Birinci yılında Arap halk ayaklanmaları ve TKP’nin “devrim” anlayışı

Tunus’lu üniversite mezunu işsiz genç Mohamed Bouazzi’nin seyyar satıcılık yaptığı tezgahına el konulmasını protesto etmek için bedenini ateşe veren kibriti çaktığında takvim yaprakları Aralık 2010’u gösteriyordu. Çaktığı kibritin yalnızca genç bedenini değil, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya bütün bir Arap coğrafyasını da tutuşturup yangın yerine çevireceğini olasıdır ki Bouazzi’nin kendisi de hiç aklına getirmemişti.

Çakılan bu kibrit, o ana kadar oryantalist bakış açısına sahip olanlarca, bırakalım hak ve özgürlükleri için başkaldırmayı, “itiraz edemeyecek kadar uyuşuk” olmakla suçlanan Arap halkları için kelimenin tam anlamıyla bir işaret fişeği oldu. On yıllar boyu diktatörlük rejimlerince baskı altında tutulan halk kitleleri on binler, yüz binler halinde sokaklara aktılar, iş, ekmek, özgürlük talepleriyle meydanları doldurdular.

“Dingin” görünen Arap çöllerinde artık kum fırtınaları esiyordu. Şiddeti kasırga boyutuna varan bu fırtına sonucudur ki, yıkılmaz görünen diktatörlük rejimleri kumdan şatolar gibi ardı ardına çökmeye başladı.

Ayaklanmaların ve halk hareketlerinin üstünden bir yıl geçti. Gelinen noktada, emperyalistlerin sürece müdahalesini, dahası bu müdahalelerin sonucunda belli mevziler kazanmış olmalarını, Arap halklarının devrimci toplumsal uyanışının sona erdiğinin bir göstergesi olarak kabul etmek mümkün değildir.

Halk kitleleri taleplerinden vazgeçmeyeceklerini, “devrimlerinin çalınmasına izin vermeyeceklerini” grev, genel grev ve sokak hareketlerine yönelerek her vesileyle ortaya koyuyorlar. Bu durumun son ve en çarpıcı örneği, Hüsnü Mübarek’in, devrilmesinin yıldönümünde Mısırlı işçilerin ve sendikaların askeri konseyin iktidarı sivillere devretmesini talep ederek genel grev ilan etmeleridir. On binler Tahrir meydanında ve bakanlıkların önünde gösteriler düzenleyerek eski rejimin makyajlanarak sürdürülme girişimlerine izin vermeyeceklerini belirtmişlerdir. Benzer, gösteri ve eylemler ayaklanmaların yıl dönümünde hemen bütün ülkelerde yaşanmaktadır.

Kısacası, yukarıda da vurgulandığı gibi, Arap işçileri, emekçileri ve halkları bakımından süreç tamamlanmış değil, mücadele yeni biçimlere bürünerek devam ediyor. Gerek dünyada, gerekse de ülkemizde Arap ayaklanmaları ve halk hareketleri üzerine değerlendirmeler sürüyor. Yazımızın konusunu, ülkemiz sol hareketindeki değerlendirmeler oluşturuyor.

 

SÜRECİN NİTELİĞİ

Bu çerçevede, ÖDP’nin alışılagelen orta yolcu tutumunu (dipnot1) bir yana bıraktığımızda, ülkemiz sol hareketinde Arap ayaklanmalarına ilişkin en olumsuz değerlendirmeler TKP tarafından yapılmıştır. Yaşananları Arap halkı ve emekçilerinin neoliberal emperyalist saldırganlığa ve işbirlikçi gerici diktatörlüklere karşı devrimci bir eylemi olarak gören değerlendirmelere Türkiye Komünist Partisi (TKP) şiddetle karşı çıkmaktadır. Üstelik ÖDP gibi sürecin sonucunu beklemek gibi bir düşüncesi de yoktur.

… Komünistlerin emperyalistlerin yaptıklarına hazırlıklı olması, hatalardan kaçınması ve tehlikeli bir hattı takip etmekte ısrar edenlerle ayrışması gerektiğini vurgulamaya çalışıyorum.

Bahsettiğim süreç, bir süreliğine Arap ülkelerine kaymıştır. TKP, Arap işçilerin haklı mücadelelerine saygı duysa da, uluslararası kapitalin bölgede kanlı bir planı uygulamaya koyduğunu başından beri açıkça ilan etmiştir. Dostlarını ve halkı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmelerin hiçbir şekilde devrimci olmadığı gerçeği konusunda uyarmıştır.” (dipnot2)

Görüldüğü gibi, TKP, Arap işçilerinin ve halklarının haklı ve meşru talepler temelinde verdiği mücadeleye saygı duyduğunu belirtmesine karşın, son noktada bu hareketleri/mücadeleleri emperyalistlerin baştan sona planladıkları bir sürecin figüranları olarak görmektedir. Peki, ama TKP Arap işçilerinin mücadelesini meşru ve haklı görmekteyken sürece niye karşı çıkmaktadır? Sorunun yanıtı TKP’nin “devrim anlayışı”nda yatmaktadır.

