Türkiye, emperyalizme bağımlı, demokrasi sorununu çözememiş bir ülkedir. Bu durum, doğal olarak işçi sınıfının iktidar için yürüttüğü mücadeleyi doğrudan etkiler ve bu mücadeleye birbiriyle sıkıca bağlı ve iç içe girmiş iki farklı görev yükler. İşçi sınıfı, demokratik ve sosyalist görevler olarak adlandırılan bu görevleri başarıyla yerine getirerek, iktidar için mücadele eden bir sınıf konumuna yükselebilir. Ancak bu görevler, nitelik itibarıyla birbirinden farklı görevlerdir.
Bu yazının esas amacı, genel olarak sosyalist ve demokratik görevlerin nasıl ele alınacağını açıklamak olmayacaktır. Gerek klasiklerde gerekse de Parti yazınımızda bu konuda yeterince materyal bulunmaktadır. Bu nedenle, sorunun nasıl konulduğu kısaca hatırlatılacak, ağırlıklı olarak pratik günlük parti çalışmasında bu sorunun nasıl ele alınması gerektiği irdelenmeye çalışılacaktır. Bu irdeleme, işçi hareketi karşısındaki görevlerden sırt çevirmiş, ama buna karşın sosyalizm lafazanlığını iş edinmiş olan bazı sol çevrelerin tutumlarının yerli yerine oturtulması için de özellikle gerekli hale gelmiş bulunmaktadır.
SOSYALİST GÖREVLER VE PARTİ
Sınıf partisinin sosyalist görevlerinin kapsamı ve bunun temel konuları klasiklerde genel olarak şöyle konulmaktadır: Parti, bilimsel sosyalizmin öğretilerinin propaganda yoluyla yayılmasını sağlayarak, yürüttüğü çalışma ile, sosyal ve ekonomik sistemin temellerini ve gelişmesini, toplumdaki çeşitli sınıfların arasındaki ilişkilerin ve mücadelenin niteliğini, bu mücadele içerisinde işçi sınıfının tuttuğu özel yeri açıklayarak, işçi sınıfının toplumun gelişen ve çöken güçleri konusunda berrak bir bilinç edinmesini sağlar. Parti, işçi sınıfının, ayrı bir sınıf olarak, aynı zamanda uluslararası işçi sınıfının bir parçası olduğu bilincini sınıfa taşır ve bu sınıfın, sınıfsız toplumu kurma tarihi göreviyle yükümlü olduğunu tüm temelleri ile gösterir.
Parti, bu propagandaların yanı sıra, işçiler arasında, onları partiye ve Marksizme kazanmayı hedefleyen yaygın bir ajitasyon örgütleme görevi ile de yükümlüdür. Çünkü işçi sınıfı sermayeye karşı hergün mücadele eden bir sınıftır. Parti, işçi sınıfı içerisinde her gün yürütülmesi gereken istikrarlı bir çalışma gerçekleştirmek, sınıfın kendiliğinden gelişen her mücadelesine katılmak, ücretler, sosyal haklar, uygulanan ekonomik politikalar, çalışma koşulları vb. konularda işçi sınıfını sürekli aydınlatmak zorundadır. Bu zorunluluk, sadece işçilerin semayeye ve ücretli kölelik düzenine karşı günlük taleplerini daha açık ve kesin formüle etmelerine yardım etme gereğinden kaynaklanmaz; aynı zamanda, işçi sınıfının bağımsız politik bilince sahip olmasının da temel koşuludur. İşçiler böylece dayanışmayı, birlikte hareket etmeyi, ayrı bir sınıf olarak tutum almayı, ortak bir çıkar ve davaya sahip olduklarını öğrenirler.
