25. yılında partinin doğuşu ve mücadelesi

Şubat ayı, Türkiye’de devrim ve sosyalizm davasının başarıya ulaştırılması, işçi sınıfı ve emekçilerin iktidara taşınması açısından vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Devrimin gerçekleştirilmesi, iktidarın sömürücü sınıflardan işçi sınıfına geçmesi, sosyalizmin inşa edilmesinin temel araçlarından olan partinin yaratıldığı aydır Şubat. İşçi sınıfının partisinin yaratılması öyle kolay olmadı ve bu, masa başında gerçekleşmedi. O, ülkede sınıf mücadelesinin kızıştığı, halk hareketinin geliştiği, karşı devrimci saldırıların yoğunlaştığı bir süreçte, sınıf mcadelesinin içerisinde doğdu ve gelişti. Kuruluşunun ilan edildiği günlerde, İzmir’de TARİŞ işçileri şanlı direnişlerini gerçekleştiriyorlar ve TARİŞ işçilerine İzmir’in emekçi mahallelerinden destekler geliyordu. Partinin temellerinin atılıp kuruluşunun ilan edildiği günlerde, onun militanları, TARİŞ işçilerinin direnişinde ve emekçi mahallelerindeki kavgada yerlerini alıyor ve iki yoldaşlarını şehit veriyorlardı. İşçi sınıfının öncü müfrezesinin yaratılması ve kurulmasına, devrimci komünistlerin işçi sınıfı, emekçiler ve gençlik içinde sürdürdükleri yaygın çalışma ve kan ve can pahasına yürütülen mücadelelerle ulaşıldı. Partinin kurulduğu güne gelene kadar, işçi sınıfı ve emekçiler en değerli evlatlarını darağaçlarında, işkencehanelerde, sokak çatışmalarında, barikat başlarında, kalleş pusularda kaybetti. Partinin oluşturulup yaşatılması ve mücadelesini sürdürmesinde, bugünlere getirilmesinde binlerce devrimci komünist ve genç komünistin emeği ve mücadelesi var. Hatta bunlarında ötesinde, en olumsuz koşullarda zorlukların üstesinden gelme ve halk deyimi ile “kelle koltukta” faaliyet yürütmesi bulunmaktadır. O, en değerli kadro ve militanlarını sürdürdüğü sınıf mücadelesinde kaybetti. Onun böylesine sahiplenilmesinde, mücadelesini sürdürmesinde ve yaşatılmasında, kadrolarının işçi sınıfı ve emekçilerin, gençliğin en fedakâr, en militan, en bilinçli ve en ileri evlatlarından oluşması belirleyicidir.
Onu yaratanlar, en olumsuz ve zor koşullarda en temel devrimci görevlerini başarıyla yerine getirerek tarihe damgalarını vurdular. Onun oluşturulmasında, Marksizmi eylem kılavuzu edinerek devrimci bir programın geliştirilmesinin yanı sıra, pratik örgütsel faaliyet içerisinde kader birliği yapmış olan işçi sınıfı, emekçiler ve onların gençlerinin içinden öne çıkan yoldaşlar topluluğunun birbirlerine duydukları güven ve hayata geçirdikleri devrimci ilişkiler belirleyici olmuştur. Yoldaşların birbirlerine duydukları güven ve oluşturdukları sıcak devrimci ilişkiler, aynı zamanda, diktatörlüğün militarist güçleri tarafından katledilen yoldaşlarına verdikleri sözün tutulması politik ve örgütsel birliğin korunması ve geliştirilmesi anlamına geliyordu.
