Metal sözleşmesi ve işçi hareketinin durumu

Metal sözleşmesi ve işçi hareketinin durumu

 

 

 

Muzaffer Özkurt

 

 

 

Metal patronlarının sendikası MESS ile metal sektöründe örgütlü işçi sendikaları arasında 100 binin üzerinde işçiyi ilgilendiren grup toplusözleşmesi süreci başladı. Sendikalar, sözleşme yetkisi için başvurularını yaptılar. Hazırlık sürecinin tamamlanmasının ardından Eylül ayında ilk görüşmeler yapılacak. Türkiye ekonomisinin lokomotif sektörü olan otomotivi de kapsayan bu sözleşme, sadece sendikalı işçilerin değil, yan sanayi ve yan sanayiye üretim yapan küçük ölçekli işyerleri de katıldığında yüzbinlerce metal işçisinin çalışma koşullarını ve ücretini belirleyecek. Temel bir sektörde imzalanan bu sözleşme aynı zamanda diğer iş kollarında imzalanacak sözleşmeler için de örnek teşkil edecek.

 

Sendikal alanda yaşanan gelişmeler, AKP Hükümeti’nin sözleşmelere müdahaleleri, krizin başta otomotiv olmak üzere sektördeki etkisi ve fabrikalarda artan huzursuzluk bu dönem sözleşmesini önceki dönem sözleşmelerine göre daha önemli kılıyor. Metal ve özelde otomotiv sektöründeki gelişmeler toplamda işçi hareketi için belirleyici olacağından, ileri işçilerin, mücadeleci sendikaların ve elbette sınıf partisinin dikkati bu sözleşmenin üzerinde. Peki metal sektörü, sözleşme görüşmelerini nasıl bir dönemde karşılıyor?

 

Bunun için krizin patlak verdiği 2008 yılından bugüne kadarki gelişmelere bakmakta fayda var.

 

 

 

 

 

REKORLAR KIRILDI

 

Türkiye ihracatı, krizin patlak verdiği 2008 yılında 132 milyar dolara ulaşarak rekor kırdı. Bu rekorda en büyük pay otomotiv sektörünündü. Geçen yıllarda kısmi iniş çıkışlar olsa da 2011 yılına gelindiğinde ihracat yeni bir rekor daha kırdı. 2011 yılı ihracatı 134 milyar 571 milyon 338 bin dolara ulaştı. 2008 yılı rekorunun da üzerine çıkan bu rakam 2002 yılında 36 milyar dolar olan ihracat rakamını da neredeyse 4 katlamış oldu. Bu rekorda en büyük pay yine otomotivin oldu. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) rakamlarına göre otomotiv ihracatı 2010 yılına göre yüzde 17.4 artarak 20.4 milyar dolara yükseldi. Bu rakamla toplam ihracattaki payı ise yüzde 15.2 olarak gerçekleşti.

 

2002 yılından bugüne kadar olan gelişmelere bakıldığında, özellikle 2003 yılından itibaren AB ülkeleri ile entegrasyon sürecindeki yoğun gelişmelerle birlikte otomotiv sanayinin ihracatı da hızla gelişti. İç pazarda artan taleple birlikte bugüne gelindiğinde otomotivde üretim 4’e katlandı. 2002 yılında 347 bin adet olan üretim, 2011 yılında 1 milyon 189 bine yükseldi. Yine 2002 yılında 262 bin olan ihracat rakamı 2011 yılında 801 bine çıktı. İhracat gelirlerine bakıldığında ise son üç yılın gelirleri şöyle gerçekleşti: 2009 15 milyar dolar, 2010 17.4 milyar dolar, 2011 18.5 milyar dolar. 2002 yılında ise bu rakam sadece 2.5 milyar dolardı.

 

İstanbul Sanayi Odası’nın ilk 500 büyük şirket sıralamasında Ford Otosan, Oyak Renault ve Tofaş satış hasılatı sıralamasında ilk 5 içinde yer aldı. Bu firmalar dönem kârı sıralamasında ise ilk 20’nin içinde. 2002 yılından itibaren bakıldığında ise hem satış hem de kâr açından otomotivin ilk 500 içindeki yerleri istikrarlı bir şekilde arttığı görünüyor.

