İşçi Hareketi ve Mersin Serbest Bölge Deneyimi

İşçi sınıfı, sermayenin işçi sınıfına yönelik saldırılarının çok ileri boyutlara ulaştığı bir dönemden geçiyor. Bunun karşısında, işçiler, bazen az bazen çok, kimi zaman hazırlıklı, kimi zaman hazırlıksız ve kendiliğinden de olsa, kavgaya tutuşmaktan, mücadele etmekten geri durmuyorlar. Haklarını aramaya devam ettikleri oranda, işçiler, kazanmanın mücadeleden geçtiği fikrine şu ya da bu oranda ulaşmaya başlıyorlar.

Bu bakımlardan, Mersin Serbest Bölgesi işçilerinin mücadelesi zengin deneyler sunmaktadır. Mersin Serbest Bölgesi’ndeki işçi başkaldırısı, genç sendikasız işçiler arasındaki hoşnutsuzlukların had safhaya çıktığı ve işçilerin geçim ve çalışma koşullarının giderek ağırlaştığı, işçilerde güvensizlik, umutsuzlukla beraber mücadele etme ve birleşme eğiliminin de giderek arttığının işaretlerini vermiştir.

Bugün açısından, işçi sınıfının –özellikle genç işçilerin– bilinç, örgütlenme düzeyi ve mücadele deneyimi zayıf olsa da, işçiler, sınıf karakterlerinden gelen bir igüdüyle hareket ederek, patronlar karşında kavgaya atılmaktadır. Mersin Serbest Bölge işçilerinin, Mart ortalarında başlattıkları ve bir hafta süren iş bırakma eylemi bunun somut bir göstergesidir. Daha önce de Uşak tekstil işçileri, Çorum toprak işçileri, Adana ExSA, TemSA işçileri, Diyarbakır Akyıl işçileri ve Antalya Serbest Bölge’de faaliyette bulunan Novamed-GMV işçilerinin (halen grevleri sürmektedir) mücadeleleri benzer özellikler taşımaktadır.

Serbest Bölge işçilerinin başlattığı eylem, 2007’nin önemli işçi eylemlerinden biri olmuştur. İşçiler üzerindeki baskılar, kimi firmalarda tuvalete gitmenin izne tabi tutulması (fişle tuvalete gitme vb.), sağlıksız kuyu suyu yerine kapalı su isteyen işçilerden su paralarının alınması gibi sayısız insanlık dışı uygulama, tekstil patronlarının sömürü de bir sınır tanınmadığını gözler önüne sermektedir. Aşırı zorunlu mesailer, keyfi uygulamalar, düşük ücret, her vesileyle “mali sıkıntı var”, “kriz var” denilerek işçi haklarının tırpanlanması, işçiyi insan yerine koymayan uygulamalar ve işten atmalar; Mersin Serbest Bölge işçilerinin sabrını taşırmıştır. Bir işletmede başlayan ve 37 işyeri ile devam eden üç bin dolayında işçinin katıldığı iş bırakma eylemi bir hafta sürmüştür. Bu yazıda, işçilerin eylem sürecini, kazanımlarını, başarısızlığın nedenlerini ve bununla doğrudan bağlantılı olan sendikalar ve sınıfın devrimci partisinin çalışmasını irdeleyeceğiz.

 

SERBEST SÖMÜRÜ BÖLGELERİ

Serbest Bölgeler, 15 Haziran 1985’de yürürlüğe giren 3218 sayılı Yasa ile kuruldu. Kuruluş amacı, “Türkiye’de ihracat için yatırım ve üretimi artırmak, yabancı sermaye ve teknoloji girişini hızlandırmak, ekonominin girdi ihtiyacını ucuz ve düzenli bir şekilde temin etmek, finansman ve ticaret imkânlarından daha fazla yararlanmak üzere serbest bölgelerin kurulması, yer ve sınırlarının tayini, yönetimi, faaliyet konularının belirlenmesi, işletilmesi, bölgelerdeki yapı ve tesislerin teşkili ile ilgili hususları kapsar” şeklinde ifade edilmektedir.

Serbest Bölgeler’de yerli veya yabancı patronlar ve şirketler çok büyük kazançlar sağladılar ve sağlıyorlar. Gerçekleştirdikleri faaliyetler, dolayısıyla elde ettikleri kazançlar, gelir ve kurumlar vergisine tabi değil. İşçilerin sigorta primlerinin tam olarak yatırılmaması, işçilerin çalışma süresinin az gösterilerek kayıt dışı çalıştırılması serbest bölgelerdeki en başta gelen uygulamalardan. 48 saate varan aralıksız çalıştırılma, fazla mesai ve buna karşılık fazla çalışma ücretlerinin tam olarak ve zamanında ödenmemesi en bilindik uygulamalardır. Serbest Bölgeler’de işçiler, adeta köle gibi çalıştırılıyor. Patronlar, hak-hukuk, yasa tanımadan, mümkün olan en ağır koşullarda işçileri çalıştırarak, kârlarına kâr katıyor. Dolayısıyla bu bölgelere firma kuran patronlar; öteki teşvikler yanında, örgütsüz genç işçileri sınırsız bir biçimde sömürerek kârlarını katlıyorlar. Yani işçinin posasını çıkarıp iliğine kadar sömürdükten sonra kapı dışarı ederek, ihbar ve kıdem tazminatlarının birikmesine de müsaade etmiyorlar. Türkiye’de, ilk olarak Mersin Serbest Bölge faaliyete geçmiştir. ’90’ların başında 2–3 firma bulunurken, bugün Mersin Serbest Bölge’de 50’nin üzerinde firma faaliyet yürütmektedir. Mersin Serbest Bölge, sendikasız, düşük ücretle, kötü muamele ile işçi çalıştırılması yönüyle patronlara serbest sömürü alanı oluşturmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda maliye tarafından birçok şirkete büyük operasyon düzenlenen Mersin Serbest Bölge, aynı zamanda, her türlü kaçakçılığın yapıldığı bir yer olması itibariyle de dikkat çekicidir.

