1 Mayıs’a giderken…

Türkiye işçi sınıfı, ekonomik, sosyal ve siyasal planda işçilerin ve emekçi halkın yaşamını derinden etkileyen gelişmelerin yaşandığı bir dönemde 1 Mayıs’ı kutlamaya hazırlanıyor.
Yaklaşık 200 bin işçiyi kapsayan metal sektöründe TİS görüşmeleri patronların dayatmaları sonucu tıkanmış bulunuyor. Benzer bir durum Çaykur ve THY işletmelerinde yürüyen TİS görüşmelerinde de karşımıza çıkmakta. Yeni çıkarılan 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu işçi hareketi ve sendikal hareketin birikmiş sorunlarını çözmek bir yana varolan sorunların yanına yenilerini eklemiş durumda. Düşük ücret dayatmaları, ağır çalışma koşulları ve çoğu sendikal örgütlenme nedeniyle gerçekleşen işçi kıyımına karşı gelişen direniş ve eylemlerin ardı arkası kesilmiyor.
Esnek çalışma ve taşeronlaştırmanın yaygınlaşması, iş güvencesi talebinin işçi hareketi ve sendikal hareketin mücadele gündeminin ilk sıralarına taşınmasını da beraberinde getirdi. Genel Maden İşçileri Sendikası’nın (GMİS) Zonguldak’ta taşeronlaştırmaya karşı düzenlediği mitingi, Sendikal Güçbirliği Platformu (SGBP)nin Lüleburgaz’da düzenlediği miting takip etti. Esnek çalışma ve taşeronlaşmanın yaygınlaşmasının bir sonucu da, işçi sağlığı ve iş güvenliği cephesinde karşımıza çıkıyor. İş kazaları/cinayetlerinde Türkiye dünyada ikinci, Avrupa’da ise ilk sırada bulunuyor. PTT’nin özelleştirilmesine ilişkin kanun tasarısı, iş kolunda örgütlü sendikaların çağrısıyla gerçekleşen grev sonrası, Meclis gündeminden düşürülerek, yeniden görüşülmek üzere Meclis alt komisyonuna geri gönderildi. PTT emekçilerinin bu eylemi, Hükümet’in 2013 yılına ilişkin özelleştirme planına denebilirse ilk darbeyi indirmiş durumda. Kamu emekçilerinin iş güvencesi ve özlük haklarını ortadan kaldırmayı hedefleyen yasa tasarısı Demokles’in kılıcı gibi kamu emekçilerinin başı üzerinde sallanmaya devam ediyor. Elektrik, doğalgaz ve akaryakıta (benzin-mazota) yapılan zamların otomatikman gıda başta olmak üzere temel tüketim maddelerine yansıması sonucu emekçilerin alım gücü eriyor, yoksulluk derinleşiyor.
İktisadi ve sosyal alanda bu gelişmeler yaşanırken, Kürt sorununda yeni bir görüşme ve müzakere süreci başlamış bulunuyor. A. Öcalan’ın Diyarbakır Newroz’unda okunan mesajı Kürt sorununda yeni bir döneme girildiğinin ilanı oldu.
Obama’nın hamiliğinde İsrail’in Türkiye’den özür dilemesiyle, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki “hasar” onarıldı. Bu durumun bölgede (Ortadoğu) ne gibi yeni gelişmelere yol açacağı ise, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun özür gerekçesi olarak Suriye’deki gelişmeleri göstermesinden belli olmaktadır. 2013 1 Mayıs çalışmalarına/kutlamalarına içeriğini veren özetle vurgulanan bu gelişmeler ve olgular olacaktır.

İŞÇİ HAREKETİ
Sermaye ve Hükümet’in bir bölümü yukarıda aktarılan saldırıları karşısında, işçi sınıfı ve sendikalar, hali hazırda saldırıları püskürtecek birleşik bir karşı koyuşu örgütleyebilmiş değil. Bu durumun yaşanmasında ve bunun bir sonucu olarak  saldırıların bu ölçüde pervasızlaşmasında sendika bürokrasisinin işbirlikçi tutumunun payının hayli büyük olduğunu belirtmek gerekir. Türk-İş ve DİSK’te olağanüstü kongrelerin gündeme gelmiş olmasının başlıca nedeni olarak da yine bu durumu görmek gerekir. Zonguldak ve Lüleburgaz Mitingleri, PTT emekçilerinin uyarı grevi işçi hareketi ve sendikal harekette sermaye ve Hükümet’in saldırıları karşısında birleşme ve ortak bir mücadele örgütleme eğilimlerinin güçlendiğine işaret eden gelişmeler olmakla birlikte, işçi hareketi ve sendikal hareket mevzi (işyeri-havza) mücadelelerle karakterize bir dönemden geçmektedir. Ücretlerin yükseltilmesi, ağır çalışma koşullarının düzeltilmesi, iş güvencesi, sendikal örgütlenme gibi taleplerle gerçekleşen grev, direniş ve eylemlerin önemli bir bölümü örgütsüz genç işçi kuşakları tarafından örgütlenirken, sendikal örgütlülüğün bulunduğu yerlerin çoğunda da sendika yönetimlerine rağmen işçiler eyleme geçmektedirler.
Bolu’da deri işçilerinin ayağa kalkması, Adana’da yüzlerce genç saya işçisinin hakları için eyleme geçmesi, Kayseri’de CEHA işçilerinin patronun tüm baskı ve sindirme girişimine rağmen örgütlülükte ısrar etmesi, Konya’da yüzlerce işçinin Petrol İş’te örgütlenmesi, Mersin Liman işçilerinin inatla örgütlenmeleri ve saldırılar karşısında tek yürek olmaları, Mersin soda-cam işçilerinin grevinin başarıyla sonuçlanması, Eskişehir’de büyük tekstil işletmeleri ile metal fabrikalarındaki örgütlenme girişimleri, Denizli ve Uşak gibi illerde patron saldırıları karşısında aylardır direnen işçiler, Samsun’da sendikal bürokrasinin engelleyemediği Eti Bakır işçilerinin grevleri, taşeron uygulamalarına karşı birçok ilde sağlık işçilerinin eylemleri, Trakya’da Daiyang işçilerinin grev kırıcılarına karşı direnişi, Çorum’da tekstil işçisi kadınların alacakları için iş durdurmaları, Dersim ve Elazığ’da taşeron işçilerinin örgütlenmesi, Zonguldak maden işçilerinin taşeronlaşmaya karşı yıllar sonra ayağa kalkmaları, İzmit ve Gebze’de sendikalaşma adına birçok işletmede yaşanan direnişler, eylemler, İstanbul’da İsmaco’da işten atmalara karşı direniş çadırının kurulması, Rimaks işçilerinin sendika bürokrasisine rağmen işe geri alınmalarıyla sonuçlanan direnişi, Yurtiçi Kargo ve DHL işçilerinin sendikal örgütlenmede ısrarı ve direnişleri, İzmir Billur Tuz, Savranoğlu, Schnider, Belediye işçilerinin mücadeleci bir çizgi üzerinden attıkları adımlar, Diyarbakır’da tuğla işçilerinin sendikalaşma çabaları, Antep tekstil işçilerinin 10 gün süren ve bir işyeri ile başlayıp 10 işyerini de içine alarak genişleyen binlerce işçinin katıldığı direnişi, Adıyaman’da valilik ve polis müdahalelerine rağmen sendikal haklarından vazgeçmeyen Güçlü Tekstil işçilerinin direnişi ve uzun yıllardır toplu sözleşmelerde satışa gelerek biriken öfkelerinin sendikal bürokrasiye de yönelerek patlaması sonucu başta Bursa’da olmak üzere BOSCH, RENAULT ve Arçelik işçilerinin yürüyüşler ve iş durdurmalar ile güçlerini göstermeleri… son bir yıldaki bu kategoriden sayabileceğimiz işçi eylemleridir. Bu eylemlerin, direnişlerin büyük ölçüde lokal kalması ve tüm toplum kesimlerini de içine alarak genişleyememesi, yukarıda değindiğimiz gibi işçi hareketinin en temel sorunudur.
Bu yüzdendir ki, sermaye ve Hükümet’in saldırıları karşısında birleşik bir mücadele hattına olan ihtiyaç ve bunun nasıl sağlanacağının fabrikalarda işçiler arasında tartışmaya açılması, 1 Mayıs çalışmalarının en temel yönlerinden birini oluşturmaktadır. Bu tartışılmalarda cevap bulması gereken sorunlardan biri de, diğer bütün sorunlara analık eden sendikaların –bürokrasinin tasallutundan kurtarılarak– mücadeleci temelde yeniden inşaası sorunudur.
