Bölgesel çatışmaların girdabında Kürt sorunu

Geçtiğimiz günlerde Kürt sorunuyla ilgili tartışmalar, uzunca bir süre hapishanelerde yüzlerce tutsak tarafından sürdürülen açlık grevleri ve grevdeki tutsakların taleplerine odaklanmışken, bölgede sorunun gidişatını ciddi boyutta etkileyecek gelişmeler yaşanıyordu. Suriye Kürdistanı’nda (Batı Kürdistan’da) Kürtlerin denetimindeki bölgelerin Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı gruplar tarafından işgal edilmek istenmesi sonrasında yaşanan çatışmalar, bu süreçte Barzani ve ona bağlı Kürt gruplarının tutumu, yine Irak’ta merkezi hükümet ile Kürdistan Federe Yönetimi arasında yaşanan gerilim ve bütün bölgenin yeniden dizaynına yön vermeye yönelik İsrail’in Gazze saldırısı, Kürt sorununu bölgesel çatışmaların girdabına doğru çeken gelişmeler oldu. Kürt sorunu dün de bölgesel karakter taşıyan bir sorun olmasına rağmen, bugün Kürtlerin her parçadaki/ülkedeki statü talepli mücadelesinin diğer ülkelerdeki gelişmelerle daha fazla içiçe geçtiği ve çözümünün de önemli oranda diğer parçalardaki/ülkelerdeki gelişmeler tarafından belirlendiği bir sürece girmiş bulunmaktayız.
Türkiye’deki hapishanelerde Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, anadilde savunma ve eğitim hakkı talepleriyle sürdürülen açlık grevlerinin ölüm sınırındayken Öcalan’ın çağrısı üzerine bırakılması, ağır tecrit koşullarına rağmen Öcalan’ın Kürt sorununun çözümünde kilit önemde bir aktör olduğunu bir kez daha gösterdi. Bugün Öcalan üzerinde 2011 Temmuz’undan bu yana sürdürülen tecrit politikasının, bölgede önemli gelişmelerin yaşandığı bir süreçte bölgesel dengeler bakımından önemli bir güç haline gelen Kürtlerin güç ve etkisinin sınırlandırılıp denetim altında tutulmak istenmesi hesabından bağımsız olmadığı ve bu hesabın arkasında sadece AKP’nin değil, ABD’nin de yer aldığı söylenebilir. Gelinen yerde, Kürt sorununun çözümü de, bu çözümün kapsamı da, bölgede çatışma halindeki güçler arasındaki mücadelenin seyri ve Kürtlerin bu çatışma/kamplaşmanın neresinde durduğu/duracağı tarafından belirlenecektir.

KÜRTLER SAVAŞ BATAĞINA DOĞRU…
AKP Hükümeti’nin Suriye’ye müdahale politikasının arkasında, ABD tarafından Türkiye’ye verilen “bölgesel liderlik” rolü üzerinden bölgeye ekonomik ve siyasal olarak yön veren bir konuma gelme arayışının olduğu açıktır. Bir o kadar açık bir diğer konu da, Suriye’de rejim değişikliği peşinde koşmanın en önemli nedenlerinden birinin de Kürtlerin statü sahibi olmasının önüne geçmek ve ötesinde buradan Türkiye parçasındaki Kürt hareketini kuşatıp baskılayacak bir cephe açmak olduğudur. Türkiye-Katar-S.Arabistan koalisyonunun desteklediği Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) ve önemli oranda Suriye dışından gelmiş/getirilmiş radikal İslamcı militanlardan oluşan Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) kısa sürede Esad rejimini devireceği beklentisi boşa çıkmış bulunmaktadır. Zaten ABD de, sadece söz konusu güçlere dayanılarak Suriye’de bir rejim değişikliğinin gerçekleşmesi beklentisi olmadığını açık açık söylemiş; Obama, Kasım başında gerçekleştirilen ABD seçimlerini kazanmasının hemen ardından, Suriye muhalefetini, kendisi için daha güvenilir güçlere dayanarak yeniden dizayn etmek üzere, Katar’ın başkenti Doha’da toplamıştır. Suriye Kürtlerinin Barzanici partilerinin oluşturduğu Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi’nin de (ENSK) katıldığı bu toplantıda, Suriye muhalefet güçleri koalisyonunun başına Şeyh Ahmet Muz el Hatip ve yardımcılıklarına Riyad Seyf ve Süheyr el-Etesi getirilirken, geçen dönem Suriye Kürtlerinden Abdülbasit Seyda’nın başkanlık yaptığı SUK’un başına da Hıristiyan George Sabra getirildi.
ABD’nin Suriye muhalefetini yeniden dizayn etmeye yönelik girişimleriyle birlikte geçen süreçte Suriye’de rejim değişikliğini adeta tek başına ister duruma düşen Türkiye’nin hedef ve öncelikleri giderek Kürtlere doğru kaymış bulunmaktadır. Son dönemde bütün Suriye sınırının çatışma alanı haline dönüşmesinin arkasında yatan en önemli etken, Türkiye egemenlerinin büyük oranda ÖSO’ya bağlı gruplar üzerinden geliştirdikleri bu yönelimdir. ÖSO’ya bağlı gruplar, PYD-Halk Konseyi’nin yönetimi ele geçirdiği bölgelere saldırarak ve bu bölgeleri işgal etmeye çalışarak, Suriye’deki iç savaşta baştan beri çatışan tarafların dışında kalan Kürtleri savaşın içine çekmeye çalışmaktadır. Üstelik bunu yaparken, PYD’nin gücünden rahatsız kimi Kürt gruplarının desteğini de arkasına almış bulunmaktadırlar. Sınır bölgelerinde; Serêkaniyê, Dırbesiya, Amude, Kobani, Efrîn’de Guraba el Şam ve El Nusra Cephesi gibi ÖSO’ya bağlı radikal İslamcı gruplar ile Halk Savunma Birlikleri (YPG) arasında çatışmalar yaşanırken, Halep’te YPG’nin güvenliğini sağladığı bölgelere saldıran Kürt Azadî partisine yakınlığı ile bilinen Selahaddin Tugayı olmuştur.
Türkiye’nin yönlendirdiği ÖSO’ya bağlı grupların neden şimdi harekete geçtiği sorusunun cevabını vermek için Batı Kürdistan’da yaşananları kısaca hatırlamak gerekmektedir. Temmuz ayında, Batı Kürdistan Halk Meclisi-PYD, Kobani’den başlayarak Kürtlerin yaşadığı kentlerde yönetimi ele geçirmeye başlamıştı. Türkiye egemenleri bu süreçten rahatsızlıklarını açıkça ifade etmiş ve müdahale hakları olduğu açıklamasını yapmıştı. Ancak rahatsızlığın Kürtlerden değil, PYD’den olduğu vurgusu da yapılmış, böylece Barzani devreye sokulmuştu. Temmuz ayının sonunda, Batı Kürditan Halk Meclisi ile  Batı Kürdistan’da Qamişlo dışında hiçbir yerde varlık göstermeyen Barzanici Kürt partilerinin oluşturduğu Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENSK) bir anlaşma yaparak, Kürt Yüksek Konseyi’ni (KYK) kurdular. Konsey, her iki oluşumdan 5’er kişinin katılımı ile oluşturulmuş ve çalışmaların ortak yapılması kararı alınmıştı. Ancak bu oluşumun üzerinden bir ay bile geçmeden ilk kriz patlak verdi. Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Hewler’de (Erbil), Barzani ile birlikte SUK’un ve ENSK’ye bağlı grupların katılımı ile bir toplantı yapmıştı. Toplantının amacı Kürtlerin SUK’a katılması ve PYD’nin etkisinin kırılmasıydı. Bu toplantıda, Kürt Yüksek Konseyi’nin PYD’li üyelerinin dışlanmasına rağmen Barzani’ye yakın ENSK’ye bağlı üyeler toplantıya katılarak ortak hareket etme kararına uymadılar. Ardından, Eylül ayının başlarında (2 Eylül’de), daha sonra açığa çıkartılan gizli bir toplantı daha yapıldı. Yine Hewler’de yapılan bu toplantıya da KDP, YNK, Batı Kürdistan’da ENSK’ye bağlı Kürt partileri ile ABD, İsrail ve Türk diplomatları katıldı. Amaç yine aynıydı: Kürtlerin Suriye muhalefetine katılması ve PYD-YPG’nin (PYD’nin askeri kolu olan Halk Savunma Birlikleri’nin) etkisinin kırılması. Bu toplantının açığa çıkartılmasından sonra PYD tarafından yapılan açıklama, birliğin çatırdamaya başladığını gösteriyordu: “PYD gücünü toplumdan aldığına göre, bu toplantı halka karşıdır. Başını Amerika’nın çektiği sermaye güçleri halkın güç olmasını boşa çıkarmak istiyorlar. Biz, bunlar karşısında halkın örgütlenmesi ve değerlerini korumasında ısrar ediyoruz. Her güce karşı da direneceğiz.” İşte ÖSO’ya bağlı grupların PYD’nin denetimindeki bölgelere işgal girişimi ve saldırıları bu görüşme ve pazarlıklardan sonra başladı. Böylece PYD’nin denetimindeki kentler bu işgal ve saldırılar üzerinden savaş içine çekilecek ve Esad’ın bu bölgelere müdahalesi üzerinden Kürtler fiili olarak muhalefete katılacaktı. Denetimi yitirecek olan PYD’nin yerine de Doha’da ABD’nin himayesinde toplanan Suriye muhalefet koalisyonuna katılan Barzanici gruplar ikame edilecekti.

BARZANİ’NİN YÖNELİMİ VE KÜRTLERİN YOL AYRIMI
Bir süreden beri bütün Kürtlerin liderliğine soyunduğu için PKK-PYD ile kaşı karşıya gelmemeye çalışan ve onlarla AKP iktidarı arasında bir denge politikası izleyen Barzani, artık bu denge politikasının uygulanamaz olmaya başladığı noktada tavrını/tutumunu/tarafını açık olarak ortaya koymaya yöneldi. Barzani, Temmuz ayında Irak merkezi hükümetine rağmen Türkiye ile petrol ticareti anlaşması imzaladı ve Türkiye’ye ham petrol göndermeye başladı. Eylül ayının sonunda AKP’nin 4. Büyük Kongesi’ne katılan Barzani, burada yaptığı konuşmada, Kürtlere “AKP’yi destekleme” çağrısı yaptı. Yine Ekim’de Hewler’de yapılan 2. Dünya Bilimsel Kürt Kongresi’nde “Haklarımızı silah gücü ile talep etmekten vazgeçmeliyiz. Aksi halde uluslararası kamuoyunun da desteğini alamayız” diyerek, bütün Kürt gruplarının “silah bırakması”nı istedi. Bu çağrının PKKve PYD’ye yapıldığı belliydi. Ve desteğinin alınmasından söz edilen “uluslararası kamuoyu”nun başında da ABD’nin bulunduğu bilinmez değildi. Barzani, Suriye’de Kürtlere ABD-Türkiye ittifakını işaret ediyordu. Geriye, bu ittifaka mesafeli duran PYD’nin egemenlik bölgelerinin elinden alınması kalıyordu. Bunu sağlamak için de, bir yandan Barzanici partiler, öte yandan da Türkiye’nin yönlendirdiği ÖSO’ya bağlı gruplar harekete geçirildi.
Ancak yaşanan ayrışma sadece Suriye ile sınırlı da değildi. Kürtlerin her parçada statü sahibi olması için “ulusal birlik” politikasını geliştirmeye çalışan PKK-KCK de, Barzani’nin yürüttüğü politikanın Kürtlerin çıkarına zarar verdiği vurgusu eşliğinde, bu politikada ısrar ederse, Barzani’nin tarih önünde hesap vermekten kurtulamayacağı uyarısını yaptı. KCK, ayrıca Suriye’de PYD-YPG’nin elindeki kentlere yönelik saldırı ve işgal girişimlerinin devam etmesine de sessiz kalmayacağını ve gerekirse oraya askeri güç kaydıracağını da duyurdu. Böylece Kürtler arasında 2009’da yapılması tartışılan “Kürt Ulusal Konferansı” ve Kürtlerin ortak politikalarda birleştirilmesi arayışı, Kürtlerin bölgesel güçler arasındaki kamplaşma üzerinden ayrışmasına doğru ilerlemektedir.
