küresel ısınma, kasırgalar ve kapitalizm

GİRİŞ
Son yıllarda yer kürede mevsimlere bir haller oldu. Ne kışlar eski kış, ne yazlar eski yaz. Bitki türlerinin bir kısmı tarihe karıştı. Aynı şekilde bazı hayvan türleri de yok oldu gitti. Fakat gerek bitki gerekse hayvan türlerindeki bu yok oluşlar durmadı. Tam tersine daha da hızlanarak devam etmekte. Üstelik son yıllarda ekolojik çeşitliliğin azalması her geçen gün biraz daha artmakta.
Dünyanın bazı bölgeleri su baskınlarıyla, bazı bölgeleri ise susuzlukla boğuşmaktadır. Yani fazlası ayrı bir felaket, olmaması başka bir felaket. Kutuplardaki buzullar her geçen gün daha da küçülmekte. Deniz seviyesi her geçen gün yükselmekte. Kuzey Yarımküre’nin en büyük buz kütlesi olan Grönland adası, küresel ısınma nedeniyle eriyor. Yer kürenin sıcaklığı giderek artmaktadır. Grönland kütlesinin erimesi, düşük seviyedeki sahil şeridinde bulunan yerleşim yerlerinin sular altında kalmasına neden olacak. Bazı tahminlere göre, deniz seviyesindeki yükselme 7 metreyi bulacaktır.
Küresel ısınmanın bir başka kurbanı ise, Amazon ormanlarıdır. Brezilya hükümetinin yaptığı araştırmalar, dünyanın akciğeri sayılan Amazon’un 2003 yılında rekor düzeyde ormanlık alan yitirdiğini gösteriyor. Amazon ormanları 4,2 milyon kilometre karelik bir alanı kaplamaktaydı. Bunun yüzde 20’lik bir kısmının yok olduğunu görmekteyiz.
İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi öğretim elemanlarından Sir King, şu an atmosferde, son “55 milyon yıl” boyunca olduğundan daha fazla karbondioksit olduğunu söylemektedir. Dünyada meydana gelebilecek ani hava değişimleri ve benzer felaketlerle savaşabilmek için Kyoto protokolüne uymak dışında yapılabilecek başka hiçbir şey olmadığını vurgulayan Sir King, “Buzların hızla eridiğini görüyoruz. Bunun sonunda birçok dünya şehri sular altında kalacak. Londra, New York ve New Orleans bu sonla karşılaşacak ilk şehirler…” demişti. Katrina Kasırgası bu öngörüyü kısmen doğruladı.

KÜRESEL ISI DEĞİŞİMİ
Küresel ısı değişimi, her zaman ısının yükselmesi şeklinde olmaz. Yer küredeki sıcaklığın düşmesi de, bu değişimin bir parçasıdır. Nitekim dünyada zaman zaman buzul çağları da yaşanmıştır.