Peki, yukarıda sayılan sosyalist görevler bugün devrimci sınıf partisi tarafından yerine getirilmekte midir? Bugün bu görevlerin özellikle propagandaya ilişkin bölümü, sınıf partisi tarafından, her geçen gün biraz daha geliştirilerek yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Toplumun gelişmesini, işçi sınıfının konumunu ve rolünü açıklayan çeşitli propaganda broşürleri, teorik dergiler, bilimsel sosyalizmin klasiklerinin basılması ve yaygınlaştırılması, sosyalist mücadele tarihinin temel metinlerinin ve çeşitli ideolojik akımlarla yürüttüğü polemiklerin yeniden yayınlanması, günlük işçi basınında işçi sınıfı mücadelesi ve davasının sürekli ele alınması ve sorunlarının tartışılması, işçi sınıfının ortak bir dava ve bilince kazanılarak ayrı bir sınıf olduğunun farkına varması, mücadelesinin birleştirilmesi çabası vb., bu propaganda faaliyeti içerisine giren çalışmalardır. Ancak vurgulamak gerekir ki, bu görevlerin içeriğinden de kolayca anlaşılacağı gibi, işçi sınıfı içerisinde bilimsel sosyalizmin yaygınlaştırılması görevi, devrimin kaderini etkileyecek önemde bir sorundur ve hiçbir biçimde ihmal edilemez. İşçi sınıfı içerisinde sosyalizm bilincini yaygınlaştırmadan, demokratik görevlerin hakkıyla yerini getirilebileceğini sanmak sadece ağır bir yanılgı olarak kalmaz, aynı zamanda, işçilerin bağımsız bir sınıf ve parti olarak hareket etmelerini de engeller.
DEMOKRATİK GÖREVLER VE PARTİ
Ülkenin gerek toplumsal gelişmişlik düzeyi, gerekse emperyalizmle ilişkileri nedeniyle, bugün önünde bir demokrasi ve bağımsızlık sorunu bulunmaktadır. Bu sorunun çözümü bütünüyle işçi sınıfının omuzlarına yıkılmış durumdadır. Bağımsızlık ve demokrasi sorunu, işçi sınıfının görmezden gelebileceği, üstünden atlayabileceği bir sorun değildir. Eğer işçi sınıfı iktidar için mücadele eden bir sınıf düzeyine yükselecekse, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesinin başında yürümek, işbirlikçi egemen sınıfların iktidarını yıkmak için toplumun diğer emekçi kesimlerinin ve mevcut durumdan zarar gören sınıf ve tabakalarının önderliğini üstlenmeyi başarmak zorundadır.
Kolayca anlaşılacağı gibi, bu, politik bir mücadeledir ve her politik mücadelenin karakterinde bir biçimde var olan iktidar için mücadeledir. İşçi sınıfının bu demokrasi mücadelesini başarıyla vermeden, demokrasi için mücadele etmeden, sosyalizme doğru adımlar atabileceğini sanmak, işçi sınıfını iktidarsızlığa mahkum etmek anlamına gelecektir. İşçi sınıfı bugün politik baskıya, zorbalığa, demokrasi yoksunluğuna, emperyalist büyük devletlerin dayatmalarına, ezilen Kürt işçi ve emekçilerine ve genel olarak Kürt halkına uygulanan terör ve zorbalığa karşı mücadele etmeden, ulusların tam hak eşitliğini ve kendi kaderini tayin –özünde ayrılma hakkı– hakkını savunmayı öğrenmeden ve bunun için mücadele etmeden, kısacası demokrasiyi kazanmadan sosyalizme doğru ilerleyebilir mi? İlerleyemeyeceğini tarihsel deneyimler çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
İşçi sınıfı, sermayeye karşı –ekonomik– mücadelesinde yalnızken, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesinde yanına pek çok müttefik kazanabilecek durumdadır. Toplumun geniş kesimleri, uygulanan baskılara karşı demokrasi istemekte, hak ve özgürlükler talep etmekte, ezilen ulus eşit haklar talebini öne sürmektedir. İşçi sınıfı; sürekli yaygınlaştırılmak istenen Türk şövenizmine, baskı ve terör yasalarına, toplumsal, sosyal hayatın sürekli gericileştirilmesine karşı, toplumun ezici çoğunluğunu çevresinde birleştirmeye ve ortak düşmana karşı mücedeleye sevketmeye yetenekli tek sınıftır. Diğer sınıflar, bu mücadeleyi tutarlılıkla ve sonuna kadar götürmeye –sınıf konumları, sosyal ilişkileri vb. nedeniyle– yetenekli değilken, işçi sınıfı, objektif olarak –yeni bir toplumu kuracak güç olarak– her türlü gericiliğin amansız düşmanıdır.