… Ancak, sevgili yoldaşlar, bizler Leninistiz; ‘devrim’ dediğimizde, Leninizmin ilkelerini ve bu ilkeler ışığında başarılmış büyük Ekim Devrimi’ni kendimize rehber alırız. Marksist-Leninistler, sadece meşru ve haklı bir temel üzerinde gelişiyor diye bir halk ayaklanmasının devrimci karaktere sahip olması için yeterli olmadığı önermesi üzerinde hareket eder. Marksist-Leninist anlamda bir devrim siyasi iktidarın bir toplumsal sınıfın ellerinden diğerine geçmesidir.

Şimdi şunu soralım: halk ayaklanmalarının vuku bulduğu hangi ülkede böylesi bir siyasi iktidar değişimi gözlemliyoruz ya da bunların hangisinde böylesi bir değişim ufukta görünüyor diyebiliriz?

…Yoldaşlar, bu ideolojik saldırının hedefini görmek amacıyla Marksist-Leninist devrim teorisinin ayrıntılarına girmemize gerek yok. Devrim teorimizin sadece iki hususunu hatırlamalıyız: Birincisi, her devrim tarihte bir kopuştur. Belirli gelişmeleri tarihte bir kopuş olarak karakterize etmek için, ya Ekim Devrimi’nde olduğu gibi siyasi iktidarın başka bir sınıf tarafından ele geçirilmesini ya da 1848 Devrimleri’nde gördüğümüz gibi sınıf mücadelesi sayesinde siyasi iktidarı elinde bulunduran toplumsal sınıfların tarihsel rolleri ve karşılıklı ilişkileri bakımından büyük bir dönüşümü görmek zorundayız… (Dipnot3)

Anlaşılan o ki, TKP, eğer sosyal devrim gerçekleşmemişse, bir başka ifadeyle siyasal devrimler sosyal devrim ile tamamlanmamışsa “dünya yıkılsa” devrim olarak görmüyor. Bu mantıkla, siyasi iktidarı Çarlığın elinden alan, ancak üretim ve sınıf ilişkilerinde köklü bir değişikliğe yol açmayan 1917 Şubat Devrimi’ni, benzer şekilde Çarlık tarafından bastırılmış 1905 devrimini; bu burjuva demokratik karakterdeki devrimleri devrim olarak nitelememek gerekir! Hele Şah Rıza Pehlevi diktatörlüğüne karşı Humeyniciler, burjuva liberaller, küçük burjuva radikalleri ve komünistlerin birlikte gerçekleştirdikleri İran Devrimi’nin ya da 1908 Jöntürk Devrimi’nin sözünün bile edilmemesi gerekir.

Ancak, TKP ile asıl tartışma, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu içine alan coğrafyada gerçekleşen Arap ayaklanmalarının bir devrim olarak nitelenip nitelenmemesi üzerinde değil, gerçekleştiği sürecin niteliğine ilişkin çıkmaktadır. TKP gelişmelerin zinhar devrimci bir yön içermediğini öne sürmekte, gerçekleşen ayaklanmaları ve halk hareketlerini, emperyalistlerin bölgeye ilişkin kanlı planlarının gerçekleşme zemini olarak ifade etmektedir. TKP olan biteni emperyalistlerin bir “toplum mühendisliği”nin ürünü olarak görmekte, fakat bunu açıktan söylememekte, lafı dolaştırmaktadır. Sınıf mücadeleleri tarihini bilenler açısından Arap coğrafyası bütününde ezilen ve sömürülen sınıf ve tabakalardan milyonların eylemi olarak ortaya çıkmış bu harekete yapılacak en büyük bühtan herhalde bu hareketin bir toplum mühendisliği işi olduğunu söylemek olurdu. Gelin görün ki, TKP’nin bir parça utangaçça da olsa yaptığı budur.

TKP, herhangi bir konuda bir sav ileri sürerken “Marksist-Leninist kimliği”ne özel olarak vurgu yapmayı adeta alışkanlık haline getirmiştir. Arap ayaklanmalarına ilişkin değerlendirmeler yaparken de aynı tavrını sürdürmektedir. Madem öyle, biz de bu çerçevede, Marx ve Lenin’in devrim ve devrimci durum üzerine söylediklerine bakalım. Bilindiği gibi, devrimci durum tespiti asıl olarak Lenin’de formülasyonunu bulmaktadır.

Marx 1848 Devrimi’ni (dipnot4) önceleyen koşulları sayarken, mali aristokrasinin yolsuzluklarını vurgular: “ …Temmuz monarşisi, Fransız ulusal zenginliğinin sömürülmesi için kurulmuş bir anonim ortaklıktan başka bir şey değildi, bu ortaklığın hisseleri, bakanlar, meclisler, 240 000 seçmen ve onların yardakçıları arasında paylaşılmıştı… (…) Mali aristokrasi, yasaları kendi isteğine göre kabul ettirdiği, devlet yönetimini çekip çevirdiği, kurulu bütün kamu güçlerini elinde bulundurduğu, basın yoluyla ve olguların gücüyle kamuoyunu elinde bulundurduğu sürece cafe borgne’ye kadar bütün çevrelerde aynı ahlak bozukluğu, aynı hayasız sahtekarlık, üreterek değil de başkasının elindekini kurnazlıkla ele geçirerek aynı havadan zengin olma susuzluğu doğuyordu.” (dipnot 5) Ve ayaklanmayı olgunlaştıran, devrimi çabuklaştıran dünya çapındaki iki ekonomik olaya dikkat çeker: “… sonunda, dünya çapında iki ekonomik olay, genel bir huzursuzluğun patlak vermesini çabuklaştırdı ve hoşnutsuzluğu ayaklanmaya kadar olgunlaştırdı. 1845 ve 1846 yıllarında görülen patates hastalığı ve kötü ürün alınması halk içinde genel kaynaşmayı artırdı. 1847 yılında yaşamın yeniden pahalılaşması, Kıtanın bütün geri kalan kısmında olduğu gibi Fransa’da da kanlı çatışmalara yol açtı. Bu, mali aristokrasinin utanç verici sefahatleri karşısında, halkın, en basit geçim araçları uğruna savaşımı idi! (…) Devrimin patlak vermesini çabuklaştıran ikinci büyük ekonomik olay, İngiltere’de, ticaret ve sanayi genel bunalımı oldu. (…) Bunalımın yankıları Kıta üzerinde henüz kesilmemişti ki, Şubat devrimi patlak veriyordu.” (dipnot 6)

Arap ülkelerinde patlak veren ayaklanmalara baktığımızda, Marx’ın 1848 Devrimi öncesi Fransa’sı için söylediklerine benzer bir tablo çıkar karşımıza. Gırtlağına kadar yolsuzluk batağına batmış ülkenin zenginliklerini yağmalayan, sefahat içinde yüzen sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen -1848 öncesi Fransa’sından farkı feodal üretime bağlanmış para ve mal ticaretiyle sınırlı olmayan, uluslararası kapitalizme entegre- oligark aileler, halkın en küçük özgürlük arayışını kanla bastıran diktatörlük rejimleri, tarımı göçerten, işsizliği ve sefaleti derinleştiren neoliberal politikaların acımasızca on yıllar boyu uygulanışı ve nihayetinde yoksulluk ve acıyı daha da büyüten bütün bir kapitalist sistemi saran 2008 ekonomik krizi. Tarımın göçertilmesi sonucu aç ve işsiz kalarak taşradan Kahire’ye akan yüz binlerce insanın mezar evlerde yaşamasına yol açan koşullar… Mısır’da, Tunus’ta ekmek isyanları, grevler, genel grevler ve sokak gösterileri, çatışmalar biçiminde yıllardır yürütülen sınıf mücadeleleri ve kitle hareketleri… İşte milyonları ayaklanmaya sevk eden koşullar ve mücadele süreçleri bunlar.

Konuya bir de Lenin’in bakışıyla yaklaşalım. Lenin, bir devrimin olabilmesi için, devrimci bir durumun varlığını zorunlu koşul sayarken, her devrimci durumun devrime yol açmayacağının altını çizer ve devrimci duruma ilişkin görüşlerini özetle şöyle ortaya koyar:

Marksistlere göre, devrim için elverişli bir durum olmaksızın bir devrim olanaksızdır; üstelik her devrimci durum bir devrime yol açmaz. Genel anlamda bir devrim durumunun belirtileri nelerdir? Şu üç ana belirtiyi sıralarsak bizce yanılmış olmayız; 1) egemen sınıflar için, bir değişiklik yapmaksızın egemenliklerini sürdürmek olanaksız hale geldiği zaman: ‘üstteki sınıflar’ arasında şu ya da bu şekilde bir bunalım olduğu zaman; egemen sınıf politikasındaki bu bunalım, ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve kırgınlıklarının ortaya dökülmesini sağlayacak bir gedik açtığı zaman; bir devrimin olması için çoğu zaman ‘alttaki sınıfların’ eski biçimde yaşamak ‘istememeleri’ yeterli değildir; ‘üstteki sınıfların da’ eski biçimde ‘yaşayamaz duruma gelmeleri’ gerekir; 2) ezilen sınıfların sıkıntıları ve gereksinimleri dayanılmaz duruma geldiği zaman; 3) yukardaki nedenlerin sonucu olarak, ‘barışta’ soyulmalarına hiç seslerini çıkartmadan katlanan, ama ortalığın karıştığı zamanlarda hem bunalımın yarattığı koşullarla ve hem de bizzat ‘üstteki sınıfların’ bağımsız tarihsel bir eyleme sürüklemeleriyle, yığınların faaliyetinde oldukça büyük bir artış olduğu zaman.

