Dünyanın belli başlı ülkelerinde, son bir kaç yıldır, bu yüzyılın ilk yarısında enerji ihtiyacının hangi seviyeye çıkacağı ve bunun nasıl karşılanacağı üzerine raporlar yayınlanıyor. Raporların neredeyse tümünde, geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısından bu yana insanlığın en önemli enerji kaynaklarının başında gelen petrolün giderek azalmakta olduğu, petrolün yerini ise, doğalgazın alacağı belirtiliyor.
Bilim ve teknikteki gelişmeler, doğalgazın sıvı olarak bir bölgeden başka bir bölgeye boru hatlarıyla nakledilmesini olanaklı kılıyor, ve bu da, petrole göre daha ucuz ve temiz olan doğalgazın bir enerji kaynağı olarak kullanılmasının önemini artırıyor.
“Soğuk Savaş” yıllarının bitmesiyle birlikte, dünyanın emperyalist devletler tarafından yeniden paylaşılmak istendiği, ABD’nin konumunu koruma ya da daha güçlendirme, diğer emperyalist güçlerin de kendi hesaplarına çalışarak, bu süreçten güçlü çıkmak istedikleri biliniyor.
Bu yeniden paylaşım sürecinin önemli ayaklarından birisini eskiden SSCB’nin etki alanında bulunan ülke ve bölgelerin kimler tarafından denetim altına alınacağı oluştururken; enerji, hammadde ve stratejik bakımından önem taşıyan ülkeler ve bölgelerin elde edilmesi için daha ayrıntılı stratejiler hazırlandı. Bu temelde Afganistan ve Irak işgal edildi.
Yeniden paylaşım sürecinde bizzat emperyalist ülkelerin ekonomilerinin ayakta durabilmesi, en önemlisi de, hayatın sürebilmesi için tayin edici öneme sahip enerjinin nasıl kesintisiz halde sağlanabileceği, son bir kaç yıldır üzerinde durulan başlıca konulardan birisi. 2020, 2030, 2050… yıllarında ülkelerin enerji ihtiyaçlarının hangi düzeye ulaşacağı ve bunun nasıl karşılanacağı üzerinden hazırlanan raporlar, içinde bulunduğumuz yüzyılda paylaşımın en önemli konularından birini enerji kaynakları ve transit yollarının oluşturacağına da işaret etmektedir.*
Analizlerin çoğunda, dünyanın ihtiyacını karşılayacak petrol ve doğalgaz kaynaklarının önemli bir bölümünün Ortadoğu ve Kafkasya’da olduğu belirtiliyor. Buna bağlı olarak, Ortadoğu’da merkezileşen petrol yataklarının ne zamana kadar dünyanın ihtiyacını karşılayabileceği büyük bir soru işareti. ABD, Japonya ve Avrupa’dan sonra Çin’in de dünya ekonomisinde önemli bir güç olmaya başlamasıyla birlikte, petrol rezervlerinin tahmin edilenden de kısa bir sürede tükenebileceği yaygın bir kanı.
1951’den bu yana, dünyanın en büyük petrol yatağı olan Suudi Arabistan’daki Gavar yataklarından günde beş milyon varil ham petrol dünya piyasasına sürülüyor. Suudi Arabistan, dünya piyasasına şu anda günde 10 milyon varil petrol veriyor.
“Yapılan tahminlere göre, petrol ihtiyacının bugünkü seyriyle sürmesi durumunda, Suudi Arabistan’ın 2025 yılında dünya petrol ihtiyacını karşılamak için şimdikinin iki katı kadar petrolü dünya piyasasına sürmesi gerekiyor. Suudi Aramco petrol şirketinin eski üretim şefi Sadad el-Hüseyini, bunun mümkün olmadığını söylüyor.” (Der Spiegel, 14/06)
Merkezi Paris’te bulunan “Uluslararası Enerji Ajansı”nın verilerine göre, geçen yıl dünyada günde 83 milyar varil petrol tüketilmiş. Bu miktarın 2010 yılında 90, 2030 yılında 115 milyar varile çıkması bekleniyor.
2004 yılında ABD’nin günlük petrol tüketimi 20 milyon varil idi. Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’in aynı yıl içerisindeki petrol tüketimi ise, 6.5 milyon varil idi. Ancak, son yıllarda otomobillerin artmasıyla birlikte bu ihtiyacın hızla artması bekleniyor.
Bu tablo, ABD’nin, özellikle petrol kaynaklarını elinde tutmak için, neden Irak, İran gibi ülkeleri sudan gerekçelerle işgal ettiği ya da etmek istediğini de açıklıyor.
Dünya petrol rezervlerinin yüzde 21’i Suudi Arabistan, yüzde 9’u Irak, yüzde 8’i Kuveyt, yine yüzde 8’i Birleşik Arap Emirlikleri’nde bulunuyor. ABD’nin denetiminde olmayan İran’da dünya rezervlerinin 10’u, Venezüella’da ise yüzde 6’sı bulunuyor. Petrol rezervlerinin yüzde 5’i ise, Rusya’da.
Der Spiegel’de (14/06) yer alan yazıda, dünyanın 48 petrol üreticisi ülkesinden 33’ünde, üretimin zirveye çıktıktan sonra gerileme aşamasına girdiği ifade edilirken, buna örnek olarak, Kuzey Denizi’nde petrol çıkaran İngiltere ile Norveç’in üretiminin geçen yıl yüzde 20 azalması örnek gösteriliyor. Aynı şekilde OPEC üyesi Endonezya ve Umman’da da üretim gerilemeye başlamış durumda. Zengin petrol yataklarının olduğu Kuveyt’te de üretim azalmaya başlamış. Devlet tekeli Kuveyt Oil’in, Burgan yataklarında, günlük 2 milyon varillik kapasiteyi artık tutturamadığı ileri sürülüyor. Kuveyt petrolünün yarısı Burgan’dan çıkarılıyor. Burgan, Gavar’dan sonra dünyanın ikinci büyük petrol yatağı.
‘ALTERNATİF’ YENİ KAYNAK: DOĞALGAZ
Eldeki veriler, yerküre üzerinde son 50 yıldır dünyanın en büyük petrol rezervini barındıran yataklardaki petrolün yavaş yavaş azalma eğiliminde olduğunu, yeni petrol yataklarının ise açılmadığını gösteriyor. Bundan ötürü de, son bir kaç yıldır, petrolün yerinin doğalgaz tarafından doldurulacağı yönündeki görüşler giderek daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Doğalgazın ucuz ve petrole göre daha temiz olması da, ayrı bir olumlu özellik olarak sıralanıyor.
Ancak, emperyalist ülkeleri bu yeni enerji kaynağına yönelten tek faktörün petrol kaynaklarındaki bu azalmanın olmadığını, başından itibaren söylememiz gerekiyor.
Dünyanın yeni “enerji kaynağı” olmaya aday görünen doğalgazın zengin rezervlerinin yüzde 27’si Rusya’da, yüzde 16’sı İran’da, yüzde 15’i Katar’da bulunuyor.
Bu veriler, Rusya’nın, yeni enerji kaynakları açısından dünya siyasetinde stratejik güç ve önem kazandığını gösterirken, İran’ın önemini de artıyor. Petrol rezervlerinin yüzde 10’una, doğalgaz rezervlerinin de yüzde 16’sına sahip başka bir ülke şu anda yerküre üzerinde bulunmazken, her iki önemli enerji kaynağına birden sahip İran, bulundurduğu zengin enerji kaynaklarından ötürü, bu yüzyılda, emperyalist paylaşımın önemli çatışma koordinatlarından birisi olmaya aday görünüyor. Bu bakımdan, İran’ın emperyalist devletler tarafından yeniden hedefe konması ve üzerinde paylaşım hesaplarının yapılması tesadüf değil. İran üzerinde tek başına egemenlik kuracak emperyalist devletin, diğerlerine göre, enerji kaynakları açısından avantajlı konuma geçeceği açıktır.
Dünya enerji tüketiminin giderek doğalgaza kayması, ABD’nin işini daha da zorlaştırıyor. “Boru hattı dışında ancak -162 Celcius derecesinde dondurulduğu taktirde nakledilebilen doğalgaz için ABD’nin şu anda alternatifi bulunmuyor. Planlar ve gaz tankerleri ve bu tankerlerin yanaşabileceği limanların yapılması konusunda çalışmalar sürüyor. ABD Enerji Düzenleme Dairesi (FERC)’in verilerine göre, ABD’nin doğu sahillerinde birkaç gaz terminali bulunuyor. 2005’in başında FERC’in onayıyla bir gaz limanı yapılmaya başlandı.” (Herman Werle, Junge Welt, 18.01.2005)
ENERJİ HARİTASI NEYİ GÖSTERİYOR?
SSCB’nin dağılmasıyla birlikte eski gücünü önemli oranda kaybeden Rusya’nın, askeri gücünü korumakla birlikte, içine girdiği ekonomik sıkıntılardan ötürü, uzunca bir süre dünya siyasetinde önemli bir aktör olamayacağı düşünülmekteydi. Ancak, Putin’in devlet başkanlığı koltuğuna oturmasıyla birlikte, kendi çıkarlarına göre ve daha bağımsız bir politika izlemeyle başlayan Rusya, Irak işgali sırasında Almanya, Fransa ve Çin ile birlikte davranarak, ABD-İngiliz ittifakına açıktan cephe aldı. Putin bununla da kalmayarak, Rusya’nın etki alanını koruyup genişletmek üzere, Ukrayna ve Beyaz Rusya’da olduğu gibi, Batı’ya daha açıktan tavır aldı.
2000 yılında Hazar Havzası’nda büyük petrol ve doğal gaz yataklarının bulunmasıyla birlikte, dünyanın bütün enerji kaynaklarının üzerine konmayı kendisine hedef olarak koyan ABD, bu kez gözünü bu ülkedeki enerji kaynaklarına dikti. Gürcistan’da Şavardneze’nin devrilerek yerine Amerikan yetiştirmesi Şakaşvili’nin getirilmesi, ABD’nin Rusya’ya yönelik önemli hamlelerinden biri olarak sayılabilir. ABD’nin Rusya’nın etki alanını daraltma politikasının bir parçası olarak, Ukrayna’daki Amerikancı “turuncu devrimi” anımsamak gerekiyor. Rusya’nın etrafını sarma, etki alanını daraltma stratejisi izleyen Bush ve çetesi, sık sık bu ülkede demokrasi ve insan haklarının olmadığını söyleyerek, Putin yönetimini açıktan eleştiriyor.
Ne var ki; Rusya ile Batı Avrupa arasında önemli bir enerji koridoru olan Ukrayna’da Amerikan yanlıların işbaşına gelmesine Putin’in yanıtı çok fazla geç kalmadı.
Bu yılın hemen başında, 1 Ocak’ta, Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan “doğalgaz krizi”, aynı zamanda, Putin’in, elindeki doğalgazı, ülkesinin çıkarları için gerektiğinde silah gibi kullandığını da gösterdi.
Putin, stratejik bir hamleyle, 1 Ocak’tan itibaren “transit geçiş” ayrıcalığını kaldırarak, 1000 metre küp için alınan 50 Dolar uygulamasına son vererek, Ukrayna’nın da, diğer müşteriler gibi, 1000 metre küp başına 220 Dolar ödemesini talep etti.
Rusya, Batı Avrupa ülkelerine sattığı doğalgazın yüzde 80’ini Ukrayna’dan geçen hatları üzerinden satıyor. Rusya, bu hamle ile, açıkça, “turuncu devrim”in birinci yılında, Yuşçenko ve ekibine, dahası onların arkasındaki Batılı güçlere “hodri meydan” diyerek, doğalgaz vanalarını kesmiş; Mart ayında Ukrayna’da yapılan genel seçimler öncesinde, ülkede dengeleri etkileyen bir tutum göstermiştir. Seçimlerden, Rusya yanlısı Bölgeler Partisi birinci çıkmayı başardı, ancak hükümeti yine Batı yanlıları kurdu.
Şu anda, Rusya’dan Batı Avrupa’ya doğal gaz taşıyan ve Ukrayna topraklarından geçmeyen, bir tek doğalgaz hattı var. O da, Beyaz Rusya ve Polonya’dan geçerek Almanya’ya ulaşıyor.
Rusya’nın doğalgaz hatları, Avrupa sanayii için adeta birer atardamar. Bunlar olmadan, Avrupa’da sanayi ve yaşam çok zor olacak. Rusya da bunun bilincinde. Elinde bulundurduğu zengin doğalgaz kaynaklarını, egemenlik sahasını genişletmek ya da elinde tutmak için bir silah gibi kullanıyor.
1 Ocak’ta ilk kez G8’lerin dönem başkanı olan Rusya, dünya siyasetinde bir zamanlar oynadığı belirleyici rolü yeniden sergileme, ağırlığını hissettirme niyetinde.
Rusya ile yakın komşu olduğu için sanayi ve ticareti bu ülkeye bağlı olan Ukrayna gibi bir ülkede, Rusya karşıtı bir rejimin suni teneffüsle yaşaması zor görünüyor. Yuşçenko ve ekibi, politik açıdan, desteğiyle işbaşına geldiği ABD’ye uşaklık yaparken, pek çok açıdan Rusya’ya bağımlı olduğu noktalara çözüm getirememişti.
Zira Ukrayna’nın da, Rusya açısından stratejik ve ekonomik önemi çok büyük. Her şeyden önce, 48 milyonluk bu ülkenin yüzde 17.3 Rus asıllı. Çoğunluğu Karadeniz kıyısında yaşayan bu kesim, “turuncu devrim”e karşı olduğunu, gerektiğinde Ukrayna’dan ayrılabileceğini gündeme getirmişti. Ülkenin altı büyük petrol rafinerisinden beşi, Rus tekelleri Lukoil ve TNK’nın denetiminde. Tüketim malların üçte ikisi Rusya’dan geliyor.