Ancak böyle olması, elbette ki, sınıfın hemen kendiliğinden bu konularda harekete geçeceği anlamına gelmemektedir. Sınıfın demokratik hareketin öncülüğünü üstlenmesi, partinin, sınıfın her türlü günlük mücadelesine sistematik olarak katılması, sistemli ve sabırlı bir çalışma ile sınıfın kendi özdeneyiminden öğrenmesini ve hareketini politik bir harekete doğru genişletmesini sağlamayı başarması ile olanaklı olacaktır. Kısacası, işçi sınıfı, politik sorunların çözümünde, her hangi bir sınıfın –küçük burjuvazi, liberal kesimler vb– peşinden gitmeyi değil, kendi amaçlarını izlemeyi, bağımsız çizgisini korumayı başardığı ölçüde, iktidar için mücadelesini güvenceye alabilir, demokrasi ve bağımsızlık sorununu halkçı-demokratik bir çözüme kavuşturabilir.
Bütün bu görevler, partinin günlük mücadelesinde, politika ve taktiklerinde, yürüttüğü ajitasyonda ifadesini bulmaktadır. Demokrasi mücadelesinden başarıyla geçmemiş bir sınıfın sosyalizme doğru ilerleyebileceğini sanmak, sınıf mücadeleleri tarihinden hiçbir şey öğrenmemiş olmak anlamına gelecektir.
GÜNLÜK MÜCADELEDE SOSYALİST VE DEMOKRATİK GÖREVLERİN BİRLİKTE YÜRÜTÜLME ZORUNLULUĞU
Ülkenin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle, bugün verilen mücadelede demokratik ve anti-emperyalist politik ajitasyonun öne çıkması doğaldır. İşçilerin sermayeye ve onun hükümetlerine karşı yürüttükleri mücadelede de bazı ekonomik taleplerin sivrilmesi, ekonomik ajitasyonun yapılması, şu veya bu talebi elde etme ile sınırlı mevzi kavgaların verilmesi aynı biçimde doğal ve zorunludur. Bu durumda bir terslik bulunmamaktadır. Sorun, partinin ve parti örgütlerinin fabrika, işyeri vb.’de işçiler arasında yürüttüğü günlük çalışmada, onların ufuklarını genişleten, girdikleri her kavganın niteliğinden ve sonucundan bağımsız olarak, sermayeyi devirme ve yeni bir dünya kurma bilincinin işçiler arasında yaygınlaşması için özel bir çalışma yapıp yapmadığı noktasında düğümlenmektedir. Esasen işçi sınıfının bağımsız bir sınıf olarak örgütlenmesi ve tarihsel görevini yapabilmesi, bu çalışmanın başarısına bağlıdır.
Bu söylediklerimizi somut bir güncel örnekle açıklamaya çalışalım. SEKA işçilerinin özelleştirmeye karşı yürüttükleri mücadele ve bu mücadelenin sonuçları işçi çevrelerinde çok iyi bilinmektedir. SEKA işçileri, kendi cephelerinden yapabileceklerini fazlasıyla yaptılar. Ancak gerek sınıflar arasındaki güç ilişkileri, gerekse de işçi sınıfının kendi hareketindeki zaaflar nedeniyle, özelleştirme saldırısı püskürtülemedi ve direniş yenildi. Ama SEKA işçilerinin mücadelesi diğer sınıf kardeşlerine önemli bir mücadele tecrübesi bıraktı ve onlar, örneğin özelleştirme saldırısı ile karşı karşıya kaldıkları anda –Seydişehir Eti Alüminyum, Ereğli Demir Çelik vb.–, tereddüt etmeden SEKA’nın bıraktığı –işgal ve gösteri–yerden başladılar. Bunları hatırlatmaktan amacımız, kuşkusuz işçi hareketinin bu döneminin değerlendirilmesi değil. Sorun, sınıfın bu mücadelesinin işçi hareketine kalıcı ne gibi unsurlar bıraktığıdır.
SEKA işçilerinin eylemlerinin lafazan devrimci çevrelerde ve sosyalizm çığırtkanlığı yapanlarca küçümsendiğini biliyoruz. Onlar, işçilere, “bencil olmayın, açık politik sloganlara sarılın, sadece kendiniz için değil sosyalizm için mücadele edin” gibi “keskin” eleştiriler yönelttiler. Hızını tam alamayanlar ise, “SEKA’da ne oldu ki?” şaşkınlığına kapılabildiler. Kuşkusuz bütün bu tutumlar, keskin görünümleri altında, sınıf hareketine yabancı olmanın, hariçten gazel okumanın, görünürdeki “ileriliğe”, keskinliğe karşın, sınıfı geriden seyretmenin dışa vurumlarıydı. Bu arada, bu lafazanlar sayesinde, işçilerin işlerine, ekmeklerine sahip çıkma mücadelesinin geri bir mücadele olduğu da öğrenmiş olduk! Bütün bunlar bir yana, bu eylemi konumuz açısından irdeleyecek olursak, çalışmamızı özellikle şu noktadan değerlendirmemiz gerekir. İşçiler bir mücadeleye atıldılar ve bu mücadele içerisinde dostlarını ve düşmanlarını daha açık gördüler. Günlük işçi basını ile daha fazla yüzyüze geldiler ve en azından bazı ileri kesimleri partiyle tanıştılar.
