20. yüzyılın din siyaseti bakımından en gerici Papası XII. Pius 9 Ekim 1958’de öldü. Dünya politikası olarak komünizme karşı haçlı seferi fikri onda saplantı halindeydi. Kariyerinin zirvesindeyken, insanların komünizme geçecekleri yerde, bir atom savaşı sonucu telef olup ruhlarını kurtarmalarının daha iyi olacağı görüşünü ilan etmiş, tahammülsüzlüğü ile Katolik kilisesini derin bir krize sürüklemişti.
Şaşırtıcı bir biçimde 28 Ekim 1958’de favori olmayan biri, Venedik Patriği Giuseppe Roncalli, yeni Papa seçildi – papazlığında popüler, kilisenin diplomatik çalışmalarında deneyimli biriydi ve aynı zamanda okumuş bir kilise tarihçisiydi. XXIII. Johannes adını seçti.
Bir skandal! Bu isim tam 500 yıldır tabu sayılmıştı. Daha önce bir XXIII. Johannes vardı (1410-1415); bu Papa ahlaksızlık nedeniyle Konstanz-Konsülü* (*Konstanz-Konsülü – 5 Kasım 1414’ten 22 Nisan 1418’e kadar Almanya’nın Konstanz kentinde toplanan Konsül. Büyük Batı ayrılığından (Schisma) sonra, Hıristiyanlık üç papa arasında bölüşülmüştü: Gregorius XII, Benedikt XIII., Johannes XXIII. Bölünmenin ve İmparator Sigismund’un baskılarına dayanamayan Johannes XXIII, serbest şehir Konstanz’da ökümenik bir Konsül topladı (Aralık 1413). Konsülün, Schisma’ya son vermek, Wicliff’in ve Hus taraftarlarının sapkınlıklarını yok etmek ve kilisede reform yapmak gibi üç görevi vardı. Konsül, XXIII. Johannes’e görevinden ayrılmasını bildirdi. Papa, uzun bir süre direndikten sonra bu isteğe boyun eğdi. Ardından XXII. Gregorius ve XIII. Benedikt’e de görevden el çektirildi. Sonunda, 1417 Kasımında V. Martinus unvanını alan yeni papayı seçti. Daha önce, Schisma sırasında, bundan böyle çağrılmadan bir Konsül toplanması ve dış baskılar sonucu yapılacak her papa seçiminin hükümsüz sayılacağı kararlaştırılmıştı. Papanın yetkileri kesin olarak sınırlandırılmış ve belirli sürelerde Konsül toplantıları yapılması öngörülmüştü.
Konsül – Yerel, ulusal ya da genel düzeyde faaliyet yürüten kilise doktrini ve disiplini konusunda karar veren piskopos ve ilahiyatçılar kurullarına verilen ad.- O.G) tarafından görevinden azledilmişti. Uğursuz bir karşıt-papa olarak anısı Kilise kayıtlarından silindi; sıra sayısı listesinde adı geçmediğinden, Roncalli onun ismini sanki hiç varolmamış gibi alabildi.
Bilindiği üzere, Papalar isimlerini program niteliğinde seçerler. Bağ kurdukları öncellere çekilen dikkat, bir tür yönetim bildirgesidir. Peki, Roncalli neden sakınılan bu isimde karar kılmıştı?
ZORUNLU ANIMSATMA
Çok gerilere gitmemiz gerekecek. 1277’de Paris Piskoposu Stephan Tempier, Papa’nın açık bir biçimde dile getirdiği arzusu üzerine, sapkınlık olarak ilan edilen felsefi öğretilere karşı bir mahkumiyet kararnamesi yayımladı. Bu kararname, yükselmekte olan dünyevi bir bilimin eksen aldığı Aristoteles, Avicenna, Averroes’in etkisine karşı yöneltilmişti. Mahkum edilen tezlerin önemli teoremleri, Paris Üniversitesi’nin bir Dominikan-Doçentinin yazılarına aitti. “Varlık ve Öz Üzerine”, “Maddenin Doğası Üzerine” ve “Doğanın İlkeleri Üzerine” isimli üç tartışmada (modern tabirle) teolojiyi ontolojiye aktarmış, dünyanın maddiliğini tespit etmiş ve doğayı, hareket biçimlerini esas alarak açıklamıştı. Bu yolla inancı felsefeyle uyumlu hale getirmeye çalışmıştı.