Sınıfın partisinin öncel örgütü olan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu yaratan önder kadrolar Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ’71 cuntası tarafından idam sehpalarında ve dağbaşlarında katledildi. Diğer kadroların önemli bir bölümü tutuklandı. ’71 askeri cuntasının saldırılarından en ağır yarayı THKO aldı. THKO’nun geriye kalan ve mücadeleye devam eden kadroları, öncelikli olarak örgütün tekrardan toparlanmasını ve mücadelenin sürdürülmesini sağladılar. En zor görev, ’71 yenilgisinden dersler çıkartmak, yanlışları terk etmek ve örgütü doğru bir ideolojik-politik hatta çekmekti. Bunun gerçekleşmesi içinde Marksizm-Leninizm’in araştırılması ve incelenmesi gerekiyordu. Pratik mücadeleye ilişkin olanların dışında, THKO’nun sistematik hale getirilerek teorize edilmiş görüş ve formülasyonları yoktu. Örneğin bir tüzük ve programa sahip değildi. Genel olarak küçük burjuva devrimciliğinin bakış açısı savunuluyordu. Bu durum kendi başına bir dezavantajdı. Dönemin diğer siyasi yapılanmaları açısından durum farklıydı: Doğruluğu-yanlışlığı bir tarafa ideolojik-politik formülasyonlara sahiptiler ve buna temelde kendilerini yeniden sekillendiriyorlardı. Ama burada örgütsel birlik sağlanamıyor, ideolojik-politik formülasyonları yorumlamaya bağlı olarak, aynı kökten gelen birçok siyasi yapılanma ortaya çıkıyordu. THKO’nun durumu ise, çok kolay bir şekilde dağılmayı ve bölünmeyi beraberinde getirebilirdi, bunun nesnel koşulları da oldukça fazlaydı. Ama burada THKO ve onu oluşturan kadroların önemli bir özelliği ön plana çıktı, sağ kalan ve mücadeleyi devam ettiren yoldaşlar topluluğu, önderlerinden öğrendikleri birbirine güven unsurunu ön plana çıkartarak kenetlendiler, devrim ve sosyalizm davasının başarıya ulaşmasının temel koşulu olan örgütsel birliği sağladılar. Bu, aslında THKO ve kadrolarının devrime ve sosyalizme olan inançlarının ve halka bağlılıklarının ifadesiydi. 
THKO önderlerinden devralınan bayrak yere düşürülmemiş, tersine onların başlıca istek ve ideallerinin gerçekleşmesinin önkoşulu olan partileşmeye doğru yürümek için, vazgeçilmez unsur olan örgütsel birlik sağlanmış ve sıra ideolojik, politik birliğin oluşturulmasına gelmişti. Bu görevlerin yerine getirilmesi için, yetkin kadrolar aralarında görev bölümü yaparak Marksizm-Leninizmi incelemeye başlayarak işe koyuldular. 
1975’de THKO özeleştiri yapıp, devrimin bir grup öncünün değil, kitlelerin eseri olduğu gerçeğinden hareket ederek sınıf dışı küçük burjuva anlayışı mahkûm etti. Küçük burjuva devrimciliğinin mahkûm edilmesi ve örgütün proleter ideolojik-politik hatta oturtulması, birçok zorlukların bertaraf edilmesi ile gerçekleştirildi. Hareketin proletarya sosyalizmine doğru çekilmesi esnasında ülkede küçük burjuva devrimciliği revaçtaydı. Bu örgüte karşı bir karalama kampanyasını beraberinde getiriyordu. Bu karalamaların başında “THKO’nun mirasının reddedildiği” suçlamaları geliyordu. Bu suçlamaları yürütenler, geçmişten ders çıkaramayan ve olduğu gibi devam ettirmeye çalışanlardı. Bu anlayış sahiplerinden birçoğu bugün düzene bağlanmış durumdalar, bazıları da “tutarlılık” adına benzer şeyleri tekrarlamayı sürdürüyorlar. Oysa devrim ve sosyalizm davasına baş koymuş militanlar, işçi sınıfı ve hareketi ile birleşmeye yönelerek küçük burjuva devrim ve örgüt anlayışını reddederken, onun yerine proleter devrimciliği, proletarya sosyalizmini, Leninist devrim ve parti anlayışını koyuyorlardı. Bunu yaparken de, THKO’yu ve önder kadrolarını, “kendilerini halka adamış, devrim ve sosyalizm davasına samimiyetle inanmış, bu uğurda canlarını vermiş halkın yiğit devrimci evlatları” olarak tanımlıyor ve “partinin onur üyesi” ilan edip sahipleniyorlardı. Devrimci sorumluluk Marksizm-Leninizme sarılmayı ve bu yolda çaba sarf etmeyi gerektiriyordu. Küçük burjuva hatta ısrar ve geçmişi aynen tekrar etmeye çalışma sorumlu devrimcilerin yapacağı şey değildi.