 

Bu geçen sürede fabrikada çalışan işçilerin verimliliği, yani birim zamanda yapılan üretim miktarı, yüzde 40 arttı. Ücretlerin üretimdeki payı ise yüzde 40 geriledi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İKİ SÖZLEŞME GEÇTİ

 

İhracatta iki rekorun gerçekleştiği 2008 ve 2012 yılları arasında metal işçileri iki sözleşme gördü. İlki 2008-2010 arasını kapsayan sözleşmeydi. Buna göre işçi ücretlerine ilk altı ay yüzde 8 zam yapıldı. 2. 3. ve 4. altı aylık dilimler için ise enflasyon oranında artış yapıldı. İhracat rekorunun kırıldığı bir dönemde yüzde 8’e imza atan dönemin Türk Metal Genel Başkanı Mustafa Özbek, bayram arifesinde biten sözleşmeyi “Bayram müjdesi” olarak duyurdu. İşçiler bu sözleşmeye tepki gösterse de, kriz ve işten atma tahditleri arasında bu tepkiler söndürüldü. Geçen sürede Türk Metal’in genel başkanı değişti ve 2010-2012 sözleşmesi için bu kez masaya Mustafa Özbek yerine Pevrul Kavlak oturdu. Kavlak sözleşme sürecinde “TÜİK’in ilan ettiği enflasyonla, bizim enflasyonumuz örtüşmüyor. Biz işyerleri dara düştüğünde üzerimize düşen fedakarlığı yaptık, şimdi sıra onlarda” açıklamasını yaptı.

 

Hem sendika başındaki bu değişim hem de Kavlak’ın iddialı sözleri işçiler arasında umudu büyüttü ve beklentiyi yükseltti. Hatta kimi temsilciler “Pevrul başkan masaya öyle bir vuracak ki masa ikiye ayrılacak” yönlü açıklamalarıyla işçilerdeki beklentiyi daha da yukarı çekti. Ancak sözleşme yine bayram arifesinde sona erdi ve bu kez ilk altı ay için yüzde 5.35’e imza atıldı. Kavlak’ın “Muhteşem bir sözleşme” olarak duyurduğu bu imza, beklentinin çok altında kalması nedeniyle işçiler tarafından tepkiyle karşılandı. Özellikle otomotiv sektörünün kalbi olan Bursa’daki fabrikalarda yemekhane protestoları, sendikaya yürüyüşlerle düşük zamma tepki gösterildi. Bu sözleşme, işçiler arasında sadece sendika genel başkanını değişmesinin sorunlarının çözümüne olumlu bir etkisinin olmayacağı fikrini de geliştirdi.

 

 

 

 

 

BİRLEŞİK METAL-İŞ’İN DEĞİŞEN TAKTİĞİ

 

Metal fabrikalarının önemli bir bölümünde, otomotiv sektöründe ise belirleyici olan temel fabrikaların (Ford, Mercedes, Renault, Tofaş, Bosch) tamamında örgütlü olan Türk Metal’in yöneticilerinin bu sözleşmelere imza atmasında en büyük güvencesi diğer metal sendikaların tutumuydu, Hak-İş’e bağlı Çelik-İş sözleşme dönemlerini sessizlikle geçirirken, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş ise genel taktiğini Türk Metal’i sıkıştırmak ve onu daha yüksek bir sözleşmeye imza atmaya mecbur bırakmak üzerine kuruyordu. Türk Metal anlaşmaya vardığında sözleşme süreci bitmiş oluyor, diğer sendikalar da aynı zammın altına imza atıyordu. Türk Metal Sendikası da bu nedenle diğer sendikaları “fotokopi sendikası” olmakla suçluyordu.

 

Birleşik Metal-İş yönetimi, ileri işçilerin ve işyeri temsilcilerinin bastırmasıyla 2010-2012 sözleşmesinde bu taktiğini değiştirdi. “1 puan da olsa Türk Metal’den daha yüksek zamma imza atılacak. Aradaki fark belli olacak” diyerek MESS’e bağlı 21 işyerinde grev kararı aldı ve anlaşma sağlanamayan fabrikalarda değişen zamanlarda greve çıktı. Grevlerin sonunda Türk Metal’e göre biraz daha yüksek zam alındı. Nispi de olsa bu kazanım, işçilerde kendine güveni geliştirirken, Kavlak’tan olan beklentinin hüsranla sona ermesi nedeniyle Türk Metal üyesi metal işçilerinin yeni bir arayışa girmesinin yolunu açtı.

