Mart ayının 21’i Newroz. Sadece Asya’da değil, dünyanın birçok bölgesinde ve eski uygarlıklarda kutlanan bir gün. 21 Mart, Ortadoğu halklarının önemli bir bölümünde, baharın ya da yılın başlangıcı olarak coşkuyla karşılanmakta, şenlik ve etkinliklere kutlanmaktadır. Doğanın ısınması, bitkilerin canlanması, bereketin habercisi olarak karşılanan ve çeşitli biçimlerle kutlanan Newroz, Medlerin devamı olduklarını düşünen Kürtler için, takvimsel olanın ötesinde bir anlam ifade etmektedir. Kürtler için de Newroz, “Yeni Gün” demektir. Ancak Kürtler için bu “Yeni Gün”; doğuşun, dirilişin, mücadelenin, özgürlük için ayağa kalkışın adıdır. Böyle olduğu içindir ki, başka halklar için sorun olmayan Newroz kutlamaları Kürtler için ciddi bir sorun yaratmaktadır.
Efsanede, demirci ustası Kawa’nın elinde çekiciyle başlattığı isyan, Dehhak’ın zulmüne son vermiş ve halk özgürlüğüne kavuşmuştur.
Kürtler, efsanedeki halkın kendileri olduğuna inanmaktadır. Kürtler için o gün, yani 21 Mart, Kürtlerin diriliş ve kurtuluş günüdür. O gün, yeni gün, o gün Newroz’dur. Sarı, yeşil ve kırmızı renklere bürünen halk alanlara çıkmakta, bayramı kutlamaktadır.
Günümüzde, Kürt halkı 21 Mart’a, diğer halklardan farklı ve efsaneyi aşan –zulme karşı başkaldırı, eşit haklar, özgürlük ve demokrasi taleplerinde ifadesini bulan– somut ve güncel bir anlam yüklemiştir.
Emperyalizm tarafından bölünüp parçalanan, değişik ulusların gerici ve diktatör yönetimlerinin egemenliğinde esaret altında yaşamaya mahkûm edilen Kürtler, Newroz’u taleplerini dile getirme, içinde bulundukları koşulları değiştirme, ulusal zulme son verme gününe dönüştürmektedirler. Newroz günü, sadece meydanlarda değil, yüreklerde de özgürlük ateşi yanmaktadır!
Çeşitli ülkelerde bölünmüş yaşıyor olmalarına ve aralarında kilometrelerce mayınlı arazi, dikenli teller, tank ve toplarla takviye edilmiş ordu birlikleri olmasına rağmen, her Newroz’da Kürtler, ortak bir ruhla duygu harmanı oluşturmakta, aynı şarkılar ve aynı taleplerle haykırmakta, kölelik zincirlerini parçalamak için alanlara akmaktadır. Ortadoğu’daki kutlamalara Kürt halkı damgasını vurmakta, Newroz’u halkın kendi geleceğini ellerine alma, ulusal eşitlik, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması, barış ve halkların kardeşliği için bir mücadele günü olarak kutlamaktadırlar.
21 Mart’a, Yeni Gün’e; doğanın uyanışı, bereket ve bolluğun habercisi, yeni yılın başlangıcı gibi takvimsel anlamlar yükleyerek kutlayan diğer halklardan farklı bir anlam yükleyerek kutladıkları içindir ki, Kürtler, her 21 Mart’ta, her Newroz kutlamasında büyük sorunlarla karşılaşmakta, egemen güçlerin saldırılarına hedef olmakta ve her defasında bedeller ödemek durumunda kalmaktadırlar.
EGEMEN SINIFLAR NEWROZ’DAN NEDEN KORKUYOR?
Egemen sınıflarının hiç haz etmediği günlerden biri 21 Marttır, Newroz’dur. Dahası 21 Mart, nefret ettikleri ve olanakları olsa takvimden çıkarıp atacakları bir gündür! Mart yaklaşıp, önce havaya, ardında suya ve toprağa cemre düştüğünde, yani havalar ısınmaya başladığında, ırkçı ve şoven yönetimlerin kâbus dolu günleri de başlıyor. Şiddeti bir yönetme tarzı olarak benimseyen, diğer uluslara, halklara ve kültürlere karşı inkarcı ve tahammülsüz olan egemen güçlerin kimyası 21 Mart’a doğru tümden bozulmakta, devlet “bahar sendromu”na yakalanmakta, Kürt halkına karşı saldırganlığı doruğa çıkmaktadır!
Bir halk, bir ulus olarak kabul edilmeyen Kürtlerin Newroz’da ortaya koydukları duruş karşısında sistemin tahammülsüzlüğü tavana vurmaktadır. Ulusal eşitlik, dil, kültür, kimlik ve siyasal haklar için yıllardır mücadele eden, kendi geleceği üzerinde söz ve karar sahibi olmak isteyen Kürt halkı için Newroz, adeta aylar önce rüyasına yatılan, hazırlığı yapılan bir bayramdır.
Newroz, kutlanan bir bayram olmakla beraber, aynı zamanda riske girme günüdür de. Siyasal ve kültürel hakları için mücadele eden halk, barış ve kardeşlik ve ülkenin demokratikleşmesi için yüz binler olarak sokağa çıkarken, her an saldırı ve provokasyonlarla karşılaşabileceğini bilmektedir. Köylerden mahallelere, kasaba ve ilçelerden metropollere kadar yaygın kutlamalar gerçekleştiren Kürt halkının, yanı sıra sokağa da çıkmasıyla sistem zıvanadan çıkmaktadır. Her Newroz’da, devletin inkarcı ve şiddet yüklü tutumu nedeniyle büyük gerginlikler yaşanmakta, gözaltı ve tutuklamalar olmakta, insanlar kurşunlanmaktadır.