Hareketin ileri ve önder kadroları, ideolojik, politik ve örgütsel anlayış olarak kendilerini yenileyip örgütü Marksist-Leninist bir hatta çekerken, aynı zamanda, günün devrimci görevlerini yerine getirmekten de geri kalmıyordu. Ülkede kitle hareketi gelişiyor ve devrimci mücadele yükseliyordu. Hareket, bu koşullara bağlı olarak illegal ve legal mücadeleyi birleştiriyor ve günün koşullarına uygun araçları devreye sokuyordu. İllegal olarak Yoldaş dergisi ve legal olarak Halkın Kurtuluşu gazetesi yayımlanıyordu. İllegal gençlik örgütü ve legal olarak yurtsever devrimci gençlik dernekleri oluşturuluyordu. Mahallelerde, sokaklarda, lise ve üniversitelerde mücadele yükseliyor, fabrikalarda ve işyerlerinde grevler, direnişler yaşanıyor, ülke genelinde yasal ve yasadışı gösteriler, mitingler yapılıyordu. Halk hareketinin geliştiği bu ortamda, sınıfın partisi olma yolunda örgüt de gelişiyor ve her geçen gün daha da güçleniyor, yığınların içerisinde kök salan ve maddi bir güç olan örgütlerin başında geliyor, halk kitleleri üzerindeki siyasal etkisi yaygınlaşıyordu. Bu siyasi ortamda faaliyet yürüten ve emek hareketine bağlanmakta olan örgütün yüzlerce militanı, sivil faşistlerin ve militarist güçlerin kurşunlarına hedef oluyor, barikat başlarında ve sokak çatışmalarında devrim ve sosyalizm uğruna şehit oluyorlardı. Binlerce militanı gözaltına alınıyor, çoğu tutuklanarak cezaevlerine dolduruluyordu.  
Devrimci proleter hareket, daha çok emekçilerin yaşadığı gecekondularda, üniversitelerde, ortaöğretim kurumlarında, emekçi gençliğin çalıştığı sitelerde gelişip güçleniyor, işçi sınıfı içinde, fabrika ve atölyelerde ise gelişip güçlenmekte zorlanıyordu. Bunun en temel nedenlerinden birisi, küçük burjuva maceracı bakış açısı terk edilirken, dünyada büyük bir üne ve siyasal etkiye sahip olan Maoculuktan etkilenmiş olunmasıydı. Devrimde işçi sınıfının rolünü ideolojik önderliğe indirgeyen anlayışlara karşı mücadele yürütülürken, aynı zamanda, “devrim kitlelerin eseridir”, “parti, işçi sınıfı hareketiyle sosyalizmin birliğidir” ilkesinden hareket eden devrimci örgüt, Maoculuğun reddedilmesi ile birlikte, işçi sınıfı içerisindeki çalışmalara ağırlık verdi. İşçi sınıfı içindeki çalışmaların temel alınmasıyla birlikte, kadrolarının ağırlıklı bölümü fabrika ve atölyelerdeki çalışmalarda görevlendirildi, faaliyetler bu alanlarda yoğunlaştırılmaya başlandı.
