Geçtiğimiz günlerde Yunanistan’da öğrenciler, ilahiyat fakülteleri dışında tüm yüksek okullarda işgaller gerçekleştirdiler. İşgaller bir anda hükümetin sessiz sedasız bitirmek istediği eğitim sorununu genişçe ve ayrıntılarıyla gündeme taşıyarak hükümeti zor durumda bırakmakla kalmadı; özellikle geniş gençlik yığınları içinde hareketin geleceği açısından olumlu tartışmalara da kaynaklık etti.
Gençlik hareketinin bitip dibe vurduğunu, geçmiş yıllarda var olan potansiyelin bugün kalmadığını, mücadeleyi ayakları üzerine dikecek ve canlandıracak nesnel olgu ve şartların geniş, kitlesel bir hareketi doğuracak özellikleri içinde barındırmadığını savunanlar bile yanıldıklarını itiraf etmek, hatta “yeni kuşak”ın olumlu özelliklerini genişçe vurgulamak zorunda kaldılar. Gençliğin yüz yüze bulunduğu ciddi sorunları, gelecek kaygısını ve diğer toplumsal sınıfsal sorunlarla kopmaz bağlar taşıyan –ve ortaya çıkan harekete de kaynaklık eden– nedenleri göremeyenler ise, hareketi, kendiliğindenci, “sahipsiz” ve beklenmeyen bir gelişme olarak değerlendirdiler.
EĞİTİM VE GENÇLİĞİN TALEPLERİ
Her şeyden önce, uzun bir zamandan beri hareketin olumlu gidişatına, toparlanmasına ve kitleselliğine yönelik birçok göstergeler vardı ve izlenen eğitim politikalarına karşı oluşan bu muhalefetin giderek geniş öğrenci kesimlerini harekete geçirecek biçimde gelişebileceği son bir yıllık tepkilerden de ortaya çıkmaktaydı. Ancak sermaye yanlısı parti ve odaklar, hareketi toplumsal ve sınıfsal dayanaklarından soyutlamaya ve geniş öğrenci kesimlerinin görmekte zorlanmadığı değişiklik paketlerinin “eğitimde devrim” olduğu yönündeki demagojileri ön plana çıkarmaya çalışmaktaydılar.
Kuşku götürmez ki, eğitim sorunu, işçi ve emekçilerle beraber ezilen tüm kesimlerin sorunudur ve onların diğer talepleriyle kopmaz bağlara sahiptir. Dolayısıyla sağlık, iş yasaları, sosyal güvenlik, yoğun sömürü gibi işçi ve emekçilerin hayati talepleriyle birlikte ele alınmak ve sermayeye karşı verilen günlük mücadelenin bir parçası olmak zorundadır. Bu anlamda Yunanistan’da gelişen öğrenci hareketi, işçi emekçi ya da genel olarak halk hareketinin eğitime yönelik talep ve hedefleriyle birleşme olanaklarını içinde barındırırken, saldırıların boyutları da hareketin genişlemesi ve darlıktan çıkması olanaklarını artırıyordu.
Öğrenciler üç temel talep etrafında direnişlere başladılar: 1) Yasa tasarısının tümüyle geri çekilmesi, 2) Özel okullar açılmaması, 3) Geçen yıl kabul edilen ama henüz yürürlüğe girmemiş olan kararların geri alınması. Yani yüksek okullar arasına düzey farklılıkları koyan, diplomaları derecelendiren, örneğin aldığı diplomayla öğretmen olmaya hak kazanmış adayların mesleki göreve başlamadan yeniden sınava sokulması vb. türü kararların kaldırılması.
Özel okulların açılmasına olanak tanımayan anayasa maddesinin değiştirilmesine yönelik olarak hazırlanan yasa tasarısı, sadece sermayenin bu alanda pazar ekonomisi kapsamında büyük karlar vurmasına yol açmayacak, ama birer bilim yuvası olan okulların tepeden tırnağa bu pazarın ihtiyaç ve taleplerine göre yeniden biçimlenmesini de doğal olarak gündeme getirecektir. “Eğitimin, pazar üretimi ve işgücü satın alma” hedefine kilitlenerek toplumsal ihtiyaç ve çıkarlar karşıtı bir karakter kazanması isteği, sermayenin eğitime biçtiği rolü ortaya koymaktadır: Kapitalist sermayeye akacak, artı-değeri, dolayısıyla da aşırı sömürünün grafiğini en üst noktalara çıkaracak bir kalıp. Buna göre kesilip biçilerek yeniden “düzenlenmiş” bir eğitim!
Sınırları böyle çizilmiş bir eğitim, doğal olarak, iş bulma ve kapitalist üretimi aşırı kar bazında artırma kaygısını taşıma ötesinde bir amacı olmayan ve de bilim ve eğitimi bu çerçeveler içinde algılayarak toplumsal çıkarlardan bütünüyle uzaklaşmış insan tipinin ideal olarak kabullenilmesini dayatacaktır. Bu ise, bugün ulaşılan üretiminin dolayısıyla da kültürünün toplumsal karakteriyle tam karşıt bir sistemin kabul edilmesi ve gençlerle birlikte eğitmenlerin onun dişlileri durumuna gelmeleri anlamını taşıyacaktır.
