Büyük Ortadoğu Projesi ya da paylaşımın yeni adı

ABD tarafından ortaya atılan BOP (Büyük Ortadoğu Projesi), hemen hemen son aylarda üzerinde en fazla tartışılan uluslararası politika konusu oldu. Bugün olup bitene bakıldığında, BOP’a yönelik ilginin ve tartışmanın her geçen gün artacağını öngörmek gerekmektedir. Çünkü Ortadoğu’yu, çevresini ve İslam dünyasını yeniden yapılandırma iddiasındaki bu ”projenin”, önümüzdeki birkaç on yıla damgasını vurması bekleniyor.
Bunun da ötesinde; Afganistan, Irak işgal edildi, Libya hizaya sokuldu, Suriye ve İran sürekli tehdit altında, Azerbaycan ve Gürcistan’da Amerikancı yönetimler işbaşına getirildi, Orta Asya’da ABD üsleri kuruluyor vb.. Bütün bunlar, ”proje” değil gerçek, ve ABD zaten işbaşında.
Öte yandan, ABD, Haziran ayı sonunda İstanbul’da yapılacak NATO Zirvesi’nde projeye ilişkin önerilerini –dayatmalarını– gündeme getirecek. Daha önce G-8’lerin toplantısı var, ve BOP’un, ABD tarafından, burada da gündeme getirileceği biliniyor. “Yemek”, muhtemelen G-8’lerin toplantısında pişirilecek ve NATO toplantısında “servis” yapılacak.
Bütün bunları dikkate alarak, BOP’u, hiç olmazsa ana çizgileri ile de olsa irdelemek gerekiyor. Üzerinde bu kadar tartışılan BOP nedir, ABD bu projeyi ortaya atmakla neyi amaçlamakta, dünya halklarını nasıl bir girdabın içine çekmeye çalışmaktadır? Dahası bu ABD projesi çerçevesinde Türkiye’ye nasıl bir rol biçilmektedir?

BOP NEDİR VE HANGİ AMACI GÜTMEKTEDİR?
BOP nedir sorusunu ortaya atarken, şimdilik, bununla, sahiplerinin projeyi açıklarken verdikleri tarifi kastediyoruz. ABD ve onun stratejik çıkarlarını savunan kurum ve kişiler, bu projeyi nasıl açıklıyorlar, hangi ambalaj içerisinde dünya kamuoyuna takdim ediyorlar?
Öncelikle, projenin ortaya attığı ”Büyük Ortadoğu” neresidir sorusunu yanıtlamak gerekiyor. BOP’u ortaya atanlar, bu soruyu, “bir taraftan Cebelitarık Boğazı’ndan –Fas’tan– başlayarak, Batı Afrika, Akdeniz kıyısındaki Kuzey Afrika ülkeleri, tüm Ortadoğu ve İsrail, Türkiye ve Hindistan sınırına kadar olan bölge, diğer taraftan Kafkaslar ve tüm Orta Asya’dan, Çin Seddi’ne kadar olan bölge” olarak yanıtlıyorlar. Bütün bu alanın merkezinde ise, kolayca tahmin edilebileceği gibi, Ortadoğu’nun petrol bölgesi bulunuyor. Projenin kalbinin attığı yerin Ortadoğu olduğunun altını kalınca çizmek gerekiyor. Projenin coğrafyası böyle. Peki ama, bu projeye neden gerek duyuluyor?
BOP, ABD emperyalizminin ideologları tarafından, “yüzyılın medeniyet ve uygarlık projesi” olarak takdim ediliyor ve savunuluyor. Peki, ama neden, bu bölge seçiliyor ve tüm hesaplar bu bölge üzerine yapılıyor? Bunun yanıtı da şöyle veriliyor: ABD’ye göre, Ortadoğu bölgesi, ‘uluslararası terörizmin ekildiği ve üretildiği’ esas alandır. Tüm dünyanın güvenliği açısından, bu alan içindeki bütün ülkelerin demokratik bir siyasi sisteme ve piyasa ekonomisine kavuşturulması gereklidir. Bu gereklilik, bölge halklarının istemlerine bırakılamaz. Gerektiğinde güç kullanılarak, bu ‘düzen sağlanmalıdır’.*
Demek ki, isim babaları, BOP’u, ”uluslararası terörizme karşı” bir mücadele ve uygarlık projesi olarak adlandırıyorlar; ve 22 ülkeyi kapsayan projenin, bu bölgeye siyasi olarak demokrasiyi, ekonomik olarak da liberalizmi getirerek, bu soruna –terörizm– kökten bir çözüm bulacaklarını ya da onun üzerinde sıkı bir kontrol kurabileceklerini ileri sürüyorlar. Buradan, ABD ve bazı diğer emperyalist devletlerin, terörizmin panzehiri olarak ”serbest piyasa ekonomisini” gördüklerini anlıyoruz! Yani işsizlik, yoksulluk ve geleceksizliği sürekli üreterek, kitleler arasında kapitalist tekellere ve emperyalist büyük devletlere karşı öfke ve nefreti her geçen gün daha fazla körükleyen sistemi! Siyasi demokrasi ise, sözde reformlar ve modernizm adına, “akıllı” bombalar ve diğer kitle imha silahlarıyla halklara dayatılan “kol-bacak koparan demokrasi” olarak, bu bulamacın sosu oluyor ve ortaya bu yüzyılın ”harikası” çıkıyor.
Projeyi ortaya atan ABD, böylece, bol pembe rengin kullanıldığı bir ”büyük Ortadoğu” tablosu çiziyor ve tüm ”uygar uluslar”dan bu projeye katkı beklediğini ilan ediyor. Kadınlar özgürleşecek, demokrasi ve piyasa ekonomisi gelişecek, bölgede barış ve refah hüküm sürecek, insanlık terörizm belasından kurtulacak, kitle imha silahları tehlikesi ortadan kalkacak vb. vb.! Kan, gözyaşı, işgal, savaş, terör vb.den başını kaldıramayan –üstelik bu belalarla, neredeyse yalnızca ABD’nin “projeleri” ve “demokrasi aşkı” adına yüz yüze kalan– insanlık için, daha iyisini bulmak oldukça zor olacak! Burada, belki şunları yeniden hatırlamak yerinde olacak: Biz bu lafları, “Yeni Dünya Düzeni” safsatalarının pazarlanmasında da çok duymuştuk. Ama ne oldu da dünyanın çivisi çıktı!
Gerçekte ABD’nin amacı ne?
Büyük Ortadoğu Projesi birden bire ortaya çıkmadı. ABD, Doğu Bloku’nun yıkılmasının ardından, zaferin asıl sahibi olarak; tek süper güç olmanın avantajlarını kullanarak, egemenliğini kalıcılaştırma ve yaygınlaştırmaya, dünyanın, kendisi ile rekabet edilemeyecek ve boy ölçüşülemeyecek tek emperyalist gücü olmaya, ”imparatorluğunu” kurmaya yöneldi. ABD, tek süper güç olarak, Başkanı Bush’un sözleri ile, “21. yüzyılı, Amerikan yüzyılı” yapmaya koyuldu. Bush, ”Tarihin geri kalanı”nı ABD’nin yazacağını ilan ediyordu. Bu amaçla, ABD, Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni ilan etti. Bu doktrin başlıca 4 temel hedefe yönelikti:
1. ABD askeri gücünün, nükleer silah kullanma ve rejim değiştirme dahil, “hedef ülkelerin, tehdit yeteneği kazanmadan vurulması” esasına göre kullanılması,
2. Herhangi bir uluslararası anlaşma veya uluslararası örgütün Washington’un kararlarını sınırlamasının reddi,