Ukrayna gibi diğer Doğu Avrupa ülkeleri de, başta enerji olmak üzere, birçok alanda Rusya’ya bağımlı. AB’nin en büyük ülkesi Almanya doğalgaz ihtiyacının yüzde 40’ını Rusya’dan karşılarken, pek çok Doğu Avrupa ülkesi, ihtiyaç duyduğu doğal gaz ihtiyacının yüzde 90’ını Rusya’dan sağlıyor.
Kuzey Denizi petrol yataklarındaki azalma da bunda önemli bir rol oynuyor.
ÇİN VE JAPONYA’YA ENERJİ
Avrupa Birliği’nin en önemli enerji sağlayıcısı konumuna gelen ve bu konumunu her geçen gün güçlendiren Rusya, Çin ve Japonya gibi ülkelerin de en önemli enerji kaynağı olmaya doğru ilerliyor. Önümüzdeki yaz aylarında temeli atılacak 4200 km’lik petrol boru hattı ile, başta Çin olmak üzere, Pasifik ülkelerinin ihtiyaç duyduğu petrol, Sibirya’dan pompalanacak. 2008’de bitmesi planlanan boru hattının 12 milyar Euro’ya mal olacağı tahmin ediliyor. Yılda 80 milyon ton petrol, bu hat üzerinden, Çin, Japonya, Güney Kore, Endonezya ve Avustralya’ya pompalanacak. Boru hattının maliyetinin önemli bir bölümünü Japonya üstlenmek istediğini duyurdu.
Böylece, Asya’da ABD’nin en önemli müttefikleri sayılan bazı ülkeler de, enerji bakımından, giderek Rusya’ya bağımlı hale gelecekler. (Junge Welt, 7.01.06)
Çin, ayrıca, ABD’ye petrol satan Venezüella ve Kanada ile de önemli anlaşmalar yaptı.
Dünyanın bütün büyük ülkeleriyle enerji ilişkilerini sürdürmeye özen gösteren Rusya, bu yolla, bir taraftan dünya siyasetindeki ağırlığını artırırken, diğer taraftan ise, onları kendine bağımlı hale getiriyor. Bu bakımdan, Rusya’nın enerji politikası, daha çok stratejik bir karakter kazanmış bulunuyor.
Önemli petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip Suudi Arabistan, Kuveyt ve önceden Venezüella gibi ülkeler, daha çok, ABD emperyalizminin denetimde olan dünyanın “enerji tankerleri”ydi. ABD de, bu “enerji tankerleri”ni denetimi altında tutarak, diğer emperyalist devletlere karşı önemli bir avantaj elde ediyordu. Yanı sıra, şimdi Rusya, büyük enerji rezervlerine sahip bir güç olarak, dünya siyasetine ağırlığını koymanın adımlarını atıyor. Bu bakımdan, ABD’nin işi, şimdi, pek çok şeyin yanı sıra, çok daha zorlaşmıştır.
AB’NİN ENERJİ HESAPLARI
ABD’nin doğalgaz konusunda pek çok dezavantajı bulunurken, dünya siyasetinin bir diğer aktörü olan AB’nin ise, pek çok avantajı söz konusu. Her şeyden önce, Batı Avrupa, Hollanda’nın Goringen bölgesinde 1950’li yılların sonunda doğalgaz bulunmasından bu yana, konuyla ilgili. Ama en önemlisi de, 1970 yılların başından bu yana, SSCB ile doğalgaz anlaşmalarına sahip.
Almanya ile SSCB arasında 1 Şubat 1970’te imzalanan anlaşma kapsamında, 1973-93 yılları arasında, yılda 3 milyar metre küp doğal gaz nakli yapıldı. Buna karşılık, Almanya da, Mannesmann tekeli aracılığıyla, Rusya’ya 1.2 milyon tonluk doğal gaz boru satışını, hem de o dönem ABD’nin karşı çıkmasına rağmen gerçekleştirdi.
Federal Ekonomi Bakanlığı tarafından 2002 yılında çıkarılan ve Almanya’nın enerji ihtiyacını tespit etmek üzere hazırlanan bir broşürde, dünya enerji tüketiminin doğal gaza doğru kayacağı belirtilerek, şunlar ifade ediliyor: “Doğalgaz, yüzde 24 ile petrol ve kömürden sonra şu anda en önemli enerji kaynağı. Doğalgazın kullanımı, yenilenebilir enerjiler dışında, son yıllarda giderek artıyor ve bu eğilim böyle devam edecek.” (Reserven, Ressourcen und verfügbarkeit von Energierohstoffen 2002)
Dünyada başlayan enerji hesaplamaları ve stratejileri çerçevesinde, Avrupa Birliği (AB), bu yılın Mart ayında yayınladığı “Yeşil Kitapçık/Grünbuch”ta temel sorunları ve çözümleri sıraladı. 2020 yılına kadar AB’nin enerji ihtiyacının hesaplanması üzerinden hazırlanan 23 sayfalık kitapçık, şu temel saptamalar ile başlıyor:
– Acil olarak enerji sektörüne yatırım yapılması gerekiyor. Sadece Avrupa önümüzdeki 20 yıl içerisinde enerji sorununu çözmek ve eski alt yapıyı değiştirmek için milyarlarca Euro’luk bütçe ayırmalı.
– İthalat bağımlılığımız artıyor. Eğer kendi enerji kaynaklarımızı rekabete açık bir şekilde yenilemezsek, AB’nin şu anda yüzde 50 dışarıdan karşıladığı enerji ihtiyacı 20-30 yıl sonra yüzde 70’e çıkacak. Enerjinin alındığı bazı bölgelerde güvensiz ilişkiler tehdidi var.
– Enerji rezervleri sadece bir kaç ülkede yoğunlaşmış durumda. Şu anda AB’nin doğalgaz ihtiyacının yarısı üç ülkeden (Rusya, Norveç ve Cezayir) karşılanıyor. Güncel trend devam ettiği taktirde doğalgaz ihtiyacı 25 yıl sonra yüzde 80 artacak.
– Enerjinin yarattığı sorunlar da dünya çapında artıyor. Dünya çapındaki enerji sorunları ve CO2 2030 yılına kadar tahminen yüzde 30 artacak. Dünya çapında petrol ihtiyacı 1994’ten bu yana yüzde 20 arttı. Göstergeler yıllık petrol ihtiyacının yüzde 1.6 arttığını gösteriyor.
– Petrol ve doğalgaz fiyatları artıyor. AB’de son iki yıl içerisinde fiyatlar iki katına çıktı, elektrik fiyatları bunu takip ediyor.