Oysa bilim ve teknoloji “ışık hızı”yla gelişirken, insanlığın ulaştığı nokta, eğitimin önemini bugün dünden daha çok ortaya koymaktadır. Eğitim toplumsal bir haktır ve kapitalist pazar ekonomisi ve onu temel edinen politikalarının sınırları içinde tutulamaz, tutsağı durumuna getirilemez.
Bilgisayarın evlere kadar girdiği ve insanın genetik yapısının çözüldüğü bir çağda yapılan istatistikler hala Darvin hakkında kuşkuların olduğunu gösteriyorsa ve hala Bush denen bir katil dünya halklarının kanını dökmeyi tanrının ilahi bir yazgısı olarak gösteriyorsa ya da uluslararası tekellerin karları için dünya büyük emperyalist güçlerin paylaşım politikalarının arenası olmaya devam ediyorsa, izlenen eğitim politikaları da bu sisteme uygun olarak şekillendiriliyor demektir. Dolayısıyla bilimi bu politikalardan bağımsızlaştırmaya çalışma ve toplumsal bir hak olarak talep etme, bugün, her işçinin, her emekçinin ve gencin temel taleplerinden biri olmak zorundadır.
Birer bilim kuruluşu olan üniversitelerin “bağımsız kuruluşlar” olamayacağını geçtiğimiz günlerde Atina’da yapılan toplantıda dile getiren OECD ülkeleri eğitim komisyonu başkanı, parasız eğitimin miadını doldurduğunu ve böyle bir modelin artık kabul edilemez olduğunu dile getirdi. Komisyon başkanı, aslında kapitalist sistemin nasıl bir eğitim modeli oluşturması gerektiğini formüle etmiş oldu.
Bu doğrultuda eğitime yeniden “çeki düzen vermek” için kolları sıvamış olan sermaye, başta parasız, demokratik, bilimsel ve özerk olan her şeyi hedefine koymuştur. Eğitim hakkı emekçi sınıflara yasaklanmakta, özeklik ortadan kaldırılmakta, demokratik eğitim yerine gerici sistemler getirilmekte ve bilim pazar ekonomisi ve politikalarının ihtiyaçlarına uygun bir kullanımın malzemesi yapılmaktadır.
Son dönemlerde Fransa, Almanya ve Yunanistan’da gelişen öğrenci hareketlerini bu bağlamda ele almak ve değerlendirmek gerekmektedir. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde gençliğin yükselttiği haykırış ve hareket, yıllar boyu eğitim gören, ama işverenin kapısında iki-büklüm karın tokluğuna iş istemeye mahkum kalan ve yaşamını garanti altına alma yönünde hiçbir güvencesi olmayan bir gençlik olmayı kabul etmemenin ses ve hareketleri olarak görülmek zorundadır.
YUNANİSTAN’DA DURUM
Diğer ülkelerde olduğu gibi, Yunanistan’da da, emekçi aileleri, gelirlerinin önemli bir kısmını çocuklarının eğitim giderlerine ayırmakta ve hiçbir güvencesi olmayan bir gelecek korkusunu yaşamaktadır. Her köşede bitmiş olan dershaneler zaten eğitimin büyük oranda özelleştirilmiş olduğunu ortaya koyuyor. Özel kolejler, dershaneler, alanında başarılı hocaların bu kolej ve dershanelere kayması, eğitime ayrılan bütçenin komik düzeyi, yoksulluktan dolayı üretime katılma ve diğer yandan eğitimini sürdürmeye çalışma, araç gereç sıkıntısı, olanaksızlık ve yoksulluktan kaynaklanan baskılar, kamu okullarındaki düşük eğitim seviyesi vb. eğitimde hak eşitliğini bütünüyle ortadan kaldırmaktadır. Bu olanağı yakalayanlar ise, güvencesiz bir geleceğin kollarına atıldıklarını görmektedirler.
Yunanistan’ın değişik bölgelerinde bulunan okulları kazanan birçok öğrenci maddi sorunlardan ötürü kayıt yaptıramamakta, yaptıranlar ise kelimenin tam anlamıyla ailesi için bir “kambur” haline gelmektedir. Bankalardan alınan yüksek faizli kredilerle çocuklarını okutmaya çalışanların sayısı az değildir.
YENİ YASA TASARISININ AMAÇLARI
Hal böyleyken, hazırlanan yasa tasarısı, aslında, emekçi çocuklarına eğitimi yasaklamanın son aşaması olarak gündeme gelmektedir. Ya da emekçi sınıflara karşı örülen sınıfsal engellerden birinin son tuğlası konmaya çalışılmaktadır demek bir abartı olmayacaktır.
Yeni yasa tasarısı özel okulların açılmasına olanak tanımakla kalmamakta, bu okulların kamu tarafından desteklenmesi ve teşvik edilmesini de sağlamaktadır.
Kaldı ki, kamu okullarının zaten düşürülmüş olan seviyesinin daha da düşürüleceği yönündeki kuşkular herkesten önce hocalar tarafından dile getirildi, ve hocalar, işgaller boyunca grev ilan ederek, harekete en üst düzeyden destek verdiler. Hocaların bu tutumu, olası birçok karşı propaganda ve hemen her gelişmede oluşturulan şer cephelerini de zor durumda bıraktı. Geçmiş yıllarda yapılan “muhalefet”, “sol örgüt kışkırtması” ya da “azınlık gruplar” gibi yalan ve karalamalar, bu defa taban bulamadı, ve tersine, sorunun, halkın gündemine taşınarak, taban bulması sağlandı. Hocaların taleplerinin öğrencilerin talepleriyle birebir örtüşecek bir karakterde olması ise, hareketin duruşunu kolaylaştıran önemli bir etken oldu. Bu örnek, aslında özerk ve demokratik yapının hala ayakta olduğunu ve yürütme kararlarının öyle kolay kolay bu hak ve geleneği kıramayacağını da gösteriyor.
Avrupa Birliği eğitim komisyonlarında hazırlanan yasa tasarılarının Yunanistan’daki versiyonu olarak gündeme getirilen tasarıda, ayrıca özerklik rafa kaldırılmaktadır. Tasarının kesinleşmesi durumunda, her şeyden önce, yılda bir yapılan ve okullarda öğrencilerin karar organları olarak çalışan yasal temsilcilikler bütünüyle göstermelik duruma getirilmektedir. Oysa bu organların yasallığı ve temsil yetkileri bugüne kadar tartışma konusu olmadığı gibi, bu cesareti ortaya koyanlar bile çıkmamıştır. Tersine, başta düzen partileri olmak üzere, örgüt ve gençlik kuruluşları seçimlerde üstünlük sağlamak için ellerinden geleni yapmış, okullarda bakanların, milletvekillerinin katıldığı kampanyalar düzenlenmiştir ve hala düzenlenmektedir. Güvenlik güçlerinin özerklik dolayısıyla bahçesine bile giremediği okullar*, bundan böyle, rektör ya da dekanın bir isteğiyle kolluk kuvvetlerinin yol geçen hanı olabilecektir. Üstelik tasarıyla, okular, eğitim, araştırma, harcama ve gelir, yönetim vb. alanlarda müdahalelere açık duruma getirilmektedir. Örneğin bugün okul organlarının aldığı kararlar doğrultusunda yasal bir konumda yapılan işgaller, yasa tasarısının resmileşmesi durumunda, rektör ya da dekanların, “okulda asayiş” veya bir başka gerekçesiyle yasadışı ilan edilip kırılabilecektir.
Özetlersek; 1) Özerklik, sadece okullarla sınırlı değil ve tüm halka ait. Yani okullara sığınan hiçbir kişi, ne güvenlik güçlerinin ne de diğer yürütme güçlerinin istek ve emri dahilinde okuldan çıkarılamıyor. Eğer güvenlik sorunu varsa, halkın kendisi bu soruna sahip çıkıyor. Örneğin, güvenlik sorunu olduğunda, genellikle bu görevi sıradan her emekçinin yanı sıra genellikle sendikalar üstleniyor. 2) Polisin okula müdahale edebilmesi için, rektör ya da dekanla beraber tüm hocalar ve öğrenciler baz olarak alınmaktadır ve seçilmiş olan öğrenci temsilcilerinin oy birliğiyle karar vermesi bir zorunluluktur. Bu da, rektörlükle öğrencilerin yaklaşık %50 civarında temsil hakkının bulunduğu anlamına gelmektedir. 3) Özerkliğin kaldırılmasına karar verecek birleşimin toplanamaması durumunda ise, bir öğrenci temsilcisinin, rektörün ve yardımcısının oybirliğiyle karar alması gerekiyor; yani oy çoğunluğuna göre karar verilemiyor.
Tasarı bütün bu yapıyı kaldırarak, dekana her türlü yetkiyi veriyor ve polis okullara müdahale edebiliyor. Bu yönüyle, son öğrenci gösterilerinde “özerklik halka aittir” sloganının temel sloganlardan biri durumuna gelmesinin nedeni kolaylıkla anlaşılmaktadır.
İŞGALLERE NASIL GELİNDİ
Eğitim alanında izlenen politikalara yönelik olarak uzun bir zamandan beri genel bir öğrenci muhalefeti bulunuyordu.* Daha çok sol gençlik örgütlerinin (ΚNΕ, NAR) yaklaşık bir yıldan beri okullarda biriken sorunlara ve hükümetin eğitim alanında atmak istediği adımlar ve değişiklik politikalarına ilişkin yoğun çalışmaları vardı. Bu yıl yapılan öğrenci seçimlerinin asıl hedefini, yasa tasarısı, özerklik, yüksek okulların seviyesinin düşürülmesi, parasız verilen ders kitaplarının paralı olacağına dair bakanlık açıklaması, öğrenci giderlerinin yükselmesi vb. oluşturuyordu. Bu sorun ve taleplere karşı yoğun bir faaliyetin sürdürüldüğünü belirtmek gerekiyor. Birçok okulda sorunlara ilişkin yoğun katılımlı genel kurul kararları alınmıştı.