Yalnızca tek tek grupların ve partilerin değil, ayrı sınıfların iradesinden de bağımsız olan bu nesnel değişmeler olmaksızın, genel kural olarak bir devrim olanaksızdır. Bu nesnel değişikliklerin hepsine birden, devrim durumu denilmektedir.

Böyle bir durum Rusya’da 1905’te var olduğu gibi, Batıda bütün devrimci dönemlerde vardı; aynı durum geçen yüzyılın altmışlarında (1860’larda-ç) Almanya’da, 1859-61 ve 1879-80’de Rusya’da var olduğu halde, bu sıralarda hiçbir devrim olmadı. Peki, niçin böyle oldu? Çünkü her devrim durumu (devrimci durum-ss), bir devrime yol açmaz; bir devrim, ancak yukarıda sayılan nesnel değişmelerin yanı sıra öznel bir değişme de olursa, yani bunalımlı dönemlerde bile zorlanmadığı takdirde ‘devrilmeyen’ eski hükümeti yıkacak (ya da uzlaştıracak) güçte bir devrimci sınıfın yığın eylemi yapmaya gücü yetmesi halinde meydana gelir. (Dipnot 7)

Gelin şimdi de, ayaklanma ve kitle hareketleri sonucu tek tek ülkelerdeki ekonomik ve siyasal plandaki değişimlere bir bakalım ve ortaya çıkan tablonun, Lenin’in ortaya koyduğu haliyle devrimci durum ile bağını kurmaya çalışalım. Ancak belirtelim ki, TKP sürecin başından itibaren devrimci bir yön taşımadığı iddiasında bulunduğu için, aşağıda, belirtici olması bakımından bir yıl öncesinin gelişmelerini ele aldık.

 

AYAKLANAN HALK.. DEVRİLEN DİKTATÖRLER…

Tunus: Ülke çapında yaygın protesto gösterileri örgütlendi, kamu binaları işgal edildi, yaygın grevler gerçekleşti. 23 yıldır işbaşında olan Zeynel Abidin bin Ali ve ardından Başbakan Muhammed Gannuşi ülke dışına kaçtı. Siyasi polis teşkilatı dağıtıldı, siyasi mahkumlar serbest bırakıldı ve eski iktidar partisi RCD dağıtıldı.

Mısır: Ülke çapında yaygın protestolar oldu. Yüz binler, Arap ayaklanmalarının simgesi haline gelen Tahrir Meydanı’nı işgal etti. İşçiler ücretlerinin artırılması ve çalışma koşullarının düzeltilmesi talebiyle greve gittiler. Göstericiler kamu binalarını işgal ettiler. Devlet binaları ve polis merkezleri ateşe verildi. Hapishaneler basılarak mahkumlar salıverildi. 30 yıldır devlet başkanı olan Hüsnü Mübarek ve Başbakan Ahmet Şefik istifa etti. Devlet Güvenlik Soruşturma Servisi kapatıldı, iktidar partisi ve parlamento dağıtıldı. Siyasi Polis komutanlarından çok sayıda general görevden alınıp tutuklandı.

Cezayir: 19 yıllık olağanüstü hal uygulamaları kaldırıldı, ekonomik tavizler verildi.

Ürdün: Yaygın halk gösterileri örgütlendi. Kral Abdullah, Başbakan Rıfai’yi ve hükümeti görevden alarak tepkileri yatıştırma yoluna gitti.

Umman: Sultan Kabus bin Seyd El Ebu Seyd gösteriler karşısında geri adım atarak, bazı bakanları görevden aldı. Halka bir dizi ekonomik tavizler vermek zorunda kaldı ve Umman Meclisi’ne yasama yetkisi vermek zorunda kaldı.

Yemen: En yaygın protesto ve çatışmaların yaşandığı ülkelerden biri Yemen’di. Gösteriler sonucu iktidar partisinden pek çok milletvekili istifa etmek zorunda kaldı. Devlet Başkanı Salih dokunulmazlık verilmesi durumunda istifa etmeyi kabul etti. Süre kazanmaya yönelik manevraları reddedildi ve Başkan Salih iktidarı bırakmadan tedavi olmak üzere gittiği Suudi Arabistan’dan dönüp, pazarlıkla çekilerek hükümeti devretti; şimdilerde ABD’de kalmaya devam ediyor.

Fas: Gösterilerin yaygınlaşması karşısında Kral Muhammet halkın yaşamını iyileştirmeye yönelik bir dizi ekonomik taviz vermek zorunda kaldı. Yolsuzlukları önlemek üzere önlemler alınmaya başlandı. Seçimler düzenlendi, parlamento yetkilendirildi.