 

 

 

BİRİKEN SORUNLAR

 

Türk Metal üyesi işçileri bu arayışa iten sorunlar şöyle özetlenebilir:

 

-Özellikle genç işçilerin ücretleri çok düşük. Yeni işe giren bir işçinin ücreti 950 lira. 10 yıllık bir işçinin ücreti ise 1250 lira.

 

-Verimlilik artışı adı altında çalışma koşulları ağırlaştı. İşçilerin birim zamanda yaptığı üretim artırıldı. Bunun sonucu olarak bel ve boyun fıtığı çok sık görülen rahatsızlıklar oldu. Rahatsızlık nedeniyle istirahat alan işçiler ise her işten atma döneminde ilk kapı önüne konulanlar oluyor.

 

-İşçilerin, çalışma koşulları ve sözleşmelerle ilgili hiçbir söz hakkı yok. En ufak itirazları “Beğenmiyorsan kapı orada” tehdidiyle karşılanıyor.

 

-Atılan işçilerin, suçlu muamelesi yapılarak güvenlik eşliğinde kapı dışarı edilmesi arkadaşlarıyla veda etmesine bile izin verilmiyor. Bu uygulamayı “onurlarıyla oynanması” olarak nitelendiren işçiler, sendikacıların “Hak etmişlerdi” yanıtı vermesine de öfkeli.

 

-Sözleşme dönemlerinde işçilerin talepleri sorulmuyor, sözleşme imzalanırken de işçiye danışılmıyor.

 

-Sendikacıların ve fabrika yöneticilerinin sorunlarını anlatmak isteyen işçilere yönelik aşağılayıcı tutumları.

 

-Ücretler düşük olduğu halde uygulanan ücretsiz izinler, yıllık izinlerin yıl içinde parçalanarak kullandırılıyor.

 

-Borçlanmalarla işçilerin fazla mesai hakkı elinden alınıyor.

 

-Ücretlerden kesinti yapılsa da sendika aidatlarının her zaman tam kesiliyor.

 

-Emeklilik yaşı gibi sınıfın haklarına yönelik saldırılar karşısında sessiz kalınıyor.

 

-Seçimle değil atamayla gelen temsilciler işçilerin hiçbir sorusuna yanıt veremiyor, sıkıştıkları yerde işçileri tehdit ediyor.

 

Bu sorunlar daha da çoğaltılabilir.

 

Biriken bunca sorun 2012-2014 sözleşmesi öncesi Bosch merkezli önemli bir gelişmenin kapısını araladı.

 

 

 

 

 

BOSCH İŞÇİLERİ NEDEN SENDİKA DEĞİŞTİRDİ?

 

Bosch’ta sorunlarına çözüm bulmak isteyen işçiler, sendikaları Türk Metal’i harekete geçirmek için ellerinden gelen her şeyi yaptı. Sendikalarına yürüyen, sözleşmeyi protesto eden Bosch işçileri sonunda “Türk Metal’i çalıştırmak için her şeyi yaptık ama olmayacağını gördük” noktasına geldi. İşçiler sorunlarının kaynağının sendikal anlayışta olduğunu bizzat deneyimlerinden öğrendiler. Yaklaşık 5 bin işçinin çalıştığı Bosch’ta işçiler 2010-2012 sözleşmesi bittikten sonra sendika değişikliği için sabırlı bir çalışma başlattı. Birleşik Metal-İş’e geçebilmek için fabrika içinde 200’e yakın komite kuruldu. Bu komitelerin çalışması sırasında ne para ne sosyal haklar konuşuldu. Çalışmanın temel sloganları şunlardı: “Temsilcini, delegeni, şube yöneticini kendin seçeceksin”, “Sözleşme taslağı belirlenirken her şeye sen karar vereceksin”, “Sözleşmelerde imza kararı işçiye danışılmadan alınmayacak.”

