Ne ağıtlar söylendi.
Ne şelaleler gibi çağıldayan gözyaşları döküldü. Son yolculuğuna arkadaşları, yoldaşlarıyla kol kola, işçilerin elleri üzerinde yürüdü.
Ama yaptıkları, geride bıraktıklarıyla işçi sınıfı davasının tarihine ve emekçilerin yüreklerine kazındı.
Deniz Gezmiş, idamından önce babasına yazdığı mektupta; “Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içersinde fazla şeyler yapabilmektir” demişti. Ne kadar yaşadığından çok, nasıl yaşadığın sorusuydu önemli olan. Ya da kimin için, kimler için, ne için yaşandığı yanıtlanmalıydı.
Adıyaman’ın Besni ilçesinde başlayan hayat yolculuğu İstanbul’a taşımıştı onu. Ülkedeki milyonlarca insan gibi, ona da, ekmek peşinde dolanmak düşmüştü. Deri işçiliğinden sendikacılığa giden yola bir yandan çalışarak, mekruh imalathanelerin basık tavanlı, bol sigara dumanlı odalarından yürümüştü. Fabrikalarda çalışmak… Hep emek gücünü satarak yaşamak… Ve kendi sınıfının gerçeklerini gördükçe, derinlikte yatan nedenleri anlamak, öğrenmek için çabalamak. Öğrendikçe, daha fazla öğrenmek için yanıp tutuşmak ve de ileri atılmak…
Ama neydi onu bu kadar içimizde ve bu kadar ayrı özellikli kılan? Neydi onu sıradan işçiden ve aydından ayıran?
O, sınıfının gerçekleriyle, sınıfsal çatışmalarla hayatın içinden tanışmış, çelişkilerin nedenleri üzerine keşfe çıkmıştı. Ve bunu, sınıfının özellikleriyle, kolektif yaşamın içinden, örgütlü olarak yapacaktı.
İşçi aydınını genel olarak küçük burjuva aydından ayıran en temel özelliklerden birisi buydu zaten. Diğerinin aksine, işçi aydını, kendi yaşamsal, çalışma, mücadele deneylerinden bilirdi ki, tek başına davranmak bir şeyi çözmezdi; Tıpkı fabrikada tek bir işçinin makinesini durdurması veya işi bırakması gibi…İşçi, ancak diğer sınıf arkadaşlarıyla birleşebildiğinde, birlikte davranma güdüsünü elde edebildiğinde ve davranabildiğinde bir güç hale gelebilirdi. Ve işçi, pratik mücadelede gördükleriyle kafasında oluşan kendiliğinden bilinci, Marksist bir parti içersinde güce dönüştürebilir, öğrenir ve öğretirdi. Soyuttan somuta, “ne oluyor”dan, “neden, niçin oluyor”a ve nasıl çözümleneceğine geçiş böyle sağlanırdı.
İşçi bilinci, yalnız örgütlü mücadelenin başarıya ulaşacağını öngörürdü ve işçi, üretim içersinde kendi yaşadıkları ve deneyleriyle bu bilincin kapısını aralardı. Bu bakımdan işçi aydını, küçük burjuva aydından farklı olarak, hep örgütü, hep örgütlü mücadeleyi, sınıf arkadaşlarıyla kol kola yürümeyi bilir ve isterdi. Kendi deneylerini diğer sınıf kardeşlerinin deneyleriyle birleştirir; ona bu olanağı, bilinci sağlayan ve ileriyi gösteren partisinin bir neferi olarak çalışmayı her şeyden fazla önemserdi.
İşçi aydını olmanın temel dürtülerinden birisi, salt pratik yaşamda gördükleriyle, duyduklarıyla, deneyleriyle sınırlı kalmamak, “neden, niçin ve nasıl olacak”a kafa yormak, sınıf çelişkilerinin, sınıfsal ilişkilerin kökenine inmek, bunun için de teorik silaha sahip olmaktı.
İşçi aydını olmaya giden yol, pratikçilikten teoriye, Marksist öğretiye, bilim ve düşünceye kapıları aralamak, öğrenmek ve anlamak için var gücüyle çalışmaktan geçiyordu
Ki, yaşadığımız dönemin temel özelliklerinden birisi, teorinin, özel olarak burjuva kalemşorları tarafından tu kaka edilmesiydi. Elbette bunda dünyada son dönemde yaşanan gelişmelerin, sosyalizmin yenilgisinin büyük rolü olmuş; burjuva ideologlar, bunu sosyalist teoriye karşı bir kampanyaya dönüştürmüş, teoriyle uğraşmak, teorik çalışma, okuma-öğrenme “dinozorluk”la özdeşleştirilmeye kalkılmıştı. Ve şüphesiz bu mevzie, “ekonomizm”i tek mücadele yöntemi olarak görenler gerekli cephaneyi taşımıştı.