Bahreyn: Gösteriler Kral’ın “davet” ettiği Suudi Arabistan ve Ürdün askerlerince bastırıldı. Ancak bununla birlikte, Kral Hamad ibn İsaAl Khalifa ekonomik ve siyasal tavizler vermek zorunda kaldı. Bazı bakanlar görevden alınırken, siyasi tutuklular serbest bırakıldı.

Kuveyt: Yaygın gösterilerin olduğu ülkede polisle bedeviler arasında çatışmalar yaşandı. Hükümet istifa etmek zorunda kaldı.

Libya: Emperyalistler doğrudan askeri müdahalede bulundu. Kaddafi rejimi askeri operasyonlarla yıkıldı ve Kaddafi “muhalif güçler” tarafından öldürüldü. Yeni rejimin ne yönde şekilleneceği sorunu henüz çözülebilmiş değil, aşiretler arası kavga ve çekişmeler sürüyor.

Suriye: Libya dışta tutulduğunda emperyalistlerin diğer ülkelere göre daha açıktan müdahale ettiği bir süreci yaşıyor. Suriye’de yekpare bir muhalefetten söz etmek mümkün değil. Kitlesel muhalefet her türlü dış müdahalelere karşı çıkan bir çizgide hareket ederken, muhalefetin bir bölümü (Müslüman Kardeşler) ise dış müdahaleye davetiye çıkartarak işbirlikçi bir çizgide hareket ediyor. Esad rejiminin kısa bir sürede çökeceğini söylemek mümkün değil. Buna karşın, Beşar Esad durumun yeterince farkında ve rejimini ayakta tutabilmek için bir dizi reforma yönelmiş durumda.

Aktarılanlardan da görüleceği gibi, alttaki sınıflar” eskisi gibi yaşamak istemezlerken; “üstteki sınıflar” da eskisi biçimde yaşayamaz hale gelmişlerdir. Bunun sonucunda, “bunalımlı dönemlerde bile zorlanmadığı takdirde ‘devrilmeyen’ diktatörlük rejimleri işçi sınıfı ve ezilen halk kitlelerinin yığın eylemleriyle Tunus ve Mısır’da olduğu gibi yıkılırken, diğer ülkelerde yönetimleri tavizler vererek uzlaşmaya zorlamıştır. Özellikle üst yapıda (dar anlamda siyasal devrim denebilecek) önemli değişimlere yol açan bu gelişmeler Arap coğrafyasında devrimci bir durumun varlığına delalettir. (dipnot8)

Ne ki, on yıllar boyu hüküm sürmüş (Zeynel Abidin bin Ali 23, Hüsnü Mübarek 30 yıl) muktedir diktatörler alaşağı ediliyor, siyasi polis, istihbarat örgütlenmeleri, dayanakları siyasi örgütleri (siyasi partiler) dağıtılıyor, karakollar ateşe veriliyor, cezaevleri basılıp mahkumlar salıveriliyor, hükümetler ve meclisler lağvedilip seçim kararları aldırtılıyor, siyasal özgürlük ve ekonomik haklar için genel grevler örgütleniyor; gelgelelim TKP bütün bu olanlarda devrimci bir yan bulamıyor, bu yüzden gelişmeleri (süreci)devrimci saymıyor, tersine emperyalizmin kanlı planlarına çanak tuttuğunu iddia ediyor. Bu tutum karşısında, insanın, Arap işçi sınıfı ve halklarının TKP’den “devrimci beratı” alabilmeleri için daha ne yapmaları gerekir diye sorası geliyor.

Üçüncü bir yol icat edilmediğine göre, bir şeye ya karşısındır ya da o şeyi destekliyorsundur. Tarafsızlık varolan statükoyu desteklemektir çünkü. Ortada “yesinler bir birlerini” deyip, aralarındaki çelişkilerden yararlanılacak düşman güçler de yok. Bir yanda, emperyalistler ve onların işbirlikçileri ve koruyup kollayıcıları olarak diktatörlük rejimleri, diğer yanda bu gerici cepheye karşı ekmek ve özgürlük talepleriyle ayağa kalkmış halk kitleleri… Sorun bu ölçüde net. Sen kimi destekliyorsun, onu söyle. NeymişLeninistler, sadece meşru ve haklı bir temel üzerinde gelişiyor diye bir halk ayaklanmasının devrimci karaktere sahip olması için yeterli olmadığı önermesi üzerinde hareket eder”miş. Çok güzel! Öyleyse Arap ayaklanmalarının bölgede emperyalizmi güçlendiren mi, yoksa zayıflatan mı bir etkide bulunduğunu söyleyeceksin. TKP kendisini Arap ayaklanmalarının karşısında konumlandırarak, fiilen emperyalistlerin mevzisine düşmüş durumda. Bir de başkalarına “devrimcilik dersi” vermeye kalkıyor.