1975 özeleştirisiyle küçük burjuva devrimciliğinin mahkûm edilmesi ve Marksizmin-Leninizmin incelenip araştırılması sürecinde Maoculuğa kayılması yanlışı ile birlikte, örgütsel alanda da küçük bir grupla birleşilmesi, yine örgüte zararlı etkiler taşıdı. Bu grup, örgüt içinde resmen bir hizip faaliyeti yürüttü ve hatalı tezlerini harekete dayattı. Bu hizip, devrimci örgütün en güçlü olduğu, hızla geliştiği, kitleler içerisinde siyasal etkisinin hissedilir düzeyde arttığı, ülkedeki devrimci gruplar içerisinde en büyük kitleye sahip olduğu bir dönemde ortaya çıktı ve gelişmeye büyük zarar verdi. 1977 Mayısı’nda hizbin, örgütün bünyesinden atılmasıyla birlikte proleter devrimci hareket, kısa bir sürede örgüt olarak hem daha da gelişip güçlendi, hem de Leninist örgüt ve parti anlayışının kavranılıp hayata geçirilmesinde ileri adımlar atmaya yöneldi.
Maoculuğun reddedilmesi ve 77 Hizbinden arınılmasıyla birlikte, ideolojik-teorik inşa çalışmalarına hız verildi ve politikalar netleştirilmeye başladı. Bu dönemde teorik yayın organı Parti Bayrağı yayımlandı. Parti Bayrağı, üzerine düşen işlevi başarıyla yerine getirdi. Sınıfla bağlanması ilerleyen, proleterleşme yönünde yürüyen devrimci hareket, hemen her alana yönelik politika ve görüşlerini (parti ve örgüt, devrim, devrimde işçi sınıfının rolü, ittifaklar, cephe, faşizm, ulusal sorun, sosyalizm, sosyo-ekonomik yapı vb.) derli toplu  ve sistemli olarak yayınlamaya başladı. Kimi siyasal yapılarla olumlu ve geliştirici polemikler yaptı.
Hareket, ülke içerisindeki görevlerini yerine getirirken, uluslararası görevlerini de ihmal etmedi. Çok genç bir hareketti; fazla deney ve tecrübeye sahip değildi. Buna rağmen uluslararası komünist hareketle ilişkiye geçerek, deney ve tecrübelerinden yararlandı. Uluslararası komünist hareket ve önderlerinden Enver Hoca yoldaşın ön açıcı değerlendirme ve önerilerinden yararlanarak, ideolojik, politik ve örgütsel olarak kendisini yetkinleştirme fırsatı buldu. Uluslararası komünist hareketin bir parçası ve ülkemizdeki temsilcisi olarak örgütlenip mücadeleyi omuzladı.
Aslında proleter devrimci hareketin, sınıf bakış açısına bağlı olarak, işçi sınıfı içerisindeki mevzilenmesini bundan sonra sağlamlaştırma yoluna gittiğini söylemek doğru olacaktır.
Sosyalizme bağlılıkla devrimci anti-emperyalist demokratik mücadeleler içinden süzülüp gelen örgüt, işçi sınıfının devrimci komünist partisini oluşturmak üzere partileşme sürecinde yürürken, o dönemde bir dizi farklılıklarıyla görece benzer bir süreç yaşayan ve birçok alanda güç ve eylem birliği yaptığı kimi siyasal yapılanmalara, “proleter devrimcilerin birliği” anlayışından hareketle, proletaryanın partisini birlikte inşa etme çağrısını yaptı. Bu çağrı, dar grup zihniyetine sahip unsurlar tarafından reddedildi ve sözü edilenler, kendi gruplarını yaşatma tutumunda ısrar ettiler. Dar grupçu zihniyet sahipleri, sınıfın devrimci komünist partisinin oluşması ile birlikte anti-parti gruplar pozisyonuna düşerek, varlıklarını sürdürmeye çalıştılar. Aynı gruplar, yaklaşık yirmi yıl sonra “kendi” partilerini kurma yoluna gittiklerinde, partimizin oluşumuna ilişkin tutumlarına, zoraki olarak, “yanlıştı” demekle yetindiler. Bu değerlendirmelerinin asıl nedeni, “kendi” partilerini oluşturduklarında, parti-öncesi proleter devrimci örgütün, partileşme sürecinde sınıf içerisindeki mevzilenişi, halk kitleleri ve gençlik üzerindeki gücü ve siyasal etkisiyle karşılaştırılamayacak kadar geri durumda bulunmalarıydı.
