“Bazıları Duma kürsüsünü bakan olmak için terk eder; diğer bazıları, işçi milletvekilleri de mahkum olmak için.”
İkinci Duma’daki işçi milletvekillerinin sürgüne gönderilmelerinin ardından Lenin’in dile getirdiği bu gerçek, aslında işçi sınıfının davasını ve çıkarlarını savunmanın zorluğuna dikkat çekiyordu. Bu “yazgı” aynı zamanda dördüncü Devlet Duma’sına seçilen işçi milletvekillerinin de başına gelecek olanla aynıydı. Dördüncü devlet dumasına seçilen 6 milletvekili de[1] kurulan olağanüstü mahkemelerde yargılanıp sürgüne yollandılar. Bu mahkemelerde yaptıkları savunmada, işçi sınıfının güvenini kazanmanın, burjuvazi tarafından yargılanıp sürgüne yollanmakla eş değer olduğunu şu sözlerle dile getirdiler;
“Halkın haklarını sadakatle savunduğumuz için yargılanıyoruz. Mahkum olacağız, çünkü işçi sınıfının güvenini kazandık ve tüm gücümüzle işçi sınıfının çıkarlarını savunduk. Bu nedenle yargılanışımızı en büyük adaletsizlik olarak kabul ediyoruz.”
Bolşevikler, Duma seçimleri için yürütülen kampanyayı, uzun erimli bir ajitasyon ve propaganda için olanak ve aynı zamanda da kitlelerin örgütlenmesinin yöntemlerinden biri olarak kabul etmişlerdi. Adaylarının seçilmesini başlı başına bir amaç olarak görmeyen Bolşevikler, yürütülen kampanyayı Duma’da birkaç sandalye elde etme hedefine indirgemediler. Duma’daki grubun hem Duma içindeki, hem de Duma dışındaki etkinlikleri çok büyük bir devrimci öneme sahipti. Fakat seçim kampanyasının kendisi de daha az önemsiz değildi ve bütün bu süreçlerde Sosyal Demokrasinin devrimci konumu, söylemi yumuşatılmadan, revizyona tabi tutulmadan bütün saflığıyla korunmalıydı.
İşçi sınıfı devrimcileri her dönem ve her koşulda burjuvazinin kendi egemenlik alanı olarak ilan ettikleri kurumlarda, mevzi elde etmeyi ve kurulan kürsüleri işçi sınıfının ve ezilen halkların lehine kullanmayı denemişler ve başarılı sonuçlar elde etmişlerdir. Bu, kimi zaman gerici bir sendika, kimi zaman bir öğrenci derneği, kimi zaman da burjuvazinin parlamentosu olmuştur. Rusya’da, Çarlık rejiminin olağanüstü baskı ve engellemelerine rağmen Bolşevikler, yürüttükleri çalışmalarla günümüze zengin deneyler aktarmışlardır.
Bütün zorluklara ve engellemelere karşın yürütülecek başarılı bir çalışma engellerin aşılmasının da yollarını açmaktadır. Burjuvazi, işçi sınıfı devrimcilerini engellemek, seslerini kısmak için türlü yöntemler ve sahtekarlıklar yapmıştır. Neredeyse yüz yıl önce uyguladıkları taktikler ve engelleme yöntemleri, günümüzde de uygulanmaktadır.
Çarlık hükümetinin birinci Duma seçimlerinden önce onayladığı seçim yasası, Duma’da burjuvaların ve büyük toprak sahiplerinin çoğunluğu oluşturmasını garanti altına alacak şekilde düzenlenmişti. Ne var ki hükümet tarafından birinci ve ikinci Duma’dan sonraki seçimler için geliştirilen bu karmaşık seçim sistemi kendi ayaklarına dolandı ve ilk iki Duma’da çoğunluk muhalif kesimden oluşmuştu. Dolayısıyla oluşan bu iki Duma da görev süresi dolmadan fesh edildi.
İkinci Duma’nın dağıtılmasından sonra, oy verme hakkını daha da kısıtlayan ve toplumun geniş katmanlarını dışlayan yeni bir seçim yasası yürürlüğe sokuldu. Çok engelli ve karmaşık bu seçim sistemi, işçi milletvekillerinin devlet Duma’sında yer almalarının, halkın istem ve taleplerini seslendirmelerinin önünü kesmek için biçilmiş kaftandı.
Örneğin: Bir işçinin seçimlerin ilk aşaması olan delege seçimlerine katılabilmesi için altı ay boyunca aynı iş yerinde çalışmış olması gerekiyordu. Bu uygulama devrimci partilerin kendi adaylarını önceden belirleyebilmelerini imkansız hale getiriyordu. Bir işçi seçimlerden hemen önce işten atılabilir ve seçim dışı kalabilirdi.
Yasaya göre, 25 yaşına gelmiş bütün konut sahipleri oy kullanma hakkına sahip olsa da seçmen listelerinde sadece özel konut vergisi mükelleflerinin adları vardı. Bu kişiler de büyük ve pahalı evlerde oturanlardı. Geriye kalanların ise seçim komisyonuna başvurmaları halinde seçmen olmaları mümkün olabiliyordu. Fakat bunların da sayısız polis engelinden geçmeleri gerekiyordu. Ve çok azı bunu başarabiliyordu. Durumu oy vermeye uygun olanlar eğer istenmiyorsa süre aşımına uğratılıp saf dışı bırakılıyor hatta itiraz etme hakkı bile bulunmuyordu.
Seçmen sayısını azaltıp elit bir tabakanın oy kullanmasını isteyen çarlık hükümeti, bir kalem darbesiyle ya da keyfi uygulamalarla (her vali her polis kendi kafasına göre kararlar veriyordu) istediği kesim veya kişiyi oy kullanma hakkından mahrum ediyordu. Delege seçilenlerin tutuklanması gibi tehlikeler de vardı. Tutuklanınca adaylıkları da düşüyordu.
Seçim tarihi ay olarak belli olsa da gün olarak belli değildi. Hükümet, seçim tarihini ansızın belirleyip işçileri gafil avlamak gibi bir yöntemle oy kullananların sayısını azaltmayı hedefliyordu. St. Petersburg’da işçi kategorisinde yapılacak seçimlerin ilk aşaması olan delege seçimlerinin 16 Eylül günü yapılacağı 14 Eylül’de açıklandı, hatta açıklama ve seçim üç günlük tatile denk getirildi. Bolşevikler, karşılaşacakları zorlukları ve ayak oyunlarını hesap ederek seçimlerde öne çıkacak ajitasyon-propaganda çalışmalarını kesintisizce yürüttüler. Seçimler sırasında izlenecek politik platformlarını şöyle tanımladılar:
“Önümüzdeki seçimlerde partimizin temel sloganları şunlar olmalıdır: 1) demokratik bir cumhuriyet, 2) sekiz saatlik iş günü, 3) büyük toprak sahiplerinin ellerindeki topraklara el konulması.”
Bu üç temel slogana bağlanmak üzere sosyal demokrasinin asgari programında olan genel oy hakkı, ifade özgürlüğü, hakimlerin ve devlet görevlilerinin halk tarafından seçilmesi, düzenli ordunun yerine halk milislerinin geçirilmesi vb. sloganların propaganda çalışmalarında kullanılmasıydı.
Bolşevik Partisi’nin bu üç temel sloganı, Rusya işçi ve köylülerinin temel taleplerini formüle etmişti. Devlet Duma’sı her ne kadar çarlık rejimini maskelese de özellikle “demokratik bir cumhuriyet” sloganı çarlığın devrilmesini doğrudan gündeme getiriyordu.
Olanakların kısıtlı olması, tutuklamalar, sürgünler ve engellemelere karşın dördüncü Duma seçimleri sırasında Bolşeviklerin daha önceki kampanyalarda sahip olmadıkları güçlü bir silahları vardı. Bu silah, seçimlerden hemen önce yayın hayatına başlayan Pravda gazetesiydi. Pravda’nın yayın hayatına başlaması büyük bir olanak olarak değerlendirildi ve yürütülecek çalışmanın ana merkezi oldu.
Gazete, düzenli olarak Çarlık rejimini teşhir eden, yaklaşan seçimlere ilişkin çeşitli makaleleri ve mektupları yayınlayan, seçmenin kendi haklarına sahip çıkmasını öneren çağrılar yaptı. Bunun yanında her okura, “en az üç mesai arkadaşının veya komşusunun oyunu kazanma” çağrısını da yaptı.
Duma seçimleri olağanüstü zor koşullar altında gerçekleşti. Seçilen delegelerin keyfi uygulamalarla delegeliklerinin düşürülmesi, seçim çalışmasının gizlilik içerisinde yürütülmesi, seçim toplantılarına izin verilmemesi, polis tarafından yapılan baskınlar ve serbestçe ajitasyon-propaganda olanaklarının kısıtlanması Bolşevikleri yıldıramadı.
Seçilen delegelerin kimi yerlerde engelleme ve elenmeleri karşısında işçiler grev ilan edip sokaklara çıktılar, St. Petesburg’da Putilov fabrikasında başlayan grev dalga dalga yayılarak neredeyse bütün iş kollarını içine aldı (tersaneler, marangozluk işçileri, metal işçileri vb.) ve St Petesburg’un tamamına yayıldı. Grev tamamen politikti, hiç bir ekonomik talep içermiyordu; tek taleple grev yapıp sokağa çıkmışlardı, oy haklarından vazgeçmeyeceklerini, demokratik haklarını savunacaklarını ilan etmek için. Aynı zamanda, Duma’ya seçilecek milletvekillerinin öneminin ve kendi temsilcilerine sahip çıktıklarının da ilanıydı bu.
Bu sahiplenme karşısında hükümet, işçileri oy kullanma hakkından yoksun bırakamayacağını görünce geri adım atıp delege seçimlerini yenilemek zorunda kaldı.
Bu durum, işçi sınıfının ve özellikle de devrimci sınıf bilinciyle donanmış St. Petersburg proletaryasının büyük bir zaferiydi. Bu zafer seçim sonuçlarına da yansıdı ve altı Bolşevik işçi milletvekili 4. Devlet Duma’sına gönderildi. Zorlu etabın birinci aşaması bitmiş, yenileri çıkmıştı karşılarına. İşçi milletvekillerine kapatılmaya çalışılan kürsü, sözlerinin kesilmesi, tehditler başlamıştı.[2]
İşçi temsilcilerinin karşısına dikilen her engel ustaca aşılmaya başlandı, işçilerin ve halkın öne çıkan talepleri Duma kürsüsünde dile getiriliyor, engelle karşılaştıklarında soru önergeleriyle bu engeller aşılmaya çalışılıyordu. Duma çalışmalarını izleme olanağı bulan işçiler fabrikalarında, çevrelerinde milletvekillerinin kürsüden söylediklerini anlatıp destek topluyorlardı. Pravda, meclis tartışma tutanaklarını ve işçi milletvekillerinin karşılaştıkları zorlukları gün gün aktarıp halkı bilgilendirme ve destek çağrıları yapıyordu. İşçi milletvekilleri, işçilerle görüşüyor, önerilerini alıyor, grev yerlerini ziyaret edip sorunları Duma kürsüsüne taşıyorlardı.
Bu deneyim ve çalışma, Bolşeviklerin ateşli sınavlarda olgunlaşması, tecrübe edinmesiydi. Ve 1907-1912 deneyimi, 1917 büyük Ekim devrimine giden yolun önemli basamaklarıydı.
Günümüzde de devrimci sınıf partisi, Bolşeviklerin tecrübe ve deneylerinden öğrenmeyi, onun yol göstericiliğini rehber edinmiştir. Aradan geçen yüz yılda neler değişmiş diye baktığımızda pek de bir şeyin değişmediğini söylemek abartı olmayacaktır. Çünkü, sosyalistlerin, işçi sınıfının ve emekçi halkın özlemleri ve talepleri (kimi şeyleri dışta tutarsak) fazlasıyla benzeşmektedir. Demokratik bir cumhuriyet sloganı, “Bağımsız Demokratik Türkiye” sloganıyla, sekiz saatlik iş günü günümüzde de önemini korumasıyla, topraklara el konulması sloganı “Toprak Reformu” sloganıyla neredeyse aynıdır.
Yüz yıl önceki kaba engellemelerin yerini daha da incelikle uygulanan kurnazlıklar almıştır: Yüzde on baraj uygulaması, bağımsız adayların birleşik oy pusulalarında yer alması vb.[3] YSK tarafından adayların veto edilmesi, seçime giren partilere tanınan haklar ve aralarındaki eşitsizlikler, (devlet televizyonlarındaki haber bültenlerinde partilere ayrılan süreler, partilere yapılan para yardımı vb.) bağımsız adayların aday oldukları yerlerde, kim oldukları ve niçin çıktıkları(!) belli olmayan çok sayıda bağımsız adayın olması[4]. Kimi kritik şehirleri güvenlik bölgesi ilan edip seçimleri kendi lehlerine çevirme taktikleri. Sahte oy pusulaları, seçim sandıklarına el koymak, provokasyon amaçlı bombalı saldırılar, toplumdaki kamplaşmayı körükleyen mitinglerin düzenlenmesi, ya da bölgede oy kullanacak olan Kürt seçmenin tecrit edilmesi gibi uygulamalar[5].
Bugün “Bin Umut” adayları, antidemokratik seçim sistemini aşmak, mecliste emeğin, insanlığın ve kardeşliğin sesi olmak için birleşip bağımsız milletvekili adayı oldular.
Bu onurlu ve cüretli çıkış, düzen partilerinin paniğe kapılmasına neden olurken, emekten yana namuslu çevreler, işçiler, emekçiler ve özelde de Kürt halkı tarafından coşkuyla karşılandı.
Çarlık Rusya’sında, ve daha önce ülkemizde tüm zorluklara rağmen elde edilen başarının bugün de gerçekleşmesinin önünde bir engel yoktur. İşçilerin ve emekçilerin kendi adaylarına ve demokratik haklarına sahip çıkma isteği dün olduğu gibi bugün de ön plandadır. Bu girişim ve çalışma, gerici mihraklarda korkuyla karışık erken önlem almayı da beraberinde getirmiştir. Düzen partilerindeki panik, bağımsızların meclis çatısı altında yar alacaklarını öngörmelerinden kaynaklanmaktadır. Onlar oldukça eminler, önemli olan aynı öngörüyü ve inancı bizlerin de taşımasıdır. Onlar, seçilmeleri halinde halkın temsilcilerini nasıl saf dışı edeceklerinin hesaplarını yaparken, bizler de kendi temsilcilerimize nasıl sahip çıkmamız gerektiğinin hazırlıklarını yapmalıyız.
Pravda’nın yüz yıl önce yaptığı çağrıyı bugün de tekrar etmek, zafere giden yolun ilk adımı olacaktır: “Bin Umut adaylarını destekleyen her namuslu insan, “en az üç mesai arkadaşının veya komşusunun oyunu kazanmalıdır…”
[1] Altı milletvekilinden biri olan Malinovski, ansızın ortalıktan kayboldu. Ülkeyi terk eden Malinovski’nin polisle işbirliği yaptığı, ajan-provokatör olduğu açığa çıktı.
[2] 1965 seçimlerinde meclise 15 milletvekili göndermeyi başaran TİP milletvekillerine karşı uygulanan linç girişimi ve DEP milletvekillerinin meclis çatısı altından derdest edilip kısa sürede 15 yıla mahkum edilmeleri şaşırtıcı bir benzerliktir.
[3] DTP’nin ortak bağımsız adaylarla seçime gireceği belli olduğunda, adayların önünü kesmek için birleşik oy pusulası sıralamasında yer almalarını sağlayan yasa kısa bir zaman diliminde meclis çoğunluğunca onaylandı.
[4] Mersin bağımsız milletvekili adayı, Orhan Miroğlu’yla aynı oy pusulasında yer alan ve isim benzerliği olan Orhan Köroğlu ismi düşündürücüdür.
[5] Çarlık yasaları, Yahudilerin ikamet edebilecekleri bölgeleri sınırlıyordu. Kendileri için belirlenmiş yerleşim bölgelerinin dışında yaşayan Yahudilerin %95’i oy kullanma hakkından yoksun bırakılmıştı.