– İklim ısınıyor. Bu yüzyılın sonuna kadar iklim sıcaklıkları 1.4-5.8 derece artacak.
– Avrupa halen tam anlamıyla enerji iç pazarını rekabete açılabilmiş değil. Böyle bir alan olduğunda vatandaşlar ve işverenler daha ucuz enerji tüketebilecekler. (Grünbuch, sf. 3-4)
AB’nin bu şekilde özetlenen 21. yüzyıldaki enerji durumundan çıkarılan sonuç, uzun vadeli olarak, “AB enerji stratejisinin” geliştirilmesi önerisidir. Sorunlar arasında sayılan “enerjideki liberalleşme”, önümüzdeki yılın başında, AB çapında yürürlüğe giriyor. AB vatandaşlarının hangi enerji tekelinden elektrik almak istediği konusunda tercih hakkı olacak. Buna göre, tekeller arasında elektrik fiyatlarını düşürme konusunda bir rekabetin olacağı ileri sürülüyor. Ancak bu sürecin yaratacağı en önemli olgulardan birisi, AB’deki enerji tekelleri arasında piyasada kalmak için kıyasıya bir rekabet ve yutmaların yaşanacağı yönünde. Güçlü olanlar yaşamaya devam edecek, küçükler ise büyükler tarafından yutulacak.
Bütün üye ülkelerin, bu yılın sonuna kadar, AB Komisyonu tarafından hazırlanan “Elektrik ve Gaz Yönergesi”ni onaylaması gerekiyor.
Ortak bir enerji politikasının yaratılması konusunda ise farklılıklar sürüyor. Geçtiğimiz Mart ayında toplanan AB Zirvesi’nde önerilen “Avrupa Enerji Ajansı”, bazı üye ülkeler tarafından kabul edilmedi. Ajansın başlıca görevi, AB’nin enerji ihtiyacı ve politikalarını tek elden yönetmek olarak belirleniyor.
“Yeşil Kitapçık”ta, AB’nin enerji sorununu güvenceye almak için üzerinde en çok durulan çözümlerin başında “enerji dış politikası”nın oluşturulması bulunuyor: “İlk adım olarak birlik düzeyinde hangi hedefle bir enerji dış politikası izleneceği ve tek tek ülkeler düzeyinde hangi önlemlerin başarılı olacağı belirlenmeli” (sf. 16) deniyor.
Ayrıca, AB’nin enerji güvenliğini sağlamak için, “komşu ülkeler” olarak tanımlanan Güneydoğu Avrupa ve Magrib ülkeleriyle ikili anlaşmaların yapılmasından söz ediliyor. Türkiye ve Ukrayna’dan, “komşu ülkelerle enerji ortaklığı” çerçevesinde ilişkilerin güvence altına alınmasından bahsediliyor.
AB’nin enerji ihtiyacını karşılayacak başlıca ülkelerden birisinin Rusya olduğu biliniyor. Bundan ötürü de, AB ile Rusya arasında başlayan “stratejik partnerlik”in” temelinde aynı zamanda AB’nin enerji ihtiyacı bulunuyor.
Ama AB, seçeneklerini sadece Rusya ile sınırlamayarak, Kuzey Afrika ülkeleri Tunus ve Cezayir başta olmak üzere, Afrika kıtasına yönelik yeni bir strateji hazırlanması gerektiğini de ifade ediyor. Bu kapsamda, “Avrupa’nın komşusu” konumundaki ülkelere karşı bundan sonra “özel bir siyaset” izlenecek. Yine bu kapsamda, Cezayir ile özel bir ilişkinin kurulmasından söz ediliyor. Aynı kapsamda, AB’ye en çok doğalgaz satan, ancak AB üyesi olmayan Norveç ile de güçlü bağların kurulması öneriliyor.
AB Komisyonu tarafından yapılan tahminlerde, 450 milyon nüfuslu Birlik’in 20-30 yıl içerisinde ihtiyaç duyduğu enerjinin yüzde 70’ı dışarıdan karşılanacak.
ALMANYA MERKEZ ÜLKE OLUYOR
AB’nin enerji ihtiyacının karşılanması için bu planlar yapılırken, birliğin en büyük ülkesi konumundaki Almanya, Rusya ile kurduğu stratejik işbirliği sayesinde, Rus doğalgazının dağıtımında giderek kıta çapında merkez ülke konumunda geliyor.
Almanya eski Başbakanı Gerhard Schröder’in Denetleme Kurulu Başkanlığı’na getirildiği Rus-Alman enerji konsorsiyumu Kuzey Avrupa Doğal Gaz Hattı (NEGP), Rusya ile Almanya arasında doğrudan bağlantıyı kuracak önemli bir hat olacak. Yüzde 51’i Rus Gazprom’a, yüzde 49’u Alman enerji tekelleri BASF AG ve E.ON’a ait olan NEGP’in hayata geçirilmesinde, Schröder ile Putin arasındaki özel ilişkinin büyük payı olduğu söylenebilir. Bundan ötürü de, Schröder’in bu tekelde göreve başlaması, iç politikada geniş tartışmalara neden oldu.
1200 km’lik Kuzey Avrupa Doğal Gaz Hattı, St. Petersburg’dan başlayarak, Baltık Denizi’nin altından, hiçbir komşu ülkenin topraklarına girmeden, Almanya’nın Greiswald kentine ulaşıyor.
2010 yılında bu hattın faaliyete geçmesiyle birlikte, şu an AB/Almanya’ya Rusya gazı taşıyan Polonya ve Ukrayna’dan geçen doğalgaz boru hatları stratejik önemini büyük ölçüde yitirecek. Yani NEGP, Almanya ve Rusya’yı dolaysız birbirine bağlayan ilk ve tek doğal gaz hattı olması bakımından, yeni ve stratejik bir özellik taşıyor. Bu, aynı zamanda, başta Ukrayna ve Polonya olmak üzere, Doğu Avrupa ülkelerinde meydana gelecek muhtemel gelişmelerden, Rusya-Almanya enerji ticaretini bağımsızlaştırma hamlesi anlamına geliyor.
NEGP hattının maliyeti, Baltık Denizi’nin altından yapıldığı için, 2-2.4 milyar Euro artmış. Hattın toplam maliyeti 4 milyar Euro. (Süddeutsche Zeitung, 10/11.12)
2010 yılına kadar bitmesi planlanan hattan, ilk etapta, yılda 27.5 milyar metre küp gaz nakledilecek, ve kapasitesi, aşamalı olarak, 55 milyar metre küpe kadar çıkabilecek. Bu durumda, İngiltere’nin de içinde olduğu Kuzey Avrupa ülkeleri, bu hat üzerinden doğalgaz temin edebilecekler. Almanya da, bu hat sayesinde, Rus doğalgazının Kuzey Avrupa’ya dağıtımında kilit ülke konumuna gelecek ve stratejik bir avantaj elde edecek.