 

DEMOKRASİ MÜCADELESİ VE SOSYALİZM

TKP Arap ayaklanmalarına verili koşullarda işçi sınıfı, emekçiler ve halkın devrimci görevlerini yerine getirip getirmeme bağlamında değil, doğrudan bir sistem olarak (işçi sınıfının siyasi iktidarı ele geçirmesi yönüyle) sosyalizmi getirip getirmediği bağlamında yaklaşıyor. Bu yüzden, sosyal ve özellikle siyasal cephedeki kazanımlara dudak büküyor; “gelişmelerin hiçbir şekilde devrimci olmadığı tezini asıl olarak herkesin bildiği bir gerçeğe; hareketin kendiliğinden hareket olma yönünün öne çıkmasına ve devrime önderlik edecek özne yokluğuna dayandırıyor. Diyelim ki, özne yok. Bu durumda bir devrimcinin görevi bu mücadeleler içinde özneyi inşa etmek için çalışmak değil midir? Ötesi sınıf mücadelesinden yan çizmek anlamına gelmez mi?

Kaldı ki, Mısır ve pek çok ülke için devrimci özne (sosyalist bir partinin varlığı) açısından durum böyle olmakla birlikte, Tunus’ta devrime önderlik edebilecek devrimci bir programa ve işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri içinde hatırı sayılır bir örgütlenme düzeyine sahip Tunus İşçileri Komünist Partisi vardı. Ancak bu durum, Tunus’ta da -şimdilik kaydıyla da olsa- bugünkünden daha ileri bir sonucun çıkmasını sağlamaya yetmedi. Çünkü, işçi sınıfı ve halkın bilinç ve örgütlülük düzeyi pek çok şeyi koşulluyordu; çünkü, Arap işçi sınıfı Lenin’in ifadesiyle “demokrasi için savaşım okulunda okumaya”, sosyalizm mücadelesinde eğitim görmeye henüz yeni başlamıştı.

TKP’nin Arap ayaklanmaları sürecinde devrimci bir yan görmeyişinin nedeni tam da bu noktada karşımıza çıkıyor. TKP demokrasi mücadelesiyle sosyalist devrim arasındaki ilişkiyi doğru temelde kuramıyor; Lenin’in eleştirdiği üzere, sosyalist devrimi tek bir hareket, bir cephede tek bir muharebe olarak görürken, demokrasi uğruna savaşımın da proletaryanın dikkatini sosyalist devrimden başka yöne çektiğini düşünüyor. Oysa; Sosyalist devrim tek bir hareket, bir cephede tek bir muharebe değil, çetin sınıf savaşlarının yer aldığı bütün bir çağ, tüm cephelerde, yani ekonomi ve siyasetin tüm sorunları üzerine uzun bir muharebeler dizisidir. … Demokrasi uğruna savaşımın, proletaryanın dikkatini, sosyalist devrimden başka yöne çekeceğini, ya da bu devrimi gözden gizleyeceğini, ikinci plana iteceğini vb. sanmak büyük yanılgı olur. Tam tersine, nasıl ki tam demokrasiyi uygulamayan başarılı sosyalizm olmazsa, aynı şekilde, proletarya, demokrasi uğruna, bütün alanlarda tutarlı bir devrimci savaşım yürütmeden burjuvaziyi yenilgiye uğratamaz.” (Dipnot9)

Lenin’den devam edelim. Genel olarak kapitalizm ve özel olarak emperyalizm, demokrasiyi bir hayal haline getirir – ama aynı zamanda kapitalizm, yığınlarda demokratik esinler uyandırır, demokratik kurumlar yaratır, emperyalizmin demokrasiyi yadsıyışıyla demokrasi için yığınsal savaşım arasındaki çatışmayı şiddetlendirir. Kapitalizm ve emperyalizm ancak iktisadi devrimle devrilebilir; demokratik dönüşümlerle, en ‘ideal’ demokratik dönüşümlerle bile devrilemez. Ne var ki, demokrasi savaşımı okulunda okumamış olan proletarya, iktisadi bir devrim yapma yetisine sahip değildir… (Dipnot 10)

Kitlelerin gerçek eğitimi hiçbir zaman, bizzat kitlelerin bağımsız politik ve özellikle de devrimci mücadelesinden ayrı ve onun dışında gerçekleşemez. Sömürülen sınıfı eğiten, güçlerini ölçmesine olanak sağlayan, ufkunu genişleten, yeteneklerini geliştiren, onu aydınlatan, iradesini çelikleştiren ancak mücadeledir..” (Dipnot11)

Lenin, demokrasi için mücadeleyle sosyalizm arasındaki ilişkiyi işte böyle koyuyor. Demokrasi mücadelesi içinde eğitilmeden işçi sınıfının sosyalist devrim yapma yeteneği kazanamayacağını ısrarla vurgulayan Lenin, kitlelerin devrimci mücadele içinde eğitilebileceğini, kendi deneylerinden öğrenerek ilerleyebileceğini söylüyor. Arap işçi sınıfı ve emekçi halkı işte bu süreci yaşıyor ve daha şimdiden (TKP’nin 1848 devrimleri için söylediği ayırdedici yan da dahil olmak üzere) muazzam deneyimler edinmiş bulunuyor.