Barzani’yi ABD-Türkiye ittifakına doğru çeken gelişmeler Suriye ile de sınırlı değildi. Irak’ta Maliki Hükümeti ile güç-iktidar paylaşımı, Kerkük’ün geleceği/statüsü ve en önemlisi petrol gelirlerinin dağılımı konusunda ciddi çelişkiler yaşayıp çatışmaya giren Barzani, bu çelişki-çatışma nedeniyle ABD ve Türkiye’ye daha fazla yakınlaşmak ihtiyacını hissetmektedir. Elbette bu yakınlaşmanın maddi bir karşılığı da vardı. Kürdistan Federe Bölgesi’ndeki petrolü arama-çıkarma konusunda ABD’nin petrol devlerinden Exxon Mobil ile anlaşma yapıldı. Bunu, Türkiye’ye ham petrol ihracı ve işlenmiş petrol ürünleri alma konusundaki anlaşma izledi. Maliki Hükümeti ise, bu anlaşmaları tanımadığını ilan etti. Ardından Irak’ın bu iki yönetimi arasındaki gerilim Tigrit kentinde çatışmaya dönüştü.  Öte yandan bölgede Suriye üzerinde somutlanmış bulunan çatışma ve kamplaşmada, Irak’ın Şii Maliki Hükümeti’nin tutumunu Esad rejiminden yana ortaya koyması, Türkiye egemenleri ile Barzani yönetimi arasındaki ilişki-işbirliğinin daha hızlı bir şekilde gelişmesine yol açtı. Barzani, Suriye politikası nedeniyle Türkiye ile açık açık karşı karşıya gelen ve Türkiye’yi kendi iç işlerine karışmaması konusunda uyaran Maliki’ye karşı kendi konumunu korumak, dahası Irak’ta olası bir parçalanmada bir Kürt devleti için desteğini alabilmek için Türkiye ile yakınlaşmakta ve zaten ABD de bu iki gücün kendi bölge politikası ekseninde işbirliğini teşvik etmektedir. Türkiye egemenleri-AKP Hükümeti de, Barzani’nin Kürtler üzerindeki gücünü kullanarak PKK-PYD’nin güç ve etkisini kırmak ve öte yandan petrol, inşaat gibi sektörler üzerinden Irak pazarında etkili olmak için Barzani’yle bu yakınlaşmayı dünden daha çok ister bir yerde durmaktadır. Irak Başbakanı Maliki de, bir yandan geçtiğimiz günlerde Rusya’ya bir ziyaret gerçekleştirip anlaşmalar yaparak ve öte yandan PKK ile diplomatik ilişkiler geliştirerek bu yakınlaşma ve işbirliğine karşı tutumunu ortaya koymuştur.
Bugün Barzani, Maliki Hükümeti ile yaşadığı gerilim-çatışma nedeniyle “uluslararası toplum”la (ABD-Türkiye bloğuyla) daha fazla ilişki ve işbirliği içinde olma ihtiyacını hissederken, bunu bütün Kürtlerin lehine bir tutum olarak göstermekte ve bunun da ötesinde ABD-Türkiye ittifakına eklemlenmeyi reddeden PKK-PYD’ye karşı rol üstlenmekten geri durmamaktadır. Ve bu durum, bölgesel dengeler içinde önemli bir konuma oturan Kürtlerin lehine görünen sürecin tersine dönme olasılığını arttırmaktadır. Elbette ÖSO’ya bağlı grupların Batı Kürdistan’ı işgal ve savaşa çekme girişiminin PYD-YPG tarafından boşa çıkartılıp çıkartılamayacağı, yeni güçlerin katılımıyla güçlendirilip canlandırılmaya çalışılan Suriye’ye yönelik müdahale arayışının başarıya ulaşıp ulaşamayacağı, Irak’ta Maliki-Barzani arasındaki gerilim-çatışma ve bunlarla birlikte İsrail’in bu süreçte nasıl bir rol üstleneceği (Suriye ve İran’a karşı nasıl bir pozisyon alacağı) gibi gelişmelerin seyri, bütün bölge ile birlikte Kürtlerin de geleceği bakımından belirleyici bir öneme sahip olacaktır. Bununla birlikte Türkiye’de Kürt sorunu ve çözümü konusunda sürdürülen tartışmaların doğru bir zemine oturması ve demokrasi-barış güçlerinin kendi görevlerini yerine getirebilmesi için de bölgede yaşananların doğru anlaşılması ve bu sürece denk düşecek politikaların geliştirilmesi gerekmektedir.

