştir.
Yunanistan’da, özellikle son yıllarda, başta kazanılmış olan birçok hak ya gaspedilmiş ya da gasp edilmeleri hükümetlerin programına girmiştir. AB-hükümet merkezli politikalar, tekelci sermayenin çıkar ve kaygıları göz önünde bulundurularak değiştirilmiş, dolayısıyla izlenen bu işçi emekçi karşıtı politikalar, halkın, geçmiş yıllarla kıyaslandığında, önemli boyutlarda yoksullaşmasına, işsizliğin artmasına, iş güvencesinin yok edilmesine, küçük üreticilerin dağılma noktasına gelmesine, köylülerin borç batağına sürüklenerek üretim yapamaz olmalarına, sağlık ve eğitim alanında yapılan değişiklik nedeniyle emekçi ailelerinde ciddi sorunların yaşanmasına vb. neden olmuştur. Gelinen bu noktadan Yeni Demokrasi ve PASOK’u sorumlu tutan işçi ve emekçiler, dönem dönem grev, genel grev ve değişik biçimlerle karşı tutumunu ortaya koymuş, hatta hükümeti tehdit eden boyutlara varan grev ve direnişler yaşanmıştır. Liman işçilerinin grevini kırmak için olağanüstü hal ilan edilmiş, eğitim emekçilerinin grevi mahkeme salonlarına taşınmış, karalama ve terör politikaları devreye sokulmuştur. Öğrencilerin geçen öğretim yılı başlarında üniversite ve liselerde başlattıkları boykot ve işgaller karşısında, bir ayda geçirileceği söylenen yasa aylar sonra geçirilebilmiş, ancak uygulama olanağı bulamamıştır. Çok güçlü olarak ortaya çıkmasa da, köylü hareketi dönem dönem kabarma eğilimleri içine girmiş, her defasında, hükümet, bakanlarla köylere çıkarma yaparak, bin bir vaatle hareketin önüne geçmeye çalışmıştır.
Bütün bunlar, kuşkusuz, güçlü iki düzen partisine duyulan öfkenin artmasına yol açmıştır. Ancak görünen o ki, bu seçimlerde, yüz binlerce kişi bu partilerden yollarını ayırarak, ya küçük partilere yönelmiş ya da %20’leri bulan oranda geçersiz oy kullanmış ya da hiç sandıklara gitmemiştir.
Yaşanan bu süreçten dolayı, burjuva basını ve sermaye sözcüleri, SİNASPİSMOS ve KKE’ye giden oyları, “küskünler” ya da “protesto” oyları olarak ele almakta ve bu doğrultuda değerlendirmelerde bulunmaktadır. Ancak bu iddia gerçekleri yansıtmıyor. Çünkü, bu partilerin aldıkları oyları, sadece seçim sürecinde kazanılmış oylar olarak değerlendirmek mümkün değil. Emekçilerin iki düzen partisinden uzaklaşmaya yönelmesinin, uzun süreden beridir yapılan çalışmaların ve verilen mücadelenin bir ürünü olduğunu söylemek, gerçeği dile getirmek olacaktır. Durum iddia edildiği gibi olsa ve sadece seçim kampanyası sürecinin “küskünler”i ve oylarını etkilediği varsayılsa, tam tersine, bu partilerin güç kaybetmesi gerekirdi. Çünkü, seçim dönemi SİNASPİSMOS ve özellikle KKE’ye yoğun saldırıların yapıldığı bir dönem olarak yaşandı. Öğrenci eylemlerini “terör”, destek verenleri ise “terörü destekleyenler” olarak değerlendiren şer politikaları hâlâ gündemden düşmüş değildi ve bu eylemleri destekleyen iki parti saldırı altındaydı. Seçim süreci boyunca, Yeni Demokrasi ve PASOK eğitim alanında yapılacak “reformlar”dan; KKE ve Sinaspismos ise, hareketin arkasında duracaklarından bahsettiler. Aynı şey, işçilerin grev ve direnişleri için de geçerli. Üstelik, PASOK, özellikle KKE’ye verilecek oyların Yeni Demokrasi’ye verilmiş olacağı propagandasını ağırlıkla işledi. Dolayısıyla, yalnızca seçim kampanyası dönemi dikkate alınacak ve yalnızca “küskünler”le sınırlı bir değerlendirme yapılacak olsa, KKE’nin oylarını artırmış olması gerçeği açıklanamaz olarak kalır. Tersine, KKE’nin oylarını artırmış olması, uzun süreli bir çalışmanın ve özellikle öğrenci ve işçi eylemleri karşısındaki doğru tutum ve politikalarının bir ürünü olarak görülmelidir.*
Bunların yanında, KKE, daha erken seçim tarihi belirlenmeden önce, hükümetin kitleler nezdinde devamlı güç kaybettiğini ve daha fazla yıpranmamak için erken seçimi kurtuluş çaresi olarak gördüğünü belirtmiş ve tüm gücüyle seçim sürecini başlatmıştır. Hükümet erken seçim ilan ettiğinde, KKE adaylarını belirlemiş, tabanda toplantılarını gerçekleştirmiş, içe dönük genelgelerle seçim süreci ve politikası hakkında örgütlerini hazırlamıştı. Günlük yayın organı da bu doğrultuda yayın yapmaktaydı. Hatta daha seçim tarihi ortada yokken, KKE’nin gençlik örgütünün on yıllardan beridir yaptığı ve büyük bir organizasyon ve çalışma gerektiren geleneksel gençlik festivali, seçim çalışmalarını aksatacağı gerekçesiyle iptal edilmişti.