Üniversite görevinden alınan söz konusu din adamı, sonraki yazılarında daha ılımlı bir çizgi izledi. Daha radikal olan mücadele arkadaşı, Brabant Fatihi –ki sonraları onunla yolunu ayırdı–, 1284’te sekreteri tarafından, muhtemelen Papa’nın emri üzerine, bıçaklanarak öldürüldü.
1277’de suçlanan düşünür Aquino’lu Thomas’tı.* (*Aquino’lu Thomas (Saint Thomas d’Aquino) (1225-1274) – İtalyan düşünür ve Katolik kilisesinin başta gelen teologlarından. Aristo’nun teorisini destekliyor, ruh vücudun bir “formu”dur inancını besliyordu. – O.G) Mahkum edilişine bizzat tanık olmadı; üç yıl öncesinde yaşamını yitirmişti. Yarım yüzyıl sonra, 1323’te aziz ilan edildi. Doctor Angelicus olarak, bugüne dek Katolik inanç öğretisinin dünya görüşsel omurgasını oluşturur. Onun azizliğe yükseltilmesi, 13. yüzyıl toplumunun modernleşme atılımını yakalayıp yeniden muhafazakar kanallara akıtmaya olanak tanıdı. Onu aziz ilan eden kişi ise, Papa XXII. Johannes’ti.
REFORM VE GERİCİLİK
Şimdi, 1958’deki isim seçimi anlaşılır hale gelmeye başladı. Mevzuu bahis olan, 1410’daki ahlaksız Papa değil, 1323’deki ideologdu. Reform gereksinimleri karşısında tavizler vererek kriz atlatmak ve sistemin temellerini sağlamlaştırmak – yirmi üçüncü Johannes’in programı buydu; tıpkı yirmi ikincisinin de olduğu gibi. Roncalli, halefi VI. Paul’un eski yapıları yeniden sağlamlaştırabilmesi için zemini hazırlayan Konsül-Papası oldu. Bunlar, çabucak yeniden dizginlenen “ilerlemelerin” değil, Konsül’ün uzun vadeli fonksiyonunun bir sonucuydu. Katolik kilisesi, sistemi koruyarak reformlar göze alabilir, ne var ki iktidar biçimini temelden etkileyecek her türlü reforma mutlak olarak direnir. Bu durum, daha Waldenciler’in* (*Waldenciler – 12. yy’da Petrus Waldus tarafından kurulan, Hıristiyan kaidelere uygun olmayan bir topluluk yaşamı amaçlayan bir tarikat. Engizisyon tarafından neredeyse tamamen yok edildi, ama 16. yüzyılda yeniden ortaya çıktı.- O.G) yok edildiği, Fransiskan mezhebinin ehlileştirildiği ve Johannes Hus’un yakıldığı zamanlar için geçerliydi. Wiclif’ten Luther’e dek reformcuların, ellili yıllardaki Fransız işçi papazlarının, Güney Amerikan kurtuluş teolojisinin karşılaştığı buydu. Bir Papa’nın “ilerici” olabileceğini uman biri varsa, kilise kurumunun anayasası konusunda yanılıyor demektir.