Yukarıdaki grafikte zamana göre ortalama sıcaklık değişimini görmekteyiz. Yukarıdaki grafiğe ve dünyanın geçmişine baktığımızda, iklimdeki ısınma ve soğumaya yol açan atmosferik değişimlerin nedenini sadece insan kaynaklı etkenlere bağlamak doğru olmaz. Fakat son yıllardaki sera gazı emisyonundaki artışı göz önüne aldığımız zaman, insan etkinliklerinin günümüzde belirleyici rol oynadığını görürüz.
Diğer yandan, insan etkinlikleri olmasa da, küresel iklim değişimlerinin olacağı bilinmektedir. Ama bu değişimler doğal seyrinde olacaktır. İşin içine insan etkinlikleri faktörü girince, bu doğal gidişat, anormal bir gelişime dönüşmektedir.
İklim değişiklikleri konusunda, YTÜ Doğa Bilimleri Araştırma Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şükrü ERSOY, bir makalesinde şu saptamaları yapmaktadır. “…Özellikle son 3.5 milyar yıldan beri bu değişikler sürekli olmakta ve iklimler değişmektedir. Jeolojik tarihte canlıların topluca yok olmalarına yol açan ekstrem iklim değişimleri tarihinde pek çok kez tekrarlanmıştır. Bu olayların büyük bir kısmında insanoğlu yoktur. Çünkü insanlar dünya tarihinin ancak son 3 milyon yılından sonra sahneye çıkmışlardır. Dünyanın ilk dönemlerindeki ilkel atmosfer bileşimi şimdikinden çok farklıdır. Organik çorba adı verilen anorganik karışımdan güneş ışınları ve elektriklenme yoluyla türememiş olan ilk canlılar (eobiyontlar), fotosentez yapamayan, ancak fermantasyonla yaşayan ilkel bitkilerdir. Paleontologlara göre, atmosferde yeterince oksijen bulunmadığı dönemlerde ortaya çıkan ilk basit hayvanlar, ilkel bitkilerin (alglerin) yarattığı bir çeşit “oksijen vahaları” etrafında yaşamışlardır. 4.5 milyar yıldan beri varolan Dünya’da canlı çeşitliliği, ancak atmosfer bileşiminin şimdiki bileşimine yaklaştığı son 600 milyon seneden sonra artmıştır. Yaşadığımız çağdaki değişimleri de içine alan son dönem iklim değişiklikleri, aslında günümüzden 1.650.000 yıl (bazı bilim adamlarına göre 1.8 milyon yıl) önce Kuvaterner’de başlamıştır. Kuvaterner zamanının başı kabul edilen bu tarihten günümüze dek 4 adet büyük küresel buzul (glacial) dönemi ile bunların arasında sıcak iklimler (inter-glacial) yer almıştır. 18 000 yıl önce dünyayı kaplayan buzullar şimdikinin 3 katı büyüklüğündeydi. O dönemde ormanlık alanlar azalmış, çöller artmıştı. Yaşadığımız dönem olan Holosen (latincede “Holo” bütün, tam; “Cene” ise yeni anlamına gelmektedir) 10 000 yıl önce başlamıştır. Dünyadaki son buzulların erimeye başladığı dönem Holosen’in başlangıcı olarak kabul edilir. 8000 ile 5000 yılları arasında (Alt – Orta Holosen) ise atmosferdeki nem çok fazladır. Her yer ormanlarla kaplı olup, dünyada hemen hemen hiç çöl bulunmamaktadır. Şimdi ise sıcaklığın arttığı bir dönemde yaşamaktayız. Isınmaya bağlı olarak küresel deniz seviyesi de gitgide yükselmiştir. Son 7000 yıla kadar çok hızlı devam eden deniz seviyesi yükselimi (hatta Nuh tufanı bu paroksizmal dönemde olmuştur) günümüzde giderek yavaşlamıştır. Bu arada uzun buzul dönemleri yanında kısa süreli buzul dönemleri (örneğin, günümüzden 700 ile 200 yılları arasında) de yaşanmıştır. ”1

İzlanda’da incelmiş buzul şapkanın erime hızı (NASA nın web sayfasından alınmıştır)

Tekrar vurgulayalım ki, yer kürenin sıcaklığındaki değişimin doğal seyrine, son zamanlarda insan faktörü damgasını vurmaya başlamıştır. Yer küredeki iklimsel değişimin seyri insanların fosil yakıtları aşırı ölçüde kullanması ve endüstrileşmesiyle birlikte dünyayı felakete hızla yaklaştırmaktadır.

KASIRGALAR NASIL OLUŞUR?