Her yıl; Newroz sözü, Newroz seslenişi, Newroz sözcüğünün yazılışı, Newroz Bayramı’nın kutlanış tarzı; yakılıp çevresinde halay çekilen ateşler ve “Newroz” ifadeli her girişim devlet katında krize neden olmakta, nevrotik hallerin nüksetmesine ve ortalığın velveleye verilmesine vesile olmaktadır.
Çünkü egemen sınıflar için ne Newroz, ne de Kürt diye bir halk var. Kürtlerin bir halk olduğu, dili, kimliği, kültürel ve siyasal haklarının tanınması gerektiğine dair bir kanı taşıyanlar da, Kürt halkı gibi, vatan-millet düşmanı, bölücü ve terörist yandaşlarıdır! Kürtlerin demokratik taleplerine destek sunanlar “yoldan çıkmışlar” kategorisindendir. Örneğin Türkiye’de, her ne kadar “Kürt sorunu vardır” mealinde sözler birçok başbakan ve cumhurbaşkanı tarafından söylenmişse de, bu, dönemsel nedenlerle, parti propagandası ve dışarıya karşı imaj meselesi olmaktan öteye gitmemiştir. Özal, Demirel, Yılmaz, Çiller, Erbakan, Erdoğan… Tümü de “Özerklik sorunu”, “Kürt realitesi”, “AB yolu”, “Bask modeli”, “Türküm doğruyum demekle olmaz, öbürü de çıkar Kürdüm doğruyum der” ve “Kürt sorunu vardır” gibi sözlerle dönemlerinde birkaç cümle etmiş olsalar da, söylediklerinin üzerine yatarak, zaten Kürt sorunu üzerinden manevra yapmanın ötesinde niyet taşımayarak, kökü “derinler”de olan şovenizm karşısında boyun büküp, demokrasiden hiç nasiplerini almamış olduklarını gösterdiler.
Kürtlerin mücadele ederek elde ettikleri ve meşruiyetini sağladıkları bazı hak kazanımları bile sorun olmaktadır. Bunlar hazmedilmemekte, devletin attığı geri adım, bir devlet zaafı olarak değerlendirilmekte ve yeniden yok sayılması için çaba sarf edilmektedir. Bizzat Newroz kutlamaları da bu kapsamdadır. Olanak yaratıldığı yerde Newroz yasaklanacak, kutlamalar engellenecektir. Bu yıl bu yönde girişimde bulunacaklarının güçlü verilerini görmek ve karşı duruş için hazırlık yapmaktan başka yol yok gibidir.
RESMİ KAYNAKLARLA BAŞI BELADA OLAN KAVRAM: “NEWROZ
Her Newroz kutlamasında “W” harfi krizi yaşanmakta, kutlamalar için yapılan bildirimler Kürt alfabesindeki “W” harfi gerekçe gösterilerek geri çevrilmektedir. Kürt halkının dili, kültürü, gelenekleri, özgünlükleri gayrı meşru sayılmakta, halkın benimsediği ve sahiplendiği her değer hedef tahtasına çivilenmektedir.
Başvuruların “Newroz” olarak değil, “Nevruz”, “Nevroz” ya da “Navruz” olarak yapılması dayatılmakta, bunun için ‘küçük kurnazlıklar’ önerilmekte, bazen bildirim yazılarına kalemle “W” yerine, “V” yazılmak istenmekte, bu abuk sabuk sebeplere karşı durulması halinde ise, miting, gösteri, etkinlik ve kutlamalar yasaklanmakta, yaptırılmamaktadır. “İzin” verilen yerlerde ise, yıl boyunca kullanılan “mitingler için tahsis edilmiş alanlar” değil, Newroz kutlamaları için belirlenmiş, gözden ırak, ulaşımı zor, tecrit amaçlı alanlar gösterilmektedir. Değilse, “güvenliğin sağlanamayacağı” gerekçesiyle yasaklar devreye sokulmaktadır. Denenebilir ki, Türkiye’de devletin üzerinde bunca fırtına kopardığı, bir türlü bir yere oturtamadığı, sözlüklerde, kitaplarda ve resmi tarihte yer vermemek için kılı kırk yardığı, yasakladığı, yok saydığı, mantıksızlığı ayyuka vardırdığı başka bir kavram yoktur. Gerekçeleri geçersizleşip zorlandığı noktada ise, “ihbar aldık kötü şeyler olacak” diyerek yasakladığı başka bir gün, başka bir bayram, bir tören ve kutlama da yoktur. Hiçbir zaman istila edilmemiş, doğal olarak direniş yaşamamış ve kurtuluş günü de olmayan iller, ilçeler ve kasabalar için “kurtuluş günleri” tertipleyen burjuva gericiliğin, milyonlarca katılımcıyla tarafından kutlanan Newroz için gösterdiği tahammülsüzlük, ırkçı, şoven yaklaşım ve tutumun dışavurumundan başka bir şey değil.
Devlet damgalı ya da devlet güdümlü kaynaklarda; “Nevruz, baharın ilk günüdür”, bazen “Martın yirmi birinci, bazen Martın yirmi ikinci günü”dür. Elinizin altındaki bir sözlükte “Nevruz”un karşılığına bakarak bunu görebilirsiniz. Ancak, Newroz’un, Kürt halkı tarafından, zulme ve ulusal köleliği karşı eşitlik ve demokratikleşme amacıyla her şey göze alınarak bir mücadele günü olarak kutlanmaya başlanması ve 1990’lardan itibaren kitlesellik kazanmasıyla birlikte, ‘yeni tezler’in geliştirildiğini, “Nevruz”un Türklükle alakası üzerine derin araştırmaların yapıldığını da atlamamak gerek. Zamanla, “Nevruz, Türklerin kurtuluş günü, Ergenekon Bayramı” olarak ifade edilmeye başlandı, “Türk topluluklarının pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan Nevruz bayramı” olarak kaynaklarda yer aldı. Ancak, “Kürt yoktur, onlar dağ Türkleridir” gülünç iddialarına rağmen, Newroz’un Kürtler tarafından kutlanması bir türlü hazmedilemedi. Kürtlerin ulusal taleplerini dile getirerek, folklorik özgünlükleriyle, yediden yetmişe büyük halk kalabalıklarıyla kutladıkları Newroz törenleri saldırı hedefi olmaktan kurtulamadı.