Bugüne değin, Katolikler arasında olduğu kadar, Protestan reformcu teologlar arasında da, Roncalli ve İkinci Vatikan-Konsülü’nün rolü hakkında bir yanılgı söz konusudur. Tüm kilise tarihi boyunca değişen çağın koşullarına uyum düzenlemeleri olagelmiştir; ancak bunlar, daima, en kısa zamanda yeniden geleneksel çizgilere geri dönmek niyetiyle yapılmışlardır. XXII. Johannes’in dengelemeye çalıştığı 13. yüzyıldaki sarsıntıları, kilise hiyerarşisinin merkezileşmesini ve güçlenmesini amaçlayan Kurien*-reformu (*Kurie – Papa’nın ve Katolik kilisesinin yönetim ve idaresinin merkez organı.- O.G) takip etti. Muhalif Fransiskanlar, imparator sarayına sığınan Occam’lı William ve Padua’lı Marsilius, tıpkı günümüzde Leonardo Boff ve Piskopos Heider Camara gibi etkisiz kılındı. Papa ismi olarak XXIII. Johannes, yalnızca Konsül’ün reform programının değil, aynı zamanda bunu takip edecek gericiliğin bakış açılarının da bir ifadesiydi.
Ve şimdi de Benedikt. Yine kimsenin beklemediği bir isim. Joseph Ratzinger’in geçmişle kurduğu bağ nedir? Ratzinger, Wojtyla’nın [II. Jean-Paul –çev.] Papa olmasını sağlayan ve Alman doğu politikasıyla Ortodoks doğu Hıristiyanlık coğrafyasında Roma kilisesinin yayılmacı misyonunu birleştiren kişiydi. Hıristiyanlık İnançları Kongresi’nin başkanı olarak, II. Jean-Paul’ün deklare ettiği kilise ve din politikasına ilişkin kararlarla fermanların arkasındaki isimdi; Vatikan’da bir gölge Kardinal.
Komünist İşçi Gazetesi (KAZ), Haziran sayısında, Ratzinger’in kökenindeki çizginin ayrıntılı bir arka plan analizine yer verdi. Kariyerinde yükselişi, Nazilerle içli dışlı Münihli Kardinal Faulhaber’in astı olması dolayısıyla da Pacelli-Papalık elçiliği geleneğine uygun olarak gerçekleşti; yani, bir sonraki Papa XII. Pius’un geleneği doğrultusunda. Ratzinger, son Habsburg Kralı Karl’ın Wojtyla tarafından aziz ilan edilmesine önayak oldu, şimdiyse, kilise hukuku mevzuatlarına aykırı olarak, olağandışı bir biçimde Wojtyla’nın azizliğe yüceltilmesini planlıyor. KAZ’ın çıkarsamasına göre, bütün bunlar, XV. Benedikt’e dayanak yapıldığına işaret ediyor ve isim seçimini karakterize ediyor.
Kimdi XV. Benedikt? Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında seçilmiş ve 1922 yılına değin görevde bulunmuştu. 1915’te kurdurduğu yarım gönüllü bir barış inisiyatifi etkili olmadı; Doğu Avrupa’daki, özellikle Polonya ve Avusturya-Macaristan’daki nüfuz alanlarını güvenceye alma endişesiyle 1917’de kurulan ikincisiyse, büyük güçlerin direnişi karşısında başarısızlığa uğradı. XV. Benedikt, şanssız bir politikacı, önemsiz bir kilise-efendisiydi. Doğrusu, Ratzinger gibi hırslı ve başarılı bir stratejistin yönünü tayin etmek üzere örnek alacağı türden bir tip çizmiyor. XV. Benedikt’in Kilise faşizminin ön-tarihinin –Macaristan’ın Horthy’sinden İspanya’nın Franco’suna değin– bir parçası ve ayrıca daima Opus Dei’nin* (*Opus Dei (Latince): Tanrının Eseri – 2 Ekim 1928’de Madrid’te sıradan bir papaz olan Jose Maria Escriva de Balaguery Albas tarafından kurulan, Roma Katolik Kilisesi içerisinde muhafazakar bir örgüt. Katolikliğe sadık laik iş ve meslek sahiplerini bir araya getirerek, Papa’ya Vatikan dışında destek olacak varlıklı ve iyi eğitim görmüş elit bir kadroyu oluşturma amacı ile kurulan örgüt, günümüzde, Vatikan’da en etkili kurumdur. Gizli bir örgüt olan Opus Dei’nin tüm üyeleri Katolik meslek sahiplerinden oluşmakta, fakat her ülkede örgütten sorumlu bir Kardinal bulunmaktadır. Onlara göre, Papanın kimliği, Kilisenin de, Papalık Makamı’nın da üstündedir. Papa, Tanrı-Krallığı’nın kutsal önderidir. Böylesine yüce bir mertebeye erişebilen kişi de elbette olağanüstü bir kişidir. Bu nedenle Opus Dei, böylesine olağanüstü bir kişi tarafından temsil edilen Vatikan Devleti’ni yüceltir ve kiliseyi ikinci planda görür. Opus Dei, “Da Vinci’nin Şifresi”yle yeniden gündeme gelmekle birlikte, geçmişten beri sağcı diktatörlükleri desteklemekle, tarikat benzeri kontrol mekanizmalarıyla, şeffaf olmayan mali ve örgütsel yapılanmaları, son derece muhafazakar bir teolojiye sahip olmakla ve saldırgan üye ve nüfuz kazanma yöntemleri kullanmakla itham edilmiştir.- O.G) bir destekçisi olması ve dolayısıyla kendini bu çizgiye dahil etmesi bile, Ratzinger’in programatiğini karakterize edecek isim seçimi için yeterli değil. Zira bu, açığa çıkarılacağı yerde üzeri örtülecek türden bir niteliktir. Böylece KAZ’in sunduğu malzeme, fikir vermekle birlikte, asıl olarak yalnızca güncel açıdan bir ışık tutuyor. Bunun altında, Benedikt isminin yükseldiği bir ikinci anlam katmanı bulunmaktadır.
Dolayısıyla izimizi biraz daha gerilerde sürelim; 18. yüzyılda! XIV. Benedikt (1675-1758), program ismi sağlayacak bir aday olmasa gerek. Aydınlanmanın Papasıydı; hep baskıyla karşılaşmış Jansencilere* (*Jansencilik –Ypres piskoposu Jansen’in ve taraftarlarının öğretisi. Fransız Katolik kilisesinde ortaya çıkan ve özellikle 17. ile 18. yüzyılda etkisi görülen bu hareket, Cizvitlilerden farklı bir Augustinus öğretisi savunmasıyla bilinir.- O.G) karşı hoşgörülü, o zamanlar saldırgan bir Katolik politikanın yürütücüleri olan ve çoğunlukla krallarla prenslerin günah çıkartma pederlerini çıkaran Cizvitlere karşı eleştirel bir tutum alan bir papaydı. XIV. Benedikt, ilgisiz bir dindar olan Protestan Prusya kralı II. Friedrich tarafından, işte tam da Aydınlanma karşısında aldığı ılımlı tutum nedeniyle itibar görüyordu. Böyle bir Papa, “Hıristiyan inancına göre şeytan, mistik ama gerçek, şahsi ve sembolik olmayan bir figürdür” türünden sözler sarf eden Ratzinger için bir öncül oluşturmaz. Bu türden cümleler söyleyip yazan birisi, bir zamanlar gençlik yıllarında olduğu o modern rasyonel teoloji profesörü haline dönmez.; onun için mesele, daha çok, modern sanayi devletlerinde kilisenin etkisini yitirdiği bir dönemde, Hıristiyanlar arasında halen animist* [*canlıcılık (animizm)–Canlı ve cansız bütün doğanın ruhlu olduğu ve ruhlarla yönetildiği inancı.- O.G] ve şeytanlı cinli tasavvurların yaygın olduğu ülkelerde kendine daha sağlam dayanaklar kurmak amacındaki kilise politikasıdır.
Kuşkusuz Ratzinger, tartışmacı-filozof Jürgen Habermas ile bir tartışmaya girmeyi göze almaya yetecek kadar esnekliğe de sahipti. Ne var ki ikisinin us kavramları, yine de birbirinin çok uzağında kaldı. Kilise, eskiden beridir gerçeği, insanın sınamacı düşünmesiyle değil, tanrısal meşruluğu olan bir sözcüğe –ister vahiy olsun isterse de Papalık fermanlarının yanılmazlığı olsun– bağımlı olarak benimsemiştir. 13. yüzyılın çaresizliğe düşmüş filozofları, bilimsel doğruluk ve vahiy inancını birbiriyle çelişen, ama aynı zamanda yan yana varolmalarına göz yuman çifte gerçek paradoksuna sığındılar. Ne var ki bu, ne felsefi ne de teolojik olarak kabul edilebilir bir çözümdür.
Anlaşılan Benedikt’in kodunu çözmek XXII. Johannes’teki kadar kolay olmayacak. Bu ismin ilk altı taşıyıcısına yalnızca son derece kısa görev süreleri nail olmuştur. Hepsi de, seçilmelerinden kısa bir süre sonra hayata veda ettiler; bu durum, yetmiş sekiz yaşındaki Ratzinger’in isim seçiminin alameti-farikası olmasa gerek. Altıncısından on birinci Benedikt’e kadar olanların her biriyse, kilise içindeki karışıklıklar ve çekişmelerle anıldı, hatta dokuzuncu ve onuncusu görevden alındılar. Joseph Ratzinger kendine gerçekten de tuhaf bir atalar serisi seçmiş!
Ancak işimiz daha da karmaşıklaşıyor. XIII. ve XIV. Benedikt ismi, Papalık sicilinde tam ikişer kez geçiyor. İsimleri ilk kez 1378’den sonra Avignon ve Roma arasındaki kilise bölünmesi (Schisma) sırasında, Avignoncu tarafın temsilcileri olarak ortaya çıkar, bu nedenle de, Roma geleneğinde gayrı meşru karşıt-papalar olarak sayılırlar. Diğer on üçüncüsü ise, göreve geldiğinde artık elden ayaktan düşmüş, dünyadan haberi olmayan ve zafiyet derecesinde uzlaşmaya meyilli birisiydi. İşlerin büyük bölümünü vicdansız Kardinal Nicola Coscia’ya bırakmış durumdaydı.
NİHAYET İZ ÜZERİNDE MİYİZ?
Papalar tarihinde yaptığımız bu hızlı sürek avından sonra yalnızca çerçeveye almakla yetindiğimiz bir dönem kalıyor geriye: 1309 ile Konstanz-Konsülü (1414-1418) yılları arası. Bu, Papaların yönetim merkezinin önce Avignon’da bulunduğu ve 1378’den sonra Avignon ve Roma olmak üzere iki ayrı Papanın seçimiyle kilisenin bölündüğü bir dönemdi. Schisma’dan önceki XII. Benedikt (1334-1342) ve Schisma sırasındaki XIII. Benedikt (1394-1417) işte bu zaman dilimine denk düşer.
Şimdi öykü bir biçim almaya başlıyor! XII. Benedikt, stratejisinin Roncalli’yle sürdürüldüğünü gördüğümüz XXII. Johannes’in halefiydi. Aquino’lu Tohmas gibi 13. yüzyıl Modernistleri ile göstermelik denge politikasını yeniden eski dönemdeki engizisyon katılığına geri döndüren şahsiyetti. Onun idaresinde, din sapkınlarının takibatı ve sapkın öğretileri bastırma yöntemleri yeniden sertleştirildi. Johannes’in başlattığı, papalık devletini bürokratikleştirilmiş bir yönetim aygıtına dönüştüren Kurie-reformunu sürdürdü. Bu, ilk kez 1302’de “Unam Sanctam” papalık fermanıyla ilan edilen, Papanın global iktidar iddiasına kudret sağlayacak merkezileştirilmiş bir kilise idari yapısının önkoşulunu oluşturuyordu. Aynı zamanda, Kurie’nin kilisenin yerel gelir kaynakları üzerinde genişletilmiş bir müdahalesi anlamına geliyordu. Papalık onun yönetimi altında büyük bir finans gücü durumuna geldi. Aynı zamanda entelektüel bir teolog ve politik olarak acımasız bir otokrattı.