3. Herhangi bir stratejik rakibin (ekonomik veya askeri) ortaya çıkışının engellenmesi,
4. ABD’nin siyasi çıkarları bağlamında, askeri ve siyasi gücünün, açık bir şekilde ortaya konması ve kullanılması.**
Bu doktrin; gerici ve saldırgan emperyalist amaçlarını açıkça ilan eden ABD’nin; geçmişte de bolca başvurduğu müdahale ve işgalleri –Afganistan ve Irak’a saldırısı ve işgali, Latin ve Orta Amerika’daki müdahale ve işgalleri–, bundan sonra daha pervasızca uygulayacağının bir kez daha ilan edilmesi anlamına geliyordu. Enerji ve uluslararası geçiş yollarının merkezi olan Ortadoğu’nun, ABD’nin stratejik planları içerisinde merkezi bir yer tutmaması ise, düşünülemezdi bile. ABD’nin, Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını, Hazar havzasını, enerjinin geçiş yollarını tam bir kontrol ve denetim altına almadan dünya hakimiyetini sürdürmesi, ”doktrini” uygulayabilmesi olanaksızdır. Hem diğer emperyalistlerin gırtlağına basmak hem de bölgedeki halkların hareketini ezmek için, bölgeye egemen olmak gerekiyor, ve, ABD’nin büyük Ortadoğu projesi ile yapmak istediği işin özünü de, aslında, bu oluşturuyor. Ancak bu emperyalist amaç; uluslararası terörizmi önlemek, bölgeyi kitle imha silahlarından arındırmak, demokrasi getirmek vb. türünden bir ambalajla takdim edilmektedir.
Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı William J. Burns, Kasım 2003’teki konuşmasında, doğrudan proje ile ilgili olarak, şunları söylemektedir:
”Büyük Ortadoğu Projesi dört ana hattan oluşur. a) Irak’ın stabıl (istikrarlı- A.Y.) hale getirilmesi ve demokratik bir yapının tutturulması, b) İsrail Filistin uyuşmazlığı, c) Terör ve kimyasal silah tehdidinin giderilmesi, d) Bölge ülkelerini ekonomik ve politik desteklemek.”
Aşağı yukarı az önce yukarıda çizilen pembe tabloya uyan bir tarif! Ancak bu sözlerin ve yukarıda ilan edilen pembe görüntülü BOP tablosunun üzerini kazımak, tablonun altında saklı olan asıl resmi ortaya çıkarmaya devam etmek gerekiyor. Bunu yapmaya giriştiğimizde, ortaya çıkan görüntü hemen hemen şöyledir:
Enerji ve petrolün büyük devletler arasındaki mücadelede stratejik bir öneme sahip olduğunu biliyoruz. Bu önem, petrolün ve diğer enerji kaynaklarının salt parasal değerinden kaynaklanmıyor. Asıl ve belirleyici olan, bu stratejik maddelerden yoksun olan güçlerin adeta ”kıpırdayamaz” duruma gelecek olmalarıdır. Bu, sadece savaş makinelerinin stop etmesi değil, uygar günlük yaşamı sürdürmede de büyük ve içinden çıkılamaz güçlüklerle karşı karşıya kalmaları anlamına geliyor. Yakın dönemde bu enerji kaynaklarının yerine kullanılabilecek farklı kaynakların bulunabileceklerine dair bir belirtinin ortada görünmemesi ise, petrol ve doğalgazın ve bunların deposu olan bölgenin önemini büyütmektedir.
Petrole ilişkin olarak, bizzat ABD uzmanlarının yaptıkları hesaplamalara göre; dünya petrol ihtiyacı, 2030 yılına kadar, her yıl yüzde 1.6 oranında artarak, günde 75 milyon varilden 120 milyon varile yükselecektir. ABD, 2020 yılında, ithal edilecek petrol için yıllık 150 milyar dolar ödemek zorunda kalacaktır. Bu tarihe kadar, Çin’in petrol ithalatı yüzde yüz artarken, Avrupa ülkeleri ise, petrol ihtiyaçlarının yüzde 92’sini ithal etmek zorunda olacaklardır. Küresel petrol ihtiyacını karşılayacak en önemli kaynak Ortadoğu olacaktır.
Dünyanın kanıtlanmış petrol rezervlerinin yüzde 66’sı Ortadoğu’dadır. 2020 yılında Ortadoğu ülkelerinin, dünya petrol ihracatının yüzde 46’sını karşılayacağı hesaplanmaktadır.
Ortadoğu’nun petrol rezervleri; yüzde 36 ile Suudi Arabistan’da, yüzde 16 ile Irak’ta, yüzde 13 ile İran’da, yüzde 14 ile Birleşik Arap Emirlikleri’nde ve yüzde 13 ile Kuveyt’te yoğunlaşmıştır. Ayrıca, dünyanın kanıtlanmış doğalgaz rezervlerinin yüzde 34’ü de Ortadoğu’dadır.*** “Proje”yle Ortadoğu “büyütüldüğü”ne göre, bunlara Orta Asya’nın zengin enerji kaynaklarını ve madenlerini, Hazar havzasını da dahil etmek gerekiyor ki, Ortadoğu, ABD’nin siyasal-stratejik amaçlarının yanı sıra bu nedenle “projelendirilip” “büyütülmekte”dir.
Yukarıdaki tablo sanırız yeterince açık ve ikna edicidir. Petrol ve enerji kaynaklarını, bunların geçiş yollarını elinde bulunduran güç, diğer güçlere karşı tartışmasız bir üstünlük kazanmakta, onları hizaya getirmenin, gerekirse teslim almanın olanaklarını elinde bulundurmaktadır. Ayrıca bu geniş bölgedeki sadece bugün bulunmuş ve işletilmekte olan, kanıtlanmış rezervler değil, bulunması muhtemel kaynaklar ya da sonradan değerlenebilecek kaynaklar da dikkate alınmalıdır. Emperyalist paylaşım, bunlar da hesaplanarak yapılıyor; uzun vadeli adımlar atılmaya çalışılıyor.
Bütün bunlardan sonra, ABD’nin BOP’u ortaya atarak başlıca şu gerici, emperyalist hedeflere ulaşmayı amaçladığını ileri sürebiliriz.
1) ABD, ”doktrin”de ilan ettiği gibi, tek süper güç olarak egemenliğini sağlamlaştırma ve yaygınlaştırmanın peşindedir. Bunun en temel dayanaklarından birisi, Ortadoğu’ya ve bu bölgenin –Hazar vb. – çevresine, zengin enerji kaynaklarına ve geçiş yollarına egemen olmaktır. Böylece, gücüne erişilemeyecek tek süper güç olacaktır.
2) ABD’nin bölgeye ilişkin hesapları, kuşkusuz enerji ve geçiş yolları üzerinden yaptığı hesaplarla sınırlı değildir ve Avrasya olarak da tanımlanan bölgenin siyasal-stratejik önemi ya da belirleyiciliğine de ilişkindir. Enerji ve geçiş yollarının denetiminin yanında, ABD; BOP aracılığıyla, Avrupa, Rusya ve Çin’le “komşuluk” ve onları kuşatıcı üstünlüğün de peşindedir ve bununla süper güç olarak tekliğini dayatmayı amaçlamaktadır.
3) Bu bölge, bugünden ortaya çıkmaya başladığı gibi, gelecekte de anti-Amerikan halk hareketlerin merkezi olmaya adaydır. ABD, burada yaşayan halkları kontrol altına alarak, aralarında düşmanlık ve çatışmalar yaratıp var olanları körükleyerek tam bir egemenlik peşinde koşmakta, böylece bölgede kalıcı olmanın adımlarını atmaya çalışmaktadır.
