12-13 Mart tarihinde yapılan parti Merkezi Konferansı’nın “Sonuç Bildirgesi”nde; en başında, partinin amaç ve bugün kendisini mevzilendirmesi gereken pozisyon bakımından; “İşçi sınıfının; sınıfsız, sömürüsüz, barış içinde bir dünya kurma idealinin vazgeçilmez aracı olmak için kurulduğuna, partimizin en vazgeçilmez görevinin de bu mücadeleyi yönetmek (*) ve yönlendirmek; bu amaçla bugün uluslararası sermayenin ve her ülkedeki uzantılarının, halklara ve işçi sınıfına karşı yönelttiği saldırısını püskürtmek için uluslararası ve ulusal planda ekonomik, siyasi ve ideolojik, hayatın bütün alanlarında savaşacak bir parti olmanın bütün yükümlülüklerini yerine getirmek olduğuna” vurgu yapıldıktan sonra, şunlar söyleniyordu: ”Konferansımız, partimizin yeniden inşası ve örgütsel normlarının kavranmasının basit, teknik düzeyde önlemlere indirgenemeyeceğine; bu normların partimizin asgari ve azami programının ruhundan beslenmesi gerektiğine, örgütsel normlarıyla ideolojik siyasi mevzisinin kopmaz bir biçiminde birbiriyle bağlantılı olduğuna, bu iki etkenin birbirini bütünleyeceğine; bu yüzden de partimizin örgütsel sorunlarının aşılmasının sınıf mücadelesinde tuttuğu mevziye, sınıf mücadelesinde partimizin varoluş nedenine uygun bir mevzi tutmasının da örgütsel normlarının düzeyine bağlı olacağına özenle dikkat çekmiştir.”
SINIF PARTİSİNİN VARLIK NEDENİ
Bu vurgulardan da anlaşılacağı gibi, partimizin varlık nedeni; greve çıkan işçiye destek olmak, özelleştirmeye karşı mücadele eden emekçinin yanında bulunmak, zamları protesto etmek, insan hakları ihlallerine karşı çıkmak, emperyalizmi, savaşı lanetlemekle sınırlı değildir. Elbette ki, sınıf partisi, bütün bu ve başka pek çok günlük görevi de yapacaktır. Ama, bunları yapmakla sınıf partisinin asli işini yerine getirmiş olmayacağı da pek açıktır. Çünkü sınıf partisinin varlık nedeni; işçi sınıfı ile burjuvazi, halklarla emperyalizm ve işbirlikçileri arasındaki mücadelenin örgütlenip yönetilmesi; bu mücadelenin sermaye güçlerinin iktidarını yıkarak, baskısız ve sömürüsüz bir dünyanın, sosyalizmin kurulması; insanlığı komünizme götüren yolunun açılmasıdır.
Elbette ki, bu, “uzak” hedeftir ve yukarıda sözü edilen mücadelenin güncel görevleri yerine getirilmediğinde, bir “sosyalistler kulübü”, “komünizm sevenler birliği” olmanın ötesine geçilemez. Bu yüzden, yukarıda sözü edilen saptamanın anlamı odur ki; eğer sınıf partisi, bu stratejik hedeflerini gözden kaçırır, günlük görevlerini bu stratejik hedeflerine bağlamazsa; Konferans’ın dikkat merkezine koyduğu güncel mücadele içindeki zaafları ve örgütsel sorunlarına dair saptamaların konusu olan zayıflıkların çok önemli bir bölümünün aşılması olanaklı olamaz.
– Çünkü bu zaafların en önemlilerinin kaynağında, bu güncel görevler ile partinin amacı arasındaki ilişkinin yeterince kurulamaması olduğu anlaşılmaktadır.
– Çünkü bu güncel görevlerin “kendi başına” görevler gibi algılanması, ortaya çıkan olguların sunduğu imkanların değerlendirilmemesine yol açmaktadır. Örneğin, işçilerin partiye “başı sıkıştığı zaman başvurması”ndan, bunu, işçinin kurtuluş yolu arayışı olarak görüp, bundan sınıfı örgütlenmesinin bir olanağı olarak yararlanmak yerine, “işçinin partiyi ‘Kızılay’ ya da ‘sendika’ olarak görmesi” sonucu çıkarılabilmektedir.
– Çünkü güncel çelişkiler, böylesine “kendi başına”ymış gibi ele alınınca, “partiyi Kızılay gören işçiye” küsülüp sırt dönülmekte (darlık ve sekterizme yönelme) ya da tersine, işçiye yardım, kendi başına “görev” olarak kabul edilip, her şey bu “yardım”la başlayıp bitmekte; soruna böyle yaklaşanın partili mücadeleyle ilişkisinde olduğu gibi, işçilerle kurduğu ilişkide de liberalizm, “gevşeklik” egemen bir ilişki biçimi olarak kendisini ortaya koymaktadır. Konferans’taki tartışmalarda her iki eğilim de açık bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Bugün partimiz; işçilerin, emekçilerin en acil talepleri üstünden yürütülen mücadeleye katılıp; bu mücadelenin ilerlemesi için olanaklarını seferber ederken; bu mücadele içinde, yığınların yaşadıkları dünya, patronlarla kendi aralarındaki ilişkinin niteliği, kapitalizmin nasıl sömürücü ve baskıcı bir düzen olduğu konusunda bir fikre varmalarını, aynı zamanda, birer birer işçilerin, sınıfın çeşitli bölümlerinin ve nihayet işçi sınıfının, kendilerinin öteki sınıflarla ilişkilerini (kim dost, kim düşman, kiminle nereye kadar gidebilirim,…) anlamalarını ve elbette ki, işçilerin bir sınıf olarak burjuvazi karşısında birleşmelerini sağlamak üzere müdahale eder. Bu, işçilerin siyasal bakımdan bilinçlerini geliştirmeye ve (kuşkusuz sosyalist) sınıf bilinciyle donanmalarını ve partileşmelerini sağlamaya yönelik müdahaledir. Çünkü; işçiler, kendiliğinden, kapitalistlerin kendilerini sömürdüğünü, kapitalizmin sömürücü bir sistem olduğunu, patronlar karşısında birlik olmalarının önemini,… anlarlar ama; işçi sınıfının kapitalizmi yıkacak tarihsel misyonunu ve bu misyonun kendilerine yüklediği kapitalizmi ortadan kaldırma ve sosyalizmi kurma, bunu için nasıl bir yol izlemesi gerektiğini kendiliklerinden öğrenemezler. Bu bilgi, iktisadi alanın, kendiliğindenlik alanının dışından elde edilebilir. Onun için sınıf partisine ihtiyaç duyarlar. Partimiz de bunun için; işçi sınıfının nasıl bir dünyada yaşadığını, bu dünyayı nasıl dönüştürerek kendi dünyası haline getireceğini öğrenmesi sağlamak için kurulmuştur.
Sınıf partisinin, işçi sınıfı başta olmak üzere, emekçi yığınlar, halk arasında sistemli ve kesintisiz bir propaganda ve ajitasyon faaliyetini kendisinin “asli görevi” ilan etmesinin nedeni de budur.
Partimiz için, işçi sınıfının, emekçilerin güncel mücadelesinin önemi de onun bu tarihsel göreviyle doğrudan ilgilidir. Çünkü milyonlarca işçiye, emekçiye sosyalizm ve onun nasıl kazanılacağını öğreten okullar yoktur. Onların okulları bizzat yaşadıkları koşullardır ve işçiler, yaşadıkları dünyanın çelişkilerini ve toplumsal sınıfların aralarındaki ilişkileri, bu koşulların değiştirilmesi mücadelesi içinde öğrenirler.
Parti, işte bu gündelik mücadele içinde gerçekleri teşhir eden sistemli bir propaganda ve ajitasyon faaliyeti ile sömürülen yığınların gerçekleri görmesini, içinde yaşadıkları dünyanın niteliğini; işçi sınıfının diğer emekçi sınıflarla ve burjuvaziyle (ve devletle) ilişkileri ve karşılıklı pozisyonunu ve nihayet sömürüsüz bir toplum kurmadan, gerçek bir kurtuluşlarının olmayacağını anlamalarını sağlamanın aracıdır. İşte bu sonuca varmak, yığınlarla bağlantı kurmak, mücadelenin ileri unsurlarını partinin çizgisine ve nihayet partiye kazanmak ve yığınların mücadele içinde gerçekleri öğrenmeleri için parti; sınıfın günlük talepler için mücadelesini önemser.
Başka bir söyleyişle, partimizin, bugün ayakları; henüz daha tek amacı sendikalaşarak patronların keyfi baskılarından kurtulmak ve asgari ücreti aşan bir ücret alma hesabı içindeki işçilerin, özelleştirmeyi önleyerek işini koruma kaygısına düşmüş işçi ve kamu emekçisi yığınların, eğitim ve sağlığın parasız olması için çabalayan çeşitli emekçi kesimler ya da tek istekleri açlıktan kurtulacakları bir sosyal yardım olan yoksul yığınların ve mücadelelerinin içindedir ve onlarla birlikte; yerine göre patrona, yerine göre yerel yöneticilere, yerine göre IMF’ye, hükümete karşı yürütülen mücadeleleri çok önemsemektedir. Ama burada, parti, mücadele içinde, sadece sendikalaşmanın, özelleştirmeye karşı mücadelenin, yoksulluğa karşı mücadele taleplerinin önemini anlatarak, bu taleplerin elde edilmesi için kısmi önlemleri saymakla sınırlı kalırsa; herhangi bir “sivil toplum örgütü” çizgisini, reformcu bir partinin çalışmasını aşmış sayılamaz. Tam tersine partimiz; tüm “küçük”, ama herkesin gördüğü gerçeklerden hareketle, bu görünen gerçeğin arkasındaki asıl gerçeği açıklamak, bugünkü yaşamın sıkıntılarının aşılmasıyla kurtuluşuna giden yol arasındaki bağlantıyı kuran ve kapitalizmin nasıl bir sitem olduğunu açıklayan “sistemli, kesintisiz bir ajitasyon örgütlemek” yükümlülüğündedir.
Ve elbette ki, burada kalınırsa, hâlâ işçilerin, ülkeyi yönetme, yeni bir toplum kurmanın sanatı demek olan “siyasi bilince” ulaşması sorunu çözülmüş olmaz. Bu yüzden, sınıf partisi, işçiler ve diğer emekçi yığınlar içindeki çalışmasında; Kürt sorununun halkçı ve demokratik çözümünün önemi ve nasıl olması gerektiğini, ‘Ilımlı İslam’la ‘Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin ABD’nin egemenlik stratejisine bağlanmak olduğu gerçeğini, “bayrak provokasyonu”nu; “derin devlet”i de kapsayarak devleti ve niteliğini, MGK’nın rolünü, Kıbırıs sorununu, AB’ye girmenin kimin stratejisine bağlanma olduğunu, bütün bu mücadelelerde sınıfın, emekçilerin nasıl bir cephe tutması gerektiğini, işçi sınıfına burada hangi rolün düştüğüne kadar, ülkenin her sorununu tartışmak, bu sorunların çözümünde sermaye güçlerinden “bağımsız” ve çoğu zaman da onlara karşı bir taraf olarak davranmak…, her konuda sınıfın bağımsız tavır alabilmesi için bir mücadele yürütmek durmundadır. Ve bu, partinin sınıf içindeki çalışmasının en vazgeçilmez üç çalışma alanından birisidir: Politik mücadele alanı. Üstelik öteki iki temel alan olan “ideolojik ve ekonomik mücadele” alanına dair çalışmalar da; sonuçta, sınıfın siyasi görevlerini, siyasal sorun, mücadeleler ve görevlerin odağında bulunan siyasi iktidarı ele geçirme görevini yerine getirmeye hizmet eden bir çalışma olarak belirlendiği ve yürütüldüğü ölçüde anlam ve önem kazanır.
Kısacası, partimizin ayakları hep; sistemin şu ya da bu vesileyle ortaya çıkmış çelişmeleri üzerinden acil ve güncel talepleri için mücadeleye giren; kendi basit talepleri için sistemin çeşitli güç odaklarıyla (patron, hükümet, IMF, asker ve sivil bürokrasi, emniyet vb.) karşı karşıya gelen işçilerin, emekçilerin arasında olacak, ama kafası (aklı), bu günlük mücadele ile insanlığın kurtuluşu arasıdaki ilişkiyi kuran, bu ilişkinin bilgisini yığınlara taşıyan; görevlerini, tarihsel misyonunu, tüm somutluğuyla, kapitalizmin bugüne dair gerçeklerinden çıkan talepler etrafındaki mücadele içinde ve onun genişleyerek gelişmesinin hizmetinde belirleyen, yığınların –başka hiçbir yerde değil, ama burada olanaklı olabilecek– (politik) gerçekleri görmesini sağlayan, bu mücadele ile sınıfın uzak hedefleri arasında bağlantı kuran taktikleri geliştiren bir bilinçle hareket edecektir.
PARTİNİN ROLÜNÜ ANLAMANIN ÖNEMİ
Konferans tartışmaları açıkça göstermiştir ki; partinin günlük görevlerini yerine getirmesinden örgütsel biçimlenişine (parti içi disiplinden, yayınların kullanılmasına, ajitasyonun kavramasından porofesyonellikle ilgili sorunlara…) kadar her sorunu, partinin pratik sınıf mücadelesinde tuttuğu pozisyon ile tarihsel ve toplumsal misyonu arasındaki ilişkinin anlaşılma (ya da anlaşılmama da diyebiliriz) düzeyi ile yakından ilgilidir.
Sorunlar buradan kaynaklandığına göre, sorunların çözümü de buradadır. Yani partimizin, bugün sınıflar mücadelesinde tuttuğu pozisyonun –işçi sınıfı ve emek mücadelesinin çıkardığı olanaklar doğru değerlendirilerek– gereği yapıldığında, neredeyse 10 yıldır çarpıştığımız soruların önemli bir bölümünü geride bırakacak bir sıçrama sağlayabileceği apaçıktır.
Kısacası, bugün işçi ve emekçi sınıflar ve mücadelesinin sermaye güçlerinin saldırısı karşısında hayli mevzi kaybettiği; parçalanmış ve ancak lokal düzeyde mücadeleler sürdürdüğü; sınıf örgütlerinin içerden ve dışardan kuşatılmış olduğu son derece ağır koşularda ve ancak kazanılmış bazı taleplerini savunmak ya da ağır çalışma koşullarında “küçük” iyileştirmeler sağlamak için mücadele edebildiği bilinmektedir. Ama, öte yandan da, her mevzide bir mücadele verilmeye çalışıldığı, işçi ve emekçi yığınların birleşmek ve sermaye güçlerinin saldırılarına karşı durmak için küçümsenmemesi gereken bir direnç ve ısrarla arayış içinde olduğu ve bu gelişmelerin nasıl bir tablo oluşturduğu da, gerek günlük parti basınından, gerekse partinin değişik yayınları ve değerlendirmelerinden bilinmektedir.
Bu tablo içinde, partimizin pozisyonun doğru değerlendirmesinin hayati önemde olduğu apaçıktır.
Şöyle ki;
Bu tablo içinde, partimizin; olduğu kadarıyla, ayakları, bu güncel, üretim ve hizmet birimlerinde, kısmen de alanlarda süren mücadelededir.
