Söyleşi
Kıbrıs Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Kazım Öngen:
20 Kasım 2004 günü 1. Kongresini gerçekleştirilen Kıbrıs Sosyalist Partisi’nin (KSP) Genel Sekreteri Kazım Öngen ile hem partilerinin kuruluşundan bu yana geçen iki yıllık süreçteki faaliyetleri, hem de önümüzdeki dönem açısından hedeflerini konuştuk. Kıbrıs sorununda temel çelişkinin, Kıbrıs halkı ile emperyalist koalisyon arasındaki çelişki olduğuna ve Kıbrıs’ın emperyalist sistemden kopabilmesi için “Anti-emperyalist Birleşik Cephe Hükümeti (AEBCH)”nin kurulması gerektiğine vurgu yapan Öngen, bugüne kadar içinde yer aldıkları ittifakları da bu anlayış bakımından değerlendirdi.
41 örgütten oluşan Bu Memleket Bizim Platformu ve Barış ve Demokrasi Hareketi (BDH) içinde yer alırken de bu anlayışla hareket ettikleri belirten Öngen, bu oluşumların, hedefledikleri cephenin oluşmasına hizmet etmediğine dikkat çekerek, “Böyle bir cephenin başarısında sadece tüm Kıbrıs’ın değil, aynı zamanda, en azından Türkiye, Yunanistan ve Britanya işçi sınıfı ve halkının desteği de kaçınılmaz derecede önemlidir.” dedi.
Öngen’e yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
– KSP 20 Kasım günü 1. Kongresini gerçekleştirdi. KSP’nin kuruluşunda belirlediği politik hedef ve stratejiler bakımından 1. Kongre’ye kadar geçen süreci temel yönleriyle değerlendirir misiniz?
– KSP programı açık ve anlaşılır bir şekilde partinin politik hedef ve stratejisini belirlemektedir. KSP’nin nihai hedefi, sınıfsız toplumu, komünist toplumu yaratmaktır. Bu stratejik hedefe ulaşmak için parti, önüne iki önemli stratejik aşama koymaktadır. Birincisi, Kıbrıs’ın emperyalist sistemden kopuşunu sağlayacak olan mücadele, ki bunun somut sonucu, işçi sınıfı öncülüğünde tüm emekçi ve üretici halk yığınlarının, demokrat, ilerici anti-emperyalist güçlerin oluşturacağı Anti-emperyalist Birleşik Cephe Hükümeti (AEBCH)’nin kurulması olacaktır; ve ikinci aşama, proletarya diktatörlüğünün kurulması ile gerçekleşecek olan sosyalist düzendir.
KSP’nin belirlemiş olduğu bu stratejik yol haritası, Kıbrıs’ın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve sosyo-politik gerçeklerin ve şartların bir dayatmasıdır. Kıbrıs, halen Türkiye, Yunanistan ordularının ve üsler vasıtasıyla İngiliz ordusunun işgali altındadır. Ülke ve halk bölünmüştür. Ülkede, bölgede hegemonya kavgası vermekte olan ABD, İngiliz ve AB emperyalistleri ile yerel (periferik) emperyalist güçler olarak Türkiye ve Yunanistan’ın egemenliği vardır. Kıbrıs sorunu olarak bilinen sorunun temelinde yatan unsur da, işte emperyalist güçlerin ada üzerindeki bu egemenliğidir. Kırk yıldan beridir, Kıbrıs işçi sınıfını, emekçi halkını bölen, birbirine kırdıran, düşman kamplara ayıran bu sorun, işçi sınıfının ve halkın önünde, ülkeyi ve halkı yeniden birleştirecek bir şekilde çözülmesi gereken bir sorun olarak durmaktadır.
Sorunu yaratan, adayı bölen ve sorunu sürdürmekte olanlar; Anglo-Amerikan emperyalistleri, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’taki işbirlikçileridir. Yani Kıbrıs sorunu, Kıbrıs halkı ile sözü edilen emperyalist güçlerin oluşturduğu emperyalist kamp arasındadır. Kıbrıs halkı bu emperyalist güçler ile hesaplaşmadıkça, emperyalist güçleri ve onların yerli işbirlikçilerini adadan kovup Kıbrıs’ı emperyalist sistemden koparmadıkça, Kıbrıs sorunu sürdürülecektir. Bu emperyalist güçlerin, adayı ve halkı yeniden birleştirmek diye bir sorunları yoktur. Bölgede sürdürülmekte olan emperyalistler arası hegemonya kavgası, adanın bölünmüş ve paylaşılmış olmasını gerektirir. Bu noktada, Kıbrıs sorununa, emperyalistler arası paylaşım kavgasından dolayı da ayrı bir boyut eklenmektedir. Bugüne kadar sürdürülmekte olan çözüm çabaları da, işte bu boyut içerisinde sınırlanmıştır. Ancak bu emperyalist güçler arasında barışçıl bir paylaşım ve uzlaşma (Annan planında olduğu gibi) olası görülmemektedir –en azından şimdilik. Dolayısıyla da çözüm çabalarını emperyalist çözüm zemininden çıkarıp, anti-emperyalist çözüm zeminine kaydırmaktan başka bir çıkar yol görülmemektedir. Anti-emperyalist bir mücadelenin aracı olarak da, Anti-emperyalist Birleşik Cephe oluşumu tarihsel gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Parti, kurulmasıyla birlikte, siyasi görev olarak önüne AEBC’nin kurulmasını koydu.
KSP kurulduğu zaman, kendini, BM tarafından sunulan Annan planı ile Kıbrıs sorununa BM çerçevesinde bir çözüm bulma sürecinin içerisinde buldu. Parti kendini, kuzeyde T.C.’ye karşı yükselmekte olan anti-işgal kitle hareketlerinin içerisinde buldu. Kıbrıs Türk toplumu, barış ve çözümden yana halk kitleleri ile işgal rejiminden yana işbirlikçi kesimler ve güçler olarak ikiye bölündü. Barış ve çözümden yana güçlerin örgütsel önderliğini Bu Memleket Bizim Platformu (BMBP) yapmaktaydı. BMBP, aralarında siyasi partilerin de bulunduğu 41 örgütün oluşturduğu bir ittifaktır. Bu ittifakın hedefimiz olan bir AEBC’nin çekirdeğini oluşturabileceği anlayışı ile bu platform içerisinde çalışma yürütüldü. Bu süreç içerisinde yer alan 14 Aralık 2003 seçimlerinde, halkın beklentileri doğrultusunda ve bizim hedeflerimize uygun bir tavır olarak benimsediğimiz, tüm barış ve çözüm güçlerinin tek bir cephede, barış cephesinde seçimlere girmesi ve bu seçimleri bir referanduma dönüştürmesi anlayışı ile hareket ettik. Bu amaçla da BMBP’nun siyasallaşması ve kurumsallaşmasını önerdik. Ancak, CTP’nin bunları reddetmesi üzerine, tüm barış yanlılarının bir cephede toplanması mümkün olmadı. KSP, bunun üzerine, TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi), BKP (Birleşik Kıbrıs Partisi) ve bir kısım sendika ve sivil toplum örgütleri ile birlikte Barış ve Demokrasi Hareketi (BDH) Sivil İnisiyatifini kurdu. BDH içerisinde, BMBP’nda gerçekleştirilemeyen siyasi bir cephenin çekirdeğini oluşturmak için çaba harcadık. Ancak sonuçta, işçi sınıfının ve onun öncü partisinin önderliğinde ve merkezinde olmadığı bir ittifak veya cephe örgütünün AEBC’ye dönüşemeyeceği gerçeğini yaşayarak gördük. Yine bu süreçte, Kıbrıs somutunda, sadece kuzeye veya sadece güneye özgü, bütün ülkenin bütünlüğünü içermeyen bir siyasi mücadelenin, hedeflediğimiz türde bir AEBC’nin kurulmasına hizmet etmediğini de gördük. Böyle bir cephenin başarısında, sadece tüm Kıbrıs’ın değil, aynı zamanda, en azından Türkiye, Yunanistan ve Britanya işçi sınıfı ve halkının desteği de kaçınılmaz derecede önemlidir.
Kısaca, KSP kurulduğu tarihten 1. Olağan Kongre’ye kadar geçen süreçte, önümüze koyduğumuz AEBC siyasetini örgütsel açıdan kalıcı bir zemine henüz oturtamadık. Ancak bu siyasetin doğruluğu ve vazgeçilemez olduğu, gerek Kıbrıs sorununun içine sürüklendiği çıkmaz, gerekse emperyalist güçlerin Ortadoğu’da ve dünyada uyguladıkları barbarca saldırı siyaseti ile her geçen gün kanıtlanmaktadır. KSP, bu siyaset doğrultusundaki çalışmaları ile, Kıbrıs halkı arasında sesini duyurmakta ve siyasi yelpazede yerini almakta başarılı olmuştur.
– Kongre’ye sunulan faaliyet raporunuzun girişinde “Annan planının sunulması ile halkımız arasında Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunacağı ümidi yeşermişti” deniliyor ve bu süreçte plana destek vermenizin bir kitle kuyrukçuluğu anlamına gelmediği, planı desteklerken aslında bu planın bir emperyalist bir plan olduğunun ortaya konduğu hatırlatılarak, şu vurguya yer veriliyor: “Annan planını bir barış planı olarak değil, birleşik ortak vatanın, birleşik halkın yeniden yaratılması yolunda bir hareket noktası olarak değerlendirdi.” Yaşadığınız bu süreci gerek KSP, gerekse Kıbrıs’ta çözüm yanlısı miting ve etkinliklerin içerisinde yer alan diğer güçler bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Kıbrıs sorununa çözüm modeli olarak iki temel model vardır. Birincisi, var olan emperyalist sistem içerisinde ve Kıbrıs’ta var olan de facto şartların dayatması çerçevesinde olan burjuva-emperyalist çözümdür. Bu da, BM çatısı altında, 1977-1979 doruk anlaşmalarına dayalı “iki toplumlu iki bölgeli AB üyesi federal Kıbrıs” çözümüdür. Bu çözüm modeli, bölgede hegemonya amacı güden Anglo-Amerikan emperyalistleri, AB emperyalistleri ve periferik emperyalist güçler olarak Türkiye ve Yunanistan ile tüm bunların adadaki işbirlikçileri burjuvalar arasında bir uzlaşmayı gerektirmektedir. Kıbrıs halkı, bir özne olarak, bu çözüm modelinde yer almamaktadır. Dolayısıyla da herhangi bir çözüm, kaçınılmaz olarak bu emperyalist güçlerin çıkarlarını korumak zorunda olacak –ki Annan planı, İngiliz üslerini, TC ve Yunan askeri varlıklarını adada korumakla, buna en iyi örnektir– ve sonuçta kalıcı bir barış değil, potansiyel çatışmaları içinde barındıracaktır. Böyle bir çözüm, bugün işgalin yaratmış olduğu de facto durumun de jure hale gelmesini sağlayacaktır. Ancak buna rağmen, varılan nokta göstermektedir ki, bir BM planının uygulanmasında dahi halkın desteği gerekmektedir.
30 yıldan beridir, Kıbrıs’ta çözüm yanlısı parti ve kesimler, BM odaklı çözüm tezini savunmuşlardır. Ancak bugüne dek bu tezin gerçekleşmesi için inisiyatif ortaya koymamışlar, bu inisiyatifi tamamen, Kıbrıs’ta çıkarı olan, Kıbrıs sorununu yaratan, adayı bölen emperyalist güçlerden beklemişlerdir, beklemektedirler. Bu konuda KSP ile aralarındaki en temel fark budur.
İkinci çözüm modeli ise, Marksist-Leninist temelde çözüm modelidir, ki bu da, ilk aşamada, Kıbrıs’ın tümden emperyalist sistemden kopuşu ve anti-emperyalist, birleşik, bağımsız demokratik bir Kıbrıs’ın kurulmasını öngörmektedir. Kalıcı barışın temeli de buradadır. Bu modelde temel özne, işçi sınıfının önderliğindeki Kıbrıs halkıdır. Bu model KSP tarafından savunulmaktadır ve KSP’nin tüm diğer çözüm yanlısı partilerle arasındaki fark buradadır.
Kıbrıslı Türk halk, ilk kez 18 Temmuz 2000 tarihinde kitlesel olarak meydanlara çıkıp TC işgaline karşı anti-işgal bir duruş sergilemiştir. Çözüm ve barış talep etmiştir. Kendiliğinden seyreden bu gelişme, o gün bağlamında (hatta bugün de) çözüm yanlısı CTP, TKP, YKP gibi partileri aşmıştır. Çözüm talebiyle yapılan 26 Aralık 2002 tarihindeki mitingde, alanda halkın kabul ettiği deklârasyon ile, Kıbrıslı Türk halk, Denktaş ve işgal rejimini reddetmiş ve çözüm inisiyatifinde özne olma iradesini ortaya koymuştur. KSP’nin bu gelişmeye karşı duyarsız kalması mümkün değildi. Zaten bu eylemlerin örgütlenmesinde de BMBP merkezinde yer almaktaydı. Kitlelerin beklentilerine yanıt verecek bir siyasal çizgi ortaya koydu. Söz konusu deklârasyonun hazırlanmasında görev aldı.
26 Aralık Deklârasyon’u olarak adlandırılan ve kitlenin oyuna sunulan deklârasyon aynen söyle idi:
“Bizler kıbrıs türk toplumunun çok büyük bir çoğunluğu olarak tüm dünya kamuoyuna şunları açıklamak isteriz:
1. Kıbrıs kalıcı, güvenli ve sürekli bir barışa ulaşana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.
2. BM genel sekreteri Sn. Kofi Annan’ın sunduğu plan Kıbrıslı Türklerin çıkarına olduğu kadar, tüm siyasi tarafların kabul edebileceği bir içeriğe sahiptir. Annan planı hemen kabul edilmelidir.
3. Denktaş, Kopenhag zirvesinde, gerek Türkiye’nin gerekse Kıbrıslı Türklerin haklarını zarara uğratmıştır, büyük bir fırsat kaçırılmıştır, hemen istifa etmelidir.
4. Denktaş’ın Kıbrıslı Türkleri temsil etmediğini, temsiliyetini kabul etmediğimizi tüm dünyaya duyururuz.
5. Kıbrıslı Türklerin uluslararası alanda ve görüşmelerde temsiliyetini sağlamak üzere, barış taraftarlarının acil önlemler almasını ve gerekli boşluğu hemen doldurmasını duyururuz.
6. Barış taraftarı tüm siyasi parti ve örgütleri, barışa kadar ortak eylem yapmaya, birlikte davranmaya, dayanışmayı geliştirmeye ve barışa kadar azimle, birlikte mücadele etmeye davet ederiz.
Çözüm, barış ve Avrupa Birliği üyeliğini kabul ettiğimizi duyururuz.”
Halk Annan planı temelinde bir çözümü desteklemektedir. Çözüm yanlısı partiler de bu planı desteklemektedirler. Bu planın temelinde bir çözüm olsa da bunun ne anlama geldiği, az önce belirtildi. Halk, Annan planını, anti-işgal talepleri doğrultusunda destekledi. Bize göre bu yetersizdir. Ancak biz, var olan işgal durumuna karşılık, bu plan temelinde bir çözümün, amaçlarımız doğrultusunda bir takım kazanımlar getireceğini tespit ettik. En önemlisi, hiç kuşkusuz işgal ortadan kalkacak, halkın ortak hareketi ve örgütlenmesi sağlanabilecekti. İşgalin özellikle Kıbrıslı Türk halk üzerinde yarattığı her tür (ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal vs.) yıkım ve yozlaşma; göç ile toplumsal erime bir dereceye kadar önlenmiş olacaktı. Kıbrıslı Türk ve Rum halkın hiçbir fiziki veya ruhsal bariyer olmadan birlikte örgütlenebilme ve ortak hedefler için birlikte ortak mücadele yürütme olanağı sağlanmış olacaktı. Hayatın her alanında iç içe geçmiş bir yaşam tarzı, ortak ve tüm Kıbrıs çapında, tüm Kıbrıs için mücadele ortamını hazırlayabilecekti. Siyasi anlamda ise, Annan planının halkın tam da arzu ettiği bir çözümü getirmediğini, gerçek barışın, ancak kendi ellerinde olduğunu yaşayarak görebilmeleri açısından önemliydi. Biz, referandum sürecinde bunları halka açıkladık. Annan planının gerçek emperyalist yüzünü açıkladık. Planın imzalanmasıyla barışın gelmeyeceğini, önümüzde daha çok sıkıntıların olacağını vurguladık. Diğer çözüm yanlısı partilerle aramızdaki temel farklardan biri de buydu. Her ne kadar bugün gelinen aşamada, emperyalist güçlerin kendi aralarında uzlaşıp soruna bir çözüm –barışçı bir çözüm– getirme iradelerinin olmadığı halk kitleleri tarafından görülmüşse de, barış yanlısı partiler, halâ daha, halka Annan planı temelinde bir çözümün sahte umutlarını pompalamaya devam etmektedirler. Bu partiler, geçtiğimiz hafta gerçek yüzlerini gösterdiler. Türkiye’nin bir işareti ile, çözüm yanlısı olarak bilinen ve Meclis’te temsil edilen CTP, BDH, TKP, BKP, statükocu diye bilinen diğer partilerle birlikte, oybirliği ile, Meclis’te, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımaması gerektiği kararını aldılar. Bir çırpıda TC’nin Kıbrıs’taki işgalini ve TC’nin Kıbrıs’ta işlediği suçları akladılar. TC’nin Kıbrıs’ı, kendinin AB süreci içerisinde daha yıllarca rehine olarak tutma politikasını akladılar. KSP ise, şu anda, emperyalist çözüm planlarını teşhir etmeye devam ederken, böyle bir planın dahi uygulanabilmesi için, tüm Kıbrıs halkının örgütlü bir biçimde planın bir öznesi olması gerekliliğini vurgulamaktadır. Ancak bunun ötesinde, halka daha önce de altını çizdiğimiz, emperyalist çözüm planlarına tek alternatif çözüm modeli olan anti-emperyalist çözüm modelini, ve buna bağlı olarak AEBC siyasetini anlatmaya çalışmaktadır. Her attığı siyasi ve örgütsel adımı bu siyasetini pekiştirmeye doğru atmaktadır.
– Faaliyet raporunuzda Kıbrıs sorunundaki temel tezlerinizi sıralarken, “Partimiz için anti-emperyalist birleşik cephe hükümeti sloganı, günün sloganı ve Kıbrıs’ın kurtuluşunun tek yoludur.” diyorsunuz. Bu sloganın temel gerekçelerini ve onu diğer çözüm önerilerinden ayıran farkları anlatır mısınız?
– İlk iki soruya verilen yanıtlarla bu konuya sanırım değinildi. Özetleyecek olursak, Kıbrıs sorununda iki temel çözüm modeli vardır. Birincisi, sorunu yaratan emperyalist güçlerin kendi sistemleri içerisinde ve çıkarları doğrultusunda, kendi aralarındaki dengeleri gözeten ve bu nedenle aralarında bir uzlaşmayı hedefleyen, BM çatısı altında iki toplumlu, iki bölgeli federal bir Kıbrıs çözümüdür. Bu çözüm, burjuva-emperyalist bir çözümdür. İkincisi ise, emperyalist sistemden kopuşu şart koşan, anti-emperyalist birleşik demokratik Kıbrıs modelini içeren Marksist-Leninist çözümdür. Uluslar ve halklar arasındaki haksız savaşların ve çatışmaların emperyalist sistemden kaynaklandığını, emperyalizm yıkılmadan barışın sağlanamayacağını ortaya koyan M-L önermeden kaynaklanan bir çözümdür.
BM çerçevesinde çözüm çabaları, 1968 yılından beri sürdürülmektedir. Geçen süre içerisinde, Kıbrıs halkı, 1974’te faşist darbeyi, arkasından gelen işgali, savaşı ve bu savaşın getirdiği korkunç yıkımı yaşamıştır. Yani Kıbrıs sorununa çözüm süreci, gerek barışçıl gerekse silahlı diplomasi ile 40 yıldan beridir sürdürülmesine rağmen, sonuçlanamamıştır. Sonuçta, bu 40 yılın çözüm girişimlerinin bir birikimi olarak, Annan Planı ortaya çıkmıştır. Bu plan açıkça, sorunun baş aktörleri olan ABD, İngiliz, Türk ve Yunan emperyalistleri ve bunlara ek olarak AB emperyalistleri ile yerli işbirlikçileri burjuvazinin çıkarlarını koruyan, bu emperyalist güçler arasında denge arayan bir plandır. Yani, emperyalizmin sunduğu gibi çatışmış, savaşmış olan iki toplum arasında bir barış veya uzlaşı planı değildir. Bu kadar çok tarafı olan bir sorunu burjuva-emperyalist çerçevede çözmek kolay değildir ve sonuçta çözüm gerçekleşmemiştir. Ancak unutulmaması gerekir ki, bulunması olası bir çözüm, emperyalistler arası bir dengeye oturacağına göre, yeni bir denge arayışı veya dengenin bir şekilde bozulması yeni savaşları getirecektir.
M-L temelde çözümü ele aldığımız zaman, Kıbrıs’ta, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk burjuvalarının kendi aralarındaki kavga ve çatışmanın, Kıbrıs sorunun belirleyici yanını oluşturmadığı ortaya çıkmaktadır. Kıbrıs sorunu ulusal bir sorundur, ve her ulusal sorun gibi, ezilen, işgal altındaki halk ile ezen sömürgeci emperyalistler arasında bir mücadele ve kurtuluş sorunudur. Kıbrıs sorununun da temel çelişkisi, Kıbrıs halkı ile az önce sözü edilen ve adayı askeri, siyasi ve ekonomik işgali altında tutan iç ve dış emperyalist koalisyon arasındaki çelişkidir. Emperyalist güçler, hegemonya için kendi aralarında dalaşsalar da, birleşik bir Kıbrıs halkının karşısına bir ittifak olarak çıkmaktadırlar. Annan planında, özellikle, İngiliz üslerine Türkiye ve Yunanistan’ın garanti olması ve Kıbrıs halkının bu üslere karşı herhangi bir girişiminin suç sayılması, bu politikanın açık göstergesidir.
Yaşadığımız bu çağda, emperyalizm ve proleter devrimler çağında, emperyalizmi yıkacak tek güç proletaryadır. Sosyalizmi kurmak için emperyalizmi yıkmak zorundadır. Ancak Kıbrıs proletaryasının bugün karşı karşıya bulunduğu bu emperyalist koalisyona/ittifaka karşı, tek başına vereceği bir savaşım ile başarılı olması olası değildir. O zaman oturup, başarının yakalanabileceği şartların oluşmasını mı bekleyeceğiz? Elbette ki hayır! Kıbrıs işçi sınıfı da, emperyalizme karşı kurtuluş savaşında, kendine destek olacak, bu savaşa katılabilecek kendi sınıf dostlarını ve müttefiklerini belirlemelidir. Karşısında duran emperyalist cepheye karşı kendi anti-emperyalist cephesini kurmalıdır. Bu cephe, sadece Kıbrıs’taki anti-emperyalist sınıf ve kesimleri değil, aynı zamanda, Kıbrıs’la doğrudan bağlantılı olan emperyalist güçler olarak, Türkiye, Yunanistan ve Britanya işçi sınıflarını da içermelidir. Anti-emperyalist mücadelenin başarısı için kullanılacak en önemli araç olan AEBC Hükümeti, işçi sınıfının, sosyalizm yolunda anti-emperyalist mücadelenin başarısı için, sınıfsal müttefiklerine verdiği tavizler anlamına gelmektedir ve bir geçiş aşamasıdır. KSP’nin parti programında Kıbrıs’ta AEBCH’nin Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik programı açıklanmaktadır. Bu program, sadece Kıbrıslı Türk halkın veya sadece Kıbrıslı Rum halkın çıkarlarını değil, tüm Kıbrıs halkının ortak çıkarlarını, demokrasi, kurtuluş ve özgürlük taleplerini esas almaktadır. Yine bu program, Kıbrıs’ta var olan tüm emperyalist çıkarları sona erdirmekte ve emperyalist ilişkileri koparmaktadır. Emperyalizmin ada üzerinde varlığının temeli olan işbirlikçi burjuvazinin sınıfsal egemenliği ve iktidarı sona erdirilmektedir. Yani Kıbrıs sorununun temel çelişkisi ortadan kaldırılmaktadır.
– Sadece Kuzey’de değil, Güney’de örgütlenmenin de çözüm açısından bir zorunluluk olduğuna dikkat çeken KSP, bu konudaki hedeflerinin pratik olarak neresinde? Güney’deki ve Kuzey’deki örgütlenmeniz bakımından bunu değerlendirir misiniz?
– Kıbrıs’ta burjuva-emperyalist bir çözümün elde edilmesi için ve de sınırların kapalı olduğu dönemde, KSP, kuzeyde barış yanlısı sol partilerin ve sivil toplum örgütlerinin birleşmesine konsantre oldu. Bu çalışma sürecinde her türlü olumsuzluklara rağmen yılmadan çaba gösterdi ve sivil toplum örgütlerinin bu birliğini oluşturdu. Yukarıda değindiğimiz gibi, 26 Aralık Deklârasyonu’nun kitleler tarafından onaylanmasını sağladı. 24 Nisan 2003 tarihinde sınırların kısmi olarak açılması ile, güneydeki ilerici demokrat kişi ve örgütlerle hızla bağ oluşturmaya girişti. Bu girişimler sırasında karşılaştığımız en büyük zorluk, daha önceden güneyle bağlarımızın çok kısıtlı olmasından kaynaklanan bağlardı. Buna rağmen Kıbrıslı Rum demokratlarla ortak hareket etme yönünde ne gibi adımlar atılması gerektiği konusunda yoğun çabalar harcadık. Kısmi de olsa bazı adımlar attık. Ancak gerçekten kitle örgütü olan sendikalar ve AKEL ile arzu edilen bağları kurmada hâlâ daha zorluklar yaşadığımız açık bir gerçek. Barış mücadelesinin güneyde de yayılması için, bağlantıda olduğumuz ve şu veya bu sol, ilerici ve demokrat örgüt üyesi olan kişilerle bağlarımızı ilerletmemize karşın, bu kişilerin örgütlerine bağımlılığından dolayı, fazla yol kat etmedik. Gençlik örgütümüz, güneyde barış yanlısı Kıbrıslı Rum gençlik örgütleri ile iyi bağlar kurmasına karşın, bu gençlik örgütlerinin bağlı oldukları siyasi partilerden farklı yol izlemeyeceklerine her zaman şahit olduk. Güneyde birçok olanaklar olmasına karşın, siyasi çalışmalarda fazla yol alamadık. Özellikle de Partimize sempati duyan Kıbrıslı Rum sayısının nicel azlığı ve rejimin onlara karşı davranışları, güneydeki çalışma olanaklarımızı sınırlıyor. Tüm bunlara rağmen olanakları zorlamaya devam ediyoruz.
