“Avcılar Ev- Eksenli Çalışan Kadınlar Grubu olarak, örgütlenme tartışmalarımızı kooperatif kurmaya karar vererek sonuçlandırmıştık. Amacımız, örgütlenerek yaptığımız işlerin pazarlanmasını sağlamak, aracılar (taşeronlar) vasıtasıyla aldığımız işleri ilk elden alabilecek bir kurumu, aynı işi yaptığımız kadınlarla kurmaktı. Bize en cazip gelen yan, bu örgütlenmenin paylaşımcılık ve dayanışma temelinde olması. Kararımızdan sonra, Ev-Eksenli Çalışan Kadınlar Çalışma Grubu ve İstanbul Destek Grubu’nun desteğiyle, en uygun kooperatif modelini araştırmaya başladık. Eğitim fikri doğunca, Çalışma Grubu’nun da desteği ile bir proje hazırladık ve Friedrich Ebert Vakfı’ndan (FES) destek istedik. İş Müfettişleri Derneği’nin Trakya-Balkanlar Atölyesi’ne katılan temsilcilerinden de destek aldık.
“Avcılar Kooperatif Girişimi’nden 8 kadın bu eğitime katıldık. FES’te çalışan emek kooperatifleri konusunda uzman Prof. Dr. İsmail Duymaz, iş müfettişi Belgin Danacı ve Mali Müşavir Mevlüt Danacı bizi bilgilendirdi; sorularımızı cevapladı ve öneriler getirdiler. Değirmendere (İzmit) Kadın Kooperatifi’nden gelen bir arkadaşımız da kendi kooperatifleşme deneyimlerini bize anlattı.
“Bu eğitimle bir kez daha emin olduk ki; bizim kooperatifimiz bir ‘küçük sanat kooperatifi’ olacak. Kooperatifimiz en az 7 kişiden oluşmalı. Kooperatif üyesi olarak isteğe bağlı sigortalı olabileceğiz. Sigorta aidatımızı kendimiz ödersek, Kooperatifimiz buna aracı olabilecek. Kooperatif çatısı altında sosyal ve kültürel dayanışma sağlayacak etkinlikler yapabilecek, kermes düzenleyebilecek veya başkalarının düzenlediği kermeslere katılabileceğiz. Hepsinden önemlisi, kooperatifimizle, evde yapacağımız işleri aracısız olarak ilk elden alabileceğiz. Mesleki eğitim kursları açabileceğiz. Kooperatif bünyesinde atölye açabilecek, ortaklarımızın yararına işletebileceğiz.
“Ayrıca öğrendik ki, İstanbul veya Marmara Bölgesi’nde 7 ‘küçük sanat kooperatifi’ kurduğumuzda bir kooperatifler birliği oluşturabiliriz. Ama, bu kooperatiflerin hepsinin aynı alanda çalışıyor olması şart. Yani, ana sözleşmedeki fikir birliği çok önemli. Birlik oluşturmak çok önemli; çünkü bizim kurmakta olduğumuz kooperatif uluslararası kuruluşlara üye olamıyor, ancak işbirliği yapabiliyor. Birlik kurduğumuzda uluslararası kuruluşlara üye olabileceğiz.
“Eğitimde ana sözleşmeye koymak istediğimiz özel hükümlerde çalıştık. Çünkü kooperatifimiz, Türkiye’de ‘ev- eksenli çalışan kadınlar’ın kurduğu ilk kooperatif olacak. Doğru modeli bulmak, doğru bir sözleşme ile kurulmak, bu nedenle çok önemli. Kooperatifimizle işi kaynağından ve doğrudan almak, eşit paylaşmak, ayırım yapmamak istiyoruz. Eve iş veren sektörleri, işyerlerini, işleri, parça başı işlerin ücretlerini araştırmalı, öğrenmeli, bu amaçla iletişim-dayanışma-bilgi toplama/aktarma yapabilmeliyiz. Mesleki eğitim alabilmeli-verebilmeliyiz. Ortaklarımız arasında dayanışmayı artıran çalışmalar yapabilmeli, sergilere katılabilmeliyiz. Tanıtım-pazarlama faaliyetleri yapabilmeliyiz. Özetle bizim sözleşmemiz bunlara imkan vermeli. Bu eğitimde, sözleşmemize bu amaçlarımızı gerçekleştirmek için koymamız gereken ek maddeleri tartıştık, şekillendirdik…”
Bu uzun alıntı, Friedrich Ebert Vakfı Türkiye Ofisi’nin desteğiyle yayınlanmış “Türkiye Home Net’e Doğru” isimli bir bültenden alındı. Adı geçen bültende, Avcılar’da 2001 yılında kurulan “Ev-Eksenli Çalışan Kadınlar Kooperatifi”nin deney aktarımına ilişkin bir yazısı olarak yayınlandı.