Dolayısıyla; işçilerin, emekçilerin “en önemsiz görünen” talepleri için bile hareketlenmelerini teşvik eden bu mücadeleye önem veren; çalışması içinde emekçilerin mücadele azmini, morallerini yükselten bir ajitasyon çizgisi izleyen; onlarla yatıp kalkan, elindeki her imkanı mücadele içindeki yığınlarla paylaşan; mücadelenin önünde yer alan, önder nitelikleri taşıyan işçileri, emekçileri partiye kazanmayı amaçlayan; onları partili olmaya özendiren bir partililik tutumu sergileyen, yığınların siyasal bakımdan bilinçlenmeleri için ortaya çıkan bu “küçük” hareketlilikleri değerlendiren; kısacası, “iğneyle kuyu kazan”, son derece planlı, sabırlı, yaratıcı, inisiyatifli bir çalışma, partimizin ayaklarını bastığı hareket içindeki temel tutumu olmak zorundadır.
Partimiz, böylesine güncel, böylesine “basit” taleplere önem veren (birçoklarına göre, bu, aşırı önem verme olarak görünebilir ve ne yazık ki, Konferansımızda bazı arkadaşlar da bu görüşleri savunmuştur) bir çalışma içindeyken, aklı işçi sınıfının iktidarında; “sosyalizmi kurma”dadır. Ve partimiz, bu güncel mücadele içindeki kendi görevlerini ve sorumluluklarını; bu iki nokta arasındaki, “boş” olan ve “henüz yazılmamış tarihin” yazılmasındaki yükümlülüğünü hiçbir biçimde gözden kaçırmadan belirlemek zorundadır. Bu yüzden de, bugün attığı her adımı, “bu tarihin yazılmasına ne kattığı” sorusuyla değerlendirmek, bu soruya verilen her olumlu yanıtı doğrular, her olumsuz yanıtı da yanlışlar hanesine yazan bir çalışma düzeyini tutturmak zorundadır.
Kısacası, sadece parti örgütlerimiz değil, birer birer partililerimiz de; emek mücadelesinin, sınıflar mücadelesinin şimdiki düzeyi ve bu düzeyin bizden istediği çalışma ile amaçlarımız arasındaki ilişkiyi doğru bir biçimde kurmak; bildiri yazarken, gazete dağıtırken, işçilerle sendikal bir konuda toplantı yaparken, bir mitingi hazırlarken bile, bu “iki durum” arasındaki ilişkiyi gözetmek, bugünkü görevlerini sınıfın iktidarı amacına hizmet edecek bir biçimde yerine getirmek durumundadır.
Bugün en küçük adımımızın bile partinin (elbette işçi sınıfının da) nihai amacıyla (azami programıyla) bağlantılı olduğu gerçeğini bilince çıkaran bir parti örgütü ya da partili; en karmaşık durumlarda bile kendi yolunu (bulunduğu somut koşullarda kendi görevlerini) bulabilir.
PARTİNİN KARŞILAŞTIĞI SORUNLAR AŞILAMAZ MIDIR?
Peki bu çok zor bir görev midir? Elbette ki, hayır! Bugün partimiz, kendi bulunduğu mevziyi, sınıflar mücadelesi içinde tuttuğu yeri doğru anlar, kendi üstüne düşeni doğru belirler ve elindeki olanakları doğru seferber ederse, üstüne düşenleri layıkıyla yerine getirebilir. Çünkü; “Tarih insanlığın önüne çözemeyeceği problemler çıkarmaz.” (Marks)
Ancak, bugün sahip olduğumuz olanaklar, sadece, Marks’ın tarih çözümlemesinden çıkardığı bu sonuç kadar “soyut” değildir.