Sınıf partisinin işçi hareketi ve sendikal hareketin gündemine çözüm bekleyen pratik bir sorun olarak getirdiği sendikaların mücadeleci temelde dönüşümü sorunu, bugün sınıfın en yakıcı sorunu durumundadır. İstanbul, İzmir, Adana, Gaziantep, Gebze, Bursa gibi başlıca sanayi merkezlerinde ileri işçiler ve mücadeleci sendikacılar tarafından örgütlenen İşçi Kurultayları’nın ana gündemlerinden birisini bu sorunun oluşturması, bu ihtiyacın sınıfın genç ve mücadeleci kesimleri tarafından benimsenip sahiplenildiğini göstermektedir.
İzmir, Adana, Eskişehir gibi illerde oluşan Sendikal Birlikler, bu çalışmaların giderek örgütsel bir temel kazanmaya doğru ilerlediğini göstermektedir. İşçi hareketi içindeki bu yönlü çalışmalar, sendika merkezlerini cesaretlendiren bir rol de oynamaktadır.
Türk-İş bünyesinde muhalefet odağı olarak tanımlanabilecek Sendikal Güç Birliği Platformu (SGBP) bu çerçevede değerlendirilebilir. SGBP, bir yandan tabandan gelişen bu dinamik çalışma ve oluşumlardan olumlu yönde etkilenmekte ve fakat diğer yandan geleneksel sendikal çizgiden köklü bir kopuşu gerçekleştiremediği için de işçiler nezdinde ilk ortaya çıktığı dönemde yarattığı etkiyi/beklentiyi giderek kaybetmektedir. Bu nedenle, 1 Mayıs 2013’te sermayenin saldırılarına karşı işçilerin birliğini sağlamak işinin sorumluluğu ne sendika bürokrasisine, ne de tereddütlerle “ilerlemek” isteyen SGBP’ye bırakılamaz; sorumluluk, öncelikle sendikal birlikler ve işçi kurultayları biçiminde birleşmiş ileri işçilere ve mücadeleci sendikacılara düşmektedir. Bu oluşumlar, işçi kitleleri arasında gerekli çalışmayı örgütledikleri oranda SGBP’nin de Türk-İş bürokrasisine karşı daha cesaretli tavır alabileceğini ve bu bağlamda 1 Mayıs kutlamalarında olumlu bir rol oynayacağını görmelidir.

BARIŞ VE DEMOKRASİ
Kürt sorununda başlayan yeni görüşme ve müzakere süreci barış ve demokrasi tartışmalarını da beraberinde getirdi. Egemenler Kürt sorununu çözümsüz bırakarak, bu çözümsüzlüğü, yıllar boyunca, işçi ve emekçileri bölmenin bir aracına dönüştürdü. Bu bakımdan, Kürt halkının yanı sıra, sorunun çözümsüz kalmasından en çok zararı işçi sınıfı gördü. Kürt sorunundan kaynaklanan baskı ve terör dolaysızca demokrasi ve özgürlükleri de baskı altına aldı. Kürt sorununun eşit haklar temelinde çözüme kavuşması, gerçek bir demokrasinin kurulmasının temel ön koşullarından biri durumundadır. Bu yüzden demokrasi ve özgürlüklere en çok ihtiyaç duyan sınıf olarak işçi sınıfı, Kürt sorununun çözümü için yeni görüşme ve müzakere sürecine müdahil olmak durumundadır. Sürece ilişkin sendikalardan yapılan açıklamalar, konuya duyarlı birkaç sendikayı dışta tutarsak, “akan kan duracaksa, çözülsün de nasıl çözülürse, çözülsün” noktasındadır. Bu edilgen ve aynı zamanda mevcut statüko karşısında  “tarafsız” yaklaşım işçi sınıfının tutumu olamaz. İşçi sınıfı tam hak eşitliğinin Kürt sorununun demokratik bir çözüme kavuşmasında mihenk taşı olduğu gerçeğinden hareketle, iradesini, sorunun demokratik halkçı tarzda çözümünden yana ortaya koymak durumundadır. Bu tutum Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkını savunmanın zorunlu bir gereğidir de, aynı zamanda. 1 Mayıs çalışmalarında ve alanlarda bu yalın gerçek güçlü bir biçimde ortaya konulduğu ölçüde, 2013 1 Mayıs’ı, barışa, demokrasiye ve halkların kardeşliğine ve kuşkusuz sosyalizmin önünün açılmasına hizmet eden bir gün olacaktır.