Avcılar’da yapılmak istenen neydi? Bir grup feministin Owenci bir ütopyasını gerçekleştirme deneyi mi?
İş bu kadar basit ve masumane değil!
Avcılar’da ve Türkiye’nin birçok yerinde örgütlenmeye çalışılan etkinlik, saygıdeğer bir ütopik sosyalist olan Robert Owen’ın tekrarlanması değil. Örgütlenme girişiminin ilk adımları 1996’da Habitat Toplantıları’nda atılmış. Uluslararası kuruluşlarla ilişkiye geçilmiş ve projeler karşılığında uluslararası kuruluşlardan mali destek alınmış. Evlerinde çalışan işçileri, işçi sınıfından ve sendikal hareketten kopararak kooperatiflerde örgütlemeye çalışıyorlar.
Belki, baştan, yola, sadece uluslararası kuruluşlardan mali destek almak üzere çıkıldı. Belki de, sadece kadınları örgütlemek için. Ama, sonuçta, işçi sınıfını bölen, uluslararası tekellerin ekonomi politikalarına uygun ev-eksenli çalışmayı teşvik eden, işçi sınıfını bölen, esnek çalışmayı yaygınlaştıran bir çizgide birleştiler.
Bir grup feminist, bir süredir, kadın işçiler içinde kooperatifçilik hareketi başlattı. Bu çalışmanın amacının kadınları örgütlemek olduğunu söylüyorlar. Dünya Bankası’nın fonlarından çalışmalarına destek alıyorlar. Çalışmanın bir yönü geleneksel el sanatları (el tezgahı halıcılık vb.) alanında çalışan kadınlar gibi tanıtılırken, esas çalışma alanı, son yıllarda “ev eksenli çalışma” adı altında, fabrikadan koparılmış işçiler.
Daha çok turizm sektörünün bir parçası olarak üretim yapılan el tazgahı halıcılık vb. çalışması, zanaatkarların bireysel çalışması olmaktan çoktan çıktığı ve bir patronun atölyesinde çalışma biçimine dönüştüğü için, bu alanda kooperatifçilik girişimlerinden sonuç alma kolay değil. Zaten feministlerin de bu alanda ciddi bir çalışması yok.
Onlar daha çok, ev eksenli çalışma adı verilen ve fabrikadan koparılıp evde üretim yapmaya zorlanan işçileri kooperatiflerde örgütlemeye çalışıyorlar.
Dünya Bankası’nın, aşırı yoksulluğun sosyal patlamalara yol açmasını engellemek, aşırı basınç altındaki tencerenin kapağını aralamak için ayırdığı fonlardan yararlanıyorlar.
BM Kalkınma Programı Türkiye Temsilciliği, Türkiye’de yoksullukla mücadeleye yönelik önerilerinde, diğer şeylerin yanı sıra, “Kadınlar arasında gözlemlenen daha yüksek yoksulluk oranı göz önüne alınarak, kadınların işlettiği tüm küçük ölçekli işletmelerin ve kredi ile finanse edilen projelerin desteklenmesi gereklidir.” diyor. Yoksullukla Mücadelede Sosyal Kalkınma Politikaları içinde, “Yoksulluğu azaltma politikaları(nın), özellikle kadınların işlettiği ve kadınlar tarafından satın alınan işletmelere kredi verme yolu ile kadınları hedefleme”sine, “Küçük ölçekli kadın girişimleri için, kredi ve borçlanma kurallarının geliştirildiği düzenlemeler yapılma(sı) ve tahsisler planlanma”sına önem veriyor.