 

ÖRGÜTLENMEYE, SENDİKALAŞMAYA SERBESTLİK YOK

Egemen burjuvazi tarafından, Serbest Bölgeler, aynı zamanda işçinin örgütlenememesi açısından da ciddi bir şekilde kurgulanıp, planlamışlardır. Serbest Bölge ve Organize Sanayi Bölgeleri’nde işçilerin örgütlü bir güç olarak haklarını elde etmeye yönelmesi, kontrol noktaları, her fabrikanın önüne güvenlik konulması, işçinin arama ve taramadan geçirilmesi gibi sayısız yasal ve yasa dışı uygulamayla engellenmektedir. İşçilerin eylemini, “yasaları” öne sürerek engellemeye çalışan yetkililer, patronlar mağdur olmasın diye yapılan tüm yasadışı uygulamalara ise sessiz kalıyor. Mersin Serbest Bölge, Gümrük Müdürlüğü, Serbest Bölge Emniyet Amirliği, Serbest Bölge Müdürlüğü ve Serbest Bölge İşleticisi Anonim Şirketi’nin (MESBAŞ) kontrol noktası olmasına rağmen, işçilere başkasına ait ve üzerinde oynama yapılmış giriş kartları veriliyor. Kaçak işçi çalıştırma bu gibi yollarla gerçekleştiriliyor. Yine bant sistemi ve benzeri işbölümü de, işçilerin bir araya gelmemesi açısından değerlendirilmektedir. Kaldı ki, birkaç işçinin yemek molasında veya çay arasında bir araya gelmesi, konuşması göze batmakta ve uyarılara neden olmaktadır. Haksızlığa boyun eğmeyen, tepki gösteren veya örgütlenme çabası içinde olanlar, hemen kapı dışarı edilmektedir.

Örgütlenme nedeni ile işten atılan işçiler, Serbest Bölgede bir daha iş bulamıyor. Kara listeye alınan işçileri hiçbir firma kabul etmiyor. Patronlar kendi aralarında son derece örgütlü davranıyorlar. Patron dernekleri var. Patronlar, havuz oluşturarak işçilerin direnişte oldukları firmaların zararlarını karşılıyorlar. Böylece, işçiler karşısında patronların direnme gücü artıyor. Bu nedenledir ki, eylem boyunca patronlar, aldıkları siparişleri zamanında teslim etmedikleri için yüksek rakamlı tazminatlar ödemeyi göze alabildiler. Yani, işçilerin eylemi nedeniyle oluşan mali yükü, tüm patronlar birlik içinde karşıladılar. Diğer yandan, patronlar işçilerle girdikleri mücadeleyi kaybetmemek için, bir süreliğine kârlarını kaybetmeyi tercih ettiler. Çünkü işçiye taviz verdiklerinde, tüm Serbest Bölge işçileri örgütlenecek ve haklarını talep edeceklerdi. Bunun için eylemin uzamasını göze aldılar. Kısacası, Serbest Bölge patronları işçilere karşı birleşip eylemde olan işçileri ezmek ve direnişlerini bitirmek/mücadeleyi kaybetmemek için kendi cephelerinde her şeyi yapmışlardır. İşçileri sürekli şekilde sömürmek için, işçi eyleme geçse de durumun değişmeyeceğini işçinin kafasına kazımak, patronların direniş karşısındaki temel amacını oluşturmuştur. Bu yüzden, işçilerin mücadeleden sonuç alamaması ve kazanımla çıkamaması için her şeyi yaptılar. Bunun için kendi aralarında örgütlü bir şekilde davrandılar ve direnişi boşa çıkarmak için her türlü dayanışmayı gerçekleştirdiler.

 

ÖNYARGILAR KIRILDI, SINIFA GÜVEN DUYGUSU TAZELENDİ

Mersin’deki işçi başkaldırısı, ağır sömürü koşullarına karşı serbest bölgelerdeki ilk önemli işçi eylemi olma bakımında son derece önemlidir. İşçiler, firma farkı gözetmeksizin; tüm firmalardaki işçilerin ortak talepleri üstünden kalkarak, bir haftaya yayılan bir eylem, direniş gerçekleştirdiler. Eylem kendiliğinden gelişse de, acil talepler üzerinden ve genel işçi birliğini sağlayarak başlanan bir eylem olması açısından anlamlı ve öğretici olmuştur. Serbest bölgedeki ağır çalışma koşullarına fiziki olarak artık dayanamayan işçiler, üretimden gelen güçlerini, en meşru direnme haklarını kullanarak ve her tür saldırıyı göze alarak eylemi başlattılar. İşçilerin bu mücadelesi, önce Mersin’de, ilerleyen günlerde tüm ülkede kamuoyu gündeminin ilk sıralarına oturdu. İşçinin her hakkını gasp eden; maaşını, fazla çalışma ücretini, sigorta primini ödemeyen, 30 gün çalışan işçiyi 10-15 gün çalışmış gibi gösteren ve yasal olmayan belgeler düzenleyen patronların tutumu, emekçiler ve halk tarafından büyük tepkiyle karşılandı.

