Antik Yunan dünyasının, Türkiye Solunun referanslarından biri olduğuna kuşku yok. Daha çok felsefi ve siyasi mirasıyla sol literatürde yer bulan bu dünya önemsenmiştir daima. Peki, bu ilişkinin yeterli ve sağlıklı olduğu söylenebilir mi? Kanımızca, pek çok tarihsel referansla ilişkide (örneğin Anadolu uygarlıkları ve felsefesi) olduğu gibi, Antik Yunan’la kurulan ilişkinin de sorunlu yanlarından söz edebiliriz.
İnsanlığın bugün de gündeminde olan temel konuların neredeyse tümü hakkında, uzak bir geçmişten iddialar ortaya koyan Antik Yunan dünyası, ancak bazı yönleriyle ele alınmıştır. Dahası bu ilişki yeterince derinleştirilememiştir. Marksist klasiklerdeki kimi göndermeler, çoğu devrimcinin bu alandaki birikiminin tamamını oluşturmuştur. Bu ilişkinin yetersiz ele alınışına bağlı olarak, pratik hayatta vahim sonuçlar doğabilmiştir. Örneğin, Aristoteles’in, çağı içinde devrim niteliği taşıyan mantığı, muarızları gözden düşürmede kullanılan aşağılayıcı bir sıfata dönüşebilmiştir. Bu, bir uç örnek oluştursa da, bugün ile Antik Yunan arasında kurulan bağın aktüel politikanın dar ihtiyaçları bakımından gündeme geldiği gerçektir. Bunda, antik toplumun köleci yapısının ve bağrında taşıdığı pek çok aksaklığın rolü olduğu gibi, insanlığın ilerleyişi içindeki büyük öneminin gözden kaçması da bu durumu koşullamıştır sanırız.
Oysa Antik Yunan, gelecek sorunu olan herkesin, pratiğinden ipuçları arayacağı zenginlikte bir kaynaktır.
Geçtiğimiz aylarda yayınlanan Antik Yunan Uygarlığı, Antik Yunan dünyası ile ilişkinin genelleşip derinleşmesine bir imkan sunuyor kanımızca.
Daha önce “Yeni bir hümanizmaya doğru” üst başlığını taşıyan Sovyet Edebiyatı Üzerine ve İnsan ve Tragedya adlı iki kitabı Türkçede yayınlanan Andrê Bonnard’ın temel eseri olan Antik Yunan Uygarlığı, üç ciltten oluşuyor ve sayfa sayısı 900’ü aşıyor. İlkçağ Yunan uygarlığının yükseliş ve gerileyiş yüzyıllarını kapsayan eser, bu uygarlığın temel yaratılarını, onun insanlığa sunduğu sayısız armağanı, sıcak, sevecen bir yaklaşım ve içten, yalın bir üslupla anlatıyor.
İNSANLIK TARİHİNİN ATILIM ÇAĞI
Antik Yunan Uygarlığı eseri, her şeyden önce, günümüzden üç bin yıl önce doğup gelişen bir dünyanın göz kamaştırıcı zenginliğini önümüze seriyor.
Her biri, insanın ilkelliğe karşı savaşının, yaratıcılığının, yüceliğinin ifadesi olan keşif ve ilerlemeler; mitoloji, destan, tragedya, felsefe, tıp, mimari ve kentleşme, pozitif bilimler… gibi alanlarda, bugünden bakıldığında bile, insana şaşkınlık veren yaratımlar, büyük bir sevecenlikle anlatılıyor. Bizleri bilgilendirip bakışımızı derinleştirmeye, üzerinde düşünmeye çağırıyor.