Almanya’nın şu anki yıllık ortalama doğal gaz ihtiyacı 85 milyar metre küp ve bunun 35 milyar metre küpünü (yüzde 40) Rusya’dan alıyor. Yapılan bir analize göre, 2001 yılında “AB-15”in ihtiyaç duyduğu yıllık doğal gaz miktarı 418 milyar metre küp idi. Bunun 90 milyar metre küpünü Almanya tüketmiş.
Bütün bunlar, Almanya için, son yıllardaki en büyük enerji atılımlarından biri olan NEGP’nin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Rusya ile enerji ihtiyacı ve dünyanın yeniden biçimlendirilmesi üzerinden “özel ilişki”, Almanya’nın dünya siyasetindeki ağırlığını da artırıyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi olmadığı için, ekonomik ağırlığını siyaseten hissettiremeyen Almanya, bunu, AB içerisindeki “stratejik müttefiki” Fransa ve Rusya ile dengelemeye çalışıyor. İran konusunda süren tartışmalarda Almanya’nın da görüşmelere katılması, müdahil olması, bu ilişkiler sayesinde kazandığı ağırlığı bir parça da olsa gösteriyor.
Almanya, ayrıca, ABD’nin “potansiyel rakip” olarak gördüğü Çin ile ekonomik ve ticari ilişkilerini geliştiriyor. Büyüyen ekonomisinden ötürü enerji ihtiyacı da artan Çin ile Almanya’nın enerji ihtiyacının en önemli kaynaklarını Rusya ve İran oluşturuyor. Kısa bir süre önce bu rekabetin yaratacağı sorunların ilk işaretleri gelmeye de başladı. Rus enerji tekeli Gazprom’un AB dışında yeni müşteriler bulmak istediğini açıklaması, Avrupa’da tepki topladı. Gazprom Yönetim Kurulu Başkanı Alexei Miller, şirketin yeni pazarlara genişleme isteğine Avrupa’nın karşı çıkmamasını isteyerek, Kuzey Amerika ve Çin gibi yeni pazarlara girebileceğini ifade ederek, “Hiçbir AB ülkesi Gasprom’un AB’ye bağımlı olduğu gibi bir yanılgıya düşmemeli. Şirketimizin özellikle Çin ve Latin Amerika pazarlarına daha yeni yöneldiğini biliyorsunuz. Belli konularda anlaşamadığımız durumda, AB’ye yönelik doğalgaz naklini, çok rahat Çin’e veya dünyanın bir başka bölgesine yönlendirebiliriz.” dedi. Miller, özellikle İngiltere’nin tutumunu eleştirirken, “Enerji alanında bize karşı politika yapma yönelimleri, bu politikaları yapanlar için iyi sonuç doğurmaz.” dedi.
İngiliz Hükümeti, Gasprom’un İngiliz doğalgaz şirketi Centrica’yı yutmasına izin vermeyeceklerini açıklamıştı.
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, Miller’in bu açıklamasının, AB’nin enerji konusunda yabancı kaynaklara olan bağımlılığına ilişkin korkusunu doğruladığını açıkladı. Komisyon’un enerjiden sorumlu üyesi Andris Piebalgs’in sözcüsü Ferran Tarradellas Espuny, açıklamanın, “Enerji kaynaklarının ve yollarının çeşitlendirilmesi gerekliliğini ve yabancı kaynaklara ilişkin endişesini doğruladığını” söyledi.
Bu tablo, AB’nin enerji kaynağı açısından bir tek Rusya’ya bağlı kalmak istemediğini gösteriyor. Ancak, çok fazla da seçeneği bulunmuyor. Almanya Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan altı sayfalık “Alman dış politikası açısından enerji güvenliği için tezler”de de, “Enerji paylaşım çatışmaları”nın hızlanacağına dikkat çekiliyor: “Enerji paylaşımı çatışmaları devletler arasındaki kargaşaya kaynaklık edecek. Bundan ötürü de, enerji güvenliği konusu, Almanya’nın dış politikası ve güvenliğiyle ilgili bütün forumlarda ele alınmak zorunda.” deniliyor ve Alman dış politikasının, enerji ihtiyacına bağlı olarak, yeniden düzenlenmesine öncelik verilmesi isteniyor. (Der Spiegel, 9/2006)
Aynı raporda, Almanya’nın, enerji konusunda bir tek Rusya ile kendisini sınırlandırmaması, bunun için de, İran, Mısır ve Suriye doğal gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya nakledecek “Nabucco” doğalgaz boru hattına da önem vermesi isteniyor.
Nisan ayının ilk haftasında Berlin’de yapılan “Enerji Zirvesi”nde, hükümet ve enerji tekelleri, bu sektöre 70 milyon Euro’luk yatırımda bulunması konusunda görüş birliğine vardılar. Önümüzdeki yıl içinde, 2020 yılına kadar Almanya’nın enerji ihtiyacını belirlemek üzere bir rapor yayınlanacak.
ALMAN ENERJİ TEKELLERİ PAZARI KAPIYOR
Almanya’ya Rus doğalgazının “transit koridor” kullanılmadan nakledilmesi, önümüzdeki yıllarda Alman enerji tekellerine, diğer ülkelerin enerji tekelleriyle rekabet etmede bir üstünlük getirebilecek. Keza, Alman enerji tekelleri E.on ve Ruhrgaz, Doğu Avrupa ülkelerindeki –tekel durumundaki– enerji şirketlerini de son bir kaç yıl içerisinde yutarak, AB’nin genişlemesinin yarattığı nimetlerden yararlandılar. E.on tekeli, Slovakya’nın SPP, Romanya’nın Distrigaz Nord ve Macaristan’ın MOL tekellerini yutarak, Doğu Avrupa’daki pazar alanını genişletti.
Macaristan şirketini almakla Balkanlar’daki doğalgaz boru hatlarına da ortak olan E.on, 2007’de AB’ye üye olacak Romanya ve Bulgaristan pazarına girmek için de sabırsızlıkla bekliyor. Yine Wintershall adındaki Alman tekelin yan firması, Rusya ve Libya’da doğalgaz pazarına girdi.
Bütün bunlarla birlikte, Alman enerji tekelleri, AB’nin diğer ülkelerindeki enerji tekellerini de yutmak için büyük bir çaba harcıyor. Beş yıl önce Alman elektrik ve gaz piyasasına atılan E.on, geçtiğimiz Şubat ayında, İspanya’nın en büyük enerji tekeli Endesa’ya talip olduğu resmen ilan etti. Ancak İspanya Başbakanı Zapatero, ulusal bakımdan stratejik öneme sahip Endesa’nın E.on tarafından yutulmasına onay vermek istemediğini açıkladı.