“Yeter artık, bu sömürü dursun, biz köle değiliz” diyerek sokağa dökülen işçiler, bu çıkışlarıyla, o ana kadar herhangi bir örgütlülüğe ve hiçbir mücadele deneyimine sahip olmasalar da, hem dosta hem de düşmana haklarını aramaktan geri durmayacaklarını ve sömürü koşullarına sürgit boyun eğmeyeceklerini ve en önemlisi, birlikte hareket ettiklerinde nasıl bir etki yarattıklarını, patronları nasıl ayaklarına kadar getirdiklerini gördüler/gösterdiler.

“Hiçbir şekilde Serbest Bölge’de eylem olmaz, sendika kurulamaz, işçiler bir araya gelemez” şeklindeki önyargılı dar düşünceler ve özünde sınıfa güvenmeyen yaklaşımlar, işçilerin eyleme geçmesiyle kırılmış, işçiler arasında da mevcut olan bu yönlü düşünceler, yerini özgüvene, kararlılığa ve sınıfa inanca bırakmıştır.

 

ADIM ADIM EYLEME

İlk olarak 15 Mart 2007 günü, Rebeka firmasında çalışan 100 e yakın işçi, yasal olarak mesai ücretlerinin hafta içinde %150 oranında zamlı ödenmesi gerektiğini ve zorunlu mesailerin kaldırılması talebi ile iki saat iş bıraktılar. İşçiler, aynı anda notere başvurarak, durumlarını anlatan bir belgeyi tasdik ettirdiler. Rebeka işçilerinin doğal hakkını arama refleksi ile başlattıkları bu eylem, benzer veya daha kötü koşullarda çalışan diğer firmalarda çalışan işçileri tetikledi ve ikinci gün,  Mersin Serbest Bölge’de bulunan tüm işyerlerinde işçiler iş bırakarak direnişe geçtiler.

Eylem, hiçbir hazırlık yapılmadan, önceden planlamadan ve ani bir patlama sonucu kendiliğinden otaya çıkmış; diğer firmaların işçileri, sokakta toplanan işçilere katılmışlardır. O ana kadar grevleri, direnişleri sadece televizyondan izlemiş olan işçiler, örgütsüz bir şekilde, ne yapacaklarını bilmeden eyleme kalkışmış; bu yüzdendir ki, ilk günü, kargaşa içerisinde, oradan oraya koşturarak geçirmişlerdir.

Günlük işçi basını aracılığı ile yapılan haberlerin anında işçilere ulaştırılması, sınıfın devrimci partisinin işçilerin yaşam alanlarına giderek ve ileri işçilerle temas kurarak eylemin örgütlü bir şekilde ve işçilerin kuracağı komite ile sürdürülüp güvenceye alınmasına yönelik yardımları sonucu, kargaşa hali, yerini bilinçli davranışlara bırakmıştır. Eylemin ikinci günü, 6 kişilik eylem komitesi, akşama doğru ise, her işyerinden bir veya iki kişi olmak üzere 50 kişilik bir alt komite oluşturularak, eylemin daha planlı ve etkili bir şekilde devam etmesi sağlanmıştır. Gündüz saatlerinde eylem yapan işçiler, akşam BES, Eğitim-Sen ve Petrol İş sendika salonlarında toplantı yapmış, eylemin gidişatını değerlendirmiş ve eylemi daha iyi organize etme ve kendi kendisini yönetmede ciddi mesafeler almıştır. O güne kadar birbirlerini hiç tanımayan, farklı firmalarda çalışan işçiler, mücadele içerisinde kendi aralarında kaynaşmış, sorunlarının aynı olduğu ve bir arada hareket ettiklerinde devasa bir güç oluşturduklarının farkına varmışlardır. İlk gün işçilerin eylemini önemsemeyen, “Nasıl olsa bir iki gün bağırıp çağırırlar, daha sonra da işe geri dönerler” diye düşünen patronlar, eylem bir haftayı bulunca kaygılanmaya başlamışlar, zaman zaman arabulucular ile görüşme talebinde bulunmuşlardır. İşçiler de, aslında, eylemin bir gün süreceğini zannederek eyleme katılmışlardır. Ne var ki, eylemin işçilerde yarattığı etki, ileri işçilerin öne çıkması, eylem esnasında işçilerin kendi güçlerinin farkına varması ve özellikle de 2–3 bin işçinin taleplerinin işçi komitesi tarafından doğru formüle edilmesi, işçilerde hak alınana kadar eylemi sürdürme tutumunu geliştirmiştir.

Tekstil patronlarının, işçilerin karşısında ortak bir tutumla (sınıf tutumu) hareket etmeleri ve işçilerin eylemini boşa çıkaracak manevralar yapmaları, işçilerinde onlara karşı yeni mücadele yöntemlerini geliştirmesine neden olmuştur. İşçiler, giderek, karşılarındaki gücün bir günlük eylemle dize gelmeyeceğini, patronların örgütlü gücü karşısında işçi sınıfının örgütlü gücünün şart olduğunu ve Serbest Bölge’de iş bırakmayan tüm işçilerin iş bırakması gerektiğini, ama bunun için de önceden hazırlık yapmak gerektiğini tartışmaya başlamışlardır.

 

KİM, KİMİN HİZMETİNDE..

İşçilerin Türk-İş temsilciliği aracılığı ile ulaştıkları Mersin Valisi’nin “işçi ile patron arasına giremeyeceğiz, biz taraf olamayız” sözleri, mücadeleci işçilerin, aslında valinin de patronlardan yana taraf olduğu fikrini edinmelerine yol açmıştır. Mersin valiliğinin Serbest Bölgedeki hukuksuzluğu, yasa dışılığı, kentin en yetkili mülki amiri olarak işçi ile patron arasındaki normal bir durum gibi görmesi, kimin valisi olarak davrandığının bir işareti oldu. Serbest Bölge’deki Cami hocasının, namaz esnasında ve vaazında: “Yaptığınız dinen suçtur, 3 gömlek dikip 5 gömlek parası istiyorsunuz. Bu günahtır” diyerek işçileri suçlaması, patronların dini ve din görevlilerini de kendi çıkarları için nasıl kullandığını göstermesi bakımından öğretici olmuştur. Yine işçiler, ülkenin güvenliği ve halkın emniyeti için görev yaptığını düşündükleri kolluk güçlerini sürekli karşılarında görmüş ve güvenlik güçleri tarafından defalarca tehdit edilmişlerdir. Bu durum, özellikle ülkücü olarak bilinen işçiler tarafından ciddi soru işaretlerini beraber getirmiştir. Birçok işçi, bu zamana kadar kutsadığı devletin kurumlarının gerçek işlevini ve patronlarla (sermayeyle) olan ilişkisini, bu olaylarla daha iyi anlamaya başlamıştır. İşçiler, tüm siyasi partileri ziyaret ederek, kendilerini desteğe çağırmalarına rağmen, MHP’nin destek vermemesi, Ülkü Ocağı kültürüyle büyüyen genç işçilerin, Ülkü Ocakları tarafından “eylemi bitirin” şeklinde uyarılmaları; ülkücü genç işçilerin MHP’nin gerçek yüzünü görmesi bakımından öğretici olmuştur. İşçilerin bir haftalık eylemlerinden dolayı ziyarete gelmek durumunda kalan AKP il başkanının, patronların vergi gibi birçok sorunu olduğunu, patronların sorunlarını çözdükleri takdirde işçilerin taleplerinin karşılanacağını söylemesi, işçiler tarafından yuhalanmasına neden olmuştur. Birçok işçi, “Siz patronlardan mı yanasınız, şimdiye kadar neredeydiniz? Bizler için 4 yıldır ne yaptınız?” diye tepki göstermiş, yuhalama ve ıslık sesleriyle protestolarını sürdürmüştür. Bunun üzerine AKP’liler, eylem alanını terk etmek durumunda kalmışlardır. AKP’nin, işçilerin eylemini destekleme adıyla gerçekleştirdiği ziyarette dahi patronlardan yana tutum alması, AKP’ye oy veren çok sayıda işçinin de, AKP’nin gerçek niyetini anlamasını sağlamıştır.

 

VE EYLEM SONLANIYOR…

Mersin Serbest Bölge’de çalışan 3 bin işçi, bir haftayı aşkın hak alma mücadelesini sürdürdü. Patronların, servis araçlarını kaldırması ve işçilerin arasına şefleri göndererek yürüttükleri ikna çabaları ve çeşitli oyunları, işçiler tarafından boşa çıkartıldı. Bir hafta boyunca işçiler, kendi imkânlarıyla serbest bölge önüne gelip eylemlerine devam ettiler. İşçiler, eylem boyunca resmi makamları göreve çağırdı. 37 tekstil firması hakkında suç duyurusunda bulundu. Her işyerinde 2–3 işçinin görevlendirilmesi ile hazırlanan dilekçeler altına imza alınıp, Adana Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne ve Mersin SSK’ya başvuruda bulunuldu. SSK bildirimi yapılmadığı, ücretlerin sürekli geç ve asgari ücretin altında ödendiği, günlük normal çalışma sürelerinin üzerinde çalışıldığı ve yapılan fazla mesai ücretlerinin eksik ödendiği ilgili kurumlara iletildi. Ancak işçiler lehine herhangi bir adım atılmadı. Türlü oyunlara karşın, işçilerin eylemini kıramayan Mersin Serbest Bölge patronları, işçilere bıçak ve cam parçalarıyla saldırdı. Tüm saldırılar sonucunda geri adım atmayan işçilerle, sonunda patronlar görüşmek durumunda kaldı. İşçiler arasından seçilen altı kişilik komite, patronlarla, işçilerin talepleri hakkında iki kez görüşme yaptı. Görüşme esnasında bazı patronlar, işçilerin taleplerini sözlü olarak kabul etti. Bazıları talepleri kabul etmezken, bazıları da görüşmediler. İşçiler ise, tüm patronlar aynı anda talepleri kabul edene kadar eyleme devam etme kararı aldılar.

Ancak giderek işçilerin cebindeki 3–5 kuruş da suyunu çekmeye, saflar dağılmaya başladı. Yol parası olmadığı için eylem yerine gelemeyen, simit parası olmadığı için aç kalan işçinin eylemde direngenliği zayıfladı. Dışarıdan da ciddi bir destek alamayan işçiler, eylem uzadıkça maddi sorunlarla karşılaşmalarını ve bazı patronların da talepleri kabul etmesini göz önüne alarak, eylemi sonlandırma kararı aldı. Her işyerinden bir işçi temsilcisinin bulunduğu geniş heyet ile değerlendirme yapan işçiler, “toplu eylemi bitirme, bundan sonra işten atılanlarla eylemi devam ettirme” kararı aldılar. İşçilerin işbaşı yapması üzerine, bazı firma sahipleri kimi işçileri işe almayarak işten attı. İşten atılan işçiler, işe dönme mücadelesi sürdürme kararı aldı.

İşçiler eylemi bitirirken dahi, patronlar karşında “birlikte başladık, birlikte bırakalım, gerektiğinde tekrar birlikte eylem yapalım” görüntüsünü vermeye özel önem gösterdiler. Ve “Artık Mersin Serbest Bölge eskisi gibi olmayacak. Bizler bir haftalık eylem sürecinde çok şey öğrendik. En önemli kazanımımız, birlikte hareket etmek ve sesimizi tüm Türkiye’ye duyurmak oldu” dediler. Eylemi bitirmenin mücadeleyi bitirmek anlamına gelmediği söyleyen işçiler, mücadeleden vazgeçilmeyeceğini, işten atılanlar için hukuk mücadelesinin ve işe geri dönme mücadelesinin sürdürüleceğini, ayrıca Serbest Bölge’ye sendika sokma çabalarının da süreceğini belirttiler. İşçi temsilcilerinin aldığı kararı, işçilerin sözcüsü şöyle açıkladı: “Birçok firma sahibi işçilerin haklarını kabul etti. Hep bizi 3 gün işbaşı yapmadığımızda işten atmakla tehdit ettiler. Ancak toplu hareket edince işten atmanın kolay olmadığı görüldü. Eylemimiz kendiliğinden başladı ve uzun sürdürmenin yeterli hazırlığı yapılmadı. Eylemimizi güvenceye alacak bir sendikal aracımız da yok. En önemlisi de, patronlara, işçinin karar alıp iş bırakarak toplandığını ve karar alıp dağıldığını göstermemiz lazım. Patronların, ‘işçiler parçalandı, kendiliğinden dağıldı’ dediği bir tablonun yaşanmaması için biz topluca iş başı yapıyoruz.

 

EYLEM BİTTİ PATRONLARIN SALDIRILARI BİTMEDİ

Birçok firmada işçi temsilcisi veya sözcüsü olarak bilinen veya basına açıklama yapan işçiler işten atıldı. İşten atılan toplam işçi sayısı 500’ü buldu. İşçilerin evlerine gönderilen tebligatlarda, ‘üç gün işe mazeretsiz gelinmediği için iş akitlerinin feshedildiği’ belirtildi. Konteks firmasında çalışan işçiler, işe başlamak için gittikleri atölyede, hakaret ve saldırıya uğradılar. Serbest Bölge İşverenleri Derneği ise, büyük işletmelerin öncülüğünde işverenler arasında bir protokol imzalayarak, eylemde öne çıkmış işçileri işe alan işverenlere yaptırımlar uygulama kararı aldı. Belki de ilk kez yaşanan bir uygulama da, küçük bir işletme sahibinin, eylem komitesi başkanı ve bir grup işçiye boş bir atölye vererek, burayı işletebileceklerini söylemeseydi. Hatta bu kişi, ileri işçilere, isterlerse sendika kurabileceklerini, sigortalı çalışabileceklerini taahhüt etmişti. Bu kişinin, işçi temsilcisi olarak öne çıkanların kimini şef, kimini müdür yapması, komitedeki işçilerin, işten atılan diğer işçilerle fabrika önünde devam etmeyi planladıkları eylemlerinin gerçekleşmesini engellemiş, yatıştırıcı/dağıtıcı sonuçları nedeniyle, işveren derneği de, tersine kararına karşın, bu gelişmeye sessiz kalmıştır.

 

EYLEMLE BİRLİKTE SENDİKALAR YENİDEN TARTIŞILDI

Mersin Serbest Bölge işçilerinin eylemleri, sendikal örgütlenmenin bugünkü sorunlarının olduğu kadar, işçilerin sendikalardan beklentilerinin ne olduğunu da yeniden gündeme getirdi. Bugüne kadar Serbest Bölgeler, sendikaların ilgi alanlarının dışında kalmıştır. Ancak, Mersin Serbest Bölge işçilerinin eylemi ile, hem sendikalar, hem de işçiler, sendikalaşıp sendikalaşmamayı yoğun bir şekilde tartıştılar. İşçiler; “biz eyleme geçtik, sendikacılar gelsin bizi üye yapsın ve yetkiyi alsın!” diye beklerken, sendikacılar ise, “işçiler kararlı mı?” “gerçekten sendikalaşmak istiyorlar mı?” biçiminde olaya yaklaştılar. Tekstil işkolundaki sendikalar; “O kadar işçinin noter masrafı şu kadar tutar. Yetki süreci bu kadar sürer. O zamana kadar da patron üye işçileri işten atar. Zaten konfeksiyon işçisi biraz oynak olur!” gibi açıklamaları ile, işe kâr-zarar çerçevesinde baktıklarını ortaya koydular. Ayrıca sendikalaşma sürecinin mevcut yasalardan dolayı uzun bir zaman dilimine yayılacağını ve sonucun belli olmadığını anlatarak, hem işçileri ürkütmüş, hem de kendilerinin de mücadele etmede korkak davrandıklarını göstermişlerdir. İşçileri üye yapmayı veya işçilerin mücadeleye hazırlanmasını sağlamayı ve sonuçta işçilerin sendikalara güven duymasını sağlamayı başaramamışlardır. Sendikacılar, ziyaret dışında işçilerin eyleminin başına geçmeyi, yeni bir mücadele için ellerinden geleni yapmayı, sendikasının ve üyelerinin bütün olanaklarını kullanmayı hiç düşünmemiştir. Hal böyle olunca, işçi kendi başına kalmış ve patronların sendikaları karalama propagandasından da etkilenmiş; sendikaların işçi haklarını savunmayan, hatta işçileri satan uygulamalara imza atan bozuk sicillerini de az-çok bildiğinden, sendikalaşma eğilimi zayıflamış ve önemli ölçüde sendikalaşmaktan geri durmuştur.