Oysa, klasikti, “devrimci teori olmadan devrimci pratik olamaz”dı. İşçi sınıfı, kendini bağlayan zincirlerden, ancak Marksist teorinin aydınlatıcılığında ve ona sımsıkı bağlı kalarak, güncel gelişmelere yaratıcı bir etkinlikle katarak kurtulabilirdi.
Bunu da, bir işçi ancak, küçük burjuva aydından farklı olarak, sızlanmadan, habire şikayet etmeden, mızmızlanmadan, yalnızlıktan yakınmadan, ama kesinlikle örgütlü mücadelede, örgütle birlikte başarabilirdi.
Bilinçli işçi bilirdi ki, o asla yalnız değildi; emek gücünü satarak yaşayan milyonlarca işçi onun sınıf ve dava arkadaşlarıydı ve bugün milyonlarca işçi burjuva politikasının bir uzantısı olmuşsa, gerçeklerin farkında değilse, eksiklik onlarda değildi; bunda, onları yeterince aydınlatamayan, o ortamı yaratmak için yeterince çalışmayan, çalışsa bile gerçekçi taktikler geliştiremeyen, günü gününe, anında ajitasyon propaganda yapıp aydınlatma faaliyeti örgütleyemeyen kendilerinin de payı çoktu.
Elbette bilinçli işçi, her şeyin mutlak iradeye bağlı olmadığını bilir ve bütün her şeyi sübjektivizmden ibaret görmez… Yaşananları, gelişmeleri, tek tek kişilerin yetersizliğine, ilgisizliğine, vurdumduymazlığına yormaz… Dertlenmez, sızlanmaz…Kitaplardan öğrendiğini papağan gibi tekrarlamak yerine, özgün koşullara uyarlamak için kafa yorar ve buna yaratıcılık katar… Zenginleştirir, geliştirirdi. Bu, aynı zamanda kendisinin de gelişimidir.
İşçi aydını bilir ki, her şeyi bilen, her şeye vakıf olan tek kendisi değildir. Hatta, onun en iyi bildiği şey, çok az şey bildiği ve her gün yeni şeyler öğreneceğidir. İşçi aydını, yığınları sürü gözüyle bakmaz. Her şeyi kendisinin bildiğini, kitlelerin ise hiçbir şey bilmeyen saf sürü olduğunu aklına bile getirmez. Tersine yığınların birikiminden, bilgisinden, deneylerinden öğrenmek en önemli yaşam ilkesidir. Çünkü, işçi aydını, işçi sınıfıyla, emekçi kitlelerle, yoksullarla iç içedir; bütündür. Diğer aydından farklı olarak, kendisine özel abartılı misyonlar yüklemez, kendisinin derya deniz, kitlelerin ise damla olduğu kuruntularına girmez; kitleleri derya deniz, kendisini emekçi denizinde bir damla olarak görür. Bıkmadan usanmadan öğrenir, öğretir ve gittikçe çok yönlü, entelektüel bir bilgeliğe erişir. Ve genel olarak da ondaki bilgi ve bilgelik, yaşamın içinde sınanmış bir birikimin ürünüdür.
ÖRNEK BİR SINIF SAVAŞÇISI
Genel olarak ölenlerin ardından benzer sözler edilir, ölenin örnek yaşamından, kişiliğinden bahsedilir. Şüphesiz işçi sınıfı davası için çalışmak, yaşamını adamak örnek bir tutumdur. Ama Memet Kılınçaslan gerçekten örnek alınacak bir yaşam çizgisine, gelişime, farklılaşma ve kendi kabuğunu kırarak ilerleme sürecine sahiptir. Bütün bu özellikler, onu, “örnek” olarak farklı kılmaktadır.
O, lafla “günde birkaç devrim nutku atan” sonra bürosuna koşup “kredi-kâr hesapları yapan”, o arada “işçilerin, emekçilerin, yoksulların aymazlığından” dert yanan ya da mor ışıklı barlarda “Oidipus kompleksini” tartışanlardan değildir kuşkusuz. Bugün bir işçi direnişinde, öğlen bir yoksul evinde, akşam bir işçi kahvesinde ya da kenar mahallede emekçilerle bir meyhanededir. Ya da bir dostun, bir komşunun, bir tanıdığın, bir hemşehrinin hasta ziyaretine gidilecek, cenazelerde saf tutulacaktır. Ama her koşulda, mutlaka, günlük gelişmeler izlenecek, emekçilerle konuşulacak, teorik kitap, dergi, makaleler okunacak, günlük işçi gazetesi ve diğer gazeteler taranacaktır. Bir işçi aydını olarak, o, teorinin kıymetini çok, ama çok iyi bilmektedir.
Eğer örnek bir bilinçli işçiden, işçi aydınından söz edilecekse, bunun en iyi örneklerinden birisi, Memet Kılınçaslan’dır.
Ne yazık ki, erken bir zamanda ve aniden aramızdan ayrılmıştır.
Gerisinde ise, gerçekten örnek ve incelenecek bir yaşam bırakmıştır.