 

İşçiler söz haklarının olduğu, sözleşme dönemlerinde taleplerin kendilerine sorularak hazırlandığı, sendika yönetimlerinde seçme ve seçilme haklarının olduğu, verdikleri aidatları denetleyebildikleri, yani sendikal demokrasinin etkin bir şekilde hayata geçtiği bir yapı istiyorlardı. Uluslararası dayanışma yoluyla patronun ‘tarafsız’ hale gelmesinden de cesaret alan binlerce işçi Türk Metal’den istifa ederek Birleşik Metal-İş’e üye oldu. Bu etkisini hemen gösterdi. Temel otomotiv fabrikaları Bosch’ta yaşanan gelişmelerle sallanırken, kimi yan sanayi fabrikaları da istifa edenlere katılarak sendika değiştirdi. 1998’de yaşanan kalkışmanın ardından yaşanan bu gelişme işçiler arasında büyük bir heyecan, patron cephesinde de büyük bir tedirginlik yarattı. Geçişlerin ardından işçiler yasal prosedürlerin tamamlanması için bekleme aşamasına girdi. Bu aşamada devreye MESS girdi ve Bosch patronu tarafsızlığına son verdi. Patronun Türk Metal’den yana taraf olmasıyla beraber geri dönüşler yaşandı. Yetki tartışması halen sürüyor. Kararsız işçiler, kararlarını belirlemek için yetki sürecinin sonuçlanmasını bekliyor. Toplu İş İlişkileri Kanunu yasalaşmadığı için bakanlığın yetki vermediğini bilen işçiler, yetki çıksa bile sendikalar arası mahkeme süreci nedeniyle bir süre daha yetkisiz kalacaklarını biliyorlar. Bu nedenle şu an Bosch işçileri arasında öne çıkan talep, yetkili sendikanın referandum sonucuna göre belirlenmesi.

 

 

 

 

 

BOSCH’UN GÖSTERDİKLERİ

 

Bosch’taki gelişmeler henüz sona ermiş değil. Ancak şimdiden işçi sınıfı hareketi açısından önemli deneyimler sağladı. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

 

-Ücret ve çalışma koşullarından şikayet eden işçiler için ana tartışma konusu sendikal demokrasi. Bosch’ta çalışma bu merkezli yapılırken, diğer fabrikalarda da en merak edilen sorular “Sözleşme de karar işçilerin mi olacak? Temsilciyi işçiler mi seçecek?” oldu.

 

-İşçi ücretlerini düşürmek için eski işçileri işten atarak, yerine yeni genç işçi alan patronların bu tutumu genç işçilerin fabrikalardaki ağırlığını artırdı. Grev ve yüksek oranlı sözleşme görmüş eski işçilere oranla çok düşük ücret alan genç işçiler, düşük zam içeren sözleşmelere verilen tepkilerde de sendika değiştirme çalışmasında da en önde yer aldı.

 

-1998 yılında fabrikalarından sokağa taşan metal işçileri, öfke ve patlamayla Türk Metal’den istifa etmiş daha sonra sendikal bürokrasinin marifetleri ve patronların baskısıyla Türk Metal’e geri dönmek zorunda kalmıştı. Bosch’taki süreç ise derinden, disiplinli ve ısrarcı bir çalışmayla örüldü.

 

-Bosch işçilerinin hedefinden sadece Türk Metal ve yöneticileri vardı. Patrona karşı bir mücadele için bir hazırlık yapılmamıştı. Birleşik Metal-İş’in tutumu da bu anlayışı kışkırttı. Patronun taraf değiştirmesi Bosch’ta yaşanan sendika değiştirme çalışmasını da akamete uğrattı. Ancak patron-sendikal bürokrasi işbirliğini çıplak gözle görülür hale geldi. Bu durum Bosch dışındaki fabrikalarda çalışan işçiler arasında yaygın olan “Onların patronu Alman, onlar demokrat. Bizimkiler öyle değil” şeklindeki yanlış algıyı da değiştirdi.

 

-Bosch’ta yaşanan gelişmeler aynı zamanlı olarak diğer metal fabrikalarında da konuşuldu. Bunun en büyük nedeni Bosch’ta çalışan işçilerin eş, dost ve akrabalarının diğer otomotiv fabrikalarında çalışıyor olmasıydı. Bu durum Bursa’da metal işçileri arasında hızlı çalışan doğal bir iç haberleşme ağının varlığına işaret etti. Genç işçilerin internet ve sosyal medyayı etkin olarak kullanması da bu haberleşmeyi kolaylaştırdı. İşçiler içinde, sendikal örgütlenmeden ayrı bir doğal örgütlenme olduğunu da gösterdi.