Kutlamalar karşısında hazımsızlığı sürdüren ve sert tepki göstermekle kalmayan egemen sınıflar, Newroz’un, Kürtlerin yüklediği anlam ve atalarıyla ilişkilendirdikleri efsaneyle alakasızlığını ispatlamak için hummalı bir çalışmaya girişti. Bakanlıklar, üniversiteler, medya vb. bu iddialar için koşuşturdular. Hükümetlerin çabaları, polis ve asker zoru, yasaklama ve şiddetle yetinilmeyerek, dört koldan “Nevruz üzerine bilimsel ve tarihsel araştırmalar” yapıldı, bunlar sürdürülüyor. Birçok ırkçı ve şoven akademisyen, Türkî Cumhuriyetlerdeki birçok ‘tarih ve kültür araştırmacısı’ bu amaçla görevlendirildi. Öyle ki, “Nevruz” için oluşturulan tezler, elde edilen bulgular, sergilenen yaratıcılık, sözcüğe, sözcüğün köken ve anlamına attırılan taklalar ve etimolojik açıdan yapılan yakıştırmalar karşısında hayrete düşmemek mümkün değil.
TRAJİKOMİK GİRİŞİMLER VE RESMİ NEVRUZ TÖRENLERİ
Yazılışı ve söylenişi üzerine bu kadar fırtına koparılan, kutlanışı bu kadar krize neden olan, yüksek derecede gerilim yaratan başka bir gün az bulunur. Herhangi bir amaçla toplantı, gösteri ve yürüyüş yapmak izne değil, bildirime tabi iken ve bunun yasal düzenlemesi yapılmışken, nedense (!) her yıl Newroz kutlamalarında valiler ve kaymakamlar -bir devlet tutumu olarak- kriz çıkarmakta, kutlamaları zora sokmakta, bildiri ve afişler yasaklanmaktadır. Her Newroz’da mevcut yasalar ve hukuk kuralları bir yana bırakılmakta, emniyet müdürleri, asker ve polisler yetki sultasıyla donatılmış olarak devreye girmekte, halkın karşısına silahla, tank, panzer ve özel polis ve asker güçleriyle çıkmakta, ülke militarizm kesilmektedir. Newroz hazırlıkları hem psikolojik, hem askeri hem de siyasi bir savaşa dönüşmekte, büyük bir gerilim yaşanmaktadır. Newroz’larda İçişleri Bakanları özel genelgeler yayınlamakta ve başta bölge olmak üzere, ülke ölçeğinde resmen ilan edilmemiş bir Olağanüstü Hal uygulanmaktadır. Devlet güdümündeki medya Kürt halkına karşı bir karalama kampanyası başlatmakta, satılmış kalemşorlar yarışa girmekte, medya şoven saldırı odaklarının borazanına dönüşmektedir. “Bölücülük” ve “terörizm” içerikli ırkçı ve şoven propaganda baş köşeye oturtulmakta, Kürt halkı “bölücü”, “terörist”, “provokatör” gibi kavramlarla eşleştirilerek, linç kültürünün hedefi olmakta, savaş ve çatışma senaryoları yazılmaktadır. Tüm ülke düzeyinde kaos ve kargaşa havası egemen kılınmakta ve bunun sorumlusu olarak, bölge halkı, Kürtler suçlanmakta ve linç edilmek istenmektedir. Kürtlerin yaşadığı topraklar, köyler, ilçeler ve iller her yönüyle saldırının hedefi haline getirilmekte, “sivil” ve askeri, yazılı ve sözlü her türlü namlu bölgeye ve halka yöneltilmektedir.
Unutmamak gerekir ki, burjuva gericiliğin geleneğinde “komünist partisi kurulacaksa onu da biz kurarız” kültürü egemendir. Şimdilerde “Resmi Nevruz” kutlamaları düşünüldüğünde, bu söz daha da anlam kazanacaktır. Bunun günümüzdeki izahı, “Nevruz kutlanacaksa, onu da biz kutlarız”dır. Bunun için Genelgeler yazılarak, kurumlar harekete geçirilerek düzenlenen resmi Nevruz kutlamaları, devlet dairelerinde, kurum bahçelerinde vb. yapılmaktadır. Kutlamalarda, lacivert takımlı, kravatlı devlet adamları ateş üzerinde atlamakta, yumurta tokuşturmakta, örs üzerinde demir dövmektedir.
Burjuva gericiliği, on yıllar boyunca 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı da yok saydı, İşçi sınıfının uluslararası, birlik, dayanışma ve mücadele gününü “Bahar Bayramı”yla değiştirerek inkar etti, yasakladı. Okullarda her 1 Mayıs’ta kırlara çıkıldı, piknikler düzenlendi. İlkokuldan başlayarak, 1 Mayıs, Bahar Bayramı olarak beyinlere şırınga edilmek istendi. Meşru görülmeyip yok sayılarak yasaklanan 1 Mayıs karşısında gösterilen refleks nasıl sınıf düşmanlığına denk geliyorsa; Newroz konusundaki tutum da, burjuvazinin uluslar ve halklar karşısındaki ırkçı ve şoven tutumunu yansıtıyor. İşbirlikçi tekelci burjuvazi, 1 Mayıs’ı işçi bayramı olarak, işçi sınıfı ve emekçiler kararlı bir mücadele yürüttükten ve büyük bedeller ödedikten sonra kabul etmek zorunda kaldı. Ancak, egemen sınıflar, fırsat buldukça 1 Mayıs’ı engelleme ve yasaklama tutumundan hiçbir zaman vazgeçmediler.
