Barınma hakkı, toplumsal dışlama ve rantın yeniden paylaşımı açısından “kentsel dönüşüm” projeleri: İstanbul örneği

Son yıllarda Türkiye’nin birçok yerinde ve özellikle İstanbul’da, TOKİ ile özdeşleşen “kentsel dönüşüm” uygulamalarıyla karşılaşmaktayız. Bu “kentsel dönüşüm” uygulamaları “konut sorunu çözülüyor” ve “depreme karşı önlem alınıyor” şeklinde söylemlerle meşrulaştırılmak istenmektedir.
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı tarafından “imar aktarımı” diye duyurulan ve ilk uygulaması Fikirtepe/İstanbul’da uygulanmaya çalışılan projenin de gerekçesi olarak “depreme karşı önlem ve konut sorununun çözümü” gösterilmiştir. İBB yönetimi “kentsel dönüşüm” projelerine karşı oluşan muhalefetten çekindiği için olsa gerek “kentsel dönüşüm”den başka anlamı olmayan Fikirtepe uygulamasını imar aktarımı diye duyurmaya çalışmıştır. Yine Başbakan’ın son günlerde çılgın proje diye açıkladığı İstanbul’a yapılacak “kanal projesi” ve İstanbul’un kuzeyinde “iki yeni kent” projesinin tanıtımında da “konut sorununun çözüleceği” ve “depreme karşı önlem alınacağı” ileri sürülmüştür. Başbakanın bu çılgın projeleri de aslında “kentsel dönüşüm” uygulamlarıdır ve İBB yönetimiyle aynı kaygıyla olsa gerek, yapılacak uygulamalar uyduruk isimlerle kamuoyu ile paylaşılmıştır. En yetkili kişiler tarafından yapılan bu açıklamaların temel vurgusu aynıdır ve başvurulan gerekçeler aslında kentlerde bu yönde bir sorun yaşandığına da işaret etmektedir.
Bu yazıda “kentsel dönüşüm” uygulamalarının arkasında işleyen mekanizma İstanbul’dan örneklerle açıklanmaya çalışılacak. Sözde kamu yararı gözetilirken aslında nasıl bir sermaye aktarımı ve yeniden dağıtım sisteminin uygulamaya konduğu, bu projelerin uygulama alanlarında yaşayan vatandaşlar için yoksulluk ve yoksunluk yeniden üretilirken sermayeye nasıl bir rant yaratıldığı ve TOKİ’nin bu sistemin işlemesinde ne denli merkezi ve önemli bir görev üstlendiği de incelenecek konular arasında.

HIZLI KENTLEŞME VE “KENTSEL DÖNÜŞÜM”

“Kentsel dönüşüm”, “çılgın projeler” ve “imar aktarımı” gibi uygulamaların tamamına yakınının İstanbul’da gündeme getirilmesi tesadüf değildir. Çünkü İstanbul Türkiye’nin kısa sürede en hızlı büyüyen kentlerinden birisidir  ve hızlı büyümeyle birlikte kaçak yapılaşma kentteki yapıların önemli bölümünü oluşturmuştur. Ruhsatsız ve kaçak yapılaşmaya ek olarak konut sorununun en yüksek olduğu kentlerden birisi de yine İstanbul’dur.
İstanbul’daki hızlı büyüme süreci 1980 sonrasına rastlar ve bu süreç dünyadaki gelişmelerden bağımsız değildir. Çünkü 1980 sonrası yürütülen küreselleşme politikaları sonucu geri bırakılmış ülkelerin neredeyse tamamında hızlı kentleşme süreçleri yaşanmıştır.  Büyük kentlere göç eden insanlar, devletin gidermesi gereken barınma sorununu kendi çabalarıyla çözmeye çalışmışlar ve sayısı hızla artan gecekondu mahalleleri oluşmuştur.
Gecekondulaşma süreci, Türkiye’de devlete rağmen ve kendiliğinden gelişmiş bir süreç değildir. 24.02.1984 tarihinde kabul edilen ve Gecekondu Af Yasası olarak da anılan 2981 sayılı Kanunla 1986 tarihinden önce; hazine, belediye, il özel idaresi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından idare edilen arsa veya araziler üzerinde yapılan kaçak yapılar için tapu tahsis belgeleri dağıtılmış ve böylelikle devlet eliyle kaçak ve plansız yapılaşmayı teşvik edilmiştir.
2981 sayılı Kanun’la yalnızca gecekondular değil, aynı zamanda imara mevzuatına aykırı inşa edilmiş veya inşa edilmekte olan yapılar da af kapsamına alınmıştır.
1980 sonrası yapılan yerel ve genel seçimlerdeki en temel vaat, tapu sorununun çözümüne ilişkin olmuştur ve özellikle büyük kentlerde bu propaganda karşılığını da bulmuştur. Çünkü hızlı kentleşmeyle birlikte hazine ve vakıf arazileri üzerindeki gecekondulaşma büyük kentlerde önemli oranlara ulaşmıştır. Bu süreçte gecekondu mahallelerinde seçim sonuçlarını etkileyecek güçte bir nüfus yaşamaya başladığı da hatırlanmalıdır.
Gecekondu mahallelerinde yaşayanlar için tapu sorununun çözümü, ıslah imar planları yapılarak kendilerine imarlı – ifrazlı tapu verilmesi şeklinde anlaşılmaktadır. Islah imar planının dayanağı, 2981 sayılı Kanun’dur ve kanunun amacı, birinci maddede “imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş… yapılar hakkında uygulanacak işlemler” olarak tanımlanmıştır. Bu kanunun pratik uygulaması şu şekilde gerçekleşmiştir: Gecekondu mahallelerinde ıslah imar planları hazırlanmış, hazırlanan bu planlarda mevcut kullanıcılar hak sahibi olarak tespit edilmiş ve bu hak sahiplerine kullandıkları arsa miktarı üzerinden hesaplanan arsa bedelini ödemesi karşılığı tapuları verilmiştir.
Hak sahipleri, kendilerinden istenen arsa bedellerini çoğunlukla ödeyememişler ve bir müteahhitle anlaşarak, arsa bedelinin müteahhit tarafından karşılanması şartıyla yapılacak binadan anlaşma şartlarına göre birkaç daire alabilmişlerdir.
Bu yöntemle hazine ve vakıf arazileri üzerindeki kaçak yapılar yasallaştırılmış olmaktadır. Yasallaştırma sürecinin neredeyse her aşamasında gecekondu sahiplerinden harç, emlak vergisi, arsa bedeli vb. adlarla birçok para tahsil edilmiştir. Tahsil edilen bu bedeller, arsanın neredeyse normal alım satım bedellerine ulaşmaktadır. Gecekondu sahiplerinin alt yapı yatırımlarından (su, elektrik, ulaşım vb.) uzun yıllar yararlanamaması, kamu olanaklarına (hastane, okul, kreş, park, güvenlik vb.) uzak kalması gibi hususlar da dikkate alındığında, gecekondu sahiplerinin elde edebilecekleri arsa (en fazla 260 metre kare) için katlanmak zorunda kaldıkları maliyetin çok daha yüksek olduğu anlaşılır. Bu süreç dikkate alındığında, gecekondu sahiplerine yönelik olarak “hazine arazisine konarak rant elde ediyorlar” yönlü eleştirinin haksızlığı da ortaya çıkar.
Hazine ve vakıf arazileri üzerine kaçak yapılar yapılması sürecinde devlet özetle “kendisine ait arsaları” vatandaşa satmış ve kent topraklarında oluşan rant, devlet, küçük müteahhit ve belli oranda gecekondu sahibi arasında paylaşılmıştır.
Bu süreçlerde konut sorununun sistem partileri nezdinde siyasi oyun malzemesi olmaktan başka anlamının olmadığı da görülmüştür. Çünkü gecekondu mahallelerinin son yıllarda rant değerlerinin aşırı yükselmesiyle birlikte artık ıslah imar planından bahseden kimse kalmamış, ıslah planı yapılmış yerler de dahil olmak üzere, “kentsel dönüşüm”, imar aktarımı, çılgın proje gibi uygulamalar gündeme getirilmeye başlanmıştır.
Islah planlarından bahsedilmemesi sebepsiz değildir. Çünkü “kentsel dönüşüm” veya benzer adlarla ifade edilen uygulamalar, kent topraklarında oluşan yüksek rantın yeniden bölüşümü ve aktarılması amacıyla gündeme getirilmektedir. Islah planlarıyla kent topraklarında oluşan rantın önemli bölümü küçük müteahhit ve devlet arasında bölüşülürken, “kentsel dönüşüm” projelerinde ana aktör artık büyük inşaat firmaları olmuş ve rantın neredeyse tamamı bu firmalar tarafından bölüşülür hale gelmiştir. Arsa sahipleri ve gecekonduda yaşayanlar önceki dönemlerde kent toprağındaki ranttan az da olsa yararlanmalarına rağmen, “kentsel dönüşüm” uygulamalarıyla birlikte TOKİ’nin müşterisi haline getirilerek üzerinden rant elde edilen bir unsur haline gelmişlerdir.
“Kentsel dönüşüm” uygulamalarının sermayeye rant aktarma mekanizması olduğu; konut sorunu, depreme karşı dayanıklı yapı üretimi, planlı kent oluşturma gibi amaçlarının olmadığı şu ana kadar yapılan uygulamalarla açıkça görülmüştür. Sürecin bu şekilde oluştuğunun daha iyi anlaşılabilmesi için “kentsel dönüşüm”le ilgili teorik açıklamalarla birlikte uygulama örneklerine bakmak faydalı olacaktır.

“KENTSEL DÖNÜŞÜM”E İLİŞKİN TANIMLAR
İmar Terimleri Sözlüğü’nde “kentsel dönüşüm”; “kamu girişimi ya da yardımıyla, yoksul komşulukların temizlenmesi, yapıların iyileştirilmesi, korunması, daha iyi barınma, çalışma ve dinlenme koşulları, kamu yapıları sağlanması amacıyla, yerel tasar ve izlenceler uyarınca, kentleri ve kent özeklerinin tümünü ya da bir bölümünü, günün değişen koşullarına daha iyi çevre verebilecek duruma getirme” olarak tanımlanmıştır (Ünal,  Duyguluer, Bolat 1998: 103). Pelin Pınar Özden ise, “kentsel dönüşüm”ü; “zaman süreci içerisinde eskiyen, köhneyen, yıpranan, sağlıksız/yasadışı gelişen ya da potansiyel arsa değeri üstyapı değerinin üzerinde seyrederek değerlendirilmeyi bekleyen ve yaygın bir yoksunluğun hüküm sürdüğü kent dokusunun, altyapısının sosyal ve ekonomik programlar ile oluşturulup beslendiği bir stratejik yaklaşım içinde, günün sosyoekonomik ve fiziksel şartlarına uygun olarak değiştirilmesi, geliştirilmesi, yeniden canlandırılması ve bazen de yeniden üretilmesi eylemi” olarak anlatır (Özden 2008: 43).
Yukarıda yer alan tanımlamalarda yer alan “yoksunluk” kavramı “kentsel dönüşüm” uygulamalarının bir bakıma gerekçesi olarak gösterilmiştir. “Kentsel yoksunluk” kavramıyla; “kentin niteliksiz fiziki çevrelerinde yaşayan ve ekonomik anlamda zayıf maddi koşullara sahip alt sınıf guruplarının ait oldukları toplumun faydalandıkları belli hizmet ve olanaklardan aynı oranlarda ve eşit şekilde faydalanamaması, belirli bir ölçüde sosyal dışlanmışlık ve bunun ortaya çıkarmış olduğu sosyal hoşnutsuzluk” ifade edilmektedir (Özden 2008: 40).
Bu tanımlardan yola çıkılarak varılacak sonuçlardan ilki, “kentsel dönüşüm” uygulamalarının kentsel yoksunluğu ortadan kaldıracağı iddiasıdır. Ne var ki, yoksunluğu doğuran durumun konutların inşa biçimi ve yetersizliği olmadığı, ancak insanların sistem içerisinde yoksulluğa sürüklenmeleri nedeniyle hayatlarını bir şekilde idare edecekleri yerlerde yaşamaya çalıştıkları bir gerçektir. Bu nedenle yerleşim birimlerine müdahale edilerek yoksulluğun/yoksunluğun ortadan kaldırılacağı yönündeki iddiaların hiçbir gerçekçi dayanağı yoktur. Zaten şu ana kadar yapılan “kentsel dönüşüm” uygulamalarına göz atıldığında bu durum açıkça görülmektedir.
“Kentsel dönüşüm”ün bir başka görünümü de denilebilecek “soylulaştırma” süreçlerine bakmak, “kentsel dönüşüm”ün amaçları ve sonuçları yönünden açıklayıcı olacaktır. “Soylulaştırma/Gentrification” kavramı, 1960’lı yıllarda Londra’nın işçi mahallelerindeki konutları orta ve üst sınıfın satın alması yoluyla bu mahallelerin yoksunluklarının giderilerek, lüks yerleşim birimleri haline gelmesi sürecini açıklamak için, ilk defa 1964 yılında sosyolog Ruth Glass tarafından kullanılmıştır (Uzun 2006: 31). “Soylulaştırma” anlamına gelen uygulamalar, görünürde devlet/kamu müdahalesi gerekmeksizin ve/veya kamu müdahalesinin çok düşük olduğu ve sosyal/ekonomik/çevresel çöküntü alanlarının ‘kendiliğinden gerçekleşen süreçlerle’ tasfiyesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu süreç, mevcut yerleşimcilerin yerini ‘yatırımcıların’ ve daha üst gelir gruplarının almaları şeklinde gerçekleşmektedir.
Düşük gelir gruplarının yaşadıkları mahallelerden devlet müdahalesine gerek kalmaksızın bir bakıma tasfiyesi anlamı taşıyan “soylulaştırma” ile ifade edilen süreç, Türkiye’de en çarpıcı olarak 1990’larda Beyoğlu/Cihangir’de yaşanmıştır. Yine benzer süreçler, 1980’li yıllarda, Kuzguncuk, Ortaköy ve Arnavutköy, 1990’ların başında ise Galata ve Asmalımescit ile Fener ve Balat’ta yaşanmış ve hâlâ yaşanmaktadır.
“Soylulaştırma”yla ulaşılan sonuçlarla “kentsel dönüşüm” uygulamalarındaki sonuçlar benzerlik göstermektedir. Bu nedenle “kentsel dönüşüm”ün gerçekleşme biçimlerinden birisi olan “soylulaştırma” örneklerine ayrıca bakmak gerekecektir.

SOYLULAŞTIRMA: CİHANGİR SÜRECİ
Cihangir bölgesinde bulunan binaların genel durumunun iyi olması, mevcut kullanıcıların mahalleyi terk etme eğilimleri ve emlak alım-satımları sonucu rantın değerlendirilebilir olma özellikleri nedeniyle, görünürde dışsal bir müdahaleyi gerektirmeksizin, eski yerleşimcilerin konutlarını satarak yeni kullanıcıların yerleşmesi süreci sözde ‘sorunsuz’ gerçekleşmiş ve neredeyse tamamlanmıştır. Artık Cihangir yeni (genellikle orta ve üst orta gelir sahibi) yerleşimciler tarafından kullanılmaya başlanmış ve geliri az yerleşimciler konutlarını satarak bu bölgeden gitmiştir.
Cihangir’deki süreç güya ‘kendiliğinden’ gerçekleşmiştir. Sürecin bu şekilde işlemesinde birçok etken pay sahibidir. Bu etkenler arasında Cihangir’in İstanbul Boğazı ve tarihi yarımadayı gören bir tepede olması, kent merkezlerine yakınlığı, buradaki binaların sağlamlığı, ulaşım olanaklarının üst seviyede olması, tarihi özelliği bulunan eski binaların bulunması, arsa ve bina rantlarının giderek yükselmesi, konut alım satımının kârlı olması nedeniyle yatırımcıların ve orta ve üst gelire sahip gurupların hızla konut satın alma istekleri sayılabilir (Behar ve İslam 2006). Bu süreçlerle birlikte Cihangir’de yaratılan hayat, artık eski kullanıcılar için cazip olmaktan çıkmış ve bu bölgeden tasfiyeleri gerçekleşmiştir. Zaten emlak fiyatlarındaki yükselme, düşük gelirli ailelerin ve yoksun/yoksul komşulukların tasfiyesi ile mümkündür. Yoksun/yