NATO’ya ve terörist ABD’ye karşı mücadeleyi yükseltelim

Yerel seçimler ve Kıbrıs’ta Annan Planı çerçevesinde düzenlenen referandumun ardından siyasal gündemin daha çok dış politik gelişmelerle şekilleneceği bir döneme giriliyor. Uluslararası plandaki son gelişmelere bakıldığında karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:
a-) Annan Planı çerçevesinde düzenlenen referandumda Kuzey’de “evet”, Güney’de “hayır” çıkması, Kıbrıs’ta yaşanan çözümsüzlüğün yeni unsurlar eklenerek süreceğini göstermektedir. Türkiye, Yunanistan, ABD, AB başta olmak üzere, şimdi herkes, Kıbrıs sorunundaki pozisyonunu bu duruma uygun olarak yenilemeye yönelmiş bulunuyor.
b-) Kafkaslarda varolan gerginlik giderek tırmanırken; Gürcistan’ın ardından şimdi de Acaristan özerk bölgesi ve Ermenistan’da ABD destekli hükümet darbesi tezgahlanıyor. Bu durum, Letonya, Estonya, Litvanya gibi Baltık ülkelerinin NATO’ya üye alınmasından sonra, ABD’nin, Rusya’yı güneyden de kuşatmaya yönelik faaliyetlerini giderek yoğunlaştırdığını gösteriyor.
c-) Sünni üçgeniyle sınırlı olduğu iddia edilen işgale karşı direniş, Şiileri de içine alarak, Irak genelinde yaygınlaşıyor. İspanya’nın ardından Honduras da, Irak’taki askerlerini geri çekeceğini açıkladı. Bu gelişmelerin ardından, Türkiye’nin Irak ve Afganistan’a asker göndermesi yeniden gündeme getirildi.
d-) Filistin halkına yönelik Siyonist katliam, suikastlar eşliğinde sürüyor. ABD, İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un ziyareti sırasında, nihayet “diplomatik gevelemeleri” bir tarafa iterek, katliam ve soykırım politikalarına açıktan onay verdi.
Pek çok şey şüphesiz eklenebilir, ancak uluslararası gündemi oluşturan olay ve olgular kısaca bunlardır.
Gelişmelerden doğrudan etkilenen bir ülke olarak Türkiye’nin siyasal gündemi de, bu olgu ve gelişmeler etrafında şekillenmektedir. İçinde bulunduğumuz dönemi, Türkiye’nin, ABD ve Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkilerini yeniden bir düzenlenmeye tabi tutma süreci olarak da nitelemek mümkündür. Nitekim, Türkiye, bugünlerde bir yandan 28-29 Haziran tarihinde İstanbul’da yapılacak NATO zirvesine “ev sahipliği yapma”ya hazırlanırken, diğer yandan hükümet, AB’ye uyum süreci çerçevesinde, aralarında DGM, basın yasası ve yargı kurumlarıyla ilgili yasaların da bulunduğu bir dizi yasada değişiklik içeren yasa tasarılarını TBMM’ye sevk etmeye hazırlanıyor.
Referandum sonrası Kıbrıs konusunda ulusal ve uluslararası planda tartışmalar sürerken, yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın da gündemi, asıl olarak, 28-29 Haziran’da İstanbul’da yapılacak NATO zirvesine odaklanmış bulunmaktadır. Tarihi bir önem de atfedilen İstanbul’daki NATO zirvesini, önceki toplantı ve zirvelerden önemli hale getiren temel etken; yukarıda vurgulanan bütün gelişmelerin merkezinde durmakta olan (daha doğrusu gelişmeleri yönlendirmekte olan) ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adını verdiği emperyalist saldırgan terörist politikaları zirvenin ana gündemi yapma düşüncesidir. Bu yüzden, zirveyi, emperyalistler arası ilişkilerin ve başta NATO olmak üzere emperyalist kurumların yeniden şekillenmesinde bir mihenk taşı vazifesi görecek bir zirve olarak nitelemek yerinde olacaktır. Bu yönüyle zirve, elbette ki, tartışılamaz bir öneme sahiptir.
Emperyalistler arenasında figüran olmanın ötesinde bir rol oynayamayacak durumda olan Türkiye egemenleri bakımından ise, toplantının önemi, sadece “ev sahipliği” ile sınırlı değildir. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde Türkiye’ye taşeron rolü biçmesi, buradan doğacak kırıntılar, işbirlikçi tekelci burjuvazinin ağzını sulandırmaktadır. Bu yüzden, sermayenin iri kıyım temsilcileri, zirvenin masraflarını karşılamak için adeta birbirleriyle yarışmaktadır. Bu çerçevede, daha şimdiden, NATO’nun ana karargahlarının bir bölümünün Avrupa’dan Türkiye’ye taşınmasının beraberinde getireceği “istihdam” ve yeşil dolarlardan sevinçle söz edilerek, işsiz kitleler yedeklenmeye çalışılmaktadır.
Zirve öncesi, Kıbrıs referandumunun sonucunu, dış politikada 50 yıldan bu yana kazanılmış en büyük kazanım olarak niteleyen AKP hükümeti, estirdiği sahte rüzgarlarla yelkenleri şişirerek, zirveyi, ülkemizi AB’ci ve özellikle Amerikancı hatta daha fazla çekmenin bir platformu olarak değerlendirmeye çalışmaktadır. AKP hükümeti ve işbirlikçi sermaye çevreleri, bu nedenle, NATO zirvesinin ABD’nin istediği şekilde sonuçlanması için her türlü manevrayı çevirmeye dünden hazırdır. ABD’nin, referandumda “hayır” diyen Rumları cezalandırma adına Kıbrıs’a askeri olarak yerleşme planlarına, AKP hükümetinin; “Kıbrıs’ı dış dünyaya açma” maskesi arkasına saklanarak destek olması, yine Irak’ta direnişin yaygınlaşmasıyla birlikte, yeniden Irak’a Türkiye’nin asker göndermesi tartışmalarına açık kapı bırakması, bunu kanıtlayan gelişmelerdir.
Açıktır ki, ülkemizde bir avuç işbirlikçi Amerikancı güruhun dışında, NATO zirvesinin ABD’nin istediği biçimde sonuçlanmasından çıkarı olan başka bir kesim yoktur. Çünkü, böyle bir sonuç, Türkiye başta olmak üzere, bölge ülkeleri ve halklar açısından sonu belirsiz felaketlerin başlangıcı olacaktır. Irak’ta yaşananlar, nasıl bir tabloyla yüz yüze olunduğunu göstermektedir.
Felaketi önlemenin biricik yolu, Amerikancı cephenin püskürtülmesi ve NATO zirvesinin başarısızlığa uğratılmasından geçmektedir. Bunun için, işçi sınıfı, emekçiler, tüm halk güçleri birleşmelidir. Irak işgali öncesinde 1 Mart’ta hükümetin savaş tezkeresini TBMM’den geçirememesinde, o dönem emperyalist savaşa karşı güçlerin birlikte hareket etmesinin belirleyici rolü olmuştur. Aynı durum tekrarlanabilir.
Bu yüzden, İstanbul’da, aralarında sendikalar, kitle örgütleri, aydın ve yazar örgütleri, dernekler, siyasi partilerin bulunduğu 100’ü aşkın örgütün “Nato ve Bush Karşıtı Birlik” adı altında güçlerini birleştirmeleri, son derece önemli ve olumlu bir gelişmedir. Ancak, bu konuda olumsuzluklar da varlığını sürdürmektedir. TKP ve ÖDP, birlik içindeki bazı siyasi çevrelerin varlığını öne sürerek birlikten ayrı durmaktadırlar. Gerçi TKP, gözlemci sıfatıyla toplantılara katılmaktadır, ancak, belirtmeliyiz ki, bu katılımın, birliğin düzenleyeceği etkinliklerde TKP’nin “kendi gösterisini” sergileme fırsatçılığından öte pratik bir karşılığı ve değeri yoktur. Uzak duran bir diğer oluşum da, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (BAK) dur. KESK, DİSK, TMMOB başkanları BAK’la hareket ederlerken, bu örgütlere bağlı pek çok sendika genel merkezi ve şubeleri, Nato ve Bush Karşıtı Birlik’le hareket ederek, doğru olanı yapmaktadırlar. Çünkü, karşı karşıya olunan siyasal sorunlar düşünüldüğünde, hangi gerekçeyle olursa olsun, farklı hareket etmenin kabul edilebilir bir izahı bulunmamaktadır. Emekçilerin ve halkın çıkarları birleşmeyi zorunlu kılmaktadır. Burada bir parantez açarak belirtmeliyiz ki, bu konuda adım atarken, deyim yerindeyse, herkes “bir kere düşünür”ken, 1 Mayıs’ın İstanbul’da örgütlenmesi  sırasında “1 Mayıs’ı bölmeyi başararak” sorumsuzluğun şahikasına çıkan konfederasyon yöneticileri, “bin kere düşünmelidirler”! Ayrı durulamaz. Hele hükümet ve sermaye çevrelerinin, zirvenin kendileri bakımından sorunsuz geçmesi için, anti-NATO cephede doğabilecek en küçük bir çatlaktan sonuna kadar yararlanacağı, kör parmağım gözüne ortadayken.
Ancak, bundan da öte, özenle altı çizilmesi gereken asıl husus, sadece örgüt yöneticilerinin bir araya gelmesiyle birliğin sağlanamayacağı, dolayısıyla görevlerin üstesinden gelinemeyeceği gerçeğidir. “Zirvenin güvenliği” gerekçe gösterilerek, zirvenin yapılacağı bölgedeki insanların şimdiden fişlenmeye başlanması, estirilecek terörünün habercisidir. Bu resmi gerici terörünün, ancak kitlelerin eylemine dayanıldığı oranda püskürtülebileceği unutulmamalıdır.
Şu ana kadar basın açıklaması biçiminde yapılan etkinliklere yalnızca örgüt yöneticileri katılmakta ve eylemler cılız kalmaktadır. Bu durum, bir an önce değişmelidir. Durumu değiştirecek şey, birlik içinde yer alan örgütlerin kendi tabanlarında, yani işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, bir bütün halk yığınları içinde aydınlatma ve örgütlenme faaliyetlerine yönelmeleri olacaktır.
Fabrikalarda, hizmet birimlerinde, sanayi sitelerinde, okullar ve emekçi semtlerinde NATO karşıtı komiteler olarak örgütlenmek ve çalışmaları bu örgütler aracılığıyla yığınlar içinde yaygınlaştırmak gerekmektedir. Özellikle sendikalara ve sendikal platformlara bu konuda büyük görevler düşmektedir. Sendikalar sadece örgütlü oldukları işyerleriyle sınırlı bir faaliyetle yetinemezler. Organize sanayi bölgelerinde sendikasız, sigortasız şartlarda yoğun bir sömürüye tabi tutulan işçiler içinde de çalışma örgütleme görevi, en başta sendikalara düşmektedir.
Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden Türkiye gençliği, anti-emperyalist mücadele birikimine fazlasıyla sahiptir. Deniz Gezmiş’lerin Amerikan 6. Filosu karşısında aldığı tutum, bugün NATO’ya ve ABD’ye karşı daha ileri mevzilerden alınabilir/alınmalıdır. Bunun anlamı, soyut bir ’68 gençlik hareketi ya da Deniz övücülüğü yapmak yerine, terörist ABD’nin bugünkü emperyalist saldırganlığını açığa çıkartacak bir platformda eylem ve etkinlikler örgütlemektir. Üniversite gençliği, zirve öncesi, üniversitelerin NATO karargahları gibi çalıştırılmak istenmesi girişimlerine sessiz kalarak, bırakalım ülkenin bağımsızlığını savunmayı, akademik, demokratik taleplerini dahi savunamaz bir mevziiye itilecektir. Bu nedenle, üniversiteler ve tüm eğitim kurumlarında, işyerleri, mahalle ve köylerde gençlik yığınlarının katılımı hedeflenerek düzenlenecek toplantılarda, her sektörün kendi taleplerini sahiplenmesi için adımlar atılırken, Denizler’in emperyalizme ve NATO’ya karşı yükseltilecek mücadelede yaşatılması kararları alınmalı ve bu kararların hayata geçirilmesi için çaba sarf edilmelidir.
Emekçi semtlerinde yürütülecek çalışmalar, tıpkı fabrikalarda, hizmet birimlerinde olduğu gibi, ABD saldırganlığına ve NATO’ya karşı mücadele komiteleri oluşturacak bir anlayışla yürütülmelidir. Eylem ve etkinlikler temel olarak buralardan örgütlenmelidir. Şüphesiz, zirve sırasında ya da terörist  başı Bush’un Ankara’ya gelişiyle birlikte, merkezi planda büyük gösteriler, elbette ki örgütlenecektir, ancak burada vurgulamak istediğimiz, bunlarla sınırlı bir faaliyetin, yığınlarda anti-emperyalist bir bilincin oluşmasını yeterince sağlamayacağı gerçeğidir.
İşçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, Türk, Kürt çeşitli milliyetlerden Türkiye emekçi halkı, ülke topraklarını terörist ABD ve işbirlikçilerine dar etmek için mücadeleyi yükseltelim.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