Seçimler, Gençlik ve Sorunlar

Ülke cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde, “dinci bir cumhurbaşkanı” seçtirmemek amacı ile genelkurmay tarafından verilen muhtıranın ardından genel seçim sürecine girdi. Bu sürece damgasını vuran, başlangıçta “laik-dinci” çatışma ve bölünmesi oldu. Genelkurmay ve onun politikası peşine takılan parti ve örgütlerin, modern yaşamın tehlikeye girdiğine inandırılan kitleleri peşlerine takarak yaptıkları mitingler, seçim süreci ile birlikte noktalandı. Ancak sonrasında, “laik-dinci” bölünmesine, “tırmanan terör” bahanesi ile kışkırtılmasına hız verilen “terörizme karşı mücadele” de eklendi ve milliyetçilik dalgası zaman zaman olduğu gibi yeniden tırmandırıldı. Milliyetçilik dalgasının yakın geçmişte gerici parti ve akımları güçlendirmede, devleti “toparlamada” sağladığı imkanın görülmüş olması, denenmiş bu yolun yeniden ve etkin bir biçimde kullanılmasını gündeme getirdi.

Bu kargaşa ve gerilimin içinde aşağı yukarı tüm partiler seçim bildirgelerini peşpeşe açıkladılar. Sermayeyi, devleti ve düzeni savunan partiler, bu bildirgelerde halka ve gençliğe bol bol vaadlerde bulundular. Ancak sermaye ve düzen partilerinin seçimler öncesinde halkın taleplerini istismar etmesi, sonrasında tüm söylediklerini yalayıp yutması, seçim dönemlerinin alışıldık manzaraları arasındadır. İşçi sınıfı ve emekçi hareketini temsil eden Emek Partisi de bu seçimlere katılıyor ve ayrıca demokrasi ve barış davasını savunan partilerle birlikte halka bağlı bağımsız adayları destekliyor.

Kuşkusuz bu seçim sürecinde, partilerin kazanmak için gözlerini diktikleri toplumsal kesimlerin başında gençlik gelmektedir. Bu seçimlerde, yaklaşık üç milyon genç ilk defa oy kullanacak. Ancak gerici akımlar, özellikle bunlardan bazıları tarafından, gençlik, sadece seçmen olarak değil, bu akımların aktif militan gücü olarak da kazanılmak ve yedeklenmek istenmektedir. Bu akımlar gençliğin gücünü ve dinamizmini bilmekte, sadece bu dinamizmi pasifize etmek için değil, gençliği gerici akımların aktif militan gücü ve militanları olarak kazanmak için de hamle yapmaktadırlar.

Ülkenin politik tablosuna bir göz attığımızda, gençliğin başlıca iki akım tarafından kazanılmak ve yedeklenmek istendiğini görmekteyiz. Bu akımlar “dincilik” ve “milliyetçilik”tir. Bu akımların gençlik içerisinde aldıkları mesafe oldukça fazladır. Bu akımların gençlik içerisindeki etkisi ile kıyaslanınca, ilerici düşünce ve akımların gençlik içerisinde sözü edilebilecek ciddi bir etkiye sahip olduğundan ne yazık ki söz edilmeyeceği gibi, bununla ilişki içerisinde, gençlik kitlelerinin kendi talep ve özlemleri ile harekete geçmesinden, bağımsız bir gençlik hareketinin varlığından söz de edilemez.

Gençlik içerisinde “etkili” olduğunu iddia eden ilerici parti ve akımların gençlik içerisindeki etkileri, “marjinal” denebilecek pozisyondadır ve ortada “kendilerinin çalıp, kendilerinin oynadıkları” bir durum bulunmaktadır. Kuşkusuz bunun nedeni gençlik yığınları değil, bu kesimlerin gençliğe yaklaşımlarındaki yeteneksizlik, cesaret ve inisiyatif eksikliği, gençlik kitlelerine gitme ve onları kazanma konusunda gösterdikleri anlayışsızlıktır.

Oysa bugün gençlik, geleceksizliğin kendisine kader olarak dayatılığı, işsizliğin kemirdiği, kaliteli bir eğitim olanağından yoksun, insanca bir yaşam sürdüremeyen, umutsuzluk içerisinde olan bir kesim durumundadır. Açıkçası, gençlik toplumsal yozlaşma ve çürümeden nasibini bol bol almaktadır. Gençlik eşit olmayan koşullara, geleceksizliğe, horlanmaya, insanca olmayan yaşam koşullarına öfke duymakta, bir kısmı isyanını ve enerjisini boşaltanalanlara–uyuşturucu, çeteleşme vb.– yönelmekte, önemli bir kısmı da kendisine alternatif olarak sunulan dinci-milliyetçi ideolojilere kapılmaktadır. Gençlik, duyarlılığı ve onuru ile bağımsız ve gururlu bir ülke istemekte, ancak bu isteği suistimal edilerek, kendisine, Kürtlere ve diğer uluslara düşmanlık temelinde gerici bir milliyetçilik dayatılmaktadır.

Oysa devrimci çalışma ve dünyayı dönüştürmenin temel koşullarından birisininin gençliği kazanmak olduğunu devrimci ve ileri çevreler çok iyi bilmektedirler. Ancak bugün sorunu doğrudan ortaya koymak gerekirse, gençliğin dinamik kesimleri, bugün, devrimci çalışmanın, işçi ve emekçi halkın yedek gücü değil, gerici, milliyetçi çevrelerin yedek gücü durumundadır. Kitlesi küçümsenemeyecek bir gençlik kesimi de yozlaşmanın, uyuşturulmanın girdabına sürüklenmiş durumdadır.

Bugün şu gerçek açık seçik teslim edilmek durumundadır ki; parti, gençlik içerisinde onu kazanacak ve örgütleyecek, kitlesel bağımsız bir gençlik hareketinin yolunu açacak bir çalışma ve eylem içerisine girmeden, ülkenin hiçbir temel sorununda sözü edilmeye değer bir rol oynayamaz, hele devrim ve sosyalizm gibi amaçları gerçekleştirmeyi hayal bile edemez. İşçi, öğrenci ve işsiz gençliğin ana kitlesini kazanmak için harekete geçmeyen, çalışmasını ve eylemini buraya oturtmayan, kendisini sürekli olarak genç ve taze güçlerle beslemeyen bir partinin, bu konularda söz etmeye değer bir iddia sahibi olamayacağı anlaşılmak zorundadır.

Şunları hatırlamak bile yeterince uyarıcı olmalıdır; Hrant Dink’i öldürmek için bulunan tetikçi henüz 18’ine bile basmamıştır. İtalyan rahibi vuran gencin durumu daha farklı değildir. Malatya’da misyonerlik faaliyetleri nedeniyle katledilenleri öldürenler de gençlik arasından devşirilmiştir. Bu örnekler çoğaltılabilir. Ama işin önemini anlamak için sanırız yeterlidir. Dini ve milliyetçiliği kullanan akım ve partiler, gizli-açık çeteler, gençliğin dinamizmini, atılganlığını, kendini feda edebilmesini sonuna kadar kullanmakta; bu gençleri, gençliğin eşit, sömürüsüz, özgür bir gelecek idealine karşı savaşan militanlar olarak, yani gençliğin geleceğini karartan savaşçılar olarak gençliğe karşı örgütlemektedirler.

Bu zeminin oldukça kaygan bir zemin olduğu, gerici, faşist hareketleri güçlendirdiği, böylesi bir gelişmenin ivme kazanması durumunda, işçi ve emekçi halkın önüne kapkara bir gelecek konulması tehlikesinin büyüdüğü görülmek zorundadır. Gençlik kendi geleceğinin celladı mı olacak, yoksa kendi geleceği de dahil olmak üzere işçi ve emekçi halkın, yani kendi ana ve babalarının kurtuluşunda, ülkesinin dönüşümünde sorumluluk üstlenerek, dev bir rol mü oynacaktır? Bugünün kilit sorunu budur ve bu sorun, olumsuz değil, olumlu yönü ile bir çözüme kavuşturulmak durumundadır.

Tarihsel bir iyimserlikle bu sorulara peşinen olumlu bir yanıt verilebilir, gençliğin geçmişte yaptıkları sayılıp, dökülebilir. Muhtemelen söylenen herşey de doğru olur. Ancak bugünün gerçekleri ve yakın tehlikeler söz konusu olduğunda, bu soruna ciddiyetle yaklaşılması, durumu değiştirecek bir sorumluluk ve bilinçle hareket edilmesi gerektiği ortadadır. Hitler’in SS’leri, Mussolini’nin kara gömleklileri, Başbuğ’un komandoları da gençlik içerisinden devşirilmiş; ilk iki örnekte, gençlik faşizmin kitle desteği, militan vurucu gücü olmuş, militarizme kapılarak, ömrünü ve geleceğini savaşlar içinde tüketmiştir. Son örnekte ise,
küçümsenmeyecek bir gençlik kesimi, ülkedeki bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi veren gençliğin ve emekçi halkın önüne dikilmiş, 12 Eylül askeri faşizminin yolunu açan süreçte gerici, halk karşıtı faşist bir rol üstlenmiştir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

Gerici, faşist, dinci akımlar gençliğe her şeyi vadetmekte, ama sonuçta geriye hayal kırıklığına uğramış, gençliğini ve geleceğini yitirmiş bir harabe bırakmaktadırlar. Oysa gençliğin bugün içinde bulunduğu duruma bakıldığında, onun, işçi sınıfı ve emekçi halkın evlatları olarak hareket etmek, sömürü ve baskıya, yoksulluğa ve işsizliğe, geleceksizliğe karşı çıkmak için tüm nesnel koşullara sahip olduğu görülmektedir. Bu koşulları anlamak için öyle derin araştırma ve incelemelere gerek de yoktur. Aklı başında, sorumluluk duyan her genç, çevresine irdeleyici bir gözle baktığında bu çıplak gerçeği görebilir.

Bu çıplak gerçek ana hatları ile kısaca çizilecek olursa, ortaya çıkan tablo şudur.

İŞSİZLİK VE GENÇLİK

Bugün ülkede işsiz kitleler içerisinde en büyük kesimi gençlik oluşturmaktadır. Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Mart ayında açıklanan işsizlik rakamlarına bir göz atmak bile durumu yeterince ortaya koymaktadır. Mart ayında genel olarak açıklanan resmi işsizlik rakamı yüzde 10.4’tür. Tarım dışı işsizlik oranı yüzde 13.1 olmuş, genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki döneme göre 0.3 puan artarak, yüzde 19.5’e yükselmiştir. Kentlerde bu oran daha da yüksektir. Kentlerde genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 21.3’tür.

Bu işsizlik oranının daha yakından incelenmesi durumunda, lise ve yüksek öğrenim yapmış gençler arasında işsizlik oranının oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Yani iş bulmak, bir geleceğe sahip olma güvencesine kavuşmak için yüksek öğrenim yapmak da yetmemektedir. Mevcut düzen, eğitimsiz gençlerin yanına eğitimlileri de koyarak, gençliğin geleceğini karatmakta, umutlarını yıkmaktadır.

İşbirlikçi sermaye partilerinin ayrımsız hepsinin, “serbest piyasa ekonomisi”ni daha iyi çalıştırmayı vadederek, gençliğin önüne “iş umudu” olarak koydukları program, yeni isdihdam olanakları açacaklarını, böylece gençliğin işsizlikten kurtulacağını savunan bir programdır. Bu “program”, Nasrettin Hoca’nın “peşin para”sı kadar gerçekçi ve uygulanabilirdir!

Oysa, gençliğe iş olanaklarının açılması, genç nüfusun istihdam edilebilmesi için “piyasa dışı” önlem ve programlara ihtiyaç vardır ve ülke bağımsız bir ekonomik yapıya kavuşmadan bunu gerçekleştirme olanağı bulunmamaktadır. Bu durumda, gençlerin önüne sosyalizm alternatifinin kestirmeden konulması, belki propaganda olarak bir değer taşıyan, ama politik gerçekler ve çalışma için fazlaca yararı olmayan bir “çözüm”dür.

Yapılması gereken, işsiz gençlik kitleleri içerisinde iş talebini yükselten, meslek öğretmeye yönelik yatırımların yapılamasını isteyen, 18 yaşını doldurmuş, iş bulamamış her gence işsizlik ödeneği verilmesi talep eden bir çalışma içine girilmesi, gençliği mahallelerde, sokaklarda kitlesel olarak harekete geçiren ve kazanan bir çaba içerisinde olunmasıdır. Seçim dönemi çalışması iyi değerlendirildiğinde geniş olanaklar sunmaktadır. İşsiz gençlik içerisinde çalışma, mahalle ve sokaklarda gençlik örgütünün gruplarını kurmak, onları kazanmakla olanaklıdır. Mahallelere ve sokaklara kadar örgütlenmeyen bir gençlik örgütünün işsiz gençlk ve semt gençliği içerisinde ciddi bir çalışma yürütmesi düşünülemez bile.

Türkiye genç nüfusunun fazlalığı, dinamik bir ülke olmakla övünmektedir, ama görüldüğü gibi, bu genç nüfusa verilen, işsizlik ve geleceksizliktir.

EĞİTİM VE GENÇLİK

Üniversite sınavlarının (ÖSS) yapılmasının üzerinden çok fazla zaman geçmedi. 1 milyon 639 bin genç, 195 dakikaya sığdırılan bir sınavla geleceğini belirlemeye mahkum edildi. Sınava giren bu gençlerden 356 bin 512’si devlet üniversitelerine, 35 bin 271’si vakıf üniversitelerine, 10 bin 745’i Kıbrıs’taki üniversitelere, 15 bin 880’i özel yetenek programlarına olmak üzere, toplam 418 bin 408’i üniversitelere girmeye hak kazanacak. Bunun anlamın, 1 milyon 200 bin gencin sokağa bırakılması, geleceğinin karartılmasıdır. Üniversiteye girebilen gençlerin istedikleri dallarda eğitim yapıp yapamadıkları, nasıl bir eğitim aldıkları ise ayrı bir sorundur.

Eğitimin her kademesinde olduğu gibi, yüksek öğrenim de giderek paralı ve pahalı hale getirilmekte, üniversiteyi kazanan bir emekçi çocuğunun önüne yüksek harç duvarları çıkmakta, beslenme ve barınma büyük bir sorun olmaya devam etmektedir. Eğitim müfredatı sürekli gericileştirilmekte, bilim dışı karanlık düşünce ve safsatalar sürekli müfredatın içine yerleştirilmektedir. İşbirlikçi egemen sınıfların öğrenci gençliği mahkum ettiği koşullar bunlardır. Gençler, pek çok durumda, tarikatların, diğer gerici örgüt ve akımlann kucağına itilmekte, onların “yurt” vb. olanakları, dışarıda kalmış gençler için kurtuluş olarak görülmektedir.

Partiler seçim bildirgelerinde bu sorunlara “el atmakta”, gençliğe daha da pahalıya  patlayacak çözüm ve programlar öne sürmektedirler. Örneğin CHP üniversite sınavının kaldırılacağını vadetmekte, çözümü, eleme sisteminin orta öğrenime doğru yayılmasında bulmaktadır! Yani yüz binlerce gence, daha baştan, “siz yüksek öğrenime gidemezsiniz” demektir bu. Bir diğer parti, MHP, dershanelerin paralı üniversitelere dönüştürülmesi vadetmekte, yaraya adeta tuz sürmektedir. Hükümet partisi AKP’nin pratiği ise zaten ortadadır. Hükümet dönemi boyunca, üniversitelere eğitim kalitesinin yükseltilmesi için hiçbir yatırım yapılmamış, YÖK sistemi korunmuş, üniversite kapılarında yığılma artmış, eğitimin her kademede paralı hale getirilmesi uygulaması sürmüştür.

Devlet üniversitelerinin merkezi bütçeden aldıkları pay her geçen yıl biraz daha kırpılırken, özel üniversiteler teşvikler ve vergi indirimleri ile beslenmektedir.

Buraya aldığımız bazı rakamlar, ülkede eğitim sisteminin durumu hakkında net bir fikir vermektedir. İlköğretimde devletin öğrenci başına yaptığı masraf (2002 rakamlarına göre) 730 YTL iken, özelde bu rakam 2492 YTL’dir. Mesleki ve teknik liselerde bu rakam, devlet olullarında 2234 YTL, özelde ise 4024 YTL’dir. Genel liselere ilişkin net veriler bulunmamaktadır. Ama durum farklı değildir ve üstelik bunların üzerine özel dershanelere verilen paralar eklenmektedir. Üniversitelerde öğrenci başına düşen harcama 5212 YTL olup, özel üniversitelere ilşkin bir veri bulunmamaktadır. Ancak bunların öğrenci başına teşvik aldıkları, çeşitli vergi indirimlerinden yararlandıkları, devlet bütçesinden pay aldıklan bilinmektedir. Eğitim harcamalarının GSYİH (gayrı safi yurt içi hasıla) içindeki payı, 2002 yılında 4.02 gibi çok düşük bir yüzdedir. Bu rakam, 1983 yılından beri yüzde 2 ile 4 arasında değişmektedir. Eğitim yatırımlarının konsolide bütçe içindeki payı ise 2002’de yüzde 1.3, 2003’te ise 1.1 olmuştur.

