Tüm dünyada, işçi sınıfı ve emekçiler kapitalist devlet ve hükümetlerin yeni istikrar (ekonomik saldırı) paketlerini gündeme getirdiği bir dönemde 1 Mayıs’ı kutladılar. Yunanistan, İspanya ve İtalya’da işçiler kapitalist devletin içine girdiği borç krizinden çıkmak için faturayı işçilere ve yoksul halka kesme planlarına karşı alanlara çıkarken; Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde işçiler düşük ücret dayatmaları, emeklilik yaşının yükseltilmesi, kamuda personel sayısının azaltılması ve sosyal haklarda kısıntıya gidilmek istenmesine karşı taleplerle 1 Mayıs’a gittiler. 1 Mayıs öncesinde Almanya’da 450 bin metal işçisini kapsayan TİS görüşmeleri tıkanmış durumdaydı ve 28 Mayıs’a kadar görüşmelerden bir sonuç çıkmaz ise -ki şimdilik böyle bir şey görülmüyor- son yılların en büyük grevinin gerçekleşmesi bekleniyordu. Yunanistan’da ise neredeyse genel grevsiz hafta geçmiyordu. İngiltere’de hedeflenen on milyarlarca sterlinlik bütçe kısıntısının kamuda işten çıkartmalarla sağlanacağının açıklanmasının yol açtığı tepkiler dinecek gibi görünmüyordu vb. vb..
Ülkemizde ise, işçi ve emekçilerin yüz yüze oldukları sorunlar kıta Avrupa’sı işçilerinden daha az değildi. Elektrik, doğalgaz, akaryakıt başta olmak üzere temel enerji girdilerinde yapılan yüksek oranlı zamlar, domino etkisiyle tüm temel tüketim maddelerine ve alanlarına yansıyarak, zaten açlık sınırında bulunan ücretlerin alım gücünü biraz daha düşürürken, sermaye ve hükümet, ülkemizin 2011 yılında dünyada Çin’den sonra en çok büyüme hızına ulaşan ikinci ülke olmasıyla övünmekteydi. 150 bin metal işçisinin ve 2,5 milyon memurun toplusözleşme süreci başlamıştı, işçiler ve memurlar geçmiş dönem uğradıkları hak kayıplarını telafi edecek bir beklenti içindeydi; ne ki, hükümet ilan ettiği orta vadeli ekonomik planla ücret ve maaşları baskılamaya devam edeceğini göstermişti.
Hükümet, sermayenin istekleri doğrultusunda işçilerin gelecek güvencesi olarak gördükleri kıdem tazminatının oluşacak bir fonda toplanması başta olmak üzere, sendikalar yasası ve iş kollarının yeniden düzenlenmesini içeren bir dizi yeni yasal değişiklik peşindeydi. Ancak, işçiler kıdem tazminatı fonunun akıbetinin ne olacağını “İşsizlik Fonu” uygulamalarından fazlasıyla biliyordu. Sermaye ve hükümetin hedeflediği bir diğer şey, işçi sınıfı ve emekçileri derinden etkileyecek olan Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) adı altında işçilerin kazanılmış haklarını ortadan kaldırmayı hedefleyen düzenlemelerdi. Buna göre bölgesel asgari ücret devreye sokulabilecek, bizzat hükümetin bakanlarının ağzından söylediği gibi, Kürt illeri “Türkiye’nin Çin’i” haline gelecekti. Hükümet bu yönlü düzenlemeleri gerçekleştirmekteki kararlılığını, işçi ve emekçilerin (yoksul halkın) çocuklarının yüksek öğrenim haklarını fiilen ortadan kaldıran ve çocuk gelinliği teşvik edecek olan ilk ve orta eğitim sistemini 4+4+4 biçiminde yeniden düzenleyen yasayı onca muhalefete rağmen çıkartarak göstermişti. Sermayenin has hükümeti AKP, yalnızca işçi sınıfına değil, kent ve kırın yoksullarına da saldırmaktaydı. Kentsel dönüşüm adı altında kent yoksulları yerlerinden edilerek kentin merkezinden uzaklaştırılırken, 2 B Yasası’yla kırın yoksullarına ödeyemeyecekleri bir fatura kesiliyor; HES, Termik, Nükleer Santraller tarım arazilerine kurulmak suretiyle köylünün üretim ve yaşam alanları ortadan kaldırılıyordu.
Hükümet sıranın sanatçılara da geldiğini düşünmüş olmalı ki, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatrolarının özelleştirilmesi için düğmeye basılıyor, binlerce tiyatro sanatçısı, bir anda işsiz kalıp sanat üretememe tehlikesiyle yüz yüze gelirken, bizzat Başbakan tarafından aşağılanmaları da işin cabası oluyordu.
Bütün bunların yanında, ABD emperyalizminin bölgesel çıkarlarını dış politikasının merkezine oturtan AKP hükümeti, Suriye sorunu, Malatya Kürecik’te kurulan radar üssü nedeniyle, ülkemizi Rusya, İran, Irak ve Suriye ile her an çatışabilecek bir noktaya hızla sürüklüyordu. Olası bir savaşın faturasının önünde sonunda kendilerine kesileceğinin az-çok farkında olarak savaşa karşı barış taleplerini öne çıkaran işçi ve emekçiler, aynı şekilde sermaye ve hükümetin ülke içi ve dışında izlemekte olduğu savaş politikasının arkasında başta ABD olmak üzere Batılı büyük devletlerin bulunduğunu bilerek anti emperyalist taleplerini de 1 Mayıs taleplerinin ön sıralarına yerleştirmişti. Türkiye’nin komşusu ülkelerle olan ilişkilerinde de temel bir etken olan Kürt sorununun çözümsüzlüğü çatışmaları yeniden gündeme getiriyor; ocaklara ateş düşerken ülke kaynaklarının tahribi ve gelişim dinamiklerinin kötürümleşme hali sürüyordu. Buradan, hak eşitsizliği ve savaşa karşı eşitlik ve barış talepleri de 1 Mayıs alanlarını dolduran dinamikler arasında yer alıyordu.
YAYGIN VE KİTLESEL 1 MAYIS
Görüldüğü gibi, 1 Mayıs öncesinde AKP hükümeti bir avuç sermaye ve iş birlikçi dışında neredeyse toplumun tüm kesimleriyle kavga eden bir pozisyonda bulunuyordu. Hükümet ve sermayenin bu pervasız tutumu karşısında işçi sınıfı başta olmak üzere emekçi sınıf ve tabakalar talepleriyle 1 Mayıs alanlarını doldurdular. 83 il ve ilçede gerçekleşen kutlamalara yüz binlerce emekçi katıldı. Hemen her yerde katılım önceki yılların çok üzerinde gerçekleşti. Sendika bürokrasisinin işçi ve kamu emekçileri konfederasyonları ve bağlı sendikaların ortak kutlama yapmalarını engelleyen ayrı alanlarda kutlama kararı, bölünmeden medet umanlar açısından beklenen sonucu vermedi. Ankara ve Bursa hariç 1 Mayıs kutlamalarına işçi ve emekçilerin tabandan geliştirdikleri birlik tutumu egemen oldu, bu tutum geleceğe ilişkin olarak sendika bürokrasisine rağmen birliğin sağlanabileceğine dair umutları artırdı. Denebilirse, bu birlik tutumu, ilk meyvesini, kamu emekçilerinin 23 Mayıs’ta gerçekleştirdikleri 1 günlük genel grevde verdi. KESK ve Kamu-Sen’in gerçekleştirdiği genel greve Memur-Sen’e bağlı sendikalara üye kamu emekçileri (Eğitim Bir-Sen karar alarak) katılarak, “yukarı”daki bölünmeyi, tabanda birleşerek etkisiz kıldı.
Türk-İş’e bağlı sendika merkezlerinden oluşan Sendikal Güçbirliği Platformu’nun Türk-İş yönetimine karşı çıkarak Taksim’de ki ortak kutlamaya katılması, 1 Mayıs’a ilişkin yayınladıkları deklarasyonda dile getirdikleri; İzmir’de İzmir Sendikalar Birliği’nin (yerel sendikal platform) Türk-İş yönetimine “ayıramazsınız, yaşasın işçilerin birliği” diyerek tavır alması sonucunda Türk-İş’in İzmir’de yapacağı açıklanan 1 Mayıs’ı Bursa’da kutlamak zorunda kalması, Ankara’da Türk-İş’e bağlı sendika şubelerinin 1 Mayıs’a Hak-İş ve Memur-Sen’in kutlama yaptığı Tandoğan alanında değil de DİSK, KESK, TTB, TMMOB’un bulunduğu Sıhhiye meydanında katılmaları tabandaki birleşme eğiliminin ne kadar güçlü olduğunun gösterdiği gibi, Türk-İş yönetiminin içine düştüğü tecrit durumunun da göstergesi oldu. Öyle ki, Türk- İş, metal sektörünün kalbi olan ve bir anlamda Türk Metal Sendikası’nın örgütlülüğüne güvenerek gittiği Bursa’da da umduğunu bulamadı. Türk-Metal Sendikası’nın Bursa’da örgütlü 40 bin üyesi olmasına karşın Türk-İş’in yaptığı mitinge katılım 15 bin civarındaydı. Renault, Tofaş başta olmak üzere Bursa’nın büyük fabrikalarından katılan işçi sayısı oldukça azdı, ana katılım çevre illerden sağlanmıştı.
TAKSİM 1 MAYIS’I
Her yıl olduğu gibi, “geleneksel” olarak gözler öncelikle İstanbul’da, Taksim meydanındaydı. Kitle katılımının geçen yılın üzerinde olduğunda hemen herkes hemfikirdi. Katılımcıların çeşitliliği bakımından, köylülük ve taleplerini dışta tuttuğumuzda, Taksim meydanı, ülkede muhalefeti oluşturan sınıf ve güçlerin bir fotoğrafını veriyordu. Bugünkü kapitalist sistemden, hükümetinden, devletinden ve uygulamalarından rahatsız olan bir bakıma bütün mağdurlar taleplerinin yazılı olduğu döviz ve pankartlarıyla meydandaydı: İşçiler, kamu emekçileri, işsizler, mühendisler, doktorlar, avukatlar, kadınlar, gençler, kentsel dönüşüme maruz bırakılanlar, çevreciler, savaş karşıtları, şehir ve devlet tiyatrosu oyuncuları, yazarlar, sanatçılar, tutuklu gazetecilerle dayanışma platformu, inanç grupları, köy ve yöre dernekleri, taraftar grupları, siyasi partiler, sol grup ve dergi çevreleri, anarşistler ve elbette ki Kürtler.
Bu yönüyle hep özlemi çekilen ve her vesileyle dile getirilen emek, demokrasi ve ilerici güçlerin birliği, işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ta 2012’de, geçmişte olmadığı ölçüde sağlanmıştı. Bu tablo, tüm ezilen sınıf ve kesimleri ancak işçi sınıfının devrimci platformunun bir araya getirebileceğini, işçi sınıfının toplumsal öncü rolünün bittiğini iddia edenlerin gözüne sokarcasına bir kere daha gösterdi. Gelgelelim, tüm bu olumluluklara rağmen, işçi hareketi ve sendikal hareketteki dinamizmi anlamak bakımından Taksim 1 Mayıs’ı yine de yetersiz kalıyordu. Atılan sloganlar, taşınan döviz ve pankartlar (sol siyasi çevreler ve gruplar açısından kendine tapınca dönüşen ölçüde grupçuydu), kürsü kullanımı ve konuşmaların içeriği işçi sınıfının acil ekonomik, sosyal ve siyasal talep ve beklentilerini yansıtmaktan hayli uzaktı. Egemen olan hava sınıf dışılıktı. Bu bakımdan 2012 1 Mayıs’ının ortaya çıkardığı birikimi bütün yönleriyle anlayabilmek için, Taksimi de kapsamak kaydıyla, bütün Türkiye’ye bakmak gerekir.
İŞÇİ HAREKETİNDEKİ DİNAMİZM
2012 1 Mayıs’ının öne çıkan yanı hemen her işçi merkezinde kutlamaların gerçekleşmesidir. Ancak, işçi hareketinin tabandaki dinamizmini görebilmek için İstanbul, Ankara, İzmir; Adana, Gaziantep, Bursa gibi yerlerin yanında Trakya (Lüleburgaz), Kayseri, Zonguldak, Gebze, Denizli gibi merkezlerin de üzerinde durmak gerekiyor. Bilindiği gibi, bu merkezler, son dönemde, sendikal örgütlenme faaliyeti başta olmak üzere, işçilerin hak alma mücadelesinde öne cepheyi oluşturmaktadır.
Zonguldak, Trakya ve Gebze’de önceki yıllarda sendikalar bütün işçileri Taksime çağırırlar, yerellerde kutlamalar ya yapılamaz ya da çok cılız geçerdi. Bu yıl Gebze’de yine öyle yapıldı, ancak hiçbir sendikanın katkı sunmamasına, hatta bazı sendika merkez ve şubelerinin katılımı engellemeye yönelik tutum almasına karşın Gebze İşçi Kurultayı etrafında birleşen işçiler, binlerin katıldığı kutlama gerçekleştirdi. Zonguldak’ta uzun yıllardan sonra ocakların bulunduğu yerlerden yürüyüşlerle alana gelindi. Örneğin Kozlu’da toplanan işçiler 10 km.lik yürüyüşle alana geldiler. Bunda hiç şüphesiz, özel madenlerde sigortasız, güvencesiz biçimde asgari ücretin altında çalışma koşullarına ve iş güvenliğinin olmayışı nedeniyle yaşanılan işçi ölümlerine (iş cinayetleri) duyulan tepkinin büyük payı vardı.
Lüleburgaz’da 10 bin emekçinin katıldığı 1 Mayıs kutlamasını, Trakya’da işçi sınıfının (özellikle tekstil iş kolunda) sendikal örgütlenme ve ücret ve çalışma koşulları için verdiği mücadelenin dolaysız bir sonucu olarak görmek gerekir. Benzer biçimde Kayseri’de gerçekleşen 1 Mayıs kutlaması da, “AKP’nin başkenti” diye bilinen bir kentte işçi ve emekçilerin hükümetin ve “din tüccarlığı” yapan patronların demagojilerine artık prim vermediklerini gösteriyordu.
Özellikle genç işçi kuşağı, bütün emekçiler olarak dayanışmayı sağladıklarında ancak başarıya ulaşacaklarını, içine girdikleri mücadele ve direnişlerle deneyimlemiş bulunuyordu ve 1 Mayıs zemininde sağlanan tabandaki birlik, en çok bu genç işçi kuşağının deneyim ve çabalarını sendikal platformlara taşıması üzerinde yükseldi. Ortak kutlamadan yan çizen Türk-İş, Hak-İş ve Memur-Sen, başka zaman olsa, ya 1 Mayıs’ı salonlarda geçiştirir ya da hiç kutlamazlardı, ancak bu sefer ortak kutlamadan uzak durabildiler, ama alanlarda kutlamaktan kaçamadılar; bunda da temel etken işçi hareketinin tabandaki bu dinamizmiydi.
KÜRT İLLERİNDE 1 MAYIS
Kürt illerindeki, kitlesel yaygın kutlamaların örgütlenmesi, 2012 1 Mayıs’ının en ayırt edici yanlarından birini oluşturdu. Gaziantep’ten, Diyarbakır’a, Adıyaman’dan, Batman’a, Malatya’dan, Dersim’e, Elazığ’dan, Van’a on binlerce işçi ve emekçinin katıldığı mitingler yapıldı. Bu durum, Kürt illerinde ulusal hak taleplerinin yanında emek taleplerinin de giderek öne çıktığına, Kürt işçi ve emekçilerinin işçi hareketi ve sendikal hareketin temel dinamiklerinden birini oluşturduğuna işaret etmesinin yanında, sınıf hareketiyle Kürt ulusal hareketinin ittifakının imkanlarının her zamankinden daha gelişkin olduğunu da göstermekteydi. Şüphesiz, bölgede 1 Mayıs kutlamalarının bu ölçüde yaygın ve kitlesel geçmesinde Kürt siyasi hareketinin 1 Mayıs’ı bu kez ileriden sahiplenmesinin rolü büyüktü. Bu durumu Kürt siyasi hareketinin Türkiye sınıf hareketini temel ittifak gücü olarak görmeye başladığına yormak iyimserlikten öte bir gerçeği vurgulamak olacaktır. Aksi takdirde Halkların Demokratik Kongresi (HDK) gibi bir oluşumda ortaklaşa demokrasi mücadelesi yürütmenin bir esprisi kalmaz.
SONUÇ OLARAK
2012 1 Mayıs’ında işçi sınıfı ve sendikal hareket sermayeye karşı mücadele kararlılığını ortaya koyarken, geleceğe yönelik olarak taşıdığı dinamizm ve potansiyeli de gözler önüne serdi.
Birinci olarak, sendika bürokrasisinin “bölme” girişimlerini biçimsel hale getiren ve asıl olarak genç ve mücadele içindeki işçi kuşağının tutum ve eyleminde somutlaşan birlik eğilimi, sendikal hareketin sınıf sendikacılığı temelinde ileriye bir dönüş yapmasının imkanlarının alabildiğine gelişmiş olduğunun kanıtı durumundadır. Dolayısıyla gerek bir süredir sınıf partisinin sendikal harekette açtığı sendikaların mücadeleci temelde dönüşüm sürecinde ortaya çıkan kurultay ve yerel sendikal platformlar gibi sendikal oluşumların, gerekse Türk-İş’e bağlı sendika merkezlerinin oluşturduğu Sendikal Güçbirliği Platformu’nun sınıfın taleplerinin savunulması ve sendikal bürokrasiye karşı mücadele ve bürokrasinin tasfiyesi noktasında daha cesaretle hareket etmelerinin yolu açılmıştır. İkinci olarak; Kürt illerinde işçi ve emekçi hareketinin giderek öne çıkacağının ve bu durumun genel olarak Türkiye sınıf hareketi ve sendikal hareketinin gücünü artırırken, demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin önemli bileşenlerinden Türkiye sınıf hareketiyle, Kürt ulusal hareketinin ittifak temelini de güçlendirip geliştirmiştir. Üçüncü olarak; kent ve kırın yoksulları, sanat ve bilim çevreleri, inanç grupları gibi sistemin uygulamalarıyla çelişkiye düşen tabakaların çıkarlarının savunusunun işçi sınıfıyla birlikte hareket etmekten geçtiğini giderek daha fazla hissetmekte oldukları 2012 1 Mayıs’ında görülmüştür.
Bütün bunlar işçi sınıfının toplumsal mücadeledeki öncü rolünü bir kere daha ortaya koyan gelişmelerdir. İşçi hareketi, siyasalaşma düzeyi ve mücadelesini politik alana genişletip genişletmemesinden bağımsız olarak, toplumsal öncü rolü görevini üstlenme sorumluluğu gibi nesnel bir durumla karşı karşıyadır. Sınıf bilinçli işçinin, mücadeleci sendikacının ve hepsinden önce sınıf politikacılarının, işçi sınıfının bu rolünü oynayabilmesi için; a- sendikal hareketin birliğinin mücadeleci temelde sağlanması, b- mücadeleyi politik alana doğru genişletme zorunluluğu ve c- işçi sınıfının demokrasi ve özgürlükler mücadelesinde Kürt ulusal hareketi başta olmak üzere bağlaşıklarıyla birleşebileceği bir platformun oluşturulması ihtiyacına pratik olarak yanıt vermek durumundadırlar. Şüphesiz işçi ve sendikal hareketin birliği ve dönüşümü ve sınıf mücadelesini politik alana doğru genişletmesi zaten pratik olarak mücadelesi verilen bir durumdur ve anlaşılacağı üzere, istenen sonuca ulaşma bir süreç meselesi olarak görülmek durumundadır; ancak işçi sınıfının bağlaşıklarıyla bir araya geleceği platform zaten vardır ve bugünkü koşullarda bu Halkların Demokratik Kongresi (HDK)dir. İşçi sınıfının sendikaları aracılığıyla ana gövdesiyle katıldığı koşullarda HDK da gerçek rolünü oynayabilecek, demokrasi ve özgürlükler mücadelesinde daha ileri mevzilere ilerlenebilecektir.
23 Mayıs’ta neredeyse yüzde yüzlük katılımla kamu emekçilerinin gerçekleştirdikleri genel grev ve hükümetin ilan ettiği çay fiyatlarını yetersiz bulan çay üreticilerinin yol kesip eyleme geçmeleri, önümüzdeki dönemde, emekçi sınıf ve tabakaların haklarını basın açıklaması vb. kınama yoluyla arama değil, 1 Mayıs’ta ortaya çıkan eğilimin de ifade ettiği gibi, eyleme geçerek almaya yöneleceklerini göstermektedir. Bu durum, sınıfın ileri kesimlerinin mücadele mevzilerini, süratle, ortaya çıkan bu yeni eğilim ve duruma uygun hale getirmelerini zorunlu kılmaktadır.