Proleter devrimci hareket, ideolojik, politik, örgütsel birliğin sağlanmasıyla birlikte, Türkiye proletaryasının partisini oluşturmak amacıyla 1978’de Konferansını topladı. Toplanan bu Konferans’la devrimci sınıf partisini yaratma amacıyla parti-inşa örgütünü oluşturdu. İnşa örgütü, önüne konan görevleri yerine getirerek, proletarya partisinin Kuruluş Kongresi’ni topladı. 1980 Şubat’ında toplanan Kongre, Türk ve Kürt ulusundan ve diğer milliyetlerden oluşan Türkiye proletaryasının devrimci komünist partisinin kurulduğunu ilan etti.
Türkiye proletaryasının öncü partisine kavuşması ülkenin dört bir tarafında coşku ve eylemlerle kutlandı. Partinin kurulup ilan edilmesi ile birlikte Denizlerin, Sinanların, İnanların, Cihanların özlemleri gerçekleştirilmiş oluyordu. Parti’nin Kuruluş Kongresi’nde ideolojik, politik, örgütsel tezleri kabul edilip onaylandı. Ve –kuşkusuz bir dizi düzeltmeyle– esas olarak bugün de partinin üzerinde hareket ettiği ideolojik-politik hat ve devrimci program yaratılmış oldu.
Devrimci komünist partisinin kurulmasıyla, Türkiye proletaryası gerçek anlamda Marksist-Leninist öncüsüne kavuşmuş oluyordu. 1920 Eylül’ünde Mustafa Suphi ve yoldaşları tarafından Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin ömrü çok kısa sürmüştü. Türkiye Komünist Partisi kurulduğunda, ülke emperyalist güçler ve Yunan gericiliği tarafından işgal edilmişti. Ülkeyi, işçilerin ve köylülerin önderliğinde verilecek mücadele ile emperyalist işgalden kurtarmak amacıyla Anadolu’ya gelen TKP’nin kurucu ve önder kadroları Kemalist güçler tarafından pusuya düşürülerek Karadeniz’in sularında boğuldular. Ülke içerisinde işçiler, emekçiler ve aydınlar Proleter Ekim Devrimi’nden ve Sovyetler’in sürdürdüğü dostane ilişkilerden önemli derecede etkilenmişlerdi ve bunun sonucunda güçlü bir Bolşevik hayranlığı oluşmuştu. Bu nesnel koşullar komünistlerin ulusal kurtuluş mücadelesi yürütmesi için önemli bir zemin yaratıyordu. Bu durumu iyi bilen ve sömürücü sınıflara, ticaret burjuvazisine ve askeri bürokrasiye dayanan Kemalist güçler, daha doğuş aşamasında TKP’yi ortadan kaldırmak için harekete geçmişlerdi. Hem TKP’yi fiziki olarak yok ettiler, hem de halk kitlelerini aldatmak için Resmi TKP’yi kurdular. İnandırıcı olmak için, başta Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Celal Bayar olmak üzere, dönemin ileri gelenleri Resmi TKP’nin üyeleri oldular. Gerçek TKP’nin ortadan kaldırılmasından belli bir zaman sonra, Resmi TKP de, oluşturanlar açısından tehlikeli olmaya başladı ve “işlevini tamamladı” gerekçesi ile kurucuları tarafından ortadan kaldırıldı.