Genel olarak eğitimde, yörelere ve illere göre eğitimin kalitesi değişmekte, ekonomik olarak geri olan bölgelerde eğitimin kalitesi dibe vurmaktadır. Bu temel üzerinde yapılan üniversite sınavlarının, fırsat eşitliğinin olmadığı bir temelde yükseldiği açıkça görülmekte, üniversite sınavlarını kaldıracaklarını vaat edenler ise, bu yapıyı korumak ve geliştirmek dışında hiçbir şey vadetmemektedirler.

Okullar seçim döneminde kapalıdır. Ancak genel olarak öğrenci gençlik içerisinde yapılacak çalışma son derece önemli bir çalışmadır. Eğitimin her kademede giderek paralı hale gelmesine, üniversite sınavlarının kaldırılmasına, fırsat eşitliğinin sağlanmasına, eğitimin demokratikleştirilmesine, üniversitelerin özerkleştirilmesine vb. yönelik bir çalışma zorunlu ve gereklidir. Ayrıca vurgulamaya gerek yoktur ki, yüksek öğrenimli emek gençleri seçim çalışmalarına en ileriden katılmak, emek gençliği örgütlerinin yaygınlaşmasına, gençliğin kazanılmasına yardım etmek görevi ile karşı karşıyadırlar.

İŞÇİ GENÇLİK

İşçi gençliğin, emek gençliğinin ana gövdesini oluşturması gereken temel bir çalışma alanı olması nedeniyle, ayrı bir önemi bulunmaktadır. Genç işçiler, sınıfın en dinamik kesimlerini oluşturmaktadır. Ülkede organize sanayi bölgelerinin yaygınlaşması genç işçilerin sayısını fazla miktarda artırmış, bu siteler, adeta genç işçi cehennemleri olarak, ülkede gelişen kapitalizme genç işçilerin kanı ve canı ile hayat verir hale gelmişlerdir. Sendikasız, sigortasız, uzun çalışma günleri ile bu bölgeler, sınıf mücadelesinde önemli roller oynamaya aday durumdadır.

İşçi gençliğin yaklaşık yüzde 9O’ı sendikasız, sigortasız ve günde sekiz saatten fazla çalıştırılmaktadır. Asgari ücret, 16 yaşını doldurmayan işçiler için –çocuk demek daha doğru olur– aylık net 352.09 YTL, brüt 491.40 YTL’dir. 16 yaşından büyükler içinse, net 403.03 YTL’dir. (1 Temmuz’dan itibaren 419.15 YTL olacak.) Bunun adı sefalet ücretidir. İşbirlikçi sermaye, tüm işçi sınıfını ve emekçi halkı yoksulluğa ve açlığa mahkum ettiği gibi, genç işçileri de sefalet ücretine, kötü çalışma koşullarına, sosyal hak yoksunluğuna mahkum etmektedir. Oysa, son yapılan araştırmalar, dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının 2000 YTL’nin üzerine çıktığını göstermektedir. Bilindiği gibi, asgari ücret, dört kişilik bir işçi ailesinin aylık asgari yaşam standardı üzerinden tespit edilmesi gereken bir ücrettir.

Sermaye düzeni, genç işçileri bu yaşam ve çalışma koşullarına mahkum ederek, onları tatlı kârları için sadece bir “üretim faktörü” –tıpkı makinalar, binalar vb. gibi– olarak görmekte, onların insan olduğunu, karşılanacak sosyal ihtiyaçları, maddi ve manevi –sportif, kültürel, eğlence vb.– ihtiyaçları olduğunu hiç düşünmek istememektedir. Genç işçiler günümüzün modern köleleridir ve onları antik çağın kölelerinden ayıran temel şey, ücretli köleler olarak, iş güçlerini satmaya ve sermayenin kârını artırmaya mahkum edilmiş olmalarıdır.