Mısır ve Tunus’ta İslamcı partilerin (Müslüman Kardeşler, Selefiler) seçimlerin galibi olmaları, TKP’nin “gelişmeler başından beri devrimci değil” tezini haklı çıkarmıyor, tersine sınıf mücadelesinin yeni koşullar altında değişik biçimlere bürünerek sürdüğünü gösterirken; bütün toplumsal sınıfları içine alan altüst oluş dönemlerinde, kim ne kadar örgütlüyse süreçten ancak o ölçüde yaralanabileceği tezini tarihsel olarak bir kere daha deneyimliyor. Neoliberal siyasal İslamcılar, Mısır’da da, Tunus’ta da işçi sınıfı ve devrimci güçlere göre daha örgütlüydüler, geleneksellikten de beslenen dayanakları daha güçlüydü. Müslüman Kardeşler, halkın gözünde yalnızca diktatörlere karşı mücadele yürütenler olarak değil, aynı zamanda anti Amerikancılar olarak da biliniyordu. Dahası, açlıktan kırılan yoksul tabakalara bir dilim ekmek de olsa veren (bizde AKP başta olmak üzere neoliberal İslamcı parti ve örgütlenmelerin yaptıkları erzak yardımları hatırlansın) bir “sosyal dayanışma” örgütü kimliğine sahipti.

Arap ve İslam dünyası, ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ çerçevesinde ABD tarafından desteklenen ve ‘ılımlı’ olarak adlandırılan İslamcı güçlerin etkisi altındaydı. Bu güçler, ABD’nin ve Siyonistlerin çıkarlarına dokunmama işaretleri vermişlerdi. Nitekim bizim ülkemizdeki İslamcı güçlerin aynı işaretleri vermelerinden sonra, bunlarla Katar ve Suudi Arabistan arasında anlaşmalar yapıldı, seçim kampanyası sırasında maddi olarak bu ülkeler tarafından finanse edildiler. Bizim öngörmediğimiz bir diğer konu da; İslamcılar ben Ali diktatörlüğü yılları boyunca baskı altına alınmışlardı ve Tunus halkının bir kısmı, seçimlerde bunları, rejimin kurbanı oldukları, özgürlük uğruna hayatlarını kaybettikleri ve hapishanelerde kaldıkları için destekledi. Bir diğer faktör de, İslamcı güçlere sağlanan medya desteği oldu. Basın, yayın organlarında İslamcılar lehine yoğun propaganda yapıldı. Gerici ve burjuva güçlerin hizmetindeki kara para oyların satın alınmasında kullanıldı. Bilinç seviyesi düşük olan kitleler, partilerin programlarına değil, ama vaatlere oy verdiler…(…) Tunus toplumunda yeni bir kutuplaşma var. Bu kutuplaşma, liberallerin öne çıkarmaya çalıştığı gibi, İslamcılar ile ‘çağdaşlar’ arasında değildir. Bize göre, toplumumuzdaki kutuplaşma, birincisi, Ennahda’nın başını çektiği emperyalizmin hizmetindeki gerici güçler; ikincisi, liberal demokrat muhalefet; üçüncüsü, başlarında Essebsi’nin bulunduğu ve yeni bir merkez partisi kurmaya çalışan eski RCD artıkları ve burjuva gericiler ve dördüncüsü, devrimci demokratik güçlerden oluşan bir kutuplaşmadır… (…) Devrimci süreç hala devam ediyor… Daha iyi örgütleneceğiz, hilelere karşı daha uyanık olacağız, burjuvazinin oynayacağı yanıltma ve dini alet etme oyunlarına karış uyanık olacağız… (…) ben Ali rejiminin yıkılması için 23 yıl bekledik, şimdi de halkımızın kendi deneyimleriyle devrimci olmayan mevcut gerici hükümete karşı mücadeleye atılması için biraz daha bekleyebiliriz. Halkımız kendi deneyimleriyle dostlarını, partisini seçmeyi bilecektir.(Dipnot12)

Monder Kalfaoui’nin sözlerinden de anlaşıldığı gibi, Arap işçileri ve halkları kendi mücadelelerinden dersler çıkartarak, ortaya çıkan yeni sınıf güç ilişkilerine uygun bir hatta mevzilenerek, sınıf mücadelesinin gereklerini yerine getiriyorlar.