4) ABD, bütün bunları, tek başına ve belli başlı emperyalist devletlerin desteğini almadan ya da onların bazılarını tarafsızlaştırmadan başaramayacağını az çok bilmektedir. Onlar projeye davet edilmekte, böylece hem halkların karşısına daha büyük bir güçle çıkmanın, ayrıca emperyalist büyük güçler arasındaki rekabetin disiplin altına alınmasının hesapları yapılmaktadır. ABD “paylaşım bölgemiz burası, aslan payı benim olmak üzere, bana tabi olarak, siz de kırıntılar alacaksınız demektedir.” Böylece hem “uluslararası konsensüs”le halklara boyun eğdirilecek, hem de olanaklı olursa, yıkıcı emperyalist rekabet denetim altına alınacaktır. Tutarsa bir hesap da budur! Başta Almanya ve Fransa olmak üzere, tek tek görüşme ve pazarlıklar sürmektedir. Ancak burada emperyalist çıkarların keskinliği belirleyici olacaktır.
5) Bölge ülkelerinden Mısır, İsrail ve Türkiye’ye özel rol ve görevler biçilmekte, bölgedeki gerici rejimler, halkların tehdidine karşı açık emperyalist güvence altına alınarak, halk hareketlerine karşı desteklenmektedir. Bu arada İsrail güvence altına alınmakta, Filistin ve bölge halkları üzerindeki tehdidi sürdürülmektedir.

TÜRKİYE VE BOP
Bir süredir ABD emperyalist çevrelerinden ve bunların ülkedeki Amerikancı uzantılarının ağzından ve kalemlerinden ”Türkiye Modeli” lafları dökülmektedir. Bunlar, ”laik ve demokratik yapısı, ılımlı İslamcı hükümeti, Batı yanlısı tutumuyla” Türkiye’yi örnek ülke olarak göstermektedirler. Ancak işin bu yanının halklara yutturulacak zoka olduğunu, asıl amacın, Türkiye gericiliğini, bölgedeki gücü ve etkisi ile temel vurucu güçlerden birisi haline getirmek olduğunu görmek gerekir. Başbakan Erdoğan ”Diyarbakır’ın bölgenin çekim merkezi olacağını” söylerken, Dışişleri Bakanı Gül çeşitli uluslararası platformlarda –İslam Konseyi vb. – İslam ülkelerini değişmeye çağırırken, ABD’li stratejistlerin kulaklarına üflediklerini yüksek sesle tekrarlamaktan öte bir şey yapmamaktadırlar.
Ülkeyi yönetenler, BOP’la; ”soğuk savaşın” ardından ülkenin, bazı emperyalist çevrelerce dile getirilen jeopolitik öneminin ”hafiflediği” tespitlerinin terk edileceği –Irak saldırısı ile tırmanışa geçen–, bu önemin yeniden artacağı ve “proje” çerçevesinde Türkiye’ye dayatılan pozisyonun kendilerine yeni kozlar kazandıracağını hesap etmektedirler. Emperyalist şeflere, ülkenin ordusu ve insan kaynakları, coğrafi olanakları –şimdiden İncirlik’teki birliklerin düzeyi yükseltildi– dini, bölge ülkeleri ile geçmişte kurulmuş ilişkileri, tarihi ”referans” olarak sunulmaktadır. Egemen sınıflar, tarihin her kavşak noktasında, hassas burunları ile koku alma ve kendilerini büyük güçlerin hizmetine sunmada uzmanlaşmış durumdadırlar. Öyle ki, onlar, efendilerine ”içeriden” bilgilerde vermekte, ”tavsiyeler”de bulunmaktadırlar.
Türkiye’de proje üzerine en fazla konuşanlardan birisi, Dışişleri Bakanı Gül’dür. Gül, ”projenin, sadece ‘güvenlik ve askeri konular’la ilgili ve dayatmacı bir üslupla sunulması veya algılanmasının yanlış olacağı, böyle bir algılama olması halinde, bölge ülkelerinin tedirgin olacağı ve reaksiyon gösterecekleri” uyarısında bulunuyor.”**** ABD’nin Gül’ün bu tavsiyesini dikkate alıp almayacağı bilinmez. Ancak Gül’ün istemeden itiraf ettiği gibi, görmezden gelinip reddedilemeyecek bir gerçek var. Bu projede, ”askeri ve güvenlik sorunları”, petrol ve enerji kaynaklarının askeri yöntemlerle ele geçirilmesi ve güvenlik altına alınması, halklar karşısında olduğu kadar, emperyalistler arası ilişkilerde de enerji ve siyasal-stratejik ilişkiler bakımından dayatmalar boyutuyla, temel bir yer tutmaktadır.