Özellikle Fransız öğrenci gençlik hareketi ve Alman gençliğinin benzeri talepler etrafında verdiği mücadele, dikkatleri AB genelinde izlenen eğitim politikalarının yıkıcı sonuçlarına çekiyordu. Bu ülkelerde olup bitenler Yunanistan üniversitelerinde panel ve konuşmalara konu oluyor ve üniversitelerde biriken sorunlara karşı tek yolun direniş olduğu eğilimi tüm tepki ve faaliyetlerin bir özeti durumuna geliyordu.
Tıp, hukuk ve ekonomi fakültelerinde öğrencilerin yaptığı genel kurul çağrıları beklenenin üstünde bir katılımla gerçekleşince, birikmiş sorunlara karşı beklenen patlama gerçekleşti ve işgal kararları alındı. Aynı günlerde hazırlanan yasa tasarısının geri çekilmesini talep eden hocaların bu çağrılarına cevap alamamasından dolayı greve başlayacaklarını duyurmaları ve bu arada grevin sınavlar dönemine rastlaması, bir anda tüm atmosferi değiştirdi. Tüm okullarda arka arkaya yapılan öğrenci genel kurul toplantısı çağrıları genel çoğunluk kazandı ve işgal kararları alındı. Aynı toplantılarda, talepler tespit edilerek, koordinasyon komiteleri kuruldu ve okullarda, en üst organ kararı olarak uygulanmasına geçildi. İlahiyat fakülteleri dışında tüm okullarda başlayan işgallerle birlikte, okullar arası koordinasyon komitesi de kurularak, ilk açıklamalarını yaptı ve mücadele programını açıkladı.
Hareketin önemli bir diğer özelliği ise, hocaların gösterdiği duyarlı, devrimci, demokratik tutumdur. Öğrenciler, hocaların da grev yaparak katıldığı, son yılların en büyük gösterilerini örgütlediler. Öğrencilerin kararlı tutumu, hiç kuşkusuz, hocaların bir aylık grev boyunca ciddi bir sorun yaşamadan greve devam etmelerini sağladı. Yani öğrenci-öğretmen işbirliği harekete her yönden güç kattı.
Hareketi üniversite sınırlarında çıkararak aynı zamanda tüm işçi emekçi ve halka mal etme bilinç ve kararlılığı sadece öğrencilerin ufkunu açma yönünde bir yarar sağlamakla kalmadı, yapılan geniş propaganda ve ajitasyon hareketin kendine güvenini de sağladı. Radyo istasyonu kurmak dahil yazılı, sözlü faaliyetler, karşı tutumları daha baştan geniş manevra yapamayacakları ölçüde sıkıştırdı. Koordinasyon komiteleriyle siyasi gençlik örgütlerinin dağıttığı bildiri ve afişler yüz binleri geçti. Bu faaliyetlerin sığ ve dar bir bakış açısıyla değil bütünüyle hareketin sorunları üzerinde yoğunlaşmış olarak yapılıyor olması ise, oluşturulan birliktelik ve kitleselliği güçlendirdi. Ana caddelerin kesiştiği noktalar, işçi ve emekçilerin toplandığı alanlar ve okul önleri propaganda merkezleri yapıldı. İçine bildiri atılmayan özel araba ve çıkılarak bildiri dağıtılmayan şehir içi taşıma aracı kalmadı demek bir abartı değildir.
Koordinasyon komiteleri daha başından işçi ve emekçi sendikalarına yönelmeyi kararlaştırmış, sorunlar temelinde tutum almalarını ve taraf olmalarını sağlamıştır.
Haklı talepler uğruna direnişler örgütlenirken orta öğrenim gençliğini direnişlere katma ve desteğini kazanma doğrultusunda ciddi adımlar atılmış, orta okul ve liselere bağlı okul organlarıyla ilişkiler kurulmuştur. Geçmiş yıllardan kalan deney ve tecrübeler, orta öğrenime bağlı gençliğin beklenmeyen duyarlılıklar ve kitlesellikler sergilediğini ortaya koymaktadır. Sorunların önemli bir bölümü ortak ve hedefleri de aynıdır. Hatta geçmişte orta öğrenim okullarında 40 günü bulan işgal ve direnişler yapılmış ve geniş bir kitlesellik elde edilmiştir.
YUNANİSTAN’DAN TÜRKİYE’YE BAKILDIĞINDA
Hiç kuşku yok ki, bütün bu ayrıntılar üzerinden, Türkiye üniversiteleri açısından çıkarılması gereken önemli dersler ve tecrübeler bulunmaktadır.** Uzun yıllardan beri, artık kangrenleşmiş olan sorunlar karşısında, parasız, demokratik ve özerk üniversite talepleri, bazı cılız girişimler dışında, ciddi boyutlarda gençliğin gündemine oturamamış ve okullarda tüm öğrencileri kapsayacak platformlar oluşturulamamıştır. Biriken sorunlara, işçi ve emekçi kesimlerden gelen öğrencilerin ezici çoğunluğu oluşturmasına ve mücadele eğiliminin tüm öğrencilere mal edilebileceği şart ve olanaklar bulunmasına rağmen bu başarılamamıştır. Hatta hükümetler ve dünyadaki anti-demokratik uygulamalara açık bir örnek oluşturan YÖK, dönem dönem kendi gerici ve yıkıcı politikalarını gençliğin gündemi durumuna getirmeyi, ve suni gündemler etrafında olası hareketi daha başından bölmeyi başarabilmiştir. Tepeden tırnağa anti-demokratik olan ve bu yöndeki politikaları uygulama dışında bir görevi olmayan YÖK’ün, yıllardan beri, okullarda türban üzerinden gündem belirlemesi buna örnektir. Okulların kışlaya çevrilmesi, ülkenin pazarlanması ve birikerek bin başlı yumak durumuna gelmiş sorunların kaynağı olan hakim sınıflar, gençliğin duyarlılığını terör ve anarşi olarak gösterebilmiştir.
İleri gençlik kesimlerinin sorunlara yaklaşmadaki darlık ve sığlığı hakim sınıfların gençliği yedekleme taktikleri ve çabasıyla birleşince, atılan doğru adımlar da marjinal kalmıştır. Öğrencilerin ana gövdesini kendi sorunları etrafında toplayan ve bu kitleselliğe uygun bir öğrenci örgütlenmesine giden bir tutum yerine, kendini kitle yerine koyarak ve onların adına, dar, öğrencilerin temel taleplerinden uzak marjinal “komiteler”, “birimler” vb. kurulmuştur. Öğrenci kitlesini temsil etmeyen ve kitleden vekalet almamış olan bu tür yapılanmaların marjinal çıkışları, “mücadeleci örgüt” görüntüsü altında, ana kitleden kopukluğu tetiklemekten başka bir işe yaramamıştır.
Kumsalda çukur açarak su bulmaya çalışan ve hemen yanındaki koca denizi unutan çocuk tutumuyla, 40-50 ya da 100 kişi adına organlar kurarak, binlerin, on binlerin adına hareket edenlerin tutumu arasında bir fark yoktur. Kaldı ki, öğrenci kitlesinin talepleri göz önünde bulundurularak gündeme getirilen örgütlenmeler olmadığından, bunlar, öğrenci kitlesinin ne ilgisini ne de dikkatini çekebilmişlerdir. Hatta “parti örgütlenmeleri” ve “parti çıkarları” göz önünde bulundurularak oluşturulmuş örgütlenmeler olarak, uzaktan seyredilmişlerdir. Çünkü bu yapılanmalar, bürolarda, dar öğrenci derneklerinde ya da genel öğrenci kitlesinin genişliği göz önünde bulundurulduğunda, marjinal toplantılarda kurulmuşlardır. Dolayısıyla öğrenciler, ne kuruluşunda ne de temsilcilerinin seçiminde yer almadıkları, iradelerini ortaya koymadıkları ve dışardan kendilerine dayatılan yapılanmaları “örgüt işi” saydıkları için, bu yapıları kendilerine yabancı görmektedirler. Mevcut sermaye partilerine duyulan antipati, güvensizlik ve diğer yandan bunların neden olduğu işçi emekçi ve halk karşıtı politikalara duyulan tepkilerle de birleşince, bu yabancılık, dolayısıyla da mesafe daha da büyümektedir.
Diğer yandan düzen partilerinden kopuşun kendiliğinden doğru bir yöne ya da düzenin çizdiği çerçevelerin dışında hareket eden yapılara kayacağı gibi bir anlayış ise, bütünüyle hayalcidir. Proletarya ve halk kitlelerinin bilinç ve örgütlenme düzeyi güçlü ve alternatif sağlama özelliği taşımadığı koşullarda, sistem kendine yedeklediği güçleri gene kendi politika ve örgütlenmeleri doğrultusunda eritir. Dolayısıyla sorunların katmerleşmiş olması tek başına hareketi ortaya çıkarmaya yetmemekte, buna uygun örgütlenmelere de ihtiyaç duymaktadır.
Hareketin ortaya çıkardığı organlar, mücadele organlarıdır. Hareketin politik organlarıdır. Dolayısıyla genel öğrenci kitlesinin önüne, hareketin doğurduğu değil, ama dışardan formüle edilmiş ve oluşturulmuş bir yapıyı dayatmak ve kabul ettirmeye çalışmak, daha başından harekete ve gelişmesine köstek olmak demektir. Hareketi kalıplara dökmek ya da “kavanoza koymak”, yani dışardan formüle edilmiş şekilleri almasında diretmek, politik uyanıklık değil, olsa olsa, körlüktür.
Emek Gençliği’nin bu gerçeklerden hareket ederek aldığı doğru tutumlar, bu körlüğün bir sonucu olarak eleştirilmiş, ekonomik mücadeleyle sınırlı tutumlar olduğu ileri sürülerek, doğru olan bu çizgi, saldırılarla ve hatta “reformizm” suçlamasıyla karalanmaya çalışılmıştır.
Bu körlük ve darlık, aynı zamanda, gençlik kitlelerinin talebi olarak işlenmesi gereken birçok sorunu, gerici, faşist yapı ve örgütlenmelerin istismar edip sömürdükleri sorunlar durumuna getirmiştir. İleri gençlik kesimleri, “politik mücadele” ya da “radikallik” adı altında, gençliği kucaklayıp sisteme muhalif bir hareket durumuna getirecek taleplere ya sırtlarını dönmüşler ya da hareketin içinde bulunduğu durumla örtüşmeyen sloganları ajitasyon ve propagandalarının merkezine koymuşlardır. Bağımsızlık, anti-emperyalizm, ülkenin yağmalanması, toplumsal adaletsizlik gibi gençliğin duyarlılık gösterdiği konu ve kavramlar gerici, şoven ve faşist demagojilerle karartılmış, içi boşaltılmıştır. Duyarlılık gösteren kesimler ise kolayca “aşırı uçlar” olarak tanıtılmış ve saldırıların hedefi yapılmışlardır.
YUNANİSTAN GERÇEĞİ
Fransa’daki hareket ve bu yazının konusu olan Yunanistan gençlik hareketi bu söylenenler ışığında değerlendirilecek olursa…
Her şeyden önce, işgal ve direnişler, bütünüyle geniş gençlik kesimlerinin taleplerini kendisine hareket noktası edinmiş, bu doğrultuda gelişme seyri izlemiştir. Okullarda seçimle işbaşına gelmiş olan organların çağrıları üzerine genel toplantılar yapılmış ve kararlar yukardan indirilmemiş, bu toplantılarda alınmıştır. Öğrenci genel kurul toplantıları, ezici çoğunluğun iradesini yansıttığı için, en üst organ olarak kabul görmüş ve her aşamada genel kurulun aldığı kararlar uygulanmıştır. Genel kurulun kurduğu koordinasyon komitelerine katılım sınırlanmamış, bin kişinin katıldığı koordinasyon toplantıları bile yapılmıştır. Yani bin kişi koordinasyon komitesi olarak toplanmıştır. Her gün yapılan koordinasyon toplantıları, gene öğrencilerin doğrudan katılımı ve iradeleriyle, eylemin talepleri, sınırı, genişletilmesi, biçimleri vb. üzerine kararlar almıştır. Ayrıca, her öğrencinin, katıldığı sürece, koordinasyon komitelerinin doğal üyesi olduğunu belirtmek gerekiyor.
Dolayısıyla Yeni Sol Hareket’e (ΝΑR) bağlı gençlik örgütünün işgallere ilişkin yaptığı aşağıdaki değerlendirme birçok öğretici içeriğe sahiptir:
“En geniş katılımla genel kurul toplantılarının yapılması hareket açısından önemliydi ve önemlidir. İşgaller ve diğer mücadele biçimleri süresince, kararlar tepeden anlaşmalı olarak alınmadı, koordinasyon komiteleri olarak alındı.
“Hareketin dolaysız demokratik yöntemleri benimseyerek, bütün yetkileri hareketin içindeki öğrencilere vermesi ve marjinal tutumlara düşmemesi önemliydi ve önemlidir. Ayrıca öğrencileri ‘temsil’ ettiğini söyleyen güçler karşısında kararlılıkla durması, ve hareket olarak, kendi mücadele yöntemlerini geliştirmesi önemliydi ve önemlidir.
“İşçi ve emekçilere yönelerek emek ve eğitim cephesini güçlendirmesi, eğitim alanındaki sorunları genel işçi-emekçi ve halkın sorunları ve dolayısıyla muhalefetiyle birleştirerek, hakim sınıfların azgın saldırılarının karşısına dikilmesi çok önemliydi ve önemlidir. Tam da bu nedenledir ki, hem öğrenciler, hem işçi ve emekçiler, ‘komünist örgütlerin işi’, ‘öğrencilerin her zaman yaptıkları’, ‘sorumsuz ve okumak istemeyen tembellerin kışkırtması’, ‘reformlara karşı çıkan muhalefet oyunu’ vb. karalama, yalan ve demagojilere kulaklarını kapattılar.
“Öğrenci hareketi içinde sol, kapitalizm karşıtı güçlerin bulunması ve kıvılcım rolünü oynayarak, şartlar zor da olsa, kitlesel ve kapitalizme karşı mücadeleye duyulan ihtiyacı bir kez daha kanıtlamaları önemliydi ve önemlidir. Bu duyarlılıkla hareket eden sol, kapitalizm karşıtı güçler, yüksek öğrenim gençliğinin gazabını taşıyan nehirle birleşebildi ve bu büyük öğrenci hareketi doğdu.”