İlyada ve Odiseia destanlarının o günün sosyal ilişkilerini nasıl yansıttığını, betimlediği savaşların vesile ve nedenlerini, destanların örgüsü ve şiirsel yapısını…
Tragedyaların binlerce yıldır neden insana yüksek bir haz vermeye devam ettiklerini…
Bugüne dek ayakta kalmayı başaran tapınakların hangi statik ve mühendislik ilkelerine göre inşa edildiklerini…
Bir heykelin yüzüne bir tebessüm, duruşuna bir devinim kazandırmak için kaç yüzyıllık bir deneyim gerektiğini…
Bugün için kanıksanmış bir soyutlamanın insan düşüncesi için nasıl bir nitelik sıçrama oluşturduğunu…
Demokrasinin keşfinin, o günün toplumundaki etkilerini ve bugünden bakıldığında anlamını, güçlü ve zayıf taraflarını…
Bugün günlük hayatta öylesine sıradanlaşmış tekniklerin, örneğin bir vidanın keşfinin, o gün için nasıl büyük bir buluş anlamına geldiğini…
Kıtaların ve denizlerin hangi tehlikeli, macera dolu seferlerle keşfedildiğini…
Ve bütün bu eserleri meydana getiren insanları, bu eylemde onların yanı başında bulunan tanrıları…
Toplumsal ve ekonomik yapı, sınıf ilişkileri, devlet örgütlenmesi ve geçirdiği evrimler, bilimin ve tekniklerin keşfi ve toplum hayatına uygulanışı, felsefe ve sanat gibi alanlarda insanlık tarihinde yeni bir sayfa oluşturan bir dünyanın bütün yaratımları ayrıntıları ile incelenince, bugün insanlığın önünde bulunan sorunların ve çözüm önerilerinin, aslında ta o günden başladığını daha açık şekilde görebiliyoruz.
TARİHE FARKLI BİR BAKIŞ
Eser, bütün bu konuları derinlikle, ayrıntılarla, bir ders kitabı sıkıcılığından uzak üslubuyla işliyor.
Eğer Antik Yunan Uygarlığı’nın yaptığı Yunan dünyasını derli toplu ve akıcı bir üslupla anlatmaktan ibaret olsaydı, elbette yine önemli bir eser olurdu, ama bugüne kadar yayınlanmış olanları tamamlayan bir eser olarak kalır ve belki de, özel olarak üzerinde durmak gerekmezdi. Oysa eser, bu alanda yayımlanmış çok sayıdaki uzman eserden farklı bir bakış açısına sahip. Antikçağa çehresini kazandıran olgu ve buluşları, son derece yalın, öykülemenin olanaklarından yararlanarak, keyifli bir tad bırakarak anlatmanın yanında, bütün bunları, tesadüfi, üst üste yığılı olaylar ve buluşlar dizisi olarak görmekten de uzaktır. Diyebiliriz ki, diyalektik materyalizmin başarıyla uygulanışının bir örneği ile karşı karşıyayız.
Yunanistan’ın kendisinden önceki ve çağdaş uygarlıklarla ilişkisi, olaylar ile maddi koşullar arasındaki kopmaz bağ, uzlaşmaz çelişkiler içindeki toplumun gelişme dinamikleri ile gelişimine ket vuran özellikleri, tüm karşı çıkışları boşa çıkaracak şekilde temellendirilip açıklanıyor. O, bütün görkemli eserlerde, insanın ve insan kölenin izlerini arayıp buluyor.
İnsanlığın o ilkel çağında bir mucize gibi görünen atılımın, Yunanlılara has bir gelişkinliğin ürünü olmadığını da gösterir yazar. Hatta daha kitabın başında, Yunan halkını düpedüz aşağılar. Çünkü Yunan halkı da, dönemindeki öteki halklar gibi ilkeldir, pek çok “dehşetengiz vahşilikteki boş inanç ve geleneklere sarılmış”, yüzyıllarca ayak sürüyüp durmuştur. Kimilerine Yunan mucizesi gibi görünen şey, bir yanılsamadır. Mucize diye bir şey yoktur ve Yunanlıları bu buluşlara yönelten özgün tarihsel, coğrafi koşullar vardır.
Eser, su götürmez biçimde materyalist tarih görüşüne bağlı bir anlayışla kaleme alınmış olmakla birlikte, kendisini her tür “ideolojik etkiden” uzak tutma yanılsaması içindeki akademi dünyası için de, temel bir başvuru kaynağı özelliğindedir. Eserin hem “taraflı ve ideolojik”, hem de akademik başvuru kaynağı olmayı başarabilmesini, yazarın özgün üslubu mümkün kılmaktadır. Yazar, herkesçe kabul edilen olguları sergileyerek başlıyor, okuru, ister istemez materyalist sonuçlara götürüyor. Böyle olunca da, son derecede önyargılı, bilimselliği tezsizlik, fikirsizlik gibi algılayan kesimler için bile, bir başvuru kaynağı olabiliyor.