İşte burada, XXII. Johannes’ten XIII. Benedikt’e değin Avignoncu Papalar serisinde Joseph Ratzinger’in asıl bağlantı noktasını buluyoruz. XII. Benedikt’in, XXII. Johannes’in doğrudan halefi olması ve onun Kurie’nin güç kazanmasına hizmet eden iktidar politikasını güden programını sürdürmüş olması, deyim yerindeyse günümüz açısından örnek durumu oluşturmaktadır. Ratzinger, İkinci Vatikan-Konsülü (1962-1965) ile Avignon-Konsülü’nün (1323-1326) fonksiyonlarını karşılaştırmakla Roncalli’nin halefi sayabilir kendisini. Ne var ki, tam da bu, 2. Vaticanum’un zihnine yerleştirilen beklentilerin aldatıcı olduklarının ortaya çıktığı ve ökümenik idealistlerin hala korudukları son illüzyonlarının da paramparça edildiği anlamına gelir.
Ratzinger, altmışlı yıllarda, Konsül’ün reform çabalarına sınırlı pozitif bir yaklaşımda bulunan bir teolog sayılıyordu. Biyografisini yazan John L. Allen, Vatikan’da Amerikan National Catholic Reporter’in muhabiri olarak, Roma kilisesinin içini dışını bilen biridir. Allen, Ratzinger’de daha sonraları gerçekleşen bir değişimden bahsetmekte ve bu iddiasını gerekçelendirmek için, Ratzinger’in Konsül’de veya liberal teolog Vorgrimler’in Konsül değerlendirmesinde sarf ettiği ifadeleri öne sürmektedir. Burada, sanırım bir yanlış anlaşılma var.
Hıristiyanlık İnançları Kongresi’nin başkanıyken olduğu gibi, bugün de, Papa olarak Ratzinger, Katolik ruhbanın kilisedeki üstüne karşı ve son tahlilde Papaya karşı itaat mecburiyetini daima inanç sağlamlığının odağına yerleştirmiştir. Köln Başpiskoposu Kardinal Fring’in genç (o zamanlar otuz beş yaşındaki) danışmanı olarak, Konsül’ün izlediği çizgiyi resmi olarak temsil etmek, onun açısından olması gereken doğal tutumdu; bu sırada kendi içinde bu çizgiden sapıp sapmadığını doğal anlayışına göre belli etmesi yasaktı. Resmi beyanlarını itaat mecburiyeti belirlemiştir ve kendi düşüncesine dair güvenilir bir gösterge değildir.
Ne var ki, belgelerin hazırlanmasında görev aldığı Konsül değerlendirmeleri sırasında, daha katı bir muhafazakarlık eğilimi pekala fark edilebilmektedir. Misyon şemasında, yabancı din ve kültür alanlarında yayılmacı, saldırgan bir etki kurma politikasından yana tutum almıştır. Din özgürlüğü ilanında, bunun, yalnızca devlet tarafından bir zorlama karşısında politik bir güvence sayılması gerektiğinin (ki bu, birçok yerde Katolik kilisenin lehinedir), ancak Katolik kilisesinin kurtuluşa giden tek yol olma yönündeki kurumsal iddiasına halel getirmeyeceğinin altının çizilmesini sağladı. Bu yaklaşım, neredeyse otuz sene sonra, Hongkong’taki Asya Piskoposları Konferansı’nda (1993) yapılan, insanlığın gerçek yoksulluğunu, gerçeğin üzerine çökmüş karanlığın oluşturduğu; yegane ve biricik gerçeğin ise, Hıristiyan dininin sarsılmazlığına olan inanç olduğuna dair otoriter saptamayla örtüşmektedir. Asya’da açlık çeken yüz milyonlarca yoksul insan, iman etmenin karınlarını nasıl doyuracağını sormuş olsa gerek. Bu bağlamda, Kurtuluş teologu Leonardo Boff, İsa’nın insanların yalnızca manevi değil cismani mutluluğuyla/refahıyla da ilgilendiğini söylemekle onlara daha yakın durmuştur. Ne var ki Boff, Ratzinger için otuz yıldır, öğreti otoritesi ve kilise disiplini aracılığıyla mücadele ettiği azılı bir düşmandır.