Denebilirse, 1 Mayıs’a giderken ülkemizde barış rüzgarları eserken, Ortadoğu’da ise tersine savaş bulutları kümelenmektedir. Savaş rüzgarları estirenlerin başında ise, Türkiye gerici egemenleri gelmektedir. İstanbul’da Türkiye’nin ev sahipliğinde düzenlenen toplantıyla Suriye muhalefetine “hükümet” kurdurulurken; muhaliflerin silahlandırılması, İngiltere, Fransa başta olmak üzere Batılı emperyalist güçler tarafından açıktan savunulmakta, hatta bir yandan silah sevkiyatına başlanmış bulunmaktadır. Ortadoğu’da verdiği hegemonya savaşında Rusya, Çin, İran karşısında kendi cephesindeki gevşemeleri giderecek hamleleri peş peşe yapan ABD, bu bağlamda, bölgedeki iki temel stratejik müttefiki durumundaki İsrail ve Türkiye arasındaki “sorunlar”ı İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi suretiyle ortadan kaldırmış bulunuyor. İsrail Başbakanı Netanyahu, neden şimdi özür dilendiğine ilişkin soruya verdiği yanıtta temel gerekçe olarak Suriye’deki gelişmeleri göstermiştir. Bu yanıt, hiçbir yoruma yer bırakmayacak biçimde önümüzdeki günlerde İsrail ile Türkiye’nin el ele vererek bölgede oynayacağı gerici role işaret etmektedir. Bölgede asıl hedefin İran olduğu gerçeğinden hareket edersek, bu gelişmeyle birlikte İran’a yönelik kuşatma ve tehdidin her an bir vakıaya dönüşme ihtimali artmıştır. İsrail’in özür dilemesinin ardından Türkiye’yi ABD emperyalizminin savaş arabasına bağlayan iplerdeki gevşeme sıkılaştırılmış, mızrağın ucu biraz daha sivriltilmiştir. İsrail ile ilişkilerdeki yaşanan bu gelişme Türkiye egemenlerinin yeni Osmanlıcı damarlarını bir kere daha kabartmış, “bölgesel güç” olma hayallerini kışkırtan bir etkide bulunmuştur. Nitekim Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi “özür” sonrası Suriye’ye ilişkin pes perdeden konuşmaya yeniden başlamışlardır. Savaş ağalarının ve silahların konuşmaya başladığı yerde demokrasi ve özgürlük taleplerinin bastırıldığını tarih defalarca kanıtlamıştır. Emperyalizm, demokrasinin inkarı olarak siyasi gericiliktir ve elinin uzandığı her yere bu gericiliği taşır. Nitekim, bölge gericilikleri, varlıklarının dayanağını ABD emperyalizmin Ortadoğu’da ki varlığından almaktadır. Emperyalizmin varlığı son bulmadan bölgede demokrasinin filizlenmesi neredeyse imkansız hale gelmiştir.
İşçi sınıfı, barış ve demokrasinin en tutarlı temsilcisi olarak, ABD emperyalizminin çıkarları uğruna ülkemizin gerici egemen sınıflar ve onun hükümeti (AKP Hükümeti) eliyle savaş bataklığına sürüklenmesine seyirci kalamaz. AKP Hükümeti’nin Ortadoğu’da izlediği dış politikanın ülkemizin ve halkımızın başına ne gibi belalar getireceği işçi ve emekçiler arasında iyi anlaşılmalı; işçi ve emekçiler savaşa karşı barış ve demokrasi bayraklarını 1 Mayıs alanlarında yükselterek, gericiliğe hak ettiği cevabı vermelidir.
İşçi sınıfı mücadelesinin siyasal alana genişlemesi zorunluluğu bu olgulara bakılarak daha iyi anlaşılabilir. Örneğin dış politikada, özellikle Suriye konusundaki açmazlar, ABD’nin ileri karakolu olmak için atılan adımlar ile ülkenin içinde bulunduğu iktisadi sıkıntılar arasındaki ilişki, içerde ve dışarıda savaşa harcanan paraların kimin cebinden çıktığı ve hükümetin buradaki sınıfsal tercihinin ne olduğu doğru bir biçimde anlatıldığında, işçi ve emekçilerin savaşa karşı barış ve demokrasinin kazanılması için mücadeleyi seçtikleri/seçecekleri bir sır olmasa gerek.