İspanya ve Portekiz’deki elektrik piyasasının yüzde 45’ini elinde bulunduran Endesa’nın, Fransa ve İtalya’da da yatırımları var. En önemlisi de, başta Şili, Brezilya ve Arjantin olmak üzere, Latin Amerika’nın birçok ülkesinde en büyük elektrik dağıtımcısı. E.on’un bu ülkelerde bir tek müşterisi yok. Dolayısıyla Endesa, E.on için, Latin Amerika kapılarının açılması, yeni pazar alanlarına ulaşma anlamına geliyor.
Yabancı tekellerin Endesa’yı “düşmanca yutabileceği”nin farkına önceden varan İspanya, geçen yıl ülkenin büyük bankalarını da arkasına alan, Endesa’dan küçük kamu tekeli Gas Natural üzerinden kamulaştırmayı deniyor. Ancak Endesa teklifi yeterli bulmayarak reddediyor. Şubat başında, Almanya ile İspanya arasında yaşanan bu kısa “enerji gerginliği”ne, aynı günlerde, bir de İtalya ile Fransa arasındaki gerginlik eklendi. İtalyan enerji tekeli Enel, yüzde 98.6’sı Fransız Suez’e ait Belçika’daki enerji tekeli Electrabal’ı yutmak istediğini duyurdu. Fransa Başbakanı Villepin de, tıpkı Zapatero gibi, satışa karşı çıkarak, ülkenin iki büyük enerji tekeli Gaz de France (GDF) ile Suez’in, yabancı tekelerce yutulmaması için özel bir yasayla birleştirileceğini açıkladı. Kurulacak GDF/Suez tekeli, E.on’dan sonra Avrupa’nın ikinci büyük enerji tekeli olacak. Şu anda GDP ikinci, Suez beşinci sırada.
AB’nin başka bir ülkesi İngiltere’de de, iki büyük enerji tekeli Scottish Power ve Scottish and Southern Energy’nin birleştirilmesi yeniden gündeme getirildi. E.on, geçen yıl Scottish Power’i yutmak için 16.5 milyar Euro teklifte bulunmuş, ancak kabul edilmemişti.
AB’nin değişik ülkelerine ait enerji tekellerinin rakiplerini yutmak için yaptığı girişimler, “kapitalist küreselleşme” mantığı içerisinde normal görülebilir. Anormal görünen ise, siyasilerin ya da doğru deyişle “ulusal devlet”in “küreselleşme gerçeğine” aykırı davranarak, kendi “ulusal” tekellerini “stratejik önem” gerekçesiyle korumasıdır.
“Ortak bir gelecek” kurma iddiasıyla AB çatısı altında bir araya gelen Avrupa devletlerinin, kendi tekelleri ve mali sermayeleri için, yeri geldiğinde, gerçekten “stratejik öneme” sahip alanlarda korumacılık yaptıkları, her şeyleriyle başka bir devletin denetimi altına girmek istemediklerini açıkça dışa vurdukları bir dönemden geçiyoruz.
Enerji alanındaki gelişmeler, özellikle emperyalist devletlerin, stratejik öneme sahip enerji gibi alanlarda egemenliklerini kısa bir süre içerisinde bir yana bırakmayacağını gösteriyor. En önemlisi de, bu temeldeki çelişkiler, AB içerisinde önümüzdeki dönemde daha da derinleşecek gibi görünüyor.
Bu, aynı zamanda, AB’de, enerji alanında yeniden merkezileşme dalgasının görüleceğini de gösteriyor. Dünya çapında enerji kaynakları ve koridorları üzerinden sürdürülen paylaşım mücadelesinin bir boyutu da, AB içerisindeki enerji tekelleri arasında yaşanacak.
Enerji ihtiyacının merkezinde olduğu “yeniden paylaşım”ın söz konusu olduğu günümüzde, Avrupalı enerji tekelleri arasında yaşananlar, himayeciliğin, önceki döneme göre çok daha belirgin olarak ortaya çıktığını da gösteriyor. Bu bakımdan, emperyalist devletlerin kendi tekellerini himaye etmeye bundan sonra daha sık başvuracağı anlaşılıyor.
ENERJİ KAYNAĞI OLARAK İRAN
Yapılan tahminlere göre, AB’nin doğalgaz ihtiyacı, 2000-2020 yılları arasında yüzde 80 artacak. Bu önemli ihtiyacın nasıl karşılanacağı konusunda ise, değişik hesaplar yapılıyor.
Ancak, bütün hesaplamaların gelip dayandığı kaynakların başında Rusya geliyor. Ne var ki, AB, bir tek Rusya seçeneği ile de kendisini sınırlandırmak istemiyor. Şu sıralar Batı tarafından hedef tahtasına konulan İran’a da, AB’nin enerji ihtiyacının karşılanması bakımından önemli görevler biçiliyor. Rusya’dan sonra yüzde 16 ile ikinci büyük doğalgaz rezervlerine sahip İran, aynı zamanda petrol bakımından da dünyanın üçüncü büyük (yüzde 10) rezervlerine sahip. Jeo-stratejik bakımdan da önemli bir noktada bulunan İran’ın dış ticaret hacminin yüzde 40’nın AB ile olması, ayrıca önem kazanıyor. Bu ticaretin önemli bir kısmı ise Almanya ile yapılıyor. Halen 2 bin Alman firması İran’da iş yapıyor. 5 bin Alman firması da İran ile çeşitli ticari ilişkiler sürdürüyor.
“İran’ın en büyük doğalgaz yatakları Fransız Total tekeli tarafından işletiliyor. 2004’te ise İngiliz Shell Oil ve İspanyol Repsol tekelleriyle doğalgaz yataklarının işletilmesi için ‘tarihsel öneme sahip’ anlaşmalar imzalandı. Shell Oil, iki doğalgaz platformuna toplam 3.3 milyar Euro yatırımda bulunacak. Bu platformlardan, 2010’dan itibaren ise, Avrupa ve Asya ülkelerine sıvı gaz akıtılmaya başlanacak.” (Herman Werle, Junge Welt, 18.01.2005)
Asya’nın yükselen bir diğer gücü olan Hindistan da, enerji bakımından İran’a bağımlı. Indian Oil Comporation (IOC), İran’daki doğalgaz yataklarına bir milyar Dolar’a kadar yatırım yapmayı planladı.
Çin’e gelince, halen petrol ihtiyacının yüzde 13’ünü İran’dan karşılıyor ve Çin’in İran ile yapılmış 100 milyar Dolar’lık enerji anlaşmaları var.
Enerji planları üzerinden bakıldığında, İran’a yönelik tehditlerin ne kadar önemli olduğu görülüyor. Bütün emperyalist ülkeler, petrol ve doğalgaz yatakları bakımından önemli bir yere sahip İran’ı elde etmek için elinden gelen çabayı gösteriyor. İran’ı işgal edecek bir emperyalist gücün, diğer emperyalist güçlere karşı önemli bir üstünlük kazanacağı açıktır. Hele bu güç ABD olursa, bu üstünlük, AB ve Çin’i kendisine bağımlı hale getirmeyi de içerecektir.