BM, IMF, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü ve Dünya Bankası’nın 2-4 Şubat 1997 tarihinde yaptığı Mikro-Kredi Zirvesi’nde, 2005 yılına kadar dünyanın en yoksul 100 milyon ailesine ve özellikle bu ailedeki kadınlara, kendi işlerini kurmaları ve işe yönelik diğer faaliyetleri gerçekleştirmeleri için kredi sağlayacak global bir hareketi başlatma kararı alıyor. Bu proje için bir uluslararası ağ oluşturulması, bu programın yöneticilerini ve eğitimcilerini oluşturmak için eğitim programları düzenlenmesini ve uygun politikaların, hukuki ve düzenleyici değişikliklerin teşvik edilmesi için çalışacak örgütlere mali destek yapılması kararlaştırılıyor. Bizim açıkgöz feministlerimiz, evde çalışan işçileri kooperatifleşmiş küçük üretici olarak yutturup, fonlardan yardım almaya çalışıyor. Eğitim, örgütlenme, lobi faaliyetleri yapıyormuş gibi projeler hazırlayıp, fonlardan destek alıyorlar. “Fakir-fukara” için ayrıldığı iddia edilen fonlar bölüşülüyor.
Feministlerimizin çabası ile tekelci kapitalizmin ekonomi politikaları birleşiyor: Emperyalist sözcüler şöyle diyor: “Globalleşme, dünyanın her tarafındaki emeği, ürünleri ve sermaye piyasalarını birbirine entegre eder. Ticaret, sermaye ve emek hareketlerindeki artışlar ile teknolojik ilerleme üretimde daha fazla uzmanlaşmaya ve uzmanlaşan üretim süreçlerinin coğrafi açıdan uzak yerlere dağılmasına yol açmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler, bol miktarda sahip oldukları kalifiye olmayan işgücü arzı ile birlikte, kalifiye olmayan emek-yoğun mal ve hizmetlerin üretiminde gelişmiş ülkelere kıyasla karşılaşmalı üstünlüğe sahiptir. Bu nedenle, bu ürünlerin gelişmiş ülkelerde üretilmesi gittikçe artan bir rekabetçi baskıya maruz kalmaktadır. İktisat teorisi, bunun, gelişmiş ülkelerdeki kalifiye olmayan işgücünün göreli ücretlerinde aşağıya doğru, gelişmekte olan ülkelerdeki aynı türden işgücünün ücretlerinde ise yukarıya doğru bir baskıya yol açacağını bize söylemektedir…
“Globalleşmenin gelir dağılımı üzerindeki etkisi bir ülkenin kalkınma düzeyi ile sahip olduğu teknolojiler tarafından belirleniyormuş gibi gözükmektedir. Benzer bir şekilde, uluslararası rekabete maruz kalma, kurumları (mesela sendikalar) değiştirebilir ve o münasebetle gelir dağılımını da etkileyebilir. Bazı gözlemciler, sermayenin hareketliliği nedeniyle globalleşmenin sendika üyesi işçilerin bir nevi sendika primi alma yeteneklerini sınırladığını ve böylece sermayenin karşısında işçilerin pazarlık gücünü azalttığını iddia etmektedirler. Dahası globalleşme, dış ticaret ile ilgili engellerin azalması ve üretimin sektörler arasında yeniden tahsis edilmesi nedeniyle gelir dağılımında kısa vadede hızlı bir değişikliğe yol açabilir.
“Globalleşmenin hükümetlerin gelir dağılımında adaleti sağlamaya yönelik politikaları uygulamayı daha da zorlaştıracağı sıklıkla dile getirilmektedir. Sermayenin ve emeğin mobilitesinin gittikçe artması, devletin vergi koyma ve globalleşmeden etkilenen kişilere gelir transferinde bulunma yeteneğini sınırlandırır. Sermaye emekten daha mobil olduğu sürece, globalleşmeden etkilenen kişilere yönelik sosyal transferlerin finanse edilmesi için alınacak vergiler sermayeden emeğe doğru yer değiştirir.” (??)