Parti, işçilerin bu mücadeleden zaferle çıkması için onlara yardım etmeye, sınıfın diğer güçlerini, sınıf kardeşlerini destekleme yönünde harekete geçirmeye çalıştı. Ancak burada, çalışma yürüten parti organı, partili bir militan, kendi çalışmasını şuradan irdelemek zorundadır: İşçilerle girdiğim bu ilişkide, onların farklı ve yeni bir dünyanın kapılarını aralamalarına ne ölçüde katkıda bulundum? Bu çatışmanın emek ve sermaye arasında süregeldiğini, özelleştirmelerin emperyalizmin bir dayatması olduğunu, hükümetin uluslararası sermaye ile ilişkilerini ve teslimiyetini, işçilerin emperyalizme karşı mücadele etmesi gereğini, sınıfın nihai hedefinin ücretli kölelik düzenini yıkmak olduğunu kaç işçiyle tartıştım? Bu arada, kaç ileri işçide sosyalist bilinç kıvılcımları uyandırdım, kaçını komünizme kazandım? Şu ya da bu mevzii mücadele bittiğinde, kaç işçi eski işyerinde, ya da yenisinde, işçi sınıfının sosyalist bilince uyanmış bir militanı olarak mücadelesini sürdürecek, bunlarla düzenli ilişkiler kurabildim mi? Partim kendini sınıfına adamış yeni işçilerle güçlendi mi?
SEKA örneği kuşkusuz tek örnek değildir. Ayrıca kendini açığa vuran herhangi bir işçi mücadelesi de olmayabilir. Sorun, sınıf içerisinde düzenli ve istikrarlı çalışma sorunudur. İster ücretine tek kuruş eklemek için, isterse şu ya da bu sosyal hakkın gaspedilmesini önlemek için olsun, bütün işçi mücadelelerinde de benzer bir durum söz konusudur. İşçiler arasındaki sosyalist eylem, bugün kendisini, atılan sloganlar ya da ileri sürülen talepler arasına sıkıştırılıvermiş “sosyalist” slogan ve talepte göstermez. Yapılan çalışmanın içeriğinde, işçilerle girilen ilişkilerin geliştiriciliğinde, işçinin dünyasına bir bütün olarak girme ve onu değiştirme, onu partiye kazanma çabasında kendisini gösterir. İşçilerin mücadelesi yenilgilerle, zaferlerle, ileri atılımlarla ve durgunluklarla ilerler. İşçilerin bağımsız sınıf olma bilinci ne kadar gelişmişse, girilen bu her mücadele, sonucu ne olursa olsun, sonraki mücadelelere daha fazla tecrübe devreder.
Bütün bu mücadeleler içinde, gerek kendi tecrübesi ile gerekse de partinin yardımıyla bugün gericiliğe karşı demokrasi mücadelesi, sermayeye karşı hak arama mücadelesi veren işçi; bunları elde etmenin zorunlu olduğu, ancak ücretli kölelik düzeninin sonunu getirmediği, ama sermaye iktidarını yıkmak için bu yolu yürümesi gerektiği bilincini edinir. İşçi sınıfının bağımsız bir sınıf olarak hareket etmesinin garantisi de, zaten burada yatar. Eğer işçilerin, en azından mücadeleci kesimleri, giriştikleri mücadelelerde toplumun diğer sınıflarının tepkilerini, sermayenin karşı manevralarının içeriğini, iktidarın uluslararası bağlantılarının niteliğini öğrenmeyi başarmışlarsa, onlar sosyalizm için de dövüşmeyi göze alan işçi kuşakları olarak eğitim görüyorlar, sınıfın diğer kesimlerini de ilerletecek bir pozisyonda bulunuyorlar demektir.