Ancak işçi hiçbir zaman sendikalaşmanın yanlış olduğunu veya sendikalaşmamak gerektiğini savunmamıştır. İşçi direnmiş, sendika ortada yok, işten atılmış, sendikayı yanında görmemiş, işyerinde çeşitli baskılara, hukuk dışı uygulamalara maruz kalmış, sendikaların haberi olmamış ve böyle olunca sendikaya olumsuz bakmıştır. Serbest Bölge işçileri; direnişteki en önemli kazanımları olan birlikte hareket etmeyi işyerlerindeki örgütlülüklerini koruyarak ve geliştirerek ileri taşıyamadıkları ve sendikalaşma konusunda adım atamadıkları için, direnişte bilinen sonuç yaşanmıştır.

Eyleme kalkan, direniş boyunca kendi kendisini yöneten işçiler, aynı tutumu sendikalaşma konusunda gösterememişlerdir. Bu da, şu ana kadar sendikaların işçilere yanlış anlatılmasından, işçinin sendikaları, vekâlet verilen ve müvekkil haklarını savunan avukat gibi algılamalarından kaynaklanmıştır. Geleneksel olarak bilinen sendikacılık çizgisi, buradaki işçiler tarafından da “sendikalar gelip başımıza geçseler, bizi üye yapıp noter masraflarını karşılasalar, bu iş biter” şeklinde yaşanmıştır. İşçiler, örgütlenme ve bilinç düzeylerinin elverdiği her şeyi bir yanıyla yapmışlardır. Ancak sendikalar, işçi komitesi ile görüşmelerine ve işçilerin topluca sendikaya üye olma imkânları bulunmasına rağmen üzerlerine düşeni yapmamışlardır. Bunun olabilmesi için, mevcut sendikacılık anlayışı ve kültürünü aşan bir mücadele ve çaba içinde olmak gerekiyor. Zaten sendikal mücadelenin ileriye dönük bir hamle yapabilmesi ve yeniden inşa edilebilmesi ancak böyle sağlanabilecektir.

İşçi cephesinden ise, sendikalaşmak için bizzat işçilerin kendilerinin sorumluluk alması gerektiği, sendikanın kendileri olduğu fikrinin egemen kılınması lazım. Eylem esnasında yapılan kimi tartışmalarda bu konuşulmuş, ama genel bir eğilim haline gelmemiştir. Ciddi bir işçi hareketi yakalanmış, ancak eskimekte olan çürüyen mevcut sendikal yapıyı değiştirecek bir noktaya taşınamamıştır. Mücadelede öne çıkan işçi temsilcileri ve liderleri, sendikal mücadele ve örgütlenmeyi yeniden inşa etmenin dayanağı haline getirilememiştir. Yeni bir sendikal mücadelenin genç işçilerin omuzlarında yükseleceği ve bunun için uzun süreli sabırlı bir mücadele yürütmek gerektiği fikri yeterince bilince çıkarılamamıştır.

 

GÜNLÜK İŞÇİ BASINININ ÖNEMİ

İşçilerin eylemi her gün yalnızca Evrensel’de yer bulabildi. Günlük işçi basını, yaptığı haberlerle, her günkü gelişmeleri aktardı ve bir gün sonra nelerin yapılacağı konusunda yol gösterici oldu. Eylemin ilk gününden itibaren yanlarında olan Evrensel gazetesi, işçilerin en güvendikleri dayanak oldu. İşçiler, her gün onlara ulaşan Evrensel gazetesinde kendilerini gördü, köşe yazılarını okudu ve direnişlerini anlatan yazıları tartıştı. Birçok işçiyle röportaj yapılması, mektup alınması, işçilerle gazete arasında güçlü bir bağ kurdu. İşçilerin görüşlerini, mektuplarını ve eylemin ayrıntılarını işleyen gazete, her sabah işçilerin rehberi oluyordu. İşçiler, günlük gelişmeleri ve bir gün önce nelerin olduğunu, sabah okudukları işçi basınından takip ettiler. İşçi basınının patronlar derneği ile görüşerek ikinci gün yayınladığı patronların açıklamalarını okuyan işçiler, hemen gazete aracılığı ile patronlara cevap verdiler. İşçilerin sınıf bilincinin gelişmesi ve birleşmiş bir güçle tüm ülke düzeyinde sermayenin karşısına dikilmeleri fikrinin yaygınlaşmasında, gazetenin önemli bir etkisi oldu. Gazeteyle işçiler, kurtuluş yoluna kafa yordu, bilinç ve düşünce oluşturmada ileri adımlar attı. Serbest Bölge’de çalışan işçilerin yüzde 60’ını, zorunlu göç nedeni ile Mersin’de yaşamakta olan Kürt işçileri oluşturmaktaydı. Eylemler boyunca, Kürt işçiler, aynı zamanda Newroz haberlerini de Evrensel’den takip ettiler. Türk işçilerinin ise, hem Kürt sorununu sahiplenen, hem de işçi sınıfının sesi olan bir gazeteyle tanışmalarıyla önyargıları belirli ölçüde kırıldı. Gazete aracılığı ile işçiler, ülkenin başka yerlerindeki işçilerden haberler aldılar, onların eylem ve direnişlerini takip ederek, gazete aracılığı ile bir haberleşmeyi ve bir birlerinden öğrenmeyi sağladılar.