 

-Türk Metal sendika değişikliğini önlemek için önce milliyetçi ve şoven bir dil kullandı. Birleşik Metal-İş’in terörist olduğu, o sendikaya gidenlerin de PKK’ye destek olduğu iddialarını yaydı. Ancak sendika değiştirebilmek için kendi içinde birlik olmak gerektiği bilincine varan Bosch işçileri bu taktiğin kendilerini bölmeye yönelik olduğunu bilerek prim vermedi. Bosch işçileri kendi içlerinde hür türlü ayrıma son vererek (Kürt-Türk, Alevi-Sünni-Ateist, solcu-sağcı…) tam bir demokrasi uygularken, onları yakından tanıyan diğer fabrika işçileri de Türk Metal’in bu yönle propagandalarına aldırmadı. Hatta, bu iddialar Türk Metal’e yönelik tepkiyi daha da büyüttü. Bosch deneyimi, birleşen ve mücadeleye giren işçilerin sınıf refleksi olarak ırkçılığa ve şovenizme darbe vurduğunu, vurmak zorunda olduğunu; bu yönlü demogojilerin fabrikalarda yaşanan sorunları gölgeleyemediğini gösterdi.

 

-Patronun destek vermediği durumda sendikal bürokrasinin çaresizliği ortaya çıktı. Türk Metal ancak patronu da arkasına alarak Bosch işçisine kısmi bir geri adım attırabildi. İşyeri temsilci seçimine karşı olan Türk Metal yöneticileri, kendisine verilen tüm desteğe rağmen Bosch işçilerine temsilcilerini ve şube yöneticilerini en demokratik yönden seçebileceği sözünü vermek zorunda kaldı. Bunun bir adımı olarak da sadece Bosch fabrikası için bir şube kuruldu. Şu anda Türk Metal üyesi işçiler içinde 3 grubun, delege seçimleri ve şube yönetimi için çalışmalara başladı. Bu süreç daha önceki dönemlere göre görece daha demokratik bir şekilde yürütülüyor. Diğer fabrikalarda ise daha önce işçileri aşağılayan bir dil kullanan temsilciler işçilere daha yakın durmak, işçilerin sorunlarıyla ilgilenmek zorunda kaldı. Bu durum sendikal bürokrasinin tıkanıklığını bir kez daha gösterdi.

 

-Bosch süreci, işçi inisiyatifinin sınıf sendikacılığının olmazsa olmazı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. İlk sendika değiştirme döneminde her kararı işçiler verirken, değişikliklerin ardından inisiyatif sendika yöneticilerine devredildi. İşçinin hareketin dışına çıktığı, sendika değiştirmenin yasal prosedür ve mevzuatlara sıkıştığı dönem, hareketin de en zayıf dönemi oldu. Bu dönemde sendikal bürokrasi ve patronların saldırısı hareketi akamete uğrattı. Sürecin işçinin lehine sonuçlanmasının tek yolunun, işçinin inisiyatifi yeniden ele alarak patrona da geri adım attıracak bir örgütlenmeyi ve mücadeleyi hayata geçirmesi olduğunu yeniden yeniden gösterdi.

 

-Bosch deneyimi şu gerçeğin altını bir kez daha çizdi: Mücadele içindeki işçinin kendiliğinden bilinçle hareket ettiği müddetçe, sendikalizmin sınırlarını aşıp sendika bürokrasisinin rolünü bütün yönleriyle görmesi ve inisiyatifi elden bırakmama zorunluluğunu kavrayabilmesi de mümkün değil. Dolayısıyla, yaşananlar işçi sınıfının gelişen bütün olay ve olgulara politik bir mevziden yaklaştığı ölçüde sorunlarına gerçekçi çözümler üretebileceğini; bunun ise işçi hareketinin genel anlamda siyasallaşma, özel olarak ise fabrikalar temelinde politik olarak örgütlenme düzeyiyle bağlantılı olduğu gerçeği bir kere daha görüldü.

 

 

 

 

 

2012’DE İŞÇİLERİ BEKLEYEN TEHLİKE

 

Bosch işçilerinin bu deneyimini yaşayan metal işçilerini 2012 sözleşmesinde ciddi tehlikeler bekliyor. Bunun ilk emaresini Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) verdi. Dernekten yapılan açıklamaya göre 2012 yılında üretimin az da olsa bir azalma yaşayacağı duyuruldu. Kârdan zarar etmek istemeyen, hatta bu dönemde kârlarını daha da artırmayı hedefleyen patronlar ise rekabeti ve krizi de ileri sürerek işçilerin ellerinde kalan son hakları almak, krizin olası etkilerinin tamamını işçilerin üzerine yıkmak istiyor. Bunun örnekleri şimdiden yaşanmaya başladı. Geçtiğimiz aylarda TOFAŞ’ta kriz gerekçesiyle haftada sadece 4 gün çalıştırılan işçilere ücretlerinin de yüzde 76’sı ödendi.