Sermayenin sözcüleri, “küreselleşme” adı verilen emperyalist politikaları çok açık itiraf ediyor. Emek-yoğun mal ve hizmetlerin üretimini, işgücü çok ucuz olan yoksul ve geri bıraktırılmış ülkelere kaydırıyor, liberalleşme adı altında, sermaye ve mal dolaşımının önündeki engelleri kaldırıyorlar; böylece yoksul ülkelerde üretimde problemler azalıyor, sendikaları etkisiz hale getiriyorlar, böylece yoğun sömürüye karşı muhalefet azaltılıyor ve üretimi esnekleştiriyorlar. İşçi sınıfını sınıfsal birlik, dayanışma, davranış ve tepkiden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. İşçi sınıfını bölüyorlar.
Feministlerimiz emperyalist ekonomi politikalarını bir vakıa olarak değerlendiriyor ve bu politikaların değiştirilemeyeceğini söylüyor. İş Kanunu’nun değiştirildiğini, formal üretimden informal üretime geçildiğini, işyeri tanımının değiştiğini, patronların üretim sürecinde işçiyi parçaladığını, bu tür üretimin işçi sınıfının bilincini bulanıklaştırdığını, örgütlenme ve hak arama mücadelesinin zayıfladığını, ev-eksenli çalışma denilen şeyin, aslında, esnek çalışmanın bir biçimi olduğunu, evde çalışma ile, işçi için yapılan bazı harcamalardan (servis masrafı, yemek masrafı, elektrik-su masrafı), ayrıca sendika-sigorta, asgari ücret, kıdem ve ihbar tazminatı, sekiz saatlik iş günü vb. belalardan patronun kurtulduğunu biliyorlar. Tartışmalarda bunları feministlerimiz de söylüyor. Ama, onlar, madem durum bu, sendikalardan da fayda yok, hem bürokratlaşmışlar hem de sendikalarda erkekler egemen, o halde, biz de, işçi kadınları kooperatiflerde örgütleriz diyorlar.
Feministler, ev eksenli çalışma zaten var, bu tür çalışmayı biz icat etmedik, biz müdahale etmeden, yani kooperatif kurmadan, eve verilen iş için birkaç aracı oluyordu. Biz, kooperatifler kurarak aracıyı ortadan kaldırıyoruz, patronla doğrudan muhatap oluyoruz diyorlar. Aslında, aracının ortadan kalkması bile, kooperatifte örgütlenen işçinin değil, patronun işine geliyor. Patron, kooperatifte örgütlenen işçiye, aracıya verdiği parayı da vermiyor, aracının aldığı para patrona gidiyor.
Patronlar, ev eksenli çalışmayı özellikle bazı iş kollarında teşvik ediyor. Özellikle küçük parçaların montajı, bazı malların ambalajlanması için ev eksenli çalışmayı tercih ediyor. Tekstil ve dericilik sektörlerinde de evde çalışma yaygın.
Evde çalışma dünya çapında yaygınlaşmaya başlayınca, evde çalışan işçiler örgütlenmeye ve işçi sınıfının genel taleplerini dile getirmeye başladılar. Bu gelişme sonucu, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gelişmelere seyirci kalamadı. 1996 Haziranı’nda yapılan 83. Genel Kurul’un delegeleri, evde çalışma konusunda bir sözleşmenin ve onu destekleyen bir tavsiye kararının kabulü yönünde oy kullandılar.
Ocak 1999’a kadar evde çalışma sözleşmesini hiçbir hükümet onaylamadı. Bu tarihte Finlandiya ve İrlanda Sözleşme’yi onayladı.
20 Haziran 1996 tarihinde kabul edilen “Evde Çalışma Sözleşmesi”, evde çalışanları işçi kabul ediyor, evde çalışanların, diğer ücretli çalışanlarla eşit haklara sahip olmasını savunuyor, örgütlenme hakkına vurgu yapıyor, iş sağlığı ve iş güvenliği alanında koruma talep ediyor, yasal sosyal güvenlik koruması istiyor, istihdamda yaş sınırı getirilmesi ve analık koruması istiyor, evde çalışmanın yasa ile düzenlenmesini ve bu yasa ya da kuralların ihlalinin yaptırıma tabi tutulmasını talep ediyor.