Partimizin işçi ve emekçi sınıflar arasında itibarı yüksektir; bizim, küçük bir bölümünü bile gereği gibi değerlendiremediğimiz kadar yüksektir. Bir çok bölgede, sanayi havzasında başı sıkışan işçilerin; az çok mücaedeleye atılan emekçi kesimlerin “Bir çare!” diye baş vurduğu –şu anda– tek adres partimiz olmaktadır. Bunun da ötesinde, işçilerin ileri kesimlerinde, değişik siyasi ve sendikal mihrakların baskısıyla bölünme olsa da, mücadelenin temposu yükseldiğinde, bu çevreler de, partimizin ve yayınlarımızın ne dediğini dikkate almakta, bizimle diyaloğa girmekte duraksamamaktadır. Dahası, “sol” kesimler dışında olan çeşitli sağcı, milliyetçi, dini ağırlıklı kültürün etkisi altındaki kesimlerce de, partimiz, diğer sol siyasi mihraklardan farklı görülmektir. Partimizden haberdar, şurada burada sınıf mücadelesi içinde tutumlarına tanık olmuş küçümsenemeyecek genişlikteki bu kesimlerde de; “EMEP’in bir sınıf kaygısı güttüğü; sağcı-solcu ayırmadan tüm işçileri, emekçileri birleştirmeyi amaçladığı” fikri egemendir. Türkiye gibi, geçmişinde sol, emekten yana nitelemelerle anılan siyasi partilerin, geniş yığınlarla bağlantı kurmada çok büyük engellerle karşılaştığı bir ülkede, bu koşullar, partimizin, kendisini programındaki amaçlarına göre mevzilendirip, harekete ciddi müdahaleler yapabileceği bir pozisyon edinmesini son derece kolaylaştırmaktadır. Başka bir söyleyişle, sınıfa yönelik olarak, partimizin kuruluşundan beri süren ve ilk bakışta çok da somut sonuçları görünmeyen faaliyetlerimizin birikiminin yarattığı bu itibar, tek başına, partimizin sınıflar mücadelesine müdahale etmede önündeki sorunları ortadan kaldırmaya yetmez. Ama, şu da bir gerçek ki, partimizin kazandığı bu pozisyon; önümüzdeki sorunların ortadan kaldırılması için son derece belirleyici önemde imkanlar da sunar.
Gerçek durum böyleyken; parti örgütlerimizin pek çoğu açısından, pek çok yerde; üstelik de, mücadelenin imkanlarının hemen ayaklarının ucunda, onların müdahalesini beklediği bölgelerde bile; mücadele yükselip sokaklara taştığında onlarla birlikte coşan, ama mücadele günlük seyrine döndüğünde çalışmalarının rutinleştiği, çalışmamaya dönüştüğü –parti ve tarihsel misyonuyla günlük mücadele ilişkisini ve partinin günlük mücadeleye müdahalesini doğru ele alamamaktan gelen– bir zaafiyet görülmekte, durgunluk, gevşeklik, parti binasının kirasını bile ödemede sıkıntıya düşülen bir acizlik ve derbederlik haline dönüş ortaya çıkmaktadır.
Konferansımız, sorunun bu yanı itibarıyla; partimizin sınıf içindeki mevzilerini, ajitasyon ve propaganda faaliyetini, parti örgütümüzün yaratıcılık, inisiyatif, sınıf davasına adanmışlık, çalışmanın etkinliğinin artırılması bakımından yukarıda ifade edilen görevleri yerine getirecek düzeye ulaştırılmasını tartışmış; bu görevlerin düzeyinin yükseltilmesi ve bugün sınıflar mücadelesinin sorunlarının aşılmasına yol açacak düzeyde bir müdahaleyi gerçekleştirmek için kararlar alıp “Sonuç Bildirgesi”nde parti kamuoyuna ilan ettiği gibi; işçi sınıfı ve tüm emekçilere de bu kararları, Emeğe Sesleniş” aracılığı ile duyurmuştur.