GERİYE KALAN, İSİMLERDİR
Ratzinger’in, Hıristiyanlık İnançları Kongresinin başkanı olarak, Wojtyla’nın arkasında dümeni elinde tutan ve uzun bir süredir Vatikan’ın rotasını belirleyen kişi olarak etkinliği bilinmektedir. İster geniş gönüllü teoloji profesörleri olsunlar, ister sosyal çalışmalarda aktif piskoposlar, isterse de Cizvit mezhebinin başı; bağımsız düşünen kafaların karşısındaki fanatiktir o. Dışa yönelik sevecen ve uzlaşmacı, mesleki kararlarda katı ve acımasızdır. (Daha ziyade saf olan Wojtyla’nın aksine) Teorik tutarlılığa ve kesin zekâya sahiptir; buna karşın âlimliği, dini politikaya dönüştüren bir iktidar hırsının hizmetindedir. Bu uğurda disipline edilmiş bir örgüte ihtiyaç vardır ve Ratzinger, inanların Katolik birliğinin örgütsel disiplinine titizlikle ihtimam gösteren biridir. Babacan görünümü aldatıcıdır; bir Velasquez, bu büyük soruşturmacıyı (engizisti), televizyon kameralarının sunduğundan çok farklı çizerdi.
Benedikt isminin ardındaki şaşırtmalı bulmaca aydınlandı. 700 yıl önce, kilise tarihinde olağandışı bir istisnai durum meydana geldi. Papalık iktidarının yanında ve zaman zaman da üstünde bulunan imparatorluk iktidarı, ayyaş II. Friedrich’in ölümünden sonra 1250’de yıkıldı. Yeni oluşan ulus devletler, hepsinden önce de Fransa, henüz sağlamlaşmış değillerdi. Feodal toplum yıkılmaya yüz tutmuştu. Kentler erken kapitalist üretimin ve ticaret sermayesi birikiminin merkezleri haline geliyordu. Yaşam koşullarının yeni düzeni henüz mayalanma aşamasındaydı. “Ortaçağın Sonbaharı” (Huizinga) yeni başlamıştı.
Papalar, bu anı, kilisenin gücünü artırmak için fırsat bildiler. Onların modernliği, kiliseye sağladıkları merkezi idari yapıydı ve de mali yönetim –iktidara ve paraya uzanan bir hamle. Gelenekçiliklerini, saçma irrasyonelliklere de başvuran dini açıdan meşru bir iktidar ideolojisine bağlılık oluşturuyordu. Ratzinger’in şeytanın şahsi figürüne ilişkin sarf ettiği sözler o tarihte de söylenmiş olabilirdi.
Kilisenin erken yeni çağa attığı bu politik iktidar adımını, katı bir muhafazakarlığın emareleri eşliğinde gerçekleştiren Papalar, XXII. Johannes ve XII. ile XIII. Benedikt’ti. Ne var ki, isimlerinin devamlılığı, haleflerinin yoldan sapmaları nedeniyle kesintiye uğramış, bunların sıkıntılarını taşımaktaydı. Bu isimlerin günümüz tarihsel krizde tazelenmeleri sinyal niteliği taşır. Johannes’in anlamı şudur: Kiliseden kopuş durdurulmalıdır. Benedikt’in anlamı da şudur: Restorasyon gerçekleştirilmektedir.
Umberto Eco, Avignon-Konsülü arifesinde geçen romanını nasıl bitirir?”Bir zamanların gülü şimdi yalnızca isimden ibaret, geriye kalan isimlerden başka bir şey değil.” Johannes, Benedikt geri dönüşte.