– KSP örgütlendiği kesimler açısından nereye oturuyor. İşçiler, kamu emekçileri, gençlik vb. açısından örgütlenme hedefleriniz ve içinde bulunduğunuz pratik durum ve çalışmalarınız konusunda bilgi verir misiniz?
– Kuzeyde kamu emekçileri çoğunlukla şu veya bu sendikaya üyedirler. Zaten çalışmalarımızın büyük kısmını bu sendikalardaki arkadaşlarla istişare içinde yürütüyoruz. Bilindiği gibi, kamu emekçileri herhangi bir siyasi partiye üye olamadıklarından, Partimiz bu emekçiler arasında, Kıbrıs Sorunu siyaseti temelinde etkin olma çalışması yürüttü. Partimizin siyasetinin doğruluğunu gören kitlelerin, ne kadar partimize sempati duysalar da, iki yaşında olan ve henüz kitle partisi olmayan partimize açıktan destek vermekten çekindikleri açık bir gerçek. Partimizin kurulduğu iki yıllık süre içinde, Kıbrıs sorunu ile yatıp kalkan kitlelerin herhangi başka bir reform hareketine duyarlı olması beklenemezdi, olamazlardı da… Ancak TC emperyalistlerinin 17 Aralık 2004’te AB için tarih almaları ve Kıbrıs’ı da AB üyeliği süreci sırasında da kullanacakları açık olarak görüldüğü bu günlerde, Partimiz, Kıbrıs sorunu haricinde kitlelerin ekonomik, sosyal ve siyasi reform taleplerini öne çıkararak, “barış yanlısı” partilerin tribünlere oynama siyaseti yerine, emekçilerin haklarına gelmekte olan saldırılara karşı bazı çalışmalar başlattı.
Unutulmamalı ki, KSP henüz daha 2 yıllık bir parti. Kitleselleşme çalışmalarında iki çalışmayı beraber yürüttüğümüzden, bir yandan sağlam ve istikrarlı kadroları yaratmak için çalışmalar yürütürken, diğer yandan da kitle partisi olmak için tüm olanaklarımızı seferber ettik. Özellikle de kitleselleşme çalışmalarının bir parçası olan “barış hareketi” haricinde başka reform çalışmasını bugüne kadar henüz başlatmadık. Zaten bu dönemde, Kıbrıslı kitleler de, bunun dışında başka taleplere fazla duyarlı değillerdi. İşçilerin sendikalaşması için atılımlar yapmamıza karşın, bu konuya hakkı ile eğildiğimiz söylenemez. Ancak önümüzdeki dönemde bu çalışmalara yoğunlaşmamız gerektiği, Merkez Komitesi’nin Faaliyet Raporu’nda açıkça ortaya konmuştur. Özellikle de rejimin işsizlik sorununa karşı gençler arasında göçe zorlama metodunu kullanacağını gözlemlediğimiz ve ucuz işgücü için de TC’den bir dizi insanın kuzeye akın ettiği son dönemde, burjuvazinin, özellikle de rejime koltuk değnekleri olmuş siyasi partilerden farklı olarak, gerek işsizleri gerekse TC’den gelen göçmen işçileri sendikalarda örgütleme çalışmalarına kadrolarımızın durumunu ve nicel gücümüzü dikkate alarak başladık. Bu çalışmaların bir güç sorunu ve olanaklara bağlı olduğunun çok iyi bilincinde hareket ederek, mevcut tüm demokratik olanakları sonuna kadar kullanacağız.
– Kıbrıs’taki bütün siyasi güçler açısından programatik hedefler Kıbrıs sorunu etrafında tanımlanıyor. Ancak bu tanım yapılırken, birçok siyasi güç açısından işçi ve emekçilerin içinde bulunduğu ekonomik durum, emekçilerin talepleri neredeyse gözükmeyecek kadar gerilerde kalabiliyor. KSP’nin ülkede uygulanan ekonomik politikalar ve emekçilerin bu konudaki talepleri açısından hedefleri nelerdir? Yani “özgürlük” sorunun yanında iş ve ekmek sorununa nasıl bakıyorsunuz?
– Son dört yıldır Kıbrıslı Türkler için gündem Kıbrıs sorunu idi. Dolayısı ile tüm ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların çözümü, Kıbrıs’taki burjuva-emperyalist bir anlaşmaya bağlanmıştı. Partimiz, Kıbrıs’ta burjuva-emperyalist bir anlaşmanın, kitlelere gerek ekonomik, gerek sosyal, gerekse de siyasi fazladan bir kazanım getirmeyeceğini; emperyalist-burjuvazinin, azami kâr hırsı nedeniyle, olası bir burjuva-emperyalist anlaşmadan sonra da, bir dizi bahaneler öne sürerek, onların taleplerine kulak tıkayacağını açık bir şekilde kitlelere anlattı. Ancak bu konu ile ilgili yapılan çalışmalar, kitlelerin mevcut barış talepleri ile el ele gitmek zorundaydı. Aksi takdirde, kendimizi, “barışın karşısında bir parti” konumuna getirmiş olurduk. Sınırların kapalı olduğu dönemde, Pile köyü üzerinde az miktarda işçi güneye gidip çalışıyordu. Sınırların kısmi olarak açılması, güneye giden işçi sayısında çok büyük artışa yol açtı. Bu durum, kuzeyde işsizlik sorununu kısmi olarak çözse de, kalıcı bir çözüm getirmemiştir. Özellikle de lise ve üniversite mezunların işsizlik sorunu, ciddi bir şekilde ele alınmayı beklemektedir. Kapitalizmin işsizlik sorununu çözemeyeceğini hepimiz biliyoruz. Ancak işsizleri örgütleyerek, onların hareketini, çalışan emekçilerin talepleri ile birleştirmek gerekiyor. Bu konuda partimiz bazı çalışmalar başlatmış olmasına karşın, faaliyetleri çok sınırlıdır. Sendikaları bu konulara kazanmak için bazı girişimler yapıldıysa da, bazı sendika liderlerinin konumlarından dolayı, fazla yol alamadık. Bu durum her sendika için geçerli değildir elbette… Bu konulara duyarlı olan sendikalar da vardır. Önemli olan, bu duyarlı sendikalar ile koordineli biçimde, el ele çalışmaya koyulabilmek. Buna, bu alanlardaki tecrübesizliğimiz de eklenince, verimsiz bir görünüm ortaya çıkıyor. Partimiz, bu alanlarda tecrübeleri olan, sosyalizme sempati duyan sendikacılarımızın yardım elini hiçbir zaman geri çevirmemiştir, çevirmeyecektir, hatta onları kucaklıyor ve kucaklamaya devam edecektir de… Amacımız işçi sınıfını örgütlemek ve ona doğru siyasi bilinç götürerek siyasi iktidara yürümesini sağlamak olduğu sürece, bu konuda mevcut siyasi farklılıklar, sendikacı arkadaşlarla çalışmamıza engel olamaz. Bu konularda çok az da olsa sekter davranmak, sadece işçi sınıfına zarar verir ve sömürünün ömrünü uzatır.