Kürt halkının kültürel ve siyasal hakları karşısında inkârcı pozisyon tutan gerici burjuvazi, işçi sınıf karşısında da gaddarlığı elden bırakmamıştır. 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda gerçekleştirilen, 34 işçinin ölümü ve onlarcasının yaralanmasına neden olan katliam akıllardadır. Provokasyon ve katliamlar, burjuva sisitemin geleneğidir. Sistem işçi sınıfı ve sömürülen yığınlar karşısında olduğu gibi ezilen halklar ve talepleri karşısında da aynı refleksi göstermektedir. Newroz Bayramı’na yönelik yasakçılık ve şiddet bundan bağımsız düşünülemez. Üstelik burjuva gericilik sömürü ve baskıya dayalı düzenini meşru göstermek için Kürt sorununu ve Newroz’u bulunmaz bir nimet olarak değerlendirdiğinden, Kürt sorunu, Newroz ve Kürtlerin diğer talepleri karşısında sessiz kalmak, sömürücü ve baskıcı sistem karşısında suskun kalmak ve her açıdan köleliği kabullenmekle eş anlamlıdır.
Newroz toplumsal bir sorundur. Üstelik sadece Kürtleri değil, tüm Türkiye ve Ortadoğu’yu ilgilendiren bir sorundur. Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Gürcü… Tüm Türkiye ve Ortadoğu halklarının bu soruna doğrudan ya da dolaylı olarak müdahil olduğu açıktır. Ortadoğu bir yana, Kürt sorunu nasıl tüm Türkiye halkının/halklarının sorunu ise ve herkesi etkiliyorsa, Newroz da, tüm Türkiye halkının/halklarının sorunu haline gelmiştir. Egemen sınıflar bir halkın kültürel haklarını, geleneklerini ve taleplerini yok sayarak engellemeye kalkıştıkları için sorun olmuştur. Ve demokratikleşme doğrultusunda adımlar atıldığı, Kürt sorununun çözümü yolunda halkın talepleri doğrultusunda çaba sarf edildiği ölçüde bu sorunlar çözüm yoluna girecektir.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı, zorla ayakta durmaya çalışan egemen sınıfları geriletmediği, demokrasi yolunda mesafe kat edemediği sürece mevcut durum sürecek, Kürt sorunu çözülemeyecek ve Newroz sorun olmaya devam edecektir. Newroz kutlamalarının olağanlaşmasının yolu, demokrasi ve özgürlüklerin kazanılması, Türkiye’nin demokratikleşme yolunda ilerlemesidir. Bu da, işçi ve emekçilerin, emek ve demokrasi güçlerinin iktidar yolunda güç kazanmalarıyla olasıdır.
NEWROZ KUTLAMALARI VE HALKLARIN KARDEŞLİĞİ MÜCADELESİ
Bu gerçekten hareketle, Newroz üzerinden sürdürülen gerici propaganda karşısında durmak, ırkçı ve şoven propagandanın esiri olmamak, ırkçı ve şoven güçlerin oynadığı oyunu boşa çıkarmak bu gün daha da önem kazanmaktadır. Türk, Kürt ve her milliyetten Türkiye işçi sınıfı olarak, ezilen ve sömürülen halklar olarak, tüm ilerici güçler, tüm sosyalistler olarak Newroz’u doğru değerlendirmek tarihsel bir görevdir. Bir halkın kültürüne karşı özenli olmak asgari bir sorumluluk olsa gerek. Türk ve Kürt kardeşliğinden yana olan, -bırakınız sosyalist olmayı- Türkiye’nin demokratikleşmesi çabası içinde olan, bunu gerçekten benimseyen ve isteyen her politik akımının Newroz’da ezilen ve sömürülen Kürt halkının yanında olmayı bir görev sayması gerekir.
Kitlesel olduğu kadar yaygın da gerçekleşen Newroz kutlamalarında tüm halkların ve dünya kamuoyunun dikkatleri Türkiye’ye yönelmektedir. Newroz’u bölen, parçalayan değil, halkları birleştiren, demokrasi güçlerini bir araya getiren, ön yargıları parçalayan bir mücadele gününe dönüştürmek gerekli ve zorunludur. Gerici güçlerin propaganda ve saldırılarını püskürtmek için Türk ulusundan işçi ve emekçilere da ha fazla sorumluluk düştüğü de bir gerçektir.
Devlet ve hükümetyetkilileri, sayıları milyonlarla ifade edilen bir halkın bayram kutlamalarına getirilen yasaklama ve şiddetle yanıt verme tutumuna anlam veremeyen Türkiye halkını ve dünya kamuoyunu “ikna etmek” için türlü yollara başvurmakta, bu uğurda gerçekleri ersyüz etmekten çekinmemektedir. Yasakları ve şiddeti meşru göstermek için bir çok yol denenmektedir. Provokasyonlar düzenlemek, öncesinden bombalama eylemleri tertiplemek sudan gerekçelerle tutuklamalar gerçekleştirmek ve bunu medyanın baş gündemi haline getirmek gibi girişimler neredeyse bir “gelenek” halini almıştır. Gerici egemen güçlerin bu alanda ne denli yetenekli oldukları 2005 yılının son aylarında Şemdinli’de yaşanan provakasyon eylemleriyle hafızalardadır.
Abdullah Öcalan’ın, ABD-İsrail tarafından CIA ve MOSSAD operasyonuyla birçok hesaba mahsuben Türkiye’ye teslim edilmesini ve cezaevindeki baskıları protesto eylemleri üzerinden başlatılan saldırganlığın Newroz kutlamalarını provoke etme amacı taşıdığı da görülmektedir. 2006, 15 Şubat eylemlerinde estirilen terör Newroz’a yönelik saldırganlığın habercisidir. “Eylemciler parti binasına sığındı” gerekçesiyle mahkeme kararı bile olmadan Adana, Doğubayazıt gibi yerlerde DTP binalarının basılıp sığınanların dayaktan geçirilip gözaltına alınması ve süren tutuklama furyası buna işaret etmektedir. Barış Anneleri inisiyatifinden içinde yaşlılarında olduğu 23 kadının tutuklanması, Kürt illeri, Çukurova ve batıda süren tutuklamalar Newroz’u sabote etmeye yönelik, “önleyici konsept” uygulamalarından başka bir şey değildir. Adana’da 15 Şubat eylemlerinin ardından resmi görevlilerin ağzından çıkan; “artık saldırı ve tutuklama başladı. Bu Newroz’a kadar sürecektir.” açıklaması bu durumu doğrulamaktadır.