Yine aynı tarihli tavsiye kararlarında ise, yukarıdaki taleplerin yanı sıra; evde çalışanların çalışma koşullarının teftiş edilmesi, sendika-federasyon ve konfederasyonlarda örgütlenebilme hakları, toplu pazarlık hakları, ücretlerin asgari düzeyinin belirlenmesi, iş güvenliği ve sağlığı için tedbirler alınması, çalışma saatleri-dinlenme ve izin saatlerinin düzenlenmesi, sosyal güvenlik ve analık koruması sağlanması, emeklilik hakkının sağlanması ve anlaşmalıkların çözümü için mekanizmalar oluşturulması talep ediliyor.
Dünyanın pek çok ülkesinde, bizdekinin aksine, evde çalışanlarla sendikalar yakından ilgileniyor ve evde çalışan işçiler sendikalarda örgütleniyor.
Evde çalışma ülkemizde de hızla yaygınlaşıyor. Evde çalışan işçilerin örgütlenmesi feministlere bırakılamayacak kadar önemlidir. Evde çalışan işçiler de sendikalarda, işçi derneklerinde örgütlenmelidir. Küçük üretici kooperatifleri işçi sınıfının örgütü değildir. İster kadın, ister erkek olsun, evde çalışan işçi de işçi sınıfının bir parçasıdır. Feministlerin işçi sınıfını “kadın-erkek” diye bölmeye çalışmaları başarısızlığa uğramışken, şimdi emperyalistlerin fonlarından mali destek, sözcülerinden akıl alarak, işçileri, “evde çalışan-fabrikada çalışan” diye bölme ve evde çalışanları kooperatiflerde örgütlemeye çalışmaları da başarısız olacaktır.
Ev eksenli çalışmanın, onu ayırt eden özel yönleri kuşkusuz vardır; bu yönleri dergimizin diğer bir makalesinde ele aldık. Bu özel yönler, ev işi yapanların dağınıklığından ev işini kendilerine sunulmuş, yoksulluğu azaltmaya yönelik bir “lütuf” saymaya, dolayısıyla kendilerini “işçi olarak” hissetme zorluğundan, özellikle başlangıçta, eleştirilen örnekte olduğu gibi, dayanışmanın, kapitalizm lehine biçimlerinin nesnesi haline getirilmeye ya da kendiliklerinden gelmeye yatkın olmaya, sonuçta örgütlenme zorluğuna kadar etkisini göstermektedir. Ancak öte yandan, ev eksenli çalışmanın, esnek çalışmanın yaygınlaşma gösteren bir biçimi olarak, yalnızca dikkate alınması değil, ama işçi sınıfı davasının omuzlanması bakımından, karşısında yapılması gerekenlerin, kolay olmayacağı açık olan aydınlatma ve örgütlenme çalışmasının üstlenilmesi zorunluluğunun da, giderek kendisini daha çok dayattığı ortadadır. Ev eksenli çalışmanın, daha çok, kendileri de esnek çalışma süreçlerine sıkıştırılmış, en olumsuz koşullarda çalışan ya da işsizliğin pençesine atılmış işçi ailelerini kapsamına alması, bu çalışmayı zorlaştıran yönler taşıdığı kadar, işçilerin birleşik mücadelesinin geliştirilmesi bakımından uygun koşullar da sunmaktadır. Her şeyin ötesinde, bu çalışma türü de, toplumsal geriliklerin kullanılmasına dayanmasına ve ek olarak mücadele edilmesi gereken bir dizi sorunu gündeme getirmesine rağmen, emek sömürüsüne dayanan bir kapitalist ilişki biçimi oluşturması nedeniyle, emek-sermaye karşıtlığının konusudur. Bu karşıtlığın, tüm olumsuz şekillenme koşullarına karşın, giderek artan ölçülerle hükmünü icra ederek, sınıf mücadelesini üreten bir zemin olduğunda kuşku yoktur. Ağulayıcı feminist içerikli ya da başka tür girişimlerin bu kaçınılmaz gelişmenin önünü almasının olanağı yoktur; ancak, süreci hızlandırıp kolaylaştırmanın bu tür ağulayıcılıklarla mücadeleyi zorunlu kıldığı da yine kuşkusuzdur.