KKE’nin oylarının tamamı, büyük şehirlerde ve işçi ve emekçilerin yoğun oldukları yerlerde artmıştır. Fabrikalar, işkolları, atölyeler temelinde çalışmalar esas alınmış, Atina’nın güney kesimlerinde ve Pire liman kentinde %20’lerin üzerinde bir artış sağlanmıştır. Bu bölgelerde, yıllardan beridir işçi emekçi hareketi içinde yer alan sendikacıların aday gösterilmesi, işçilerin güvenini kazanmış ve günlük mücadelenin içinde olan ve ön plana çıkan dört sendikacı milletvekili seçilmiştir.
Seçim sürecinin başlamasıyla birlikte kurulan seçim komitelerinin önüne somut görevler konmuş, mümkün olduğunca geniş katılımlı komiteler olmalarına dikkat edilmiş ve seçim süreciyle beraber, giderleri karşılamak için yardım kampanyası örgütlenmiş; seçim faaliyeti yürüten her partili ve sempatizan, aynı zamanda, yardım kampanyasının başarısı için aktif olarak çalışmıştır.
Seçim çalışmaları boyunca, akademisyenlerin, aydınların ve sanatçıların içinde yer aldığı faaliyetlere önem verilerek, bu kesim aracılığıyla da halka çağrılar yapılması ihmal edilmemiştir. Aday gösterilen akademisyen ve sanatçılardan üçü, milletvekili olarak seçilmiştir.
Yeni Demokrasi’nin kurduğu hükümet, bir öncekiyle kıyaslanamayacak kadar kırılgan ve güçsüz durumda. Ana muhalefet partisi PASOK da, alternatif olma yolunda güçlü adımlar atacak izlenimi vermiyor. Sol için ise, güçleri örgütleyip sermaye karşısına geniş bir cephe olarak çıkmanın olanakları gelişmektedir. İşçi emekçi hareketi açısından önemli bir sürece girilebilir. Daha şimdiden, AB’nin direttiği birçok değişikliğin nasıl yapılacağı, ayağa kalkacak kitleyi hangi gücün durduracağı üzerine tartışmalar yapılmaya başlandı bile. Hareketin daha ileri noktalara taşınmasının olanakları bugün daha da olgunlaşmış durumda.
* Burada, 22 Temmuz’da yapılan Türkiye seçimleriyle bir karşılaştırma yararlı olacak: Bir işçi, öğrenci vb. eylemleri, direniş ve grevleri sürecinden.geçerek seçim dönemine girmemiş Türkiye’de, seçim döneminde oluşan dalgalanmalarla oluşan “küskünler” ya da “protesto oyları”, “bölücülük” ve “terörizm destekçiliği” vb. milliyetçi, ırkçı şoven faşist baskı altına alınan ve bir dizi emekçi sınıf ve tabakanın mücadelesiyle gelişen bir halk muhalefeti içinde kendisini ve politikalarını ikna edici biçimde anlatamamış olan devrimci ve sosyalistlere değil, ama AKP’ye yöneldi. Öncesindeki politik mücadelelerden beslenmiyorsa, yalnızca seçim kampanyaları, özellikle devrimci ve sosyalist partilerin oylarını artırmalarının etkeni olmaz. Tayin edici olan, kendi başına, başarılı ya da başarısız seçim kampanyaları değil, ama, hiç değilse belirli bir dönemi kapsayan politik mücadelenin kendisidir.