Bütün bu koşulları dikkate aldığımızda, işçi gençliğin sonsuz bir mücadele potansiyeli taşıdığını anlamakta pek zorlanmayız. Genç işçiler de, bu potansiyeli ortaya koymakta, mücadele etmekte, ancak bunu esas olarak “kendi tarzlarında”–işyerinden ayrılmak, patronu dövmek, iyi örgütlenmemiş direnişlere baş vurmak vb.– yapmaktadırlar. Az sayıda genç işçi, sendika ve sigorta, sekiz saatlik işgünü için daha örgütlü bir mücadeleye atılmakta, ancak bu mücadeleler diğer işyerlerini kapsamadığından, çoğu durumda yenilgiye uğramakta, ama başka bir işyerinde aynı mücadele uç vermektedir.

Genç işçiler arasında düzenli ve sistemli, talepleri net belirlenmiş, hedefi açık olan sabırlı bir çalışmanın yürütülmesi zorunludur. Vurgulamak gerekir ki, genç işçi çalışması zaman zaman akla gelecek, zorlukları karşısında havlu atılacak bir çalışma değildir. Eğer devrim ve sosyalizm diye bir hadef varsa, işçi sınıfını kazanmak ve örgütlemek gibi bir sorun varsa, genç işçi çalışması, bu amacın temel ayaklarından birisidir ve mutlaka çalışmanın ilk gündemleri arasında yer almak zorundadır.

Seçimler ve tatil dönemi, belli başlı önemli alanlarda genç işçi çalışmasını yeniden örgütlemek, sürdürüldüğü yerlerde güçlendirmek için bir fırsat olarak değerlendirilmek durumundadır.

SEÇİM ÇALIŞMASI, GENÇLİK ÇALIŞMASINA YENİ BİR İVME KAZANDIRMAK İÇİN İYİ BİR FIRSATTIR

Bugün gençlikte durumumuz nedir? Açıklıkla ve dürüstçe yanıtlanması gereken soru budur. Bugün görünen şudur ki, işçi gençlik içerisinde az çok istikrarlı, sürekli gelişip güçlenen bir çalışmamız yoktur. Dönem dönem bu alana dikkat çekilip yönelinmekte, zayıf bir çalışma sürdürülmektedir. Yüksek öğrenim gençliğinde zayıfız ve özellikle yüksek öğrenim açısından belirleyici önemi olan illerde ve alanlarda bu zayıflık daha da belirgindir. Orta öğrenimde ise, zaman zaman parlayan atılımlar yapıyoruz, sonra herşey eskiye dönüyor. Gençlik çalışmasının ve gençlik örgütünün içinde bulunduğu durumun kalın hatları ile özeti budur. Bunun, gençlik kitlelerini kazanacak, onları işçi sınıfı ve emekçi halkın yedeği yapacak bir gençlik çalışması olarak adlandırılamayacağı, bu “çalışma” üzerinde yükselen bir gençlik örgütünün aslında tepeden tırnağa yeniden örgütlenmesi gerektiği açıktır.

Burada çizilen tabloyu bir umutsuzluk tablosu olarak anlamak, herhalde daha baştan durumu değiştirme kararlılığından ve atılımından kendimizi ve örgütümüzü yoksun bırakmak anlamına gelecektir. Durumu açıklıkla ortaya koymak, anlamak, cesaretle ve atılganlıkla onu değiştirecek enerjik bir çalışma ve eylem içerisine girmek: İşçi sınıfına ve emekçi halka, davasına bağlı bir genç militanın, gençlik karşısında sorumluluk duyan parti yöneticisinin yapması gereken budur.

Partinin olanakları ve izlediği çizgi, abartısız her alanda istikrarlı asgari bir yıllık çalışma ile koca bir gençlik örgütünün kurulabileceğini ortaya  koymaktadır. Zorluklara boyun eğmeyen bir karakter yapısı, işi nerelerden geliştirebileceğimizi öngörebilen bir yaklaşım ve sağduyulu bir mücadele hattı, zorlukları aşmamıza yardımcı olacaktır.

Seçim çalışması ve seçim ortamı, gençlik çalışmasında güçlü bir atılım yapmak için geniş olanaklar sunmaktadır. Bu dönemde yapılacak güçlü bir çalışma, ardından gelen dönemde tüm çalışma ve eylemimizin gelişip dönüşmesinde sonsuz olanaklar sunacaktır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