MÜCADELEYE İKİ FARKLI YAKLAŞIM
Konferansımıza katılan delegelerin dikkat çektiği konuların başında; parti örgütlerimizin refleksinin; “sınıflar mücadelesini yönetme”, onun sorunlarını çözülecek sorunlar olarak önüne koyma yerine “parti örgütünü yönetme”, “parti örgütünün çıkardığı sorunlarla uğraşma” biçiminde olduğuna dair şikayetler gelmiştir. Hal böyle olunca da, konferanslar ya da partinin değişik düzeydeki toplantıları, “sorunların büyüklüğü” karşısında bir yakınmaya, bir “dehşete düşme”ye, görevlerin yerine getirilememesinin sorumlularının yanlış yerlerde aranmasına dönüşmektedir. Ama tartışma, genellikle; partinin mevcut üyeleri, mali imkanlar ve ilişkilerin sınırlılığı kriter edinilerek, bu çerçevede bir tartışma olarak cereyan etmektedir. Yani parti örgütlerimiz; kendi örgütünü harekete geçirip-geçirememeyi bir sorun olarak benimsemekte; ama harekete müdahale düzeyini pek bir sorun olarak görmemektedir.
Oysa; işçi sınıfı ve emekçi sınıfların mücadelesinin sınıf partisinden nasıl bir müdahale beklediği, nasıl bir müdahalenin hareketin ilerlemesi için doğru bir müdahale olacağı, ama daha alt düzeyde müdahalelerin bir işe yaramayacağı, parti gündeminde, konunun gerektirdiği önemde yer almamaktadır. Oysa, partinin sınıflar mücadelesine nasıl ve hangi düzeyde müdahale etmesi gerektiği en önemli sorun olduğu gibi, bu sorun çözülemezse; partinin örgütlenmesi ve sınıflar mücadelesindeki pozisyonunun yarattığı imkanlardan yararlanması da olanak dahilinde olamaz.
Söylenenleri bir örnekle açacak olursak; eğer parti, her hangi bir gelişme karşısında tutumunu ve görevlerini; işe, “Elimde şu kadar üye var. Şu kadar kişiyi harekete geçirebilirim, öyleyse şöyle bir müdahale yapmalıyım” diye başlayarak, görevlerini buradan çıkarırsa; bütün üyelerini bile harekete geçirse, üstüne düşeni yerine getirmiş olmaz. Dahası, hareketin kendisine sunduğu imkanları gerçeğe dönüştürme imkanını da daha başatan yitirir.
Ama tersten (doğrusundan demek daha doğru) hareket ederse, yani; “harekete nasıl müdahale edersek, hareketi istediğimiz yöne doğru çevirebiliriz” sorusuna yanıt vermekle başlar; buradan, hareketin sunduğu imkanları da kendi imkanı olarak değerlendiren bir müdahale planı geliştirirse, görülecektir ki; “hayat partinin karşısına üstesinden gelemeyeceği hiçbir sorun çıkarmayacak”tır. Çünkü; hareketin kendisinden beklediği müdahaleyi yapmak isteyen parti örgütü ve üyeleri, bu müdahalenin gereği olan maddi ve manevi imkanları değerlendirmek için kafa yoracak, ter akıtacak, gerekli güçleri birleştirecek ittifakları, imkanları bir araya getirerek; mücaedelenin kendisinden istediği müdahaleyi gereçekleştirerek yürüyecektir. Bu, birinci yaklaşımdan tamamen farklı bir tutumdur. Bu yüzden, birinci tutum, genel olarak “parti örgütünü yönetme” tutumuyken; ikinci tutum, sınıf mücadelesine müdahale etme ve sınıfın güçlerini birleştirerek sorunları aşma tutumu olarak şekillenir.
Bu, aynı zamanda, partinin, disiplin sorunundan, onun öteki yüzü olan demokratik merkeziyetçiliğe, sistemli bir ajitasyon yürütememekten olaylara müdahalede yetersizliğe, yayınların kullanılmasından, dağıtımına tüm sorunlarını aşmanın da doğru yöntemidir.
Bütün bunların da ötesinde; gerçek bir sınıf partisinin “kendisine ait sorunları” yoktur. Onun sorunları, sınıflar mücadelesine müdahale etmede karşılaştığı sorunlardır ve bu sorunların aşılması da, ancak, sınıflar mücadelesine doğru bir müdahaleyi başardığı ölçüde gerçekleşebilir. Konferans’ta görünen, partinin sorunlarına, yukarıda ifade edilen iki farklı yaklaşım açısından, parti örgütlerimizin egemen eğilimi; sorunları “partinin iç sorunu” olarak ele alıp, çözümü de partinin içinde yapılacak “görev değişimi”, “bilgilendirme”, “eğitimi artırma” gibi “önlemler”le çözme eğilimidir. Konferans, aslında bu konuda hem bu eğilimi yansıtmış, hem de bunun aşılmasının yolunu göstermiştir. Bu yüzden de, birinci tutum, parti örgütlerinde yerini hızla ikinci tutuma bıraktığı ölçüde, partimiz, bizleri uzunca bir zamandan beri uğraştıran pek çok sorunu geride bırakacaktır.
Konferansımızdaki tartışmalar, bu sorunun nasıl aşılacağına dair bir irade birliğini, söz düzeyinde önemli ölçüde sağlamıştır. Bu, elbette çok önemli bir şeydir. Ama; sadece söz düzeyinde bir irade birliğinin yetmeyeceği, hatta eğer pratikte buna uygun bir yönelişe girilmez, yanlış eğilimlere karşı mücadele pratik mücadele olarak ilerletilmezse; Konferans’ta sağlanan irade birliğinin hiçbir anlamının olmayacağını, işçi sınıfının mücadele tarihi kadar, partimizin 10 yılık deneyimleri de göstermektedir.
Partimizin Konferans kararlarını hayata geçirmek üzere harekete geçmek; parti kamuouyuna iletilen sonuç bildirgesinin çağrısını, her parti örgütü ve partili, bir direktif olarak algılamak; buna uygun davranmayanları uyarmak, direnen eğilimlerle de mücadele etmek yükümlülüğündeyiz. Bu, yukarıda sözü edilen iki eğilimden olumlu eğilim tarafına geçmenin de ilk adımıdır.
(*) “Sınıflar mücadelesini yönetme”; eğer; bir devlet dairesini yönetme, bir askeri birliğe komuta etme gibi, hazır bir organize gücün başına geçmek olarak anlaşılırsa; bu, partinin mücadeleye müdahalesini ve onu yönlendirmesini hiç anlamamak olur. Çünkü, tam tersine, partinin mücadeleyi yönetmesinden söz etmekten kasıt; mücadele edecek emek güçlerini sermaye güçlerine karşı bir mevzide örgütleme mücadelesidir. Bu ise, sınıf içinde, o günün mücadelesinin ihtiyaçlarına uygun bir çalışmanın örgütlenmesi demektir. Ve bu güçler örgütlendiği ölçüde, parti bu güçleri örgütleyip geliştirdiği ölçüde, mücadeleye müdahale etmiş, sınıf güçlerini yönlendirme pozisyonunu güçlendirmiş olur. Bu ise, ancak gündelik mücadele içindeki çalışmanın en küçük imkanlarını heba etmeyen, onu ilerleten bir çalışma içinde başarılabilir. Kendiliğinden mücadeleyi önemsiz gören anlayışların temelinde de; bu, partinin, günü geldiğinde hazır bir gücün başına geçeceği varsayımı vardır. Bu yüzden de, bu bürokratik “sınıflar mücadelesini yönetme” anlayışı (pratikteki yansıması gündelik mücadelenin önemini görmezden gelme tavrıdır), masabaşı devrimcilerinin, “toplum mühendisliği”ni kendilerine görev edinmişlerin tipik tutumudur. Zaten sınıflar mücadelesinin tarihindeki olumlu deneyler içinde de bu tutumun tek bir başarısı görülmemiştir.