Bu özgüvenle, ayaklanmanın yıldönümünde “yeniden devrim” şiarıyla meydanları doldururken, kendilerini gerçek siyasal ve sosyal kurtuluşa götürecek yeni muharebelere hazırlanıyorlar. TKP, varsın her şeye muktedir bir emperyalizm ürküntüsüyle “kesinlikle devrimci değil” diye söylenmeyi sürdüredursun, Arap coğrafyasında yaşanan, desteklenmesi gereken devrimci bir süreçti ve hala sona ermiş olmaktan uzaktır.

DİPNOTLAR:
Dipnot 1: “Emeğin Özgürlüğü” adlı blogun, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş ile 02. 11. 2011 tarihli söyleşisinde, Alper Taş’ın “ÖDP yaşanan Arap Baharı’nı kapitalizmi sorgulayan isyanlar kategorisinde mi değerlendiriyor?” sorusuna yanıtı: … İsyanlar, işsizliğe yoksulluğa başkaldırı olarak gelişti. Ama emperyalistlerin bu hareketlilikleri önce kontrol edip sonra da yön verdiğini görmemiz gerekiyor. Yaşanan isyanlar, emperyalizmin bölgede yeniden tahakkümü için bir araç olarak kullanılıyor. Ama süreç bitmiş sayılmaz.” şeklinde olmuştur.

Dipnot 2: 9-11 Aralık 2011 tarihinde Atina’da yapılan 64 ülkeden 78 örgütün katılımıyla yapılan “Gelecek Sosyalizm” başlıklı konferansa TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın sunduğu metin. Kemal Okuyan katılımcılara bu konuşmanın yazılı metnini dağıtmış, fakat konuşma sırası geldiğinde, “Yoldaşlar, size dağıttığım konuşmayı yapmayacağım” diyerek, irticalen TKP’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki halk ayaklanmalarına karşı tutumunu tekrar etmiştir. Kısaca, Tunus ve Mısır’da başlayan hareketlerin başlangıçta ileri hareketler gibi göründüğü, ama aslında başından beri olduğu ve gelinen son noktanın da gösterdiği gibi, bu ayaklanmaların emperyalistlerin bölgedeki kapsamlı planının bir parçası olmaktan öteye gidemediği tespiti yinelenmiştir.

Dipnot 3: 11-12 Nisan 2011 tarihinde Bürüksel’de yapılan “ Avrupa Komünistler Toplantısı”nda Kemal Okuyan’ın sunduğu metin.

Dipnot4: Bilindiği gibi, 1848 Şubat devrimiyle iktidar monarşiden, burjuvaziye geçmiştir. Devrime burjuvaziyle birlikte katılan işçi sınıfı burjuvazi tarafından iktidardan bütünüyle dışlandığı ve kendisine hiçbir hak tanınmadığı için Paris proletaryası, kendi bağımsız sınıf (talepleri) çıkarları uğruna 1848 Haziran’ında burjuvaziye karşı ayaklanmaya girişir, ayaklanma burjuva hükümet tarafından kanla bastırılır.

Dipnot 5: Karl Marks, Fransa’da Sınıf Savaşımları. Sol Yayınları, üçüncü baskı, sf. 41

Dipnot 6: Agy, sf. 43

Dipnot 7: Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Sol Yayınları, altıncı baskı, sf. 102

Dipnot 8: Gerçi, TKP çevresinde İlker Belek gibi yaşanan süreci “devrimci durum” olarak görenler de var. Bu durumu TKP’de yaşanan kafa karışıklığına yormak mümkün olmakla birlikte, nihayetinde Belek de gelip bağladığı yer itibariyle aynı noktada durmaktadır: “Mısır’da 2011 başında devrimci bir durum söz konusuydu. Ancak Mısır’ın sosyalist devrimci bir partisi yoktu. O nedenle daha başından o devrimci durumdan devrim çıkmayacağı ve hatta o devrimci durumu karşı devrimin kullanacağı belliydi. İçinden sosyalist devrimin çıkmayacağı durum devrimciydi. Çünkü durumun öznesi yoktu.” İlker Belek’in “Arap Baharı”nın yıldönümü vesilesiyle “Devrimci Durum”a bakış adlı Sol Haber Portal’da yayınlanan makalesinden.

Dipnot 9: Lenin’in “sosyalist devrim ve demokrasi uğruna savaşım” adlı makalesinden.

Dipnot 10: Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, Sol Yay., 1. baskı, sf. 24

Dipnot 11: Lenin, Seçme Eserler, Cilt 3, sf. 17, İnter Yayınları

Dipnot 12: Özgürlük Dünyası, Şubat 2012 tarihli 226. sayı. Tunus İşçileri Komünist Partisi Politik Büro Üyesi Monder Kalfoui ile yapılan röportaj. Sf. 69, 71, 72

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