 

SINIF PARTİSİNİN ÇALIŞMASI, ETKİLERİ VE EKSİKLER

Mersin Serbest Bölge’de gelişen işçi hareketi, sınıf partisinin öngörülerini doğrulamıştır. Daha önce, çeşitli yayınlarda ve parti genelgelerinde, özelikle de OSB’lerde, serbest bölge gibi alanlarda özel bir çalışma yürütülmesi, bu alanlara dönük teşhir-ajitasyon faaliyetinin artırılması, işçilerin örgütlenmeleri bakımından daha girişken, daha bir özenle hazırlanmış taktikler geliştirilmesi gerektiğine dikkat çekilmişti. Sınıf partisinin, her küçük gelişmeden yaralanmayı bilen, daha sistemli ve biriktiren, sabırlı ve inisiyatifli bir taktik mücadele çizgisini ısrarla bu alanda uygulamasına vurgu yapılmıştı. Ancak, sınıf içindeki çalışmada partinin taktiğini uygulamada, günlük işlerle oyalanmama, ortalık çalışmasında kurtulma ve istikrarlı, sistemli bir çalışma yürütmede halen ciddi sorunlar yaşamaktadır.

Mersin Serbest Bölge’de aynı sorun yaşanmıştır. Partinin buraya yönelik önceden kayda değer bir çalışmasının olmayışı, sadece birkaç bireysel ilişkiyle sınırlı oluşu, bu ilişkilerin verdiği bilginin dışında geniş bir bilgiye sahip olmaması ve işçilerin ruh haliyle acil taleplerini bilecek bir pozisyonda olmaması, eylemin seyrini etkileyecek ve belirleyecek imkânlardan da yoksun kalınmasını da koşullamıştır. İşçi sınıfının kendiliğinden hareketine sonradan katılmak, işçi hareketine katılmak anlamına gelmiyor. Kuşkusuz, burada kendiliğinden hareketin önemsizliği ve küçümsenmesi anlatılmamaktadır. Vurgu yapılmak istenen, sınıf partisinin, sadece işçiler eyleme geçtiğinde onların yanında olmakla, onların eylemini yönlendirmekle, kendisini, görevini yerine getirmiş sayamayacağıdır.

Sınıf partisi, eylem esnasında asıl belirleyici olanın, işçilerin birlik ve bütünlüğü olduğunu sürekli dile getirdi, buna uygun bir tutum takındı. Parti, gerek sendikalaşma konusunda, gerekse de eylemin bitirilmesi konusunda açık yüreklilikle düşüncesini belirtmiş, doğru olanın ne olacağını açıklamış, ancak izlenecek yol ve alınacak karar konusunda işçilerin birliğinin korunmasını ve karara uyulmasını savunmuştur. Hiçbir gelişmenin işçilerin birliğini bozmaması konusunda gerekli hassasiyeti göstermiştir. Devrimci işçi partisi, Evrensel ile başlayan ilişkiyi ikinci günden itibaren partiyle devam ettirmiş, işçi kahvehanelerine giderek, işçilerle eylemin başarıya taşınmasını tartışmıştır. Türk ve Kürt işçiler, sınıf partisinin kendileriyle birlikte sabahtan akşama kadar güneşte yanıp, yağmurda ıslanarak mücadelelerinde başarılı olmaları için çaba sarf ettiğini gördüler ve partiye karşı olumlu duygular beslediler. Yine çok sayıda Kürt işçi, bir taraftan iş ve ekmek mücadelelerinde partiyi sürekli yanlarında görmüş, diğer taraftan Kürt sorunundaki duruşunu gördükçe, partiyi daha çok kendilerinden saymışlardır. Türk işçiler ise, Mersin’de düzenlenen Newroz mitinginde sadece EMEP’in Serbest Bölge işçilerinin sorunlarını kürsüden dile getirdiğini, mitinge katılan Kürt işçilerden öğrendiler. Birçok işçi parti binasını ziyaret etmiş, partililerin evlerine misafir olmuştur. Bazı işçiler, parti binasında asılı olan işçi resimlerine şaşırarak bakmış, kafalarında kurdukları ve yanlış anlatımlar üzerine oluşturdukları önyargılardan kalkarak bekledikleri partiden farklı ve kendileri gibi sade partililer ve parti binası ile karşılaşmış ve şaşkınlıklarını gizlememişlerdir. İşçiler, “solcu”, ürkütücü ve devrimci marşların çalındığı bir yer beklediklerini ifade etmişlerdir.