Mustafa Suphi ve on dört yoldaşının katledilmesi, daha başından TKP’nin faaliyet yürütmesini engelledi. Mustafa Suphilerin katledilmesinin ardından TKP’nin başına geçen Şefik Hüsnü ve ekibi, esas olarak, “Kemalizm’i soldan sıkıştırma ve buna bağlı olarak demokratik görevlerin yerine getirileceği” anlayışını geliştirerek, Kemalizm’e soldan destek veren sağ oportünist bir zemine kaydı. Süreç içerisinde, yurtdışında konumlanarak, ülke içerisinde faaliyet yürütemeyen bir pozisyona düştüler. Sonunda, Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan modern revizyonizme bağlanarak onun temsilcisi durumuna geldiler.
Devrimci komünistler ideolojik ve politik olarak kendilerini yenilerken, yerine getirdikleri temel görevlerden birisi, elli yıllık revizyonist hareketle hesaplaşmak oldu. Parti, bu tutumuyla revizyonizmle birlikte, revizyonizme, reformizme ve parlamentarizme karşı tepki olarak çıkan küçük burjuva devrimci radikalizmini de sınıfsal ve Marksist zeminde eleştirerek proletarya sosyalizminin savunuculuğunu üstlendi. Bunun pratikteki anlamı, Mustafa Suphi TKP’sinin mirasına ve ’71 devrimci hareketinin olumlu yönlerine sahip çıkmaktı. 
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden hemen önce kurulan devrimci komünist partisi, cuntanın saldırıları sonucunda önemli darbeler almasına rağmen, ağır illegalite koşullarında mücadelesine ve direnişine devam etti. Partinin en değerli militan ve kadroları cuntanın saldırıları sonucunda katledildi. Hasan Asker Özmen, Ekrem Ekşi başta olmak üzere birçok yoldaş, işkencehanelerde partiyi ve yoldaşlarını korumak için seve seve can verdi, ama, 1976’da Diyarbakır işkencehanesinde katledilen İsmail Gökhan Edge yoldaştan devraldıkları direniş bayrağını yere düşürmediler. Genç komünist Erdal Eren, Denizlerin idam sehpasında sergiledikleri devrimci tutumu sürdürerek halka, devrime ve partiye bağlılığını darağacında haykırdı.
Sınıfın devrimci partisi, bu dönemde sadece cuntanın saldırılarıyla karşılaşmadı. Gericilik ve saldırıların yoğunlaştığı dönemlerde diğer komünist partilerin karşılaştığı tasfiyeciliği de kendi bünyesinde yaşamak zorunda kaldı. Ülke içerisinde faaliyet yürütmenin koşullarının alabildiğine zorlaşmasıyla parti kadrolarının önemli bir bölümünün yakalanması ve cezaevlerinde olmasını fırsat bilen bir grup tasfiyeci, partinin kimi hata ve eksikliklerini öne çıkararak, onu tasfiye etmeye çalıştılar. Ama tasfiyeciler, kendilerini avantajlı gördükleri anda yenilgiye uğratıldılar ve partiden tasfiye edildiler. Tasfiyecilerin partiden atılmasıyla, parti, hata ve eksikliklerinin üstünü örtme tutumuna gitmedi. Tam tersine, daha güçlü ve sorunlardan arınmış bir biçimde faaliyetini yürütmek için hata ve eksikliklerini belirleyip cesaretle üstüne gitti. Bu tutum, çok net şekilde 1990’da gerçekleştirilen 1. Genel Konferans’ta görüldü.