 

Sadece ücretler, değil çalışma koşulları açısından da işçileri zor günler bekliyor. Renault bu duruma çarpıcı bir örnek. İşçilerin zaman bulamadığı için tuvaletlerini makine parkuruna yapmak zorunda kaldığı Renault’da şu an saatte 63 araba üretiliyor. Renault’un önümüzdeki dönem hedefi ise saatte 67 araba. Çalışma koşullarının daha da ağırlaşacağı bir döneme gireceklerinin bilincinde olan işçiler bunun tedirginliğini yaşıyor.

 

Kimi fabrikalarda patronların yetki alınmaması için elinden geleni yaptığı, MESS dışında kalıp da sözleşme imzalayan bazı fabrikalarda ise patronların pazarlığı “sıfır” zamdan başlattığı gelen haberler arasında.

 

Patronların açıklamalarına bakıldığında bu örneklerin artmasının sürpriz olmayacağı görünüyor.

 

 

 

İŞÇİLERİN TALEPLERİ

 

Son 10 yıldır biriken sorunlarına çözüm isteyen işçiler ise önümüzdeki dönem sözleşmesinde şu taleplerin gerçekleşmesini istiyor:

 

-Metal sektöründe çalışma süresinin günlük 7 saate düşürülmesi.

 

-Sakatlanmalara yol açan ağır çalışma koşullarının düzeltilmesi, meslek hastalıklarına karşı önlem alınması.

 

-İş güvencesinin sağlanması.

 

-En düşük ücretin 2 bin liraya çıkarılması, zam oranlarının belirlenmesinde enflasyonun yanı sıra büyüme payının hesaba katılması.

 

-Toplusözleşme taslağının işçilere sorularak hazırlanması.

 

-Toplusözleşmenin her aşamasında işçilerin bilgilendirilmesi.

 

-Sözleşme imzalanmadan önce işçilere sorulması.

 

-Yetkili sendikanın belirlenmesi için bütün fabrikalarda referandum yapılması.

 

-Sendika işyeri temsilcilerinin ve şube delegelerinin demokratik bir seçimle belirlenmesi.

 

 

 

 

 

SENDİKAL BÜROKRASİ-PATRON-HÜKÜMET

 

Bosch süreciyle birlikte çalkantılı bir dönem geçiren metal işçileri, geçici gerilemeler olsa da mücadeleye her zamankinden daha yakın. Almanya merkezli olmak üzere Avrupa’daki metal işçilerinin, Türkiyeli işçilerle hemen hemen aynı talepleri için yakın geçmişe göre çok daha büyük eylemleri (grevler, yürüyüşler…) hayata geçirmesi bunun bir işareti. İşçilerin başarısı ise gerekli müdahalelerin en etkin şekilde yapılması ve doğru bir mücadele stratejisinin hakim kılınmasıyla mümkün.

 

Önceleri sadece sendikal bürokrasiyi hedef alan, yaşadıklarından sadece sendika yöneticilerini sorumlu tutan işçiler, Bosch süreciyle birlikte patronlarla sendikal bürokrasi arasındaki ilişkiyi daha yakından gördü. Ancak THY işçilerinin toplusözleşmesi sürerken hükümetin havacılık işkolunda grev hakkını yasaklanması, sadece burada kalan bir mücadelenin de başarıya ulaşamayacağını gösteriyor. Sendikal bürokrasi, patronlar ve onların hükümeti arasındaki işbirliğinin en yalın biçimiyle kendini gösterdiği bu dönemde metal işçilerinin taleplerini hayata geçirmesi için bu üçlü mihrakı hedef alan bir mücadeleyi yürütmesi gerekiyor. Zira otomotiv sektörü için cam ve lastik grevlerinin erteleyerek yasaklayan, THY işçilerinin grev hakkını tamamen ortadan kaldıran hükümetin olası bir metal grevine izin vereceğini düşünmek en hafif deyimle saflık olur.