MÜZAKERENİN KIYISINDA, ÇÖZÜMÜN UZAĞINDA
Kürt sorunuyla ilgili tartışmalarda BDP’yi “terörün siyasi uzantısı” ilan edip hedefe koyan ve “gerekirse İmralı ile konuşuruz” diyen Başbakan Erdoğan, hapishanelerdeki açlık grevleri ölüm sınırındayken bile Öcalan ile görüşmelere izin vermeyerek, tecridin hükümetin siyasi bir tercihi olduğunu bir kez daha göstermiştir. Kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşen Abdullah Öcalan, hapishanelerdeki açlık grevlerinin sona erdirilmesini istemiş ve günlerce toplumsal gerginliği ciddi boyutlara taşıyan bir sorunun aşılmasının önünü açmıştı. Öcalan, ağır tecrit koşulları altında çözüm için rolünü oynamaya hazır olduğunu göstermesine rağmen, AKP Hükümeti tecridin sona erdirilmesi ve müzakerelerin başlaması yönünde adım atmamakta ısrar etmektedir. Yine açlık grevinin taleplerinden biri olan ve KCK tutuklamalarının başladığı 2009’dan bu yana tutukluların savunma haklarının elinden alınmasına neden olan anadilde savunma konusunda da yapılan düzenleme (bu düzenlemede Türkçe bilen tutukluların tercüman masraflarını kendilerinin karşılaması yer almaktadır), AKP’nin, önceki süreçte olduğu gibi, sınırları kendisi tarafından çizilmiş ve kendi denetiminde bir çözüm politikası peşinde koşmaya devam ettiğini göstermiştir.
Bugün Kürt ulusal hareketinin özerklik statüsü, anadilde eğitim ve anadilin kamusal alanda kullanılması önündeki engellerin kaldırılması taleplerine karşılık AKP Hükümeti yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulması çerçevesine dayanan çözümünü dayatmaktadır. Ancak bu çözüm çerçevesi kabul görmediği için Öcalan üzerindeki tecrit devam ettirilmekte, öte yandan Kürt hareketini etkisizleştirmeye yönelik askeri ve siyasi operasyonlar aralıksız sürdürülmektedir. Bununla birlikte Barzani’ye de Suriye’dekine benzer bir rol verilerek PKK-BDP çizisi dışındaki Kürt hareketleri daha etkin bir konuma getirilmeye ve Kürtler AKP’nin çizdiği sınırlar içindeki bir çözüme kazanılmaya çalışılmaktadır.  Ancak bugün her iki çözümün gerçekleşebilirliği, daha doğrusu hangi çözümün geçerlilik kazanacağı bölgesel gelişmelerin seyriyle dolaysız ilişkili olduğu için çatışmalar ve ölümler devam etmekte; Kürt ve Türk halklarının birlikte yaşama duyguları her ölümle daha fazla tahrip edilmektedir. AKP Hükümeti’nin Başbakan Erdoğan’ın “gerekirse Öcalan ile görüşebiliriz” sözlerinde somutlanan müzakerenin kıyısında bir yerde durmasına rağmen, çözüme mesafesini belirleyen, işte yukarıda değindiğimiz bölgesel gelişmeler ve bu gelişmelerde Türkiye egemenlerinin üstlendiği rol olmaktadır. AKP Hükümeti’nin üstlenilen bu bölgesel rol kapsamında Suriye sınırına Patriot füzelerinin yerleştirilmesi için ABD ve NATO’dan talepte bulunması ve bunun hemen olumlu karşılanması da, uzunca bir süredir dillendirilen Suriye’ye (özellikle PYD’nin denetimindeki Batı Kürdistan kentlerine) olası müdahale girişimlerinden ve bu müdahaleye NATO’nun ortak edilmesi hesaplarından bağımsız düşünülemez.
Özetlemek gerekirse “görüşebiliriz” söylemine rağmen Öcalan’a yönelik tecrit politikasının devam ettirilmesinin ve müzakerelerin başlaması yönünde adım atılmamasının en önemli nedeni, Suriye üzerinde somutlanmış bulunan bölgesel çatışmaların ne olacağının bekleniyor olmasıdır. Ancak Türkiye egemenleri bu sürecin pasif bir izleyicisi konumunda değildir; aksine Suriye’de muhaliflere en fazla desteği veren ve savaşa en yakın duran güçlerin başında yer almaktadır. Dolayısıyla bugün ABD emperyalizminin bölgeyi yeniden dizayn etmeye yönelik müdahale politikası ile AKP’nin Kürt sorundaki tutumu iç içe geçmiş durumdadır. Başka bir deyişle bölgenin emperyalist müdahale ve savaş girdabından çıkarılması ile Kürt sorununun demokratik çözümü birbirine daha önce hiç olmadığı kadar bağlanmıştır. Bugün yapılması gereken, ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerinin Suriye’de somutlanan savaş politikasının karşısında duran geniş halk kesimlerinin bölgede savaşa karşı çıkmak ile Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümünü savunmak arasındaki ilişkiyi görmelerini sağlamak ve bu temelde halkların birleşik mücadelesini örmek olmalıdır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