Gerici ve ırkçı güçler “bölücü örgüt” , “bölücü başı” , “çocuk katili” gibi sıfatlar eşliğinde A. Öcalan üzerinden Kürtlere yönelik anti propagandayı güçlendirmek suretiyle Kürt halkının ulusal demokratik taleplerini darlaştırmak; Kürt halkının demokratikleşme çabalarını provakatif bir mindere çekerek tecrit edip marjinalleştirmek istemektedir.
Ancak, gericiliğin bu yönlü saldırıları (hamleleri) karşısında Kürt ulusal hareketinin her zaman doğru taktikler geliştirebildiğini söylemek güçtür. Öcalan’a yönelik tecrit politikasına karşı gerçekleştirilmek istenen Gemlik Yürüyüşü ve bu esnada Bozüyük’te devreye sokulan provakasyonun da gösterdiği gibi, ırkçı ve faşist güç odaklarının kışkırtıcılık yaparak Türk halkını amaçları doğrultusunda kullanmalarına olanak vermemek önemlidir. Geniş halk kitlelerinin etkisiz kalması ve seyirci haline dönüşmesine zemin yaratabilecek eylemler yerine; Kürt ve Türk halkının birliğine hizmet edecek, devletin oyunlarını, gerici güç odaklarının provakasyonlarını boşa çıkaracak taktikler geliştirmeye özen göstermek gerekiyor.
”Abdullah Öcalan siyasi irademdir” adıyla yürütülen ve “referandum” olarak açıklanan 1 milyon imzanın toplandığı çalışma da tartışılabilir. Kürt halkının bir bölümü tarafından sahiplenilen bir talep olarak gündeme giren bir referandum ve diğer tarafta 20 milyon Kürt emekçi. Kürt halkının demokrasi ve özgürlük talebi, verilen ve referandum olduğu söylenen 1 milyon imzayla darlaştırılmamalıydı. Bu ve benzeri darlaştırıcı eylem türleri yerine geniş halk kitlelerini hedefleyen, Türk ve Kürt halklarının ortak eylemlerini de gözeten bir çalışmayı temel almak gerek,. İhtiyaç duyulan budur. Bu yüzdendir ki, 2006 Newroz’unun yaklaştığı şu günlerde çalışmanın yönü ve niteliği daha da önem kazanmıştır.
Geçen yıl gerçekleşen kutlamalardan çıkarılacak sonuçlar iyi değerlendirilmelidir. Kürt halkı, Newroz kutlamalarıyla demokratikleşme taleplerini dile getirdiği, kitlesel ve yaygın kutlamalarla meşru ve haklı mevzide kaldığı ve doğru yolda ilerlediği ölçüde, egemen güçler çaresiz kalmakta, burjuva gericiliği daha çok tedirgin olmaktadır. Türkiye halkı nezdinde giderek tecrit olacağını düşünen ırkçı ve şoven güçler sürekli bir propaganda ve çatışma hali istemekte ve bunun için düşmanlığı körüklemekte, provokasyonlara meydan hazırlamaktadırlar.
Kürt halkı üzerinden güç gösterisi
Newroz öncesi, kutlamalarda ve sonrasında sokağa çıkarılan tanklar, panzerler, silahlı asker ve polis güçleri, bölgede yüz binlerle ifade edilen ordu birliklerine rağmen, sevk edilen yeni ordu birlikleri, F-16 ve diğer savaş uçaklarıyla gerçekleştirilen uçuşlar, halklara gözdağı vermek amacıyla yapılan büyük kış tatbikatları, Skorsky ve Apache helikopterleri eşliğinde gerçekleştirilen operasyonlar, yol aramaları, baskınlar, gözaltı ve tutuklamalarla birlikte, daha bir çok militarist eylem, yol, yöntem ve araç devreye sokulmaktadır. Dahası tüm bu yapılanlar mubah, meşru ve bir zorunluluk olarak gösterilmektedir. Kürtlere ve tüm Türkiye halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesine yönelmiş şiddetin, Türk ulusal savunması, Türkiye’nin savunulması olarak anlaşılması istenmektedir. Türk ve Kürt halkının, işçi ve emekçilerinin arasına ayrıksı fikirleri, soğukluğu, kuşku ve güvensizliği, giderek düşmanlığı sokmak isteyenler Newroz’u bir olanak olarak değerlendirmek istiyor. Bu seferberlik halinin Türk işçi ve emekçilerinin bilincinde bir güvenlik sorunu olarak yer etmesi için, “ülkenin birlik ve beraberliği, vatan ve milletin bütünlüğü, bölücülüğe ve teröre karşı mücadele” gerekçesi ileri sürülmekte, zincirlerinden boşanmış şiddet Kürtler üzerinden kutsanmak istenmektedir.
Geriye dönüp bakıldığında görülecektir ki, her Newroz öncesinde Kürt halkına yönelik şiddetin dozu artmakta, gözaltı ve tutuklamalar, sokak ortasında kurşunlamalar meşru sayılmakta, hükümet ve genelkurmay tarafından yapılan şiddet yüklü ve hakaret taşıyan açıklamalar olağan gösterilmektedir. Hemen her yıl gerçekleşen kutlamalarda insanlar öldürülmekte ancak bu güne kadar tek bir polis, asker ve özel tim hakkında bu suçtan açılmış bir soruşturma, verilmiş bir ceza bile bulunmamaktadır.