NAR’ın gençlik örgütünün (ΕΑΑΚ) özellikle öğrenci gençlik içinde hatırı sayılır bir güç olduğunu, hareketin ortaya çıkmasında ve büyümesinde önemli roller üstlendiğini belirtmek gerekir.
Hiç kuşku yok ki, son günlerde patlayan öğrenci direnişlerinin en ayırt edici yanlarından biri, işçi ve emekçilerin desteğini kazanmak için ortaya konan ısrarlı tutumdur. Bunun sonucu olarak, kamu emekçileri sendikası bir günlük, Yunanistan işçi sendikaları ise 4 saatlik iş bırakma eylemi yapmış ve öğrencilerin haklı taleplerine sahip çıkma çağrıları çıkarmışlardır. Okullararası koordinasyon komitesi, tüm bildirilerinde, eğitim sorununun halkın sorunu olduğunu vurgulamış, bu temelde, işçi ve emekçilerle oluşturulacak ittifakın tayin edici olduğuna dikkat çekmiştir.
Bizim ülkemizle kıyaslandığında, dikkat çeken noktalardan biri de, Yunanistan’da, yüksek öğrenim gençliğinin sendikal bir örgütlenme geleneği oluşturmuş olmasıdır. Her öğrencinin doğal olarak üye sayıldığı bu örgütlenmenin her organı seçimlerle işbaşına gelmekte ve seçimler yılda bir tekrarlanmaktadır. Siyasi örgüt ve partiler de, bu sendikal örgütlenme içinde kendi gençlik örgütlerinin sendikal birimleri/fraksiyonlarıyla yer almaktadırlar.
Örneğin Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) gençlik örgütü Yunanistan Komünist Gençliği’dir (KNE). Üniversitelerdeki sendikal örgütlenme içinde ise, Tüm Öğrenciler İşbirliği Hareketi (PKS) adıyla yer almaktadırlar. Kuşkusuz bu örgütlenme biçimlerinin biri diğerine alternatif değildir. Her okulda siyasi gençlik örgütleri sendikal örgütlenme ve faaliyetler içinde sendikal birimler yada fraksiyonlar olarak yer alırken, bağımsız örgütlenmelerine de devam etmektedir.
İşgaller sırasında, daha öncesinde de olduğu gibi, her siyasi gençlik örgütü, genel talepler için yapılan tüm etkinliklerde, koordinasyon komiteleri ve okul adları altında yürümüş ve bu doğrultuda genel etkinlikler içinde yer almışlardır. Genel kurul çağrıları ise, siyasi örgütlenmelerin okullardaki sendikal fraksiyonları adına yapılmıştır.
Yürüyüş, miting, kültürel vb. kitlesel faaliyetler, eğer özel bir kampanya kapsamında değil ve genel öğrenci kitlesine yönelikse, okul ya da fakülteler imzasıyla yapılmakta, bu pankartlar altında yürünmektedir. Yani hiçbir yürüyüş ya da mitingte parti ya da siyasal örgütlerin gençlik örgütlenmelerinin imzaları yoktur. Okulların ya da eğer koordinasyon komiteleri olarak örgütlenmemişse, okul örgütlenmelerinin imzası vardır.
Akla Yunanistan’da siyaset yapılmıyor mu, gençlik içinde, okullarda siyasal çalışma ve örgütlenme faaliyetleri yok mu sorusu gelebilir. Kuşkusuz var. Sendikal örgütlenmelere gelince, onlar, bu siyasal gençlik örgütlerinin, içinde fraksiyonlarıyla yer alarak, kitlesel faaliyetlerini yürüttükleri okullardaki dayanaklarıdır.
Tabii ki, sorun, sadece bir isimlendirme ve “imza” sorunu değil, ama mücadele ve örgütlenmenin, başlıca kitlesellik yönüyle içeriğine ilişkin yaklaşım sorunudur. Öğrenci gençlik kitleleri, acil talepleri etrafında ve genişliğiyle, mücadeleci her öğrenci genci içinde toplayabilecek sendika tür kitlesel örgütlerde mi örgütlenecektir, yoksa, üyelerinin, yalnızca gençliğin ileri unsurlarıyla sınırlanması kaçınılmaz olan dar siyasal örgütler ve onların siyasal faaliyetleriyle mi yetinilecektir? Bunların birbirinin alternatifi olmaması ayrı sorundur, ancak bu, geniş öğrenci kitlesine dar örgütler dayatmanın ayağı yerden kesikliğini ortadan kaldırmaz.