 

Bu nedenle metal işçileri için sözleşme dönemi THY işçilerinin verdiği mücadeleyle başladı. Bu süreçte metal işçileri sessizliğini bozmak, sendikalarını THY sürecine dahil etmek zorunda. Bir ayağı Anayasa tartışmalarına kadar giden bu süreçte gerekli mücadele ortaya konmazsa, yeni Anayasa’da başta grev olmak üzere, işçi haklarını budanması kaçınılmaz olur.

 

 

 

BİRLİK SAĞLANMALI

 

Böyle bir mücadelenin verilmesinin ve taleplerin gerçekleştirilebilmesinin en temel koşulu da işçilerin tabanda birliğinin sağlanmasından geçiyor. Bunun için öncelikle işyerlerinde sözleşme komiteleri kurulmalı, sözleşmede dair tüm değerlendirme ve bilgilendirmeler bu komiteler yoluyla yürütülmeli. İşçi kurultayları ve sendikal konferansları düzenleyenler başta olmak üzere, her sendikadan ileri işçiler ve sendikacılar bunu gerçekleştirme göreviyle karşı karşıya. Özellikle Birleşik Metal-İş Sendikası’nın geçen dönem sözleşmesinde gerçekleştirdiği grevin etkisi düşünüldüğünde, bu sendikaya üye işyeri temsilcileri ve işçiler; çalışmalarını tüm metal işçilerinin birliğini sağlayan ve bu talepleri gerçekleştirecek güçte bir mücadeleyi örgütleyecek bir hatta sürdürmeli. Sözleşme hangi aşamada olursa olsun işçi inisiyatifini esas alan bir çizgi ise asla terk edilmemeli.

 

Sadece işyerinde birliğin sağlanması da yetmez. Her bir sözleşmenin, her bir saldırının işçi sınıfının bütününe yapıldığı bilinciyle hareket edilmeli. Birliğin işyerinden başlayan, işçi havzalarını ve giderek il ve Türkiye geneline yayılmalı. Yerellerde kurulan sendikal platformların, olmayan yerlerde ise kurulması bu süreci hızlandırır. Bu platformlar bir süre önce tarihlerinin en büyük grevini yapan kamu emekçileriyle ve diğer emekçi kesimlerle işçilerin birleşmesinin olanağını da artırır. Üstelik bir süredir sendikal anlayış tartışması yapan ve sınıf sendikacılığı için çalışmalarını yürüten bu platformların etkisini artırması, sendikalarda sınıftan yana bir dönüşümün de önünü açar. Bu süreç, bu çalışmaların içinde yer alan sendikalara ve sendikacılara de güç verir.

 

Bosch süreciyle birlikte sendikal bürokrasinin yaşadığı sıkışıklık da işçiler için yeni hareket alanı açtı. Türk Metal yöneticileri bir yandan Bosch’ta başlayan yangını söndürmek ve bu yangının diğer fabrikalara sıçramaması için “Bu yıl sözleşme yılı, fedakarlık yapmayacağız” yönlü açıklamalar yaptıkları gibi işçilere belli tavizler de vermek zorunda kaldı. Diğer yandan Türk Metal yöneticilerinin Bosch’taki sorunun çözümü noktasında yardım aldıkları MESS’e, bu sözleşme döneminde geçmiş sözleşme dönemlerinde olduğundan daha fazla bağımlı olduğu ve verilen tavizlerin de sendikal bürokrasinin kalesinde açılan gediğin onarılması için yapılan bir manevra olduğu unutulmamalı. Gediğin onarılması halinde 1998’de yaşandığı gibi Bosch’tan ileri işçilerin işten atılacağı bir kıyım döneminin başlayacağı ortada. Türk Metal’in ve diğer sendikaların başındakilerin nasıl bir yola gireceğini, sendikaların toplamda nasıl bir dönüşüm yaşayacağını, sendikal bürokrasinin kalesinde açılan deliğin onarılmasına müsaade edilip edilmeyeceğini ise elbette işçilerin tutumu belirleyecek. Metal işçilerinin tarihinde bunun örnekleri mevcut.

 

Doğru bir mücadele stratejisi izlenmesi ve sendikaların sınıf örgütü olarak yeniden inşası için gerekli hamlenin yapılması, Türkiye işçi sınıfının birliğini sağlayarak, saldırıları püskürtmesinin hatta yeni haklar kazanmasının kapısını da aralayacaktır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