2005 yılında Mersin’de gerçekleştirilen kutlamada, devletle bağlantısı kuvvetle muhtemel olan bir provakatörün, iki çocuğun eline Türk bayrağını tutuşturarak yaktırmak istediği, ancak başarılı olamadığı görüntülerin, başka bir polisin bayrağı eline alarak vatandaşa çıkışmasıyla devam eden şovun aylarca kullanıldığı bilinmektedir. Yine, söz konusu provakasyondan sonra Genelkurmay merkezli olarak yapılan bir açıklamayla “sözde vatandaşlar” kavramı kullanılarak vatandaşlar kategorize edilmiş, “alçaklar”, “kimse TSK’nın sabrını zorlamasın” gibi muhtıra niteliği taşıyan açıklamalar yapılarak böylece Kürtler hem psikolojik savaşın hem de saldırıların hedefi haline getirilmiştir. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı, başbakan da dâhil olmak üzere “ortak irade beyanı” gerçekleştirilmiştir.
2005 Newroz kutlamalarının yaygın olarak ve bir o kadar da kitlesel olarak gerçekleşmiş olması, Mersin, İzmir, Adana, Hakkari, Urfa, İstanbul, Van, Mardin-Kızıltepe gibi merkezlerde ve özellikle Diyarbakır’daki kutlamanın devasa bir katılımla gerçekleşmiş olması, somut ve demokratik taleplerin dile getirilmesi, yine halkın sorumluluk bilinciyle hareket etmiş olması, tüm tahriklere, defalarca yapılan tahrik etme amaçlı aramalara, tacize rağmen kutlamaların olaysız sonuçlanması gerici planlara darbe vurmuştur.
Dikkatlerin yöneldiği Diyarbakır Newroz’unda AB ve ABD değil, “Kürt sorununu Türkiye çözecektir, başka bir güç değil” yönlü açıklama, Kürt sorunun Türkiye’nin sorunu olduğu ve sorunu Türkiye halklarının çözeceğinin, devlete ve hükümete karşı kürsüden ve yüz binler tarafından dile getirilmesi, ABD’nin Irak işgaline karşı haykırılan sloganlar, savaşa ve işgallere karşı mesajların verilmiş olması ırkçı ve asimilasyoncu işbirlikçi Türkiye egemen güçlerini fazlasıyla rahatsız etmiştir.
Gericiliği kaygıya sürükleyen gelişmelerin başlıca etkenlerinden biri de Kürt Ulusal Hareketinin çatışmaya girmeyeceğini açıklayarak silahlı güçlerini sınır dışına çekmesi, çatışmaktan uzak durarak siyasi diyalog yolu araması, siyasi talepler ileri sürerek, Kürt sorunun çatışmasız yolla çözümü doğrultusunda ki ısrarcı tutum olmuştur. Bunun sonucu, asıl olarak yıllarca verilen mücadelenin kazanımları, diğer yandan AB sürecinin de etkisiyle Kürtçe dil kursları, Kürtçe televizyon yayınları vb gibi bir takım (çok sınırlı, güdükleştirilmiş) haklar elde etmesi ırkçı ve şoven güçlerde “Kürtler siyasi mevzi ediniyor” paniklemesine yol açmaktadır. 2005 Newroz kutlamalarından sonra saldırı dalgasının yükselmesinde, “bayrak” olayının ısıtılıp ısıtılıp sunulmasında, milliyetçi duyguların kışkırtılması hesaplarında, Türk bayrağının bu amaçla kullanılmasında, “bayrak asma günleri” tertip edilmesinde, provokasyon ve linç girişimlerinin artmış olmasında, Karadeniz’de Kürt bir tarım işçisinin öldürülmesinde vb. süren saldırganlıkta bu sözünü ettiğimiz gelişmelerden duyulan tedirginlik ve kaygı önemli rol oynamıştır
Gerici güç odakları, bu gelişmeler karşısında yeni senaryolar eşliğinde Kürt-Türk çatışması yaratmaya dönük kışkırtıcılığı körüklemeyi bir politika olarak sürdürmektedirler. .
2005 yılı boyunca süren kışkırtmalar, linç girişimleri, Bozüyük’te olduğu gibi, kitlelere, araba konvoylarına, basın açıklaması ve mitinglere, DEHAP (şimdilerde DTP) binalarına yönelik artarak süren saldırganlık, “faili meçhuller”, artan operasyonlar ve çatışmalar, asker cenazelerinin ırkçı ve faşist güçlerin gösterilerine dönüştürülmek istenmesi, Ege, Karadeniz ve diğer bazı yerlerde kışkırtılan ve “duyarlı vatandaş tepkisi” olarak meşru gösterilen faşist saldırılar bu politikanın birer unsurudurlar.
Abdullah Öcalan’a yönelik “hukuksuzluk”, tecridi yeterli bulmayarak uygulanan cezalar, ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmemesi, ziyaretçilerine yönelik aşağılamalar, ailesiyle Kürtçe konuşmasına konulan yasak, insani isteklerinin karşılanmaması, avukatları hakkında çıkarılan tutuklama kararları vb. birçok faktör, Newroz’dan sonra ortaya konulan taktik tutumdan bağımsız değil. Bu amaçlı hesaplar bu gün daha da büyütülerek sürdürülmek istenmektedir.