TÜRKİYE ENERJİ KORİDORU OLUYOR
AB Komisyonu tarafından yayınlanan “Yeşil Kitapçık”ta, enerji ihtiyacının Rusya ve İran üzerinden karşılanmasının planlanması üzerine, “transit ülke olarak” Türkiye’nin önemi bir kez daha öne çıkıyor. Dünyanın yeni enerji haritasında, Türkiye önemli kavşaklardan biri olmaya aday görünüyor.
İran gazıyla, Türkiye üzerinden, Yunanistan ve İtalya’nın doğalgaz ihtiyacını karşılanması öngörülmekte; Güney Avrupa Gaz Ringi Projesi ve Türkiye-Bulgaristan-Romanya-Macaristan-Avusturya Hattı (Nabbucoo) ve 17 Mart 2004’te imzalanan Türkiye-Mısır Doğalgaz Boru Hattı’ndan AB’ye doğalgaz satışı amaçlanmaktadır.
Rus Doğal Gazı’nı, Ukrayna ve diğer Doğu Avrupa sınırlarından geçmeden, Karadeniz altından doğrudan Türkiye’ye ulaştırmayı hedefleyen Mavi Akım, bu özelliği ile, Almanya-Rusya arasında kurulan NEPG’ye benziyor. Mavi Akım’ın tam kapasiteyle çalışmaya başlamasıyla birlikte, Türkiye, doğalgazının yüzde 60’tan fazlasını Rusya’dan sağlamaya başlayacak. Türkiye’nin petrolünün yüzde 20’sini de sağlayan Rusya ile enerji alanında gerçekleştirilen bu işbirliği, özellikle Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığını artırıyor. ABD, daha önce Mavi Akım’dan rahatsız olduğunu açık bir şekilde ifade etmişti.
Hazar Havzası’ndaki petrolü ABD’ye taşımak üzere temeli atılan Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı, dünyanın en büyük petrol boru hattı projesi. 3.6 milyar Dolar’a mal olması beklenen Azerbaycan çıkışlı bu hat, Gürcistan üzerinden Türkiye’ye ulaşıyor. 2010 yılında devreye girmesi planlanan hattan yılda 50 milyon ton petrol taşınması öngörülüyor. Hatla, ilk aşamada günde 300 bin varil petrol taşınması, 2008’de de, bu rakamın 1 milyon varile çıkarılması hedefleniyor.
Projenin hedefi, başta Azeri petrolü olmak üzere, bölgede üretilecek yıllık yaklaşık 50 milyon ton ham petrolün, Ceyhan üzerinden tankerlerle dünya pazarlarına ulaştırılması.
Türkiye üzerinden geçen en eski petrol boru hattı olan Kerkük-Yumurtalık Hattı, Kuzey Irak petrolünün dünya pazarına sunulmasında önemli. Bu hattan, yılda 70 milyon ton petrol taşınıyor.
Türkiye üzerinden enerji taşıyan bu hatlar, halen tasarım aşamasında olan Samsun-Ceyhan ve Trans-Trakya hatlarıyla birlikte hesaba katıldığında, Türkiye üzerinden, yılda 280-300 milyon ton petrolün dünya piyasasına sürülmesi öngörülüyor.
Eğer, Samsun-Ceyhan Boru Hattı gerçekleşirse, Rusya petrolü, Karadeniz’den tankerlerle Samsun’a taşınacak ve Samsun’dan boru hattı ile Ceyhan’a gönderilecek.
Bu hatlarla taşınanlara, boğazlardan tankerlerle taşınan petrolü de eklediğimizde, miktar, tahmin edilenin çok daha üzerine çıkıyor.
Üzerinden geçen ve/veya geçmesi tasarlanın enerji hatlarıyla bölgesinde önemli bir enerji koridoru olmaya aday görünen Türkiye, yeniden paylaşım sürecinde, bu özelliğiyle oldukça dikkat çekiyor. Yapılan tahminlere göre, 2010 yılına kadar, dünya piyasasına sürülen petrolün yüzde 7’sinin Türkiye üzerinden geçmesi öngörülüyor. Bir petrol ülkesi olmayan Türkiye üzerinden bu kadar petrolün dünya piyasasına sürülmesi oldukça önemli. Ayrı durum, doğalgaz için de geçerli.
Bundan ötürü de, 6 Ekim 2004’te açıklanan İlerleme raporunda, AB Komisyonu, “Enerji bakımından Türkiye’nin AB’ye üyeliği önemli bir jeostratejik boyut haline gelmiştir. Türkiye doğalgaz nakli konusunda AB ile Hazar Havzası arasında önemli bir transit ülkedir. Bu Ortadoğu’dan petrol nakli için de geçerli. Bu bakımdan AB’nin enerji ihtiyacının karşılanmasında Türkiye’nin rolü oldukça artıyor.” vurgusu yapılıyordu. Bundan kastedilen, AB’nin sınırlarının, zengin enerji kaynaklarına yakın bir noktaya kadar gelişmesinden başka bir şey değil.
MÜSİD tarafından bu yılın başında çıkarılan “Enerji Ekonomisi ve Petrolün Geleceği” başlıklı raporda da, bu durum, şu şekilde ifade ediliyor: “Avrupa’nın enerji köprüsü Türkiye, önümüzdeki 10 yıllık süre içerisinde tamamlanması planlanan boru hatları devreye girdiğinde, AB’nin, özellikle doğalgaz için terminali konumuna gelebilir. Gerçekten de Türkiye, petrol ve gaz transit ülke konumunu güçlendirmeyi planlamaktadır. Yapılan projeksiyonlara göre, 2010 yılında dünyada piyasaya sürülecek petrolün yüzde 7’si, yani her 18 varil petrolden 1 varil Türkiye’den geçecektir. Doğalgaz boru hatları ile AB’nin Rusya’nın tekelinde kurtulma kaygısı da, Türkiye’nin geçiş ülkesi olarak önemini ve şansını artıran başka bir faktör olarak belirginleşmektedir.” (MÜSİAD Raporu, sf. 26)
Doğalgaz ve petrol bakımından AB ve ABD için önemli bir transit ülke olmaya başlayan Türkiye, bu konumuyla, her iki güç açısından da “stratejik önem” kazanıyor. Bu, uzun yıllardan beri AB ile ABD arasındaki çatışma koordinatında bulunan Türkiye üzerindeki egemenlik mücadelesinin, bundan sonra çok daha keskinleşeceği anlamına geliyor. AB, şimdilik, AB üyeliği süreciyle Türkiye üzerindeki “stratejik çıkarlarını” hayata geçirmeye çalışıyor. Ancak, dünyadaki paylaşım sürecinin sertleşmesi ve daha net bir cepheleşmeyle birlikte, Türkiye’nin tutum ve konumunun nasıl olacağı önem arz ediyor.