EZİLENLERİN İTTİFAKI
Çeyrek yüz yıldır uygulanan neoliberal politikalar, kapitalist sömürü ve yağma, işbaşına gelen burjuva hükümetleri, bir avuç tuzu kuru patron ve parababalarının dışındaki bütün sınıf ve kesimlere saldırmaya yöneltmiştir. Bu politikaları en gözü kara biçimde uygulayan hükümet, hakkını teslim edelim, AKP Hükümeti olmuştur. Yapısal uyum politikaları adı altında tarım göçertilirken, ekonominin uluslararası tekellerin yağmasına açılması küçük üretici, esnaf ve dükkan sahiplerini iflasa sürüklemiştir. Kentsel dönüşüm adı altında emekçilerin barınma hakları ellerinden alınırken, HES, nükleer santral yapımı, maden arama ve taş ocakları açma gibi nedenlerle yoksul köylülüğün üretim ve yaşam alanları kâr hırsı uğruna talan edilmektedir. Muhafazakar demokrat olduğunu her fırsatta vurgulayan AKP Hükümeti döneminde, kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet oranlarında rekor artışlar olurken, kadınların işgücüne katılım oranları sürekli düşmekte, buna karşı kadın emeği üzerindeki sömürü artmaktadır. Eğitimin fiilen paralı hale gelmesi, zorunlu eğitime tabi olmasına karşın ilk ve ortaöğretim çağındaki onbinlerce çocuğu eğitim hakkından mahrum hale getirmiştir. Üniversiteler, binlerce liraya malolan dershane tedrisatından geçmeden girilemez hale gelmiş, üniversite, emekçi çocukları için bir hayal olmuştur. Genç nüfus arasındaki işsizlik oranları gerçek rakamlarla %30’lar seviyesindedir. Burjuva kapitalist sistem gençliği işsizlik ve eğitimsizliğe mahkum ederek geleceğini şimdiden ellerinden almaktadır. Eğitim ve bilim yuvalarına yönelen saldırılardan biri de, buraları halkın yararına olması gereken işlevinden arındırarak, tümüyle sermayenin hizmetine koşmak için devreye sokulmuştur. 4+4+4 yasası ve “YÖK reformu”, bu saldırıların en rafine örneklerini oluşturmaktadır. Siyasi iktidar, bu perva tanımaz saldırılara karşı en küçük bir muhalefete dahi tahammül göstermemektedir. İşçilerin, emekçilerin, gençliğin, kır ve kent yoksullarının, Kürt halkının hak arama eylemleri şiddetle bastırılırken, hükümeti eleştirdi diye köşe yazarları gazete patronları tarafından kapıya konuluyor, akademisyenler soruşturmalara uğratılıp kürsüleri ellerinden alınıyor. Bu tablo, bütün bu sınıf ve kesimleri geleceğini işçi sınıfıyla birleştirmeye yönelten olgu ve olayları somut biçimde ortaya koymaktadır. 1 Mayıs’ta işçi sınıfı bu sınıf ve kesimlerin taleplerini sahiplendiği oranda bu güçlerle birleşme ve buradan hareketle sermaye ve burjuva gericiliğe karşı tüm ezilen sınıf ve kesimlerin sözcülüğünü (önderliğini) yapma imkanına sahip olacaktır. İktisadi, sosyal ve siyasal planda iç ve dış tüm gelişmeler, işçi sınıfını bu rolünü oynamaya davet etmektedir. Sınıf bilinçli işçiler, mücadeleci sendikacılar 1 Mayıs çalışmalarını bu durumun farkında olarak örgütlediklerinde, 2013 1 Mayıs’ı tarihsel anlam ve özüne uygun olarak gerçekleşecektir.
İş, barış ve özgürlük için işçi sınıfının bütün emekçi katmanlar ve ezilen ulus ve mezhepler gibi bütün ezilen kategorilerle ittifakını sağlamak üzere daha fazla çaba bu 1 Mayıs’ın temel bir yönü olmalıdır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