Bazı öncü işçiler, yaklaşan 1 Mayıs’ın “solcu bayramı” değil, işçi bayramı olduğunu ve tarihi üzerine edindikleri bilgilerden sonra, 1 Mayıs’ı komünist bayramı olarak öğrendiklerini ve sürekli olaylar çıkan bir gün olarak bildikleri, ayrıca solcuların ve Kürtlerin ülkeyi bölmeye çalışan kişiler oldukları düşüncesini belirtmişler ve ancak yanıldıklarını, Emek Partisi’nin işçilerin partisi olduğunu söylemişlerdir. Yine sınıf partisi, partili avukatlar aracılığı ile işçileri sık sık yasal hakları ve sendika konusunda bilgilendirmiş ve eyleme Mersin halkının desteğinin sağlanması için çaba sarf etmiştir.

 

SONUÇ OLARAK

Mersin Serbest bölge işçileri birçok önyargıyı kırarak, birleştiklerinde nasıl bir etki yarattıklarını göstermişlerdir. Sendikal hareketin de ancak buralardan yenilebileceği bir kez daha görülmüştür. Ancak mevcut sendikal bürokrasiyi geriletecek ve sendikalara taze bir kan akıtacak şekilde hareket değerlendirilememiştir. Bununla birlikte, sınıfın ileri kesimleri açığa çıkmış ve mücadele içerisinde eğitim görmüş ve deneyimleri artmıştır. İşçiler kitlesel bir çıkış gerçekleştirmişler, bir hafta boyunca Serbest Bölge’nin önünü miting alanına çevirmişler, ancak yenilgiyi (kuşkusuz birçok kazanım da sağlanmıştır) engelleyecek bir pozisyona geçememişlerdir. Bu sonuçta, en çok, işçilerin sendikal ve siyasal örgütlenme ve mücadele deneyim ve birikimlerinden yoksun olmaları rol oynamıştır. Bir hafta boyunca süren bu kahraman direniş bir kere daha gösterdi ki, bir süre daha işçiler, düşe kalka, yenilgiler yaşayarak ilerleyecek, nehirler yataklarına er geç nasıl ulaşırlarsa, hedeflerine öyle ulaşacaklardır.

Son olarak, şu noktalara dikkat çekerek bitirmeliyiz:

1. Mersin Serbest Bölge, bir yanıyla düzensiz, kuralsız çalışma koşullarının olduğu ve buna bağlı olarak işçilerin sürekli bir yerden çıkıp başka bir yerde işe girdikleri bir yerdir. Aynı zamanda burası, yolsuzluk ve kara para aklamayla anılan, “Buffalo” gibi kimi kaçakçılık operasyonlarına da haber konusu olmuştur. Bu nedenledir ki, atılan 500 işçi, bir süre sonra yeniden patronlar tarafından işe çağrılmıştır. Diğer sendikalaşan işyerlerinde bunu görmek mümkün değildir. Bu eylemler içerisinde öne çıkmış ileri işçiler, yine üretimin başına geçmişlerdir. Genç işçilerin gerek sınıf partisi olarak örgütlenmeleri, gerekse sendikalaşmaları açısından bu durum bir avantaja çevrilmeli ve serbest bölgeye dönük günlük istikrarlı bir çalışma gerçekleştirilmelidir.

2. Serbest Bölge’deki işçilerin ezici bir çoğunluğu gençtir. Sınıf mücadelesi ve tecrübesinden yoksundur. İşçilerin yarısı Kürt kökenli ve ulusal kurtuluş mücadelesinden etkilenen gençlerdir. Bir diğer yarısı ise Türk’tür ve çoğunlukla ilçelerden gelip üretime katılmış, Türk milliyetçiliğinden etkilenmiş gençlerdir. Üstelik eylem içerisinde konuşan bu gençler, öncesinde Ülkü Ocakları’nın işyerlerinde örgütlendiğini belirtmişlerdir. İşyerlerinde reisler belirlenmiş, ama bir süre sonra, kimi kirli işler nedeniyle bu gençlerin önemli bir bölümü ocaklardan kopmuştur. Oylarını ise, çoğunlukla Genç Parti’ye vermişlerdir. İşçilerin talepleri için yapılan eylemde kardeşleşme sağlanmış; Kürt genç işçiler, eylemin meşruluğunu da düşünerek, milliyetçi düşünceden gençlere eylemin sözcülüğünü bırakmışlardır. Bunlar, geleceğe yönelik önemli göstergelerdir ve doğru yaklaşıldığında –ki hak arayışındaki işçilerin tutumları bu doğrultuda olmuştur–, işçilerin mücadeleci birliklerinin sağlanmasının, bu süreçte milliyetçi vb. önyargıların kırılmasının nesnel dayanaklarının güçlülüğüne işaret etmektedir.

3. Olağan bir günde sorulsa, “serbest bölgeden bir şey çıkmaz” diye yanıtlayan partililer ya da kimi sendikacılar, eylemler patladığında hızla harekete geçmişler ve serbest bölge etrafında bir mücadele birliği örgütlemeye çalışmışlardır. Eylemlerin durulduğu bu dönemde, eylemlerde ortaya çıkan ileri öncü işçilere dayanarak yürütülecek günlük bir çalışma, hazırlık ve güç biriktirme faaliyeti, aynı zamanda, çalışma tarz ve alışkanlıklarımızın da yenilenmesini zorunlu kılmaktadır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