2006 Şubat sonunda Sarıkamış Kış tatbikatından sonra, Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının Diyarbakır’a yaptıkları çıkarma bu yılki hesaplar bakımından dikkate değerdir. Şemdinli’deki bombalama olaylarına adı karışan uzman çavuş Ali Kaya için “tanırım, iyi çocuktur” demesiyle gündeme gelen ve ardından Diyarbakır Söz Gazetesi sahibi M. Ali Altındağ’ın “Ege’de yazlık yaptırdılar, Ali Kaya ile Büyükanıt’ın ortaklığı var” iddialarıyla adı gündemden düşmeyen Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Büyükünıt’ın Diyarbakır Valisini ziyaret ederek “Sarıkamış’tan Ankara’ya dönmek yerine, Diyarbakır’ı görmek istedim.” Dedi. Yine, ”Diyarbakır’ın gerek meslek hayatımda, gerekse özel yaşantımda özel yeri var” açıklamasında bulunması dikkat çekti. 15 Şubat operasyonunu protesto eylemlerinde sessiz kalmasıyla tartışma konusu olan Diyarbakır’ın bu Newroz’da bir “bel kırma” operasyonuna hedef olacağı gözükmektedir. Büyükanıt’ın yaptığı “artık terörü reddedin” açıklaması Diyarbakır’a yönelik yeni planların gündemde olacağına yorulabilir,
Kürt halkının varlığını tanımayan, Türkiye’nin demokratikleşmesinden korkan, Türk ve Kürt halkının eşit ve özgür birliğinden, bağımsız ve demokratik Türkiye’nin inşasını kendi sonlarının başlangıcı olarak görüp ürken baskıcı ve sömürücü burjuva egemen sınıflar ve bu sistemi silahlı güçlerle koruyup kollayanlar Newroz’u iktidarını perçinleme, dağınık güçleri etrafında toplama, “milli birlik ve beraberlik” günü olarak değerlendirmek istemektedirler. Açığa çıkmış kirli ilişkilerin, gerçekleştirilen provakasyon ve katliamların üzerini örtmek, unutturmak ve affa uğratmak istedikleri suçlar için Newroz ve Kürt sorunu bir yıkayıcı makine olarak düşünülmektedir. Böyle hesaplandığı içindir ki; Newroz, bir kapışma ve psikolojik savaş günü, bir muharebe meydanı olmaktadır. Newroz bu amaçla değerlendirilmekte suyu çıkarılarak derecede kullanılmaktadır. Böyle olmasındandır ki, aynı zamanda Newroz bir politik duruştur. Kimin nerede durduğunun önem kazandığı bir arena, rengini gizleyemediği bir gün olmaktadır. “Sol” ve “sosyalist” olduğu iddiasındaki güçlerin Newroz karşısında gösterdikleri duruş, aynı zamanda devletle, ırkçı ve şoven güç odaklarıyla arasına çektiği sınırın da ölçütü olmaktadır.
“Sol”, antiemperyalizm, Kürt sorunu, Newroz ve doğru tutum
Dünyanın uzak her hangi bir köşesinde sürmekte olan ulusal, demokratik, halkçı vb. karakterli her hangi bir gelişme karşısında oldukça duyarlı olan “sol”, “sosyalist”, “komünist” “özgürlükçü ve dayanışmacı”, “anti-emperyalist” iddialı çevrelerin Kürt sorunu konusunda nedense nutku tutulmakta, basireti bağlanmaktadır. Yanlış anlaşılmamalıdır; Dünyanın her hangi bir bölgesindeki gelişmelerle elbette ilgilenilmelidir. Eleştiri konusu edilen ve tartışılan bu değil. Dünya halklarının mücadelesine kayıtsız kalmayı önermek aklımızın ucundan bile geçmez. Hele söz konusu olan emperyalizme, işgale, sömürü ve baskıya karşı, halkçı, demokratik, ulusa demokratik ve ilerici karakter bir mücadele, faşizme, emperyalizme, sömürgeciliğe ve işgale karşı gelişen bir hareket ise bu daha fazla ilgiyi ve desteği eder. Marksist –Leninistler, ezilen ve sömürülen halkların mücadelesine kayıtsız kalmak bir yana, onu meşru görür ve desteklerler. Eğilip, bükülmeden halkların yanında yer alırlar. Emperyalizmi geriletecek her girişimi kıskançlıkla korur ve güçlendirirler. Yakın dönemde Venezüella’da olan da budur. Venezüella’daki gelişmeler karşısında, eğilip, bükülen ve giderek savrulup, gerici güçlerin cephesine düşen “keskin solcu” ama aslında “Bandera Roja” gerici bir konuma düştü ve Uluslarası Komünist Hareketin bir bileşeniyken, ideolojik ve politik olarak mahkum edilerek Marksist-Leninist saflardan uzaklaştırıldı. Venezüella partisinin durumu yakın tarih bakımından öğretici bir örnektir.
Bizim üzerinde durduğumuz ve eleştiri konusu ettiğimiz, Amerikan karşıtı olmaktan söz eden, anti emperyalistlik söz konusu olunca mangalda kül bırakmayan, emperyalizme ve işgale karşı verilmiş olan kurtuluş savaşıyla şahlanan, Türk ulusunun ‘çılgınlık’larıyla övünen, eski defterleri karıştırıp yeni destanlar dizen, efsane üzerine efsane türeten, Türklüğüyle ne kadar öğünse az bulan, dahası onu kutsayan, Türk milliyetçiliğini “çok özgün bir milliyetçilik” olarak sunup tolere edenlerin “solculuğu”dur. Ve tabi, bu propaganda altında ezilenlerin durumu, onların Kürt sorunu karşısındaki tutumudur.
“Enternasyonailst”, “antiemperyalist”, “solcu” hatta “marksist” olduklarını iddia ederek, dünyanın her hangi bir bölgesindeki ulusal kurtuluş, sosyal kurtuluş, halkçı ve demokratik gelişme, hareketlenme ve bu hareketi yönlendirmede etkili olan örgüt, parti ve oluşum konusunda oldukça duyarlı davrananların, Kürt sorunu ve Kürt Ulusal Hareketi söz konusu olunca takındıkları tutumdur. Üzerine konuşulan sorun Kürt sorun değilse oldukça rahat olanlar, sorun, uzaklarda, başka bir kıtada ve kendi uluslarını enterese etmiyorsa ağzından bal damlayanlar, sorun bizim yaşadığımız topraklardaki Kürt sorunu ve Kürt Ulusal Hareketi ve Kürtlerin ulusal talepleri olunca aldıkları tutum, girdikleri kap ve büründükleri renk incelemeye değerdir. Tartışılması gereken budur. “Sol”, “sosyalist”, özgürlükçü”, “dayanışmacı” ve “komünist” iddiası ile bu durumun ne kadar bağdaştığı tartışılmalıdır. Kürt sorunu karşında kaskatı kesilmeler, eveleyip gevelemeleri, devletle ve Kürt Ulusal Haraketi’yle aynı mesafede durma” çabaları, “ama” cümlelerle izahatlar ya da pratik tutum almaktan kaçınmalar, sonuçta titreyip kendine dönmeler tartışılmalıdır.
Zira bu tutum, görünenin ötesinde, etkisi derin olan, devrimci saflara “sınıf tutumu”, “marksizmin ulusal sorundaki yaklaşımı” vb. gerekçelere bulandırılarak sunulmakta ve yansımaları atlanmayacak kadar ağır olan bir tutum. Newroz’un yaklaştığı günümüzde, ırkçı ve şoven güçlerin türlü gerekçe ve tezgâhlarla meydana çıkacağını bilerek, sorunun bu yanını tartışmak ve doğru sonuçlar çıkarmak gerekli ve zorunludur.
2005 yılı 19 Martında Irak işgalinin yıl dönümü vesilesiyle yapılan ‘Küresel Eylem Günü’ mitinginin 21 Mart Newroz kutlamalarıyla birleştirmesi önerilerinin ÖDP tarafından geri çevrilmesi hatırlanacaktır. Bu çevrenin etkisindeki BAK’ın, Newroz kutlamaları ile ABD emperyalizminin Irak işgaline karşı yapılacak etkinliği birleştirme girişimlerine uzak durması da. Kürt ulusal güçlerinin katıldığı bazı miting ve eylemlerde atılan slogan ve açılan dövizlerin rahatsızlık yaratması, bazı mitinglerin bu gerekçeyle terk edilmesi biliniyor. TKP’nin “sosyalizm Kürtleri de kurtarır” yaklaşımı ve Kürt halkına üst telden seslenip, yan yana görünmemek için gösterdiği hassasiyet, Kürt Ulusal hareketinin ABD ve AB karşısında gösterdiği “komünistçe olamayan tutumu” gerekçe ederek, Kürt halkının ulusal varlığını ve taleplerini görmezden gelen tutumu sıralanabilecek “hassasiyetler” dir. Bu yaklaşımların hangi kaynaktan beslendiği tartışılmalıdır.
Irkçı ve şoven güçlerin, sistemin, Kürt sorunu ve Newroz karşısında sürdürdüğü ideolojik ve politik saldırganlık küçük burjuva kesimler üzerinde etki yapmakta ve bu tutumların alınmasına neden olmaktadır. Bu eğilme ve bükülmeler üzerinde yürütülen çalışmanın etkisi değerlendirilmelidir. Son birkaç yıl içinde giderek açık hale gelen bu yönlü gelişmeler bu çevreleri hepten geriletmekte ve gerici bir mevziiye sürüklemektedir. Kürt sorunu karşısında sistemin çizdiği “kırmızıçizgiler” karşısında rengini ve safını belirlemekte zorlanan durumlar yaşanmaktadır. Kürt sorunu karşısında eğilip, bükülmeler, gösterilen tutukluk halinin neyin yansıması olduğu anlaşılmalıdır.
Yine, geçen yıl 12 Eylül 1980 faşist darbesinin yıldönümünde, İstanbul’da düzenlenen miting vesilesiyle yaşanan tartışmalar hafızalardadır. “Kürtler katılıyor, Apo’nun fotoğrafları açılıyor” gibi gerekçelerle DİSK’in mitingden çekilmiş olması ve bu davranışından dolayı DİSK’in şoven güç odakları tarafından takdir toplaması, yine, “sol” içinde geliştirilen ve Kürt düşmanlığı üzerinde yükseltilen Kızılelmacılık ve diğer bazı gelişmeleri devletin yürüttüğü kara propagandadan bağımsız düşünmek mümkün mü? Newroz sadece bir kutlama değil, bir duruş, bir sınav anlamına da gelmektedir. Hele söz konusu olanlar “sosyalist”, “komünist” gibi payelerle dolaşıyorlarsa bu sınavı atlamaları mümkün değil!
SONUÇ:
Newroz üzerinden bir savaş verilmekte ve bu savaş kazanılmak istenmektedir. Ancak bu durum aynı zamanda egemen sınıfların zayıf yanına da işaret etmektedir. Gerici güçler, Kürt halkını tecrit etmek, halkın demokrasi ve özgürlük kapsamındaki mücadelesini karalamak, Kürt ve Türk halkı arasına ayrılık tohumları serpmek, Kürt halkının taleplerini çarpıtmak, halkları düşmanlaştırmak, ereği kendi geleceğini belirme olan Kürt halkının mücadelesini küçük düşürmek, saptırmak istemektedir. Türk halkını şoven ve ırkçı propaganda eşliğinde sistemin yanına çekmek ve Kürt halkına karşı kışkırtmak, Kürt halkını bölücü olarak mahkûm etmek ve giderek, Türk halkıyla birlikte diğer uluslardan, Türkiye’nin değişik milliyet ve kültürlerden halkları şoven çizgi üzerinde hizaya getirmek istemektedirler. Genelkurmay merkezli çaba budur ve hükümetin bu çizgiden sapma göstermesi karşısında da tahammülsüzlük açığa vurmaktadır. İşçi ve emekçilerin, gerici düşüncelerin etkisinden sıyrılamamış olan halk yığınlarını devletin yanında saf almaya zorlayarak bölücü olarak lanse edilen Kürt halkına karşı harekete geçmesi, herkesin ‘askere yazılması’ istenmektedir. Bu oyunu boşa çıkarmak başta Kürt ve Türk ulusundan işçi sınıfının devrimci işçi partisinin görevidir.