Rita kasırgası    Katrina kasırgası

Wilma Kasırgası

“1979’dan beri alfabetik sırayla kadın-erkek isimlerinden karma liste yapılıyor. Toplam 6 adet liste bulunuyor ve bunlar rotasyon usulüyle her yıl yeniden onaylanıyor. Yani 2004 listesi, 2010’da tekrar kullanılıyor. Ancak bir kasırga çok yıkıcı olduysa, o kasırganın bulunduğu listeye sıra geldiğinde, Dünya Meteoroloji Örgütü ile eşgüdüm halinde, söz konusu kasırga ‘emekliye’ sevk ediliyor. Örneğin, geçen yılki Charley, Frances, Ivan ve Jeanne’in ardından bu yıl Katrina kasırgası ‘emekliye’ ayrılmak zorunda kalırken, Rita’nın da aynı akıbete uğraması bekleniyor. Kasırgalara yazılı ve konuşma dilinde ayırt edici kısa ve kolay isimler verilmesi, bu kasırga ve tropik fırtınaları özellikle kıyı üsleri ve denizdeki gemilerin tanımlaması sırasında önemli kolaylık sağlıyor.”
Kasırgalar, birçok farklı koşulun bir araya gelmesiyle oluşur. Genellikle kasırgalar tropik iklim kuşağının geçtiği okyanuslarda oluşurlar. “Kasırgaları ısıyla çalışan bir makineye benzetebiliriz… Kasırgalar oluşurken tropik sıcak havayı alıp küçük bir bölgeye sıkıştırır… Bu sırada yağmur ve şimşekler oluşur… Yağmur havayı daha da ısıtır ve basıncı azaltır… Rüzgar bu alçak hava basıncının yarattığı boşluğu doldurur. Genellikle deniz suyu sıcak ve hava ona göre daha soğuksa kasırgalar daha güçlü bir şekilde oluşur. Kasırgalar aslında birçok küçük fırtınadan meydana gelmektedir. Bu küçük fırtınaların hepsi bir arada daire şeklinde hareket ediyor. Kasırga gücünü arttırdıkça ortasında bizim kasırganın gözü dediğimiz bir boşluk oluşuyor. Bu noktada yağmur ve rüzgarın şiddeti en üst düzeye ulaşıyor….”2
Küresel ısınmanın yukarıda da değindiğimiz gibi, iki nedeni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi doğal nedenlerdir. Doğal nedenleri ortadan kaldırmak veya engellemek mümkün değildir. İkinci neden ise, insanoğlunun doğal ortama olan olumsuz etkinlikleridir. İşte bu olumsuz etkinliklerden vazgeçmek ve doğru davranışlara yönelmek gerçekleştirilebilir bir durumdur.
Kasırgaların oluşumu ise ısıya bağlıdır. Küresel ısınmanın iki nedeninden birisi zararlı insan etkinlikleridir demiştik. İnsanların zararlı etkinliklerinin başında fosil yakıtların sorumsuzca ve giderek artan bir oranda kullanılması gelmektedir. Ayrıca, endüstrileşmeyle birlikte, atmosfere atılan sera etkili atıklar (CO2, CH4, N20, CFC-11, HCFC-22, CF4 gibi gazlar) ve ormanların hızla yok edilmesi bu etkinin katlanmasına neden olmuştur. Bunun nedeni ise, fosil yakıtların çoğunu tüketen, dünya nüfusunun % 15’ine sahip olan gelişmiş ülkelerdir. Endüstrileşmeyle birlikte zararlı sera gazlarının atmosfer içinde artması, insanoğlunun iklim değişimine neden olduğu tek aktivite değildir. Fotosentez yoluyla atmosfer bileşiminin korunmasına katkı koyan ormanların yok edilmesi de, bu zararlı etkinin bir diğer parçasını oluşturmaktadır. Bunun yanında, bilinçsiz tarım uygulamalarını, suyun ve toprağın bilinçsizce kirletilmesini de saymamız gerekir. Çünkü böylece topraklar tuzlanarak çoraklaşmış, çıplaklaşmış, erozyon artmış ve çöller büyümüştür.
Bütün bunlar, bir bütün olarak, küresel ısınmayı hızlandırmıştır. Son yıllardaki küresel ısınmanın artmasıyla birlikte, kasırgaların hem şiddeti artmıştır, hem de tekrarlanma aralıklarındaki süre kısalmıştır.
Uzmanlar, kasırgaların gücünü 1-5 arası bir skalayla belirtmektedirler. En düşük derece olan 1 dereceli kasırgalar güçsüz olurken, 5. derecedeki kasırgalar en güçlü olanlardır. Örneğin ABD’yi şimdiye kadar vuran ve 5. derecede kaydedilen kasırga sayısı 3 tür. Fakat küresel ısınma bu şekilde devam ederse, bu sayının giderek artacağını söylemek mümkündür. Bunu, bir bakıma, doğanın kendisine en fazla zarar veren bölgelere karşı bir tepkisi olarak görmek de mümkün olabilir.