Türkiye’de öğrenci gençliğin sendikal örgütlenmelerinin örnekleri olarak, dünkü –hemen her üniversitede olan ve öğrencilerin doğal olarak üyesi oldukları– öğrenci birlikleri ve bugünkü Öğrenci Temsilcileri Konseyleri verilebilir. Bunlar kuşkusuz, gençliğin ileri unsurlarının siyasal içerikli örgütlenmelerinin alternatifleri olarak değil, ama, gençlik kitlelerinin örgüt ihtiyaçlarına yanıt olarak (ya da ÖTK’ların idarece gündeme getirilmesi örneğinde olduğu gibi, yine temelinde aynı ihtiyaç olmak üzere, ama bu kez –kuşkusuz gençliğin kendi temsilcilerini sahiplenerek tersine çevirebileceği– gençlik kitlelerini dayatılmış temsilcilerle denetim altına almak amacıyla) gündeme gelmiştir. İdarenin amaçlarının kırılması ve ÖTK’ların gençliğin gerçek kitlesel örgütlerine dönüşmeleri, yalnızca “iyiniyetli bir öngörü” değil, örnekleri az olmayan nesnel süreçlerdendir. 2000’lerin hemen başında İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere büyük kentlerdeki gençliğin formasyon hakkı talepli kitlesel eylemleri ile 2003 Irak işgaline karşı birçok üniversitedeki %80-90 katılımlı kitlesel boykotlar, ÖTK’lar tarafından örgütlenen eylemler olarak, onların öğrenci gençlik hareketinin kaldıraçları olarak oynadıkları/oynayabilecekleri rolün göstergeleri olmuşlardır. Hemen tüm dar siyasal gençlik örgütleri tarafından ÖTK’lara ilişkin yaklaşımı dolayısıyla “uzlaşmacılık” ve “roformculuk”la suçlanan Emek Gençliği, bu eylemlerde hem kendi üzerine düşeni gerçekleştirip hem de gençliğin bu kitlesel örgütlenmesiyle doğru bir ilişki kurup hareketlenmelerini sağlayarak ve içlerinde çalışarak, gençlik hareketinin önünü açan yaklaşım ve tutumun nasıl olması gerektiğinin örneğini vermiştir.
SONUÇ YERİNE
İşgaller, bakanın yaz aylarında kesin meclisten geçecek dediği yasa tasarısının şimdilik askıya alındığını söylemesinden dolayı bitirildi. Ancak koordinasyon komiteleri yeni öğretim yılını işgallerle açma kararı almış durumda. Sınav süreci olması ve öğrencilerin zor durumda kalmamaları düşüncesi de, bu kararın alınmasında etkili olmuşa benziyor.
Eylemlerin sonucuna ilişkin olarak ise, yaklaşık tüm kesimler şu noktalarda birleşmektedirler: Son beş yıldan bu yana bir durgunluk yaşayan hareket, bu eylemlerle yeniden toparlanmış ve öğrenci gençliğin sorunlarını, yeniden, hem de dinamik bir tarzda işçi ve emekçilerle tüm halkın gündemine taşıyabilmiştir. “Eğitimde reform” adı altında gündeme getirilen saldırılar, hükümeti zor durumda bırakan mücadelelerle şimdilik önlenmiştir. Gençlik muhalefeti, sokaklarda, sermayeye karşı verilen mücadelenin temel gücü olan işçi ve emekçi muhalefetiyle birleşmiş ve hareket, daha ileri bir noktadan mevzilenmenin olanaklarını yakalamıştır. Üniversitenin bir diğer bileşeni olan öğretim üyeleriyle yakalanan eylemli birlik, sürekli kılınması ve geliştirilmesi gereken önemli bir kazanım ve itici güçtür. Diğer bir önemli kazanım ise, geniş gençlik kitlesinin mücadele organları olan komitelerin yeniden ayakları üzerine dikilmiş olması ve on binlerce öğrencinin toplantılara katılarak, elini kaldırarak, önerilerde bulunarak, kısacası demokratik bir işleyişte aktif katılımcı olarak, hareket içinde yer almasıdır.
Yunanistan’daki son gençlik hareketi, sermayenin saldırıları ve eğitim sistemine ilişkin planlarının ertelenmesine neden olarak, en azından şimdilik püskürtmüş ve kolaylıkla gerçekleşebilir olmadığını göstermiştir.
* ’60’larda Türkiye’de de geçerli olan üniversitelerinin özerkliği, geçmiş demokrasi mücadelesinin kazanımlarındandır ve Yunanistan’la demokrasi olduğu ileri sürülen günümüz Türkiye’sinin bu yönüyle kıyaslanamaz durumunun göstergelerindendir. Mücadelenin düzeyiyle doğrudan ilişkili olarak, ’60’larda Türkiye’de de, polis, rektörün çağrısı olmadan üniversitenin bahçesine bile giremezdi, üniversiteler idari ve mali bakımdan özerkliklerine sahiplerdi ki, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle bu özerkliğe zorla son verilmiştir.
* Yazıda, Yunanistan öğrenci hareketinin geçmişten bu yana nesnel ve öznel tüm koşulları ve durumuna değil, ülkemiz bakımından önemi açısından, daha çok, güncel gençlik hareketinin örgütlenmesinin bazı özelliklerine değineceğiz.
** Diğerlerine geçmeden, bu derslerden önemli birisinin, Türkiyeli akademisyen ve aydınların, Yunanistanlı öğretim üyelerinin taleplerini sahiplenmeye yönelen öğrencilerle birleşen kitlesel grevlerinden öğrenmek üzere çıkarmaları gereken ders olduğu söylenmelidir.