– Kuzey Kıbrıs’ta tartışılan gündemlerden birisi de “erken seçim”. Bunun resmen ilan edilen bir gündem olması durumunda, KSP nasıl bir strateji izlemeyi düşünüyor? Ya da, bu seçenek gündeme gelmese bile, Kıbrıs sorunu ile ilgili çözüm platformlarındaki ittifakları bakımından 1. Kongrenizle birlikte benimsediğiniz taktik ve stratejiler hakkında bilgi verir misiniz?
– Burjuva-emperyalist barış sürecinde KSP, Barış ve Demokrasi Hareketi içinde yer alarak, 14 Aralık 2003 seçimlerini Kıbrıs’ta bir anlaşma için referanduma dönüştürmede önemli bir rol aldı. Özellikle de Nisan 2003’te Lahey zirvesinin fiyasko ile sonuçlanmasından sonra, kitlelerin hayal kırıklıklarını dikkate alan Partimiz, diğer burjuva-emperyalist barış yanlısı partilerin aksine, kitlelere çağrıda bulunarak, Aralık 2003 seçimlerini referanduma dönüştürme çağrısı yaptı. “Barış yanlısı” siyasi partileri ve sivil toplum örgütlerini ziyaret ederek, tek bir liste ile seçimlere girmek için onları ikna etmeye girişti. CTP seçimlere ayrı girmeyi açıklamasına karşın, geriye kalan siyasi parti, birey ve sivil toplum örgütleri ile Barış ve Demokrasi Hareketi’nin kurulmasına ön ayak oldu. Bu örgütün seçimlerden başarılı çıkması için tüm kadrolarını seferber etti. Kitlelere küçük çıkar peşinde olmadığını, onların desteği ve eylemliliği sayesinde ancak bir burjuva-emperyalist barışın sağlanabileceğini anlattı. Bu taktik, perspektifi ile kitlelerin radikalleşmesine katkıda bulundu. Böyle bir çalışma yürütülmüş olmasaydı, 24 Nisan referandumu bile yapılmamış olacaktı. Bu bir gerçek…
Ancak, kuzeydeki milletvekillerinin 17 Aralık 2004 öncesi Meclis’te oybirliği ile aldıkları ve TC emperyalistlerine angaje oldukları karar, önümüzdeki seçimlere ittifak çerçevesinde girme konusunda ciddi soru işaretlerini gündeme getirdi. Seçimler konusunda ittifak görüşmelerinin başlamadığı bugünlerde, bu konuda fazla bir şey söylemek doğru olmaz. Partimiz, olası bir ittifakta bizim siyasetimizi veya örgütlenmemizi seçim sırasında yayma olanağını şöyle veya böyle sınırlayacak bir ittifaka girmeye pek o kadar ılımlı da bakmamaktadır.
Partimiz için seçimler, diğer partilerin aksine, bir amaç değil bir araçtır. Seçim dönemi, devrimci durumun olmadığı şartlarda, kitlelerin siyasi sorunlara en duyarlı olduğu ve sorunları ciddi bir şekilde tartıştığı bir dönemdir. İşçilere ve emekçi kesimlere, bu dönemde, kendi bağımsız örgütlenmelerinin gereğini anlatmak ve kavratmak, her Marksist-Leninistin görevidir. Mevcut siyasi partilerin tutarsızlıklarını anlatmak ve onların peşinden gidilmesi halinde sonucun hüsran olacağı mutlaka anlatılmalıdır.
Dolayısı ile, Birinci Parti Kongremiz, seçimlere yönelik olarak, yeni Merkez Komitesi’nin şu veya bu şekilde elini bağlamadan, ancak geçmiş MK’nin aldığı yaklaşımlar çerçevesinde işçi sınıfının çıkarlarını ve olası gelişmeleri de dikkate alarak, çalışmalara yön vermiştir. Böyle olması da çok iyi olmuştur. Nitekim kuzeyde Meclis’te milletvekili bulunan “barış yanlısı” partilerin oybirliği ile 17 Aralık 2004 arifesinde aldıkları TC’nin KC’yi tanımaması kararını, Partimiz, barış ve özgürlük için meydanlara dökülen kitlelere bir ihanet olarak değerlendirmiş ve onları aldıkları bu karardan geri dönmeye çağırmıştır.
– KSP, uluslararası ittifakları bakımından hangi noktalara öncelik tanıyor?
– Dünya Komünist Hareketi’nin birçok sorunları var. Sosyalizmin yenildiği ve geçmişle tam anlamı ile hesaplaşmanın bazı kesimlerce henüz gerçekleşmediği bir ortamda, Enternasyonal bir birliğin oluşturulmasının anlamsız olduğuna inanan Partimiz, emperyalizme karşı gerçek anlamda mücadele verenlere daima destek vermiştir.
Gerek sosyalistlerin geçmişleri ile hesaplaşması gerekse de ortak düşman olan dünya emperyalizmine karşı mücadelemiz dikkate alındığında, Partimiz, uluslararası ittifaklar sorununa, Kıbrıs’taki Anti-Emperyalist Birleşik Cephe Hükümeti’nin (AEBCH) sağlanması temelinde yaklaşmaktadır.
Kıbrıs küçücük bir ülkedir. Nüfusu bir milyonun altındadır. Kıbrıs’ta çıkarları olan bir dizi emperyalist ülke vardır. Kıbrıslılar, milli sorunun ne olduğunu, her gün yaşayarak biliyorlar. Bu dikkate alındığında, Kıbrıs işçileri, enternasyonalizmin önemini çok iyi kavramalıdır. Biz enternasyonalizmin önemini çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla da, özellikle Kıbrıs’ta çıkarları olan ülkelerdeki –Türkiye, Yunanistan ve Britanya– ilerici ve devrimcilerin, Kıbrıs’ın, emperyalist zincirden koparılması bağlamında, bu ülkelerdeki devrimlere yapacağı müthiş katkıyı dikkate almalarını bekliyoruz. Ezen ulusun devrimcileri ve işçileri olarak, Kıbrıs’ta AEBCH siyasetimizi hem desteklemeleri hem de çeşitli şekillerde katkı yapmaları çağrısında bulunuyoruz. Dünya görüşümüzde farklı bakış açılarımız olabilir. Bu gayet doğaldır. Böyle bir durum olmasaydı, bugün bu durumda olmayacaktık. Yine de Partimiz, AEBCH’nin, ancak bu ülkelerin devrimcileri ve işçi sınıfının aktif desteği ile gerçekleşebileceğinin çok iyi bilincindedir. Bu yönde birçok çalışmalar yapıldığı halde, son dönemde bu çalışmalarımıza gerektiği kadar eğilemediğimizi itiraf etmemiz gerekir. Özellikle de son iki yılda yaşanan kitle eylemliliğimize ağırlık vermemizin, bizim bu yöndeki çalışmalarımızı ihmal etmemize yol açtığı açık bir gerçek.
Önümüzdeki dönemde enternasyonal ilişkilerimizi tekrardan fazlasıyla canlandıracağımızdan kuşkunuz olmasın.
– 1. Kongre’de aldığınız kararlarla birlikte yakın dönemde nasıl bir çalışma içinde olacaksınız?
– Kıbrıs sorununun burjuva-emperyalist çerçevede çözülemeyeceği tezimiz yaşam tarafından kanıtlanmıştır. Kaldı ki, kitleler, artık bu sorunun aynı çerçevede tartışılmasından usanmışlardır. Kitleler arayış içerisindedirler. Ya bireysel kurtuluşa ya da mücadeleyi değişik boyuta götüreceklerinden emin olabilirsiniz.
Sınırların kısmi olarak açılması, Kıbrıslı Türklerin birçoğunun Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği ve pasaportu almasına olanak sağlamıştır. Nitekim 80 bin kişinin kimlik veya pasaport aldığı da burjuva basında çıkan haberler arasında… Statükonun bu durumu değerlendirerek, bir kısım Kıbrıslı Türkü, bireysel kurtuluş aldatmacası ile AB ülkelerine göçe teşvik edeceği ya da ettireceği açık bir gerçek… Rejimin işsizlik sorununu bu şekilde çözme metodu yeni değildir. 1970’lerin sonunda ve 1980’lerin başında bu metodu uygulamıştır. Sayın Rauf Denktaş’ın, göç eden Kıbrıslı Türkler konusunda söylediği, “Giden Türk gelen Türk” açıklamalarını Kıbrıs’ta yaşayanlar çok iyi bilmektedir. Dolayısı ile rejim bu metodu tekrar devreye koymaktan geri durmayacaktır. Bu sefer bu yöntemi, sağ partili hükümetle değil de, “sol” partili bir hükümetle koyması şaşırtıcı olmayacaktır. Kuzey’deki son on aylık hükümet bunu göstermektedir.
Dolayısı ile önümüzdeki yakın dönemde örgütlenme çalışmalarını, gerek işçilerin ekonomik talepleri, gerekse göç sorununa karşı yürütülecek reform çalışmaları ile birleştirmemiz gerekmektedir. Bu çalışma, bu konulardaki yeteneklerimizi geliştirmemiz ile bağıntılı gelişecektir. Kıbrıs sorunu haricinde fazla bir reform çalışması tecrübemiz olmadığı dikkate alınırsa, bu alanlarda tecrübesi olan arkadaşların tecrübelerinden öğrenmemiz gerektiğini biliyoruz. Bu çalışmada ne kadar yol kat edeceğimiz, bunların hayata geçirilmesinde rol oynayacak kadrolarımızın gelişmesine, bu kadroların gelişmesi için alacağımız desteklere bağlıdır.