Bu söylenenlerden şu sonuç zorunlu olarak çıkmaktadır ki, işçi sınıfı içerisindeki çalışmanın temelinde sosyalist görevler bulunmaktadır. Çalışma, bir bütün olarak, işçilerin bağımsız ayrı bir sınıf olarak örgütlenmesi, eylemlerini sosyalizme doğru genişletmesi, ücreli kölelik düzenine son verilmesi, iktidarın alınması perspektifiyle yürütülür. Bu, güncel politik sorunların ele alınmasını –demokrasi, bağımsızlık ve buradan kaynaklanan güncel sorunlar– zayıflatan değil, aksine sınıfın bu mücadeleye daha güçlü ve ileriden katılmasını garantiye alan bir yaklaşımdır. Böylece, demokrasi ve bağımsızlık sorunları, başta işçi sınıfı olmak üzere, geniş halk kesimlerinin arasına yayılarak gerçek temeline oturur. Bu, aynı zamanda, yürütülen çalışma ve eylemin demokratik içerikli, ama kullandığı araçlar ve mücadele biçimleri –grevler, genel grevler, politik gösteriler vb.– itibariyle proleter nitelikli olması anlamına da gelmektedir.
Söylenenleri yine güncel bir örnekle somutlaştırmaya çalışalım. Bilinmektedir ki, bugün ülkenin en önemli sorunlarından birisi Kürt sorunudur. İşçi sınıfı bu demokrasi sorununda aktif bir taraf olmadan, bu konuda kendi tutumunu ortaya koyup, halkın diğer kesimlerini kendi çevresinde toplama çabasını göstermeden iktidar için mücadelesini ilerletebilir mi? İlerletmek bir yana, kendi sınıf birliğini bile sağlayamaz. Nedeni ise oldukça basittir; işçi sınıfı asıl olarak Türk ve Kürt işçilerinden oluşmaktadır ve ezilen ulusun –Kürtlerin– tam hak eşitliğini, kendi kaderini tayin hakkını savunmadan, ezilen ulusa yönelen baskı ve şiddete karşı mücadele etmeden kendi birliğini sağlayamaz, bu demokrasi mücadelesinden geçmeden bilincini ve eylemini sosyalizme doğru genişletemez. Ancak bu sorunun çözülmemesi de, politik havayı sürekli zehirler, sermaye ve gericilik, işçi ve emekçi halk üzerindeki baskı, terör ve sömürüsünü sürdürme olanaklarını genişletir.
Peki ama, bu sorun işçiler arasında nasıl işlenecektir? Bunun için her zaman genel propaganda ve ajitasyon araçlarının yeterli olmadığı, ihtiyacı da karşılamadığı bilinmektedir. Bu konuda, çoğu zaman kullanılan dil, yaklaşım biçimi son derece önem taşımakta, fabrikanın, işyerinin vb. bileşimine ve özelliğine göre konuya ilişkin ‘oraya özgü bir dil, yöntem’ geliştirmenin zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Sosyalist işçinin, yanyana çalıştığı sınıf kardeşine bu konuda yaklaşacak mutlaka farklı araç ve yöntemleri olmalıdır. İşçi toplantıları, aile ziyaretleri, sorunun bir biçimde işlendiği kültürel bir etkinliğe gitme –sinema, tiyatro vb.–, bunun üzerine sohbetler geliştirme, bir yazıyı, makaleyi birlikte okuyup tartışma, çeşitli vesilelerle daha dar gruplarla bu sorunu tartışma, milliyetçilikten etkilenmiş işçi kardeşlerini şövenizmle ağulanmaktan kurtarmak için özel bir çalışma yürütme vb… Kuşkusuz canlı yaşam, çok daha fazla yol ve yöntemi önümüze getirecektir.
EKONOMİK AJİTASYON VE SOSYALİZM PROPAGANDASI
İşçiler günlük mücadeleleri içerisinde sermayenin saldırıları ile karşı karşıya gelmekte, genellikle ekonomik ve kısmen sosyal hakları için mücadeleye atılmaktadırlar. Ekonomik hak arama mücadelesi işçilerin sıklıkla başvurdukları ilk mücadele biçimidir. Ama diğer taraftan, bu mücadele biçimi, içeriği nedeniyle, işçi ile sermayeyi karşı karşıya getiren bir mücadeledir. Bu nedenle özellikle ekonomik ajitasyonun yaygın ve güçlü bir biçimde yapılması büyük bir önem taşır. Zaman zaman, bu tür bir ekonomik ajitasyonun “ekonomizme götürdüğü” gibi yanlış bir kanı oluşabilmektedir. Oysa ekonomizm buradan değil, işçi sınıfının ülkenin politik yaşamına kendi bağımsız tutumuyla katılmasının engellenmesinden doğar. İşçi sınıfının, politika yapmayı, örneğin liberal burjuva politik akımlara, küçük burjuvaziye devretmesini izleyen bir çizgiden doğar. Konumuz kuşkusuz bu değil. Sorun, güçlü ve yaygın bir biçimde yürütülmesi gereken ekonomik ajitasyonun, çoğu durumda, sosyalizmin propandası ile karıştırılmasından doğmaktadır.
Oysa bu iki faaliyet birbirinden farklıdır ve öyle de olmak zorundadır. Ekonomik ajitasyon, işçilerin şu ya da bu acil hak talebinin öne sürülmesini, işçilerin bu konuda harekete geçirilmesini konu edinir. Kuşkusuz başarılı yapılmış bir ekonomik ajitasyon, sermayeyi ve ücretli kölelik düzenini teşhir eden bir içerik taşıyacaktır. Böylesi bir ajitasyon “sermayenin suç üstü yakalanmasını” sağlarken, aynı zamanda işçilerin olup biten olayların ardındaki gerçekleri görmesine de yardımcı olacaktır. Oysa sosyalizmin propagandası, yukarıda “sosyalist görevler” başlığı altında işlenmesinden de anlaşılacağı gibi, toplumun tüm sınıfları arasındaki ilişkilerin kavranmasından, bilime, sanata, felsefeye vb. kadar uzanan geniş bir alan üzerinden yapılmak zorundadır. Ancak işçilerin sermayeye karşı giriştikleri ekonomik karakterli mücadeleler de, partinin yürüteceği başarılı bir çalışma ile politik mücadeleye doğru genişler, işçiler giderek sosyalist bilinçle tanışır.
Burada altını çizmek gerekir ki, “ekonomik karakterli mücadelelerin politik mücadeleye genişlemesi”, ekonomik nedenlerle çıkmış her grev ve direnişin “sosyalizm talep etmesi” anlamına gelmez. Böylesi bir durum her halde çocuk oyunlarına dönerdi. Bir grev ve direnişin başarısının ölçütü kuşkusuz öne sürdüğü talebi elde etmesindedir. “Politik mücadeleye genişleme”den kasıt, işçilerin sermayeye karşı giriştikleri bütün bu mücadelelerden deney ve tecrübe çıkarması, bağımsız işçi politikası ile karşı karşıya gelmeleri, bilinçlerini sosyalist bilince doğru genişletmeleri, ülkede olup bitenlere sınıfın çıkarları yönünde ve sınıfın politik bilinci ile müdahale edebilmeleridir. Hatırlatmak gerekir ki, Rus işçileri, devrim öncesinde, politik taleplerle en fazla mücadeleye atılan işçilerdir. Ancak devrim, onların “sosyalizm istemesinden” patlak vermedi. Yığınların barış ve ekmek talebi vardı ve devrim de bu taleplerin üzerinde yükseldi. Burada sorun, bu mücadelenin içerisinde yer alan, örgütüyle, bilinciyle buna yön vermeye çalışan bir sınıfın –konumuz açısından nesnel koşulları vb.. bir yana bırakıyoruz– varlığında düğümlenmektedir.
Bitirirken, kısaca vurgulamak gerekir ki, ekonomik ajitasyon ve propaganda ciddiyetle eğilinmesi gereken, mutlaka ve başarıyla, yaygın bir biçimde yapılaması zorunlu olan bir çalışmadır. Sosyalizmin propagandası ise, bu ve diğer çalışmaların içine gömülmüş, yaşamın ve mücadelenin bütün yönlerini kavrayan, kavratan bir çalışmadır. Bunun, sosyalizmin ajitasyonu ile karıştırılmaması gerekir. Sosyalizmin “ajitasyonu”nu değil, propandasını yapmak gerekir. Sosyalist ajitasyon, kendisini, ileri işçinin partiye, komünizme kazanılması çabasında gösterir. İşçiler arasında yürütülen güçlü ve yaygın ekonomik ajitasyon ve propaganda, sosyalist propagandaya zemin açan, onun da başarıyla yerine getirilmesi sağlayan bir işlev görecektir.