Farklı emperyalist güçlerin, Türkiye üzerinden, enerjiye bağlı olarak kurdukları stratejik hesaplar ortadayken, bu güçlerin, aynı zamanda, Türkiye içerisindeki dengeleri kendi lehlerine çevirme konusunda boş durmayacakları söylenebilir.
Kısacası Doğu’nun enerjisini Batı’ya aktarmada önemli bir geçiş ülkesi haline gelen Türkiye üzerinde emperyalist çelişki ve çatışmaların bundan sonra daha da derinleşmesi, buna bağlı olarak Türkiye’nin iç siyası dengelerinin sarsılması, enerji politikalarına paralel olarak, önümüzdeki yılların önemli bir sorunu olacaktır. Bu, aynı zamanda, Türkiye’nin köklü sorunlarını kaşıma, buradan hareketle, Türkiye üzerinde egemenliği pekiştirmenin de koşullarını yaratıyor. Özetle, enerji mimarisindeki yeni tablo, Türkiye üzerindeki emperyalist rekabeti daha da sertleştirecektir.
SONUÇ
Analizler, raporlar, açıklamalar ve eldeki veriler, içinde bulunduğumuz yüzyılda, enerji politikalarına bağlı olarak önemli gelişmelerin yaşanacağına işaret ediyor. Geride bıraktığımız yüzyılın en önemli enerji kaynağı olan petrolün en büyük yataklarda bile azalma eğilimi göstermesi ve doğalgazın hızla kullanılan enerji kaynağına dönüşmesinin, hem sanayileşmeye hem de uluslararası ilişkilere önemli yansımaları olacaktır. Başka bir deyişle, enerji ihtiyacındaki değişim eğilimi, dünya siyasetine derinlemesine yön verecek gibi görünüyor. Pek çok açıdan, petrole göre daha ucuz ve temiz olan doğalgazı işleyen ve işleten ülkelerin, ekonomilerini avantajlı duruma geçirebileceği söylenebilir.
Çünkü, kapitalist ekonomilerin gelişimi ve buna bağlı olarak rekabetin giderek artması, doğada var olan geleneksel enerji rezervlerinin azalmasına yol açıyor. Tarih, zengin enerji rezervlerini denetim altına almayı başaran emperyalist güçlerin, paylaşım savaşında diğerlerine göre önemli bir avantaja sahip olduğunu/olacağını, enerjiye sahip olmayan emperyalist güçlerin ise, enerjiye sahip olan emperyalist güçlere bağımlı kaldığını/kalacağını gösteriyor. Bundan ötürü, AB, ABD, Çin, Japonya gibi güçler, zengin enerji rezervlerinin olduğu ülkeleri ve transit ülkeleri denetimlerine alma politikasını bundan sonra da sürdüreceklerdir.
Günümüzün yükselen enerji kaynağı doğalgaz bakımından dünyanın en zengin ülkesi görünen Rusya ise, sahip olduğu devasa enerji kaynaklarının da etkisiyle, içinde bulunduğumuz yüzyılda dünya siyasetinin en önemli aktörlerden biri olmaya aday görünüyor. Enerji kaynakları üzerindeki emperyalist cepheleşmenin merkezinde AB ve Çin’in yanı sıra ve asıl olarak Rusya ve ABD’nin yer aldığını söylemek abartı olmazsa gerek. ABD, dünyanın en büyük enerji rezervlerinin bulunduğu Suudi Arabistan, Irak, Katar, Kuveyt gibi ülkeler üzerinde kurduğu nüfuz ile dünyanın enerji ihtiyacına yön vermeye çalışırken; Rusya, sahip olduğu enerjiyi bir silah olarak kullanmanın avantajına sahip. AB, Çin, Japonya ve diğer Pasifik ülkelerinin enerjide giderek Rusya’ya bağımlı hale gelmesi, dünya siyasetinde dengelerin değişmesinde önemli rol oynayabilir.
Petrol ve doğalgaz rezervleri toplamı bakımından Rusya kadar önemli olan İran’ın, hangi emperyalist güç ya da güçler tarafından denetim altına alınacağı ya da alınamayacağı ise, dünya siyasetindeki dengeler açısından önemli bir değişken durumunda. Bu bakımdan, enerji politikalarına bağlı olarak, İran üzerinden yapılan hesaplar, aynı zamanda içinde bulunduğumuz yüzyılda belirleyici bir karakter taşıyor.
Hızla artan petrol fiyatları ve talebi, ABD için en büyük açmaz olarak görünüyor. Dünyanın sayılı petrol ülkeleri olan İran, Irak, Venezüella ve Nijerya’daki siyasi gelişmeler, ABD’yi oldukça tedirgin ediyor. Dolayısıyla, enerji rezervlerinin olduğu ülkelerle ABD arasındaki ilişkiler göz önüne alındığında, petrole muhtaç ABD ekonomisinin, önümüzdeki on yıllar içerisinde büyük sıkıntılar yaşayabileceği de söylenebilir.
Dünya siyasetinde önemli bir aktör olmak isteyen AB ise, enerji ihtiyacını Rusya ile kurduğu “stratejik işbirliği”ne dayanarak gidermeyi amaçlıyor. Bunu yaparken, kendi içinde ortak bir “enerji politikası” belirlemede ise sıkıntılar yaşıyor. Enerji politikalarının da büyük katkısıyla hızla keskinleşme eğilimi içerisine girmesi beklenen emperyalist devletler arasındaki çelişki ve çatışmalar dikkate alınırsa, tek tek AB ülkelerinin dünya enerji siyasetine yön vermesi ise beklenmiyor. Bu bakımdan da, özelikle büyük ülkelerin etkisiyle, ortak bir enerji dış politikasının oluşturulması dayatılıyor. Bu politikanın kapsamında, aynı zamanda ulusal enerji pazarlarına hakim olma da bulunduğu için, çelişkilerin öyle kolay giderilmesi beklenmiyor. Kendi içerisinde tam olarak bir birlik olamamanın da etkisiyle, AB’nin, tek başına dünya siyasetine yön vermesi zor görünüyor.
Gelişmeler, enerjiye bağlı olarak yeniden şekillenme sürecinde olan uluslararası ilişkilerde Türkiye’ye yeni bir rol biçildiğini gösteriyor. Jeo-stratejik bakımdan zengin enerji kaynaklarının olduğu ülkelere yakın olmasına bağlı olarak, Türkiye, hızla dünyanın önemli “enerji koridorları”ndan biri haline geliyor. Bu da, Türkiye üzerindeki emperyalist çelişki ve çatışmaların daha da sertleşeceği ve ülkenin bağımsızlığının savunulmasının öneminin artacağı anlamına geliyor.
* Bu yazıda emperyalist devletler arasında petrol ve doğalgaza bağlı olarak yaşanan çatışma ve paylaşım hesapları ele alınıyor. Emperyalist devletlerin enerji ihtiyacını karşılamak için, nükleer ve yenilenebilir enerji konusunda birbirleriyle yaptıkları rekabet bu yazının dışında tutulmuştur.