Son olarak, Mart ayı sonlarına doğru ABD’ye giden Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ, projeyi muhatapları ile görüştüklerini açıkladı. Başbuğ şunları söylüyor:
”Burada temel nedenin, terörle mücadelenin daha etkili kılınması olacağına inanıyoruz. Terörü en alt düzeye indirmek için silahlı mücadele dışında, teröre neden olan unsurları ortadan kaldırmak gerekiyor. Bu açıdan Büyük Ortadoğu Projesi’nin yararlı, isabetli olacağı düşüncesindeyiz. Teröre karşı mücadelenin sadece askeri tedbirlerle olmayacağını biz 80’lerden beri söyledik. Eğitimsel, ekonomik, sosyal, kültürel unsurlar da olmalı. Bu girişimin şeffaf olması, tepeden inme, zorlayıcı olmaması gerektiğini de muhataplarımızla paylaştık.”***** Yani, Dışişleri Bakanı Gül’ünkine paralel bir yaklaşım. Ancak bütün bu ”temenniler” emperyalizmin ruhuna aykırıdır ve şimdiye kadar ABD’nin bölgede yaptıkları ortadadır. Projeyi kabul etmek demek, bölgede ABD’nin gerici stratejik amaçlarına bağlanmayı kabul etmek, biçilen görevi yapmak demektir.
Sonuç olarak söyleyebiliriz ki; Türkiye, hem bir Ortadoğu ülkesi hem de Kafkaslara doğru açılan kapı niteliğiyle, Amerikan emperyalizmi tarafından BOP’un köşe taşlarından birisi olarak değerlendirilip kurgulanan ve bu işlevi üstlenmeye zorlanan bir saldırı üssü, Amerikancı yönetimiyle de, kendisinden istenilenleri karşılamaya hazır bir ülke konumundadır. Ancak ne kendi içerisinde sorunsuzdur ne de ABD’li efendi ile ilişkileri pürüzsüzdür. Başta Kürt sorunu olmak üzere, hem tehdide ve boyun eğdirmeye hem de sözde ”işbirliğine” açık sorunları bulunmaktadır. ABD emperyalizminin ve müttefiklerinin bölgeye bu kadar girmesi ve sınırsız bir egemenlik kazanması, onların ”Türkiye planları”nın da uygulanması zeminini genişletmektedir. ABD ve müttefikleri, böylece, egemen sınıflarla bir yandan pazarlık yapmakta, diğer yandan da tehdit ve şantajla onları istedikleri çizgiye getirme olanağına daha fazla sahip olmaktadırlar. Öte yandan, Türkiye, halk arasında anti-Amerikancı duyguların yaygınlığı ile, potansiyel halk hareketlerinin en güçlüsüne aday bir ülke konumunda da bulunmaktadır. Kısacası, Türkiye, BOP’tan ”nasiplenecek” bir ülke değil, fatura ödeyecek bir ülke durumundadır.
Türkiye ve bölge halklarının çıkarı ise, projeyi reddetmekten, halklar arasında anti- emperyalist bir mücadele birliği kurmaktan geçiyor. ABD ve projeci müttefikleri, Ortadoğu’nun kendileri için dikensiz gül bahçesi olmadığını herhalde biliyorlar. Eğer bu ”proje” için daha büyük müdahalelerde bulunmayı göze alırlarsa, Ortadoğu’nun gerçekten ”değişeceğini” öngörebiliriz. Ama bu değişim, ABD ve emperyalizm karşıtı bir değişim olabilir.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