KÜRESEL ISINMANIN SORUMLUSU KİM?
Küresel ısınmanın iki nedeninden birisinin insan etkinlikleri olduğunu söyledik. Fakat insan faktörünü biraz daha açmamız gerekiyor. Çünkü bu küresel ısınmada yeryüzünde yaşayan bütün insanların sorumluluğu veya katkısı aynı derecede değildir. Birçok musibette olduğu gibi, bu musibette de, parayı takip ettiğimizde sorumlunun kim olduğunu bulmamız mümkündür. Parayı takip ettiğimizde ise, karşımıza kapitalist tekeller ve mali sermaye egemenliği, emperyalizm çıkmaktadır.
“Büyük bir kısmı fosil yakıt tüketiminden kaynaklanan insan kaynaklı karbon emisyonları, 1850’lerde senelik 50 milyon metrik ton seviyesinden, 2000’de senelik 6500 milyon metrik ton seviyesine ulaşmıştır. Bugün dünyayı felakete sürükleyen sera gazlarını büyük ölçüde endüstrisi gelişmiş emperyalist ülkeler üretmektedirler. Bu gazlardan en önemlisi olan CO2 gazı açısından, bütün dünyanın ürettiğinin dörtte birini ABD tek başına üretmektedir. Buna karşın, gene de Kyoto Protokolünü imzalamamaktadır. Doğa ise, kendisine en fazla zararı veren bölgelere tepkisini fırtınalarla, kasırgalarla, aşırı yağışlarla ortaya koymaktadır…”
“…Son Katrina Kasırgası’nın ortaya koyduğu felaket ve sonrasına baktığımızda ise, ABD emperyalizminin insanlıktan ne derecede uzaklaştığını açıkça görmekteyiz.
Ekranlarda izlediğimiz görüntülerde, mağdur olanların genellikle yoksul ve siyah ırktan oldukları görülmektedir.
New Orleans’ta soygun, yağma, tecavüz ve hırsızlığın önüne geçilemiyor.
Devlet yurttaşlarını bu tür saldırılardan koruyup, onların daha insanca bir yaşam süreceği koşulları oluşturmak yerine, kente Irak halkına karşı katliam yapmış olan 300 askeri yerleştirmiş, bu askerlere öldürme yetkisi verilmiştir.
Yiyecek, ilaç ve su yerine kurşun.
Acaba felakete uğrayanlar, siyahî değil de varsıl ve beyaz olsaydı aynı ilgisizliğe uğrarlar mıydı?
ABD’de teknoloji gerçekten de çok ileri düzeydedir.
Felaketin boyutlarını uydu aracılığıyla çok net bir şekilde izleyebiliyorlar. Ama felakete uğrayan kendi yurttaşlarına acil önlem olarak Irak’ta katliamlara katılan silahlı ve öldürme yetkili askerler gönderiyorlar.
Sırf Katrina Kasırgası’nın maddi zararının 50 milyar dolar olduğu söyleniyor. Küresel ısınmaya neden olan uygulamalara devam edildiği sürece, bu zararların daha da artacağını söylemek her halde kâhinlik olmayacaktır.
Bütün bu felaketler birilerine kaybettirirken, birilerine de para kazandırmaktadır. Kaybedenler, her zamanki kaybedenlerdir.
Yani halk.
Kazananlar ise, her zamanki kazananlardır, yani kapitalistler.
İşte anamalcı sistemin ruhu budur.
Sistem hep anamalcı sömürgenlerin kazanması üzerine kurulmuştur.
ABD emperyalizmi ise, ırkçıdır, sömürücüdür, katliamcıdır.
Kendi yurttaşlarına karşı bile ayrımcıdır.
New Orleans’ta yaşananlar, aslında emperyalizmin gerçek yüzünü ve bilinçaltını bir kez daha ortaya çıkartmıştır.
Yerküre hızla doğal felaketlere koşmaktadır. Bu felaketlerin birinci dereceden sorumluları ise, anamalcılardır, emperyalistlerdir. Bunların başında da, ABD emperyalizmi gelmektedir. Emperyalizmin bu yüzünü görüp, ona karşı mücadeleyi hedeflemeyen bir çevreci anlayışın gerçek anlamda çevreci olması, bence mümkün değildir.
Umarım Katrina’nın nefesi, bu sömürgenlerden kurtulması için insanlığı uyandırmaya yeter. Çünkü gelinen noktada, emperyalizm, bütün yer küreyi felaketlere sürüklemektedir.”3

Kişi başına senelik karbon emisyonları4

Doğrusal ve logaritmik ölçekler üzerinde dünya enerji tüketimi4

Dünya doğum ve ölüm oranları (C. M. Cippola; US Bureau of Census)(4)

Doğrusal ve logaritmik ölçekler üzerinde dünya nüfus artışı (UNPD)4

Yukarıdaki grafiklere baktığımızda, dünya nüfusunun 1800-2000 yılları arasında çok hızlı bir şekilde arttığı açıkça görülmektedir. Ayrıca kişi başına tüketilen enerjinin her geçen sene arttığı; bu artışın, endüstrisi gelişmemiş ülkelerin gelişiminin devam edecek olması nedeniyle, yükselmeye devam edeceği bir gerçektir. Hem nüfusun artması, hem de dünyanın geri kalmış bölgelerinin teknolojik gelişiminin tamamlanacak olması, önlenemez bir enerji tüketim artışını getirmektedir. Enerjinin tüketimi ise, mevcut enerji kaynaklarından fosil yakıtların kullanılması durumunda, sera etkili gazların daha da artması anlamına gelmektedir. Bunun sonucunun ne olacağı ise, şimdiden ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan, enerjinin etkin kullanılması gibi bir sorunla karşı karşıyayız. Enerjinin etkin kullanılması için, hem üretilen ürünlerin israf edilmemesi, hem de bu ürünlerin en az enerjiyle üretilmesi gerekmektedir. Oysa anamalcı sistemlerin temel ruhu israf üzerine kurulu olduğu için, hem enerji pazarlayıcıları, hem de endüstriyel ürün üreten işletme sahipleri bu durumla çelişmektedirler. Enerji pazarlayıcısı, hem pahalı hem de fazla enerji pazarlarsa fazla kâr elde edecektir. Sanayici ise, ürettiği ürünü en az enerjiyle üretmenin yollarını arayacaktır. Ama diğer yandan da, ürettiği ürünlerin sürümünün fazla olması için, ucuz ama sınırlı dayanıklılıkta ürünler üretmek işine gelmektedir. Böylece sürümden kazanabilmektedir. Fakat bu durum ise, malzemelerin israf edilmesini getirmektedir. Bu açıdan bakınca, anamalcı sistemin bir israf sistemi olduğunu bir kez daha görmekteyiz. Üstelik bu israf, sadece meta ve enerjiyle de sınırlı değildir. Anamalcı sistemdeki rekabet anlayışı, bilimin ve tekniğin de israfına neden olmaktadır. Çünkü dünyaya bir bütün olarak bakacak olursak, kullanılan teknolojiler ne kadar yeni ve çevreci olursa, doğaya verilen zarar da o ölçüde az olacaktır. Ama bu, anamalcı sistemlerde, çıkar çevrelerinin işine gelmemektedir. Bu durumda bilgi, dolayısıyla teknoloji, paylaşılmadığı (hatta emperyalist ülkelerin tekelinde toplandığı) için, verimsiz ve çevre katili teknolojiler kullanılmaya devam edilmektedir. Bu kıran kırana savaşta, “enerji-ekoloji-ekonomi” faktörlerini en uygun şekilde değerlendirmede (optimizasyon) “ekonomi” daha ağır basmakta, başka bir söyleyişle kâr hırsı belirleyici olmakta, enerjinin etkin kullanımı ve çevresel etkiler geri plana itilmekte rekabette üstünlük ve kâr için gerektiğinde hatta hiçbir şeye kulak asılmamaktadır.
Diğer yandan, günümüzde bilim insanlarının uyarıları, halkların baskısı ve gelişen doğal afetler, anamalcıları ve bir kısım emperyalist devletleri de tutumlar geliştirmek zorunda bırakmıştır. Kyoto Protokolü bunun sonucu ortaya çıkmıştır. Kyoto Protokolü, her ne kadar emperyalist ülkelerin çıkarlarını koruyucu bir takım özelliklere sahip olsa da, dünya kamuoyunun ve dürüst bilim insanlarının baskı oluşturması durumunda, daha adaletli bir şekle ve uygulamaya kavuşabilir. Yoksa mevcut gidişe bakarsak, küresel ısınmanın faturasının, bu ısınmada en az sorumluluk sahibi olan dünya işçileri ve mazlum halklara yıkılmak istendiği açıkça görülür.
Bir bütün olarak baktığımızda, insanlığın geleceğiyle ve çıkarlarıyla anamalcılık ve emperyalizm çelişmektedir. İnsanlığın geleceğinin kurtulması, ancak anamalcı sistemlerden ve onun kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan emperyalizmden kurtulması, yarınlarını doğayla uyumlu enerji kaynakları ve endüstriden ulaşıma kadar, üretim ve yaşam koşullarını çevreci uygulama teknikleriyle planlamasıyla mümkün olacaktır.

1 Prof. Dr. Şükrü ERSOY, YTÜ Doğa Bilimleri Araştırma Merkezi.
2 Chris Landsea, Merkezi Miami’de bulunan Ulusal Kasırga Merkezi’nde meteoroloji uzmanı
3 E. Ş., Günlük Evrensel, 05.09.2005 “Yaşadıkça”
4 Ali K. SAYSEL, “Küresel Ekolojik  Kriz ve  İklim Değişimi”, Ocak 2005

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