Devrimci komünist parti, tasfiyecilerin yenilgiye uğratılıp partinin bünyesinin dışına atılmasının ardından, birçok olanaksızlıklar içinde yeniden toparlanıp örgütlenmeye başladı. Tarihe ’89 Bahar Eylemleri olarak geçen işçi eylemlerinin yaygınlaştığı ve geliştiği dönemde parti, sınıf içinde etkisini artırarak güçlendi. Aselsan, Tepe Mobilya, 1990 1 Mayıs’ı gibi kimi işçi eylemlerinin belirleyicisi oldu. Partinin işçi sınıfı içerisindeki etkisinin artması, diktatörlüğün de dikkatini çekti. Parti, bu dönemde de çeşitli operasyonlarla yüz yüze kaldı. Proletarya partisinin ideolojik, politik kimliğini kişiliğinde somutlayan ve işçi sınıfının örnek devrimci militanlarından birisi olan, tarihe partimizin Babuşkin’i olarak geçen İmran Aydın yoldaş, 1991 Mart’ında Ankara’da işkencede katledildi. Önceliyle birlikte parti militanlarının işkencede sergilemiş olduğu tutumu kendisine örnek olan İmran Aydın, aynı geleneği sürdürerek, yoldaşları ve partisi ile ilgili hiçbir sırrı işkencecilere vermedi, ideolojik ve politik sağlamlığını, örgütsel alanda da gösterdi.  Partisiyle bağlarının koptuğu dönemde, işçi olarak çalıştığı Ankara Siteler’de, sanki partiyle fiilen ilişkideymiş gibi faaliyetlerine devam etmiş, parti kendisi ile yeniden ilişkiye geçtiğinde, hazır örgütlü bir yapı sunarak gerçek bir partilinin nasıl yaşaması ve mücadele etmesi gerektiğini göstermişti; aynı sebatkar, kararlı militan tutumu son anına kadar korudu. Aynı dönemlerde  Engin Egeli yoldaş, bir üniversite öğrencisi olarak, kendisini bağladığı işçi sınıfı mücadelesi içinde, partisinin verdiği görevler doğrultusunda İstanbul Merter’de işçiler arasında çalışma yürütürken katledildi. İşçi sınıfı mücadelesine kendilerini bağlayan, onun çıkarlarından başka çıkarları olmayan, işçi sınıfı hareketi ile sosyalizmi birleştirmeye çalışan işçi sınıfı partisinin en değerli militanları, işçi sınıfı devrimciliğinin nasıl olması gerektiğini yeni kuşak yoldaşlarına kanları, canları pahasına öğreterek, şanlı bir miras bıraktılar.
Proletarya partisi, açık olarak gelişen işçi eylemlerinin ve kitle hareketinin yaratmış olduğu olanaklardan, bu eylemlerin öne çıkarttığı öncü işçiler içerisindeki siyasal etkisine de dayanarak, yeni örgüt ve mücadele biçimlerini devreye sokarak, en ileri düzeyde yararlanmasını bildi. İşçi sınıfının açık kitle partisini oluşturarak ve günlük yayın organını çıkartarak sınıf ve kitle hareketine doğrudan müdahale etme becerisini gösterdi.
İşçi sınıfı ve emekçilerin aydınlatılması ve örgütlenmesinde, ülke genelinde gerçekleşen grev, direniş, gösteri gibi eylemlerinin bilgisinin birleştirilerek ezilen ve sömürülenlere ulaştırılmasında, işçi sınıfı devrimciliğine bağlanmış gazeteciliğin nasıl olması gerektiğini Metin Göktepe yoldaş yaşamı ve mücadelesiyle bizlere gösterdi. Aynı şeyi, Diyarbakır’da hemen hemen yalnız başına, Namık Tarancı yoldaş örnekledi.   
Bir partinin üstlenmiş olduğu tarihsel mirası, taşıdığı sıfatlara uygun olarak yerine getirmesinin temel koşullarından biri, ideolojik, politik ve örgütsel olarak sürekli bir biçimde kendisini yenilemeyi ve geliştirmeyi başarabilmesidir. Proletarya partisi, 1996’da gerçekleştirdiği 2. Genel Konferans’ında ortaya konulan, işçi örgütlerinin toplamından oluşan ve kendisini yenileyerek geliştiren anlayışla hareket etmektedir. Kuşkusuz sözü edilen yenilenme ve kendisini geliştirme, bolca örneği görüldüğü üzere, devrim ve sosyalizm davasından vazgeçerek, örneğin “özgürlükçü sosyalizm” arayışıyla değil, tam tersine, devrimci görevlerin yerine getirilmesi için Marksist-Leninist ideolojiden sapmadan, günün koşullarına uygun olarak, karşılaştığı sorunları anlayan ve çözebilme yeteneği gösteren bir yenilenmedir. Bunların yapılabilmesi için, örgütsel devamlılık ve bütünlüğün korunmasının esas olduğu şüphesizdir. İşçi sınıfının devrimci partisi, otuz beş yıllık mücadelesi boyunca her kuşaktan devrimciyi bünyesinde buluşturarak, bu görevini de başarıyla yerine getirmektedir. Edinmiş olduğu deney, birikim, tecrübe ve ideolojik ve politik olgunluk ve yetkinliğe, başından beri gerçekleştirdiği ve büyük önem verdiği örgütsel bütünlük ve süreklilik sayesinde ulaşmıştır. 
Parti, politik mücadelenin yanında, ideolojik mücadeleye de büyük bir önem vermekte ve bu görevini asla ihmal etmemektedir. Bu alanda üzerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirmek için tüm olanaklarını seferber etmektedir. Burjuvazinin, sosyalizmden geriye dönmüş olan revizyonist ülkelerdeki gelişmelere bağlı olarak “sosyalizm öldü” demagojisiyle birlikte sosyalizme karşı saldırıya geçtiği anda, parti, karşı saldırıya geçerek burjuva kültür ve ideolojiye karşı savaş açtı. Sistemli ve kesintisiz olarak yayınladığı teorik yayın organı ve kültür dergisiyle, Marksist-Leninist klasiklerle, sosyalizmin ve sosyalist inşanın baş yapıtlarını, her alandaki kazanımlarını anlatan kitapları yayınlayarak cevap verdi; sosyalist ideoloji ve kültürü en geniş kitlelere taşımaya girişti.
Uluslararası komünist hareketin değerlerine sahip çıkılarak yeniden yapılandırılması, örgütlenmesi ve canlandırılması için yürütülen çalışmalarda, Türkiye işçi sınıfının öncü müfrezesi olarak parti, aktif görev almaktadır. İdeolojik, politik olgunluğuyla tüm deney ve birikimini aktararak, gerçekleştirilen faaliyetlerde etkin bir güç olmaktadır. Uluslararası komünist hareketin sorunlarının tartışıldığı sistemli olarak yapılan konferanslarla, belirlenen periyotlarda çıkartılan ve birçok dilde yayınlanan yayın organıyla, komünist hareketin uluslararası birliğine katkıda bulunulmaktadır. Uluslararası işçi hareketinin sorunlarının tartışıldığı sendikal toplantıların yapılması, uluslararası komünist hareketin ve sosyalizmin, emperyalist kapitalizme ve faşizme karşı elde ettiği başarılar ve zaferlerin bugünkü kuşaklara aktarılması, buna bağlı olarak tarih çarpıtıcılarının yalanlarının boşa çıkartılması, komünist önderlere sahip çıkılması vb. amaçlarla başlatılan kampanyalar örgütlenmesi – tümü yine bu kapsamdadır. Parti, “enternasyonal görevlerini yerine getirmeyen bir parti, gerçek ve tutarlı bir komünist partisi olamaz” ilkesinden hareketle, bütün ciddi komünist partilerin yaptığı gibi, ülke içerisindeki görevlerini yerine getirirken, enternasyonalist görevlerini asla unutmamaktadır.
İşçi sınıfının devrimci komünist partisi, otuz beş yıllık mücadelesinde, birçok olumluluklar ve olumsuzluklar yaşadı. Hiçbir zaman başarılarıyla övünme yoluna gitmedi; hata ve eksikliklerinin üzerine cesaretle giderek, hiçbir zaman üstünü örtme tutumu almadı. Eksiklikleri ve yanlışlarından dolayı işçi ve emekçilere özeleştiri yapmaktan kaçınmadı. Başından itibaren, yanlış ve eksikliklerine vura vura sınıf kavgasının içerisinde doğdu, gelişti ve büyüdü.
Sahip olduğu hasletleriyle geleceğin kuruluşunun başında yer alacağından kuşku duyulamaz.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