Kimi durumlarda, insanın nasıl söylediği, ne söylediği kadar önem kazanır. Önyargıların, kimi kavram, formül ve nitelendirmeleri peşinen reddetme eğiliminin hakim olduğu bugünün dünyası bakımından da, gerçeğin ifade yollarının iyi seçilmesi, büyük önem taşımaktadır. Bonnard’ın üslubu, önyargıların etkisiyle kulaklarını devrimci propagandaya kapayan kesimlere seslenmede bir örnek olabilir. Böylece birtakım basmakalıp formüllerle, keskin, öfkeli ifadelerle yazılıp söylenenlere arkasını dönenlere de söz dinletmek imkanı doğacaktır. Bonnard, en katı gerçekleri bile, bir jargona düşmeden, herkesin kabul edebileceği bir üslupla anlatmayı başarıyor.
GEÇMİŞİ BUGÜNE BAĞLAYAN KAVRAM: HÜMANİZMA
Bonnard, Antik Yunan’ın bu büyük atılımını, insanlığın güzel bir dünya arayışının bir ifadesi olarak görür ve bu uygarlığın temeline hümanizma kavramını yerleştirir. Yunan dünyasının hümanizmi üzerinde durmak, elbette ki, Bonnard’a ait bir yenilik değil. Ancak Bonnard, Antik Yunan’ın ortaya attığı ilkeleri günümüze taşır ve kavrama bambaşka bir içerik kazandırır.
Bilindiği gibi, burjuva düşünce, hümanizmayı, sınıflar arasındaki çelişkileri örten, içinde sınıf kimliklerinin kaybolduğu genel bir insanlık kavramı olarak gösterir. Bu görünmezlik içinde, burjuvazinin çıkarları, tüm insanlığın çıkarları gibi görülsün ister.
Buna karşı Marksizm, sınıfsal gerçeklerden bağımsız bir insanlık kavramını tanımaz. Sınıfsal çıkarların yerine geçirilen hümanizmi eleştirir. Zaman içinde gericilik, Marksizmi, insana, onun duygularına boş veren otoriter, hatta totaliter bir akım olarak gösterir. Maalesef, hümanizm kavramının muğlak bir ifade oluşundan hareketle, çoğu Marksist, Marksizm ve hümanizmanın birbirinden ayrı ve giderek karşıt gösterilmesine sessiz kalabilmiştir. Oysa Marksizm, hümanizmanın mirasçısıdır ve Marx, bir eski filozofun ‘İnsanî olan hiçbir şey bana yabancı değildir’ sözünü pek çok kez tekrarlamıştır.
Bonnard, meseleyi şöyle ele alıyor:
Antik Yunan dünyasının yaratımlarının temelinde hümanizma vardı. İnsanı mutlu etmek, onu güzel yaşatmak. O günkü şartlar ve sınırlılıklar içinde, bu anlamda büyük ilerlemeler gerçekleştirdi, ama öte yandan, Antik Yunan, bu ilerleme ile açık çelişki halindeki ve kendisinin de çöküşünü hazırlayan pek çok olumsuzluğu barındırdı. “Peki, Antik Yunan’ın bu atılımını kim tamamlayıp sonucuna vardıracaktır”, “kimdir Antik Yunan’ın gerçek mirasçısı?” diye sorar. Bir dizi geçici mirasçıdan sonra, insan ile insan arasındaki her tür eşitsiz ilişkiye son verip, insanı gerçekten insanlaştıracak olan sosyalizmin, Antik Yunan’ın gerçek mirasçısı olduğu sonucuna varır Bonnard.
Gericiliğin, sosyalist iktidarları Nazizm benzeri bir totatitarizm gibi göstermek istediği, Nazizmden çok çekmiş Avrupa halklarının da bu alçakça yakıştırmadan etkilendiği düşünülürse, sosyalizmin insancıl özü üzerinde durmanın, onu Bonnard’ın anlayışı doğrultusunda propaganda etmenin yabana atılamayacağı ortadadır.
BİLİMSEL DÜRÜSTLÜK VE TİTİZLİK
Ülkemizde eski YÖK başkanlarından İhsan Doğramacı ile İstanbul Üniversitesi’nin eski rektörlerinden Kemal Alemdaroğlu’nun intihal suçu işledikleri, başka eserlerden çalıp çırparak kitap yaptıkları anlaşılmış, buna karşın, uzun yıllar yönettikleri kurumların başında kalabilmişlerdi. Bonnard’ın titizliği, bilimsel dürüstlüğü karşısında insan anımsamadan edemiyor. Eser, dürüstlük ve referansların hakkını teslim etmek bakımından da, akademi dünyası, genel olarak bilim, düşünce ve edebiyat literatürü için örnektir.
Bonnard, eserini oluştururken yararlandığı kaynakları, büyük bir şükranla anar, hatta eserin oluşumundaki rollerini belirleyici görür ve çok fazla başvurduğu kaynakları “yağmaladığından” söz eder. Dahası bütün bunları, eseri dipnota boğmadan başarır. Aynı titizliği, kitaba aldığı desen ve fotoğrafların kimlere ait olduğunu belirtirken de gösterir. Kimi yerde durur ve çok hakim olmadığı için o konuya girmeyeceğini söyler. İlkesini, “anlamadığım bir konuda laf etmeyi sevmem” diyerek ifade eder.
Eserinde, Yunan Uygarlığı ile öteki uygarlıklar arasındaki ilişki söz konusu olunca da, hakkaniyetini korur. Bilindiği gibi, çoğu Avrupalı uzman, Antik Yunan’ı kendi tarihsel kaynağı görürken, ona öncel ve ona çağdaş uygarlıkları önemsizleştirme eğilimindedir. Bonnard’ın eseri, son dönem arkeolojik kazılarıyla açığa çıkmış bazı bilgileri kapsamıyor olmakla birlikte, öteki uygarlıklara da aynı sevecenlikle yaklaşmıştır. Örneğin Bonnard’ın kitabında, Yunanlıların pek çok eserinin temelinde eski uygarlıkların birikiminin olduğunu açıkça belirtilir. Hint ve Çin uygarlığı da, Yunan uygarlığı ile birlikte, çağın üç ana uygarlığı sayılır.
Bu dürüst yaklaşımı, politik alana yansımazlık edemezdi elbet. Bunun içindir ki, Bonnard, içinde yaşadığı koşullara da duyarsız kalmamış, soğuk savaş kazanının kaynatıldığı koşullarda, aktif bir barış savunuculuğu yapmıştır. Sovyetler Birliği’ni desteklemiş, orada insanlığın Antik Yunan’dan beri peşinden koştuğu özlemlerin gerçekleşmekte olduğunu görüp göstererek, bir bilimcinin sorumlu tutumunun örneği olmuştur.
Bunun içindir ki, demokratik İsviçre’nin mahkemelerince yargılanmış, vatan hainliği ile suçlanmış, gözden düşürülmeye çalışılmıştır. Ancak gözden düşürülebilmesi şöyle dursun, adı, barış hareketinin simgesi haline gelmiş ve 1954 yılında, Lenin Barış nişanı ile ödüllendirilmiştir. Bugünün kuşaklarına da öğretmeye devam ediyor.
SONUÇ
Antik Yunan uygarlığı, insanın eseridir, insanın bugüne dek yarattığı en güzel eserlerdendir. Büyük sıçramaların, doğumların çağıdır. Bilim orada doğmuş, belli başlı bütün bilim dallarının temeli atılmıştır. Düşünce gelişmiş, teknoloji ilerlemiş ve ışığı bugüne kadar ulaşmıştır. Bütün bu uygarlıkları yaratan, insanlığa demokrasiyi armağan eden, tiradları hâlâ güncel sorular soran tragedyaları yaratan, o muhteşem antik kentleri, Parthenonları yaratan, insandır.
Şimdi insan, bütün çağların deneyimi ile donanmış, o günkünden çok daha güçlü, bilgilidir. O halde, insanlığa neden yeni armağanlar sunmasın, Antik Yunan’ın yaktığı meşaleyi, başlattığı insanlaşma sürecini neden sonucuna vardırmasın.
Bonnard bize, bir kez daha bu inancı ve bu heyecanı veriyor. Yunan’I seviyor, kendi gücümüzü duyumsuyor, iyimser oluyoruz. Bu, insanda geleceğini insanlaştırma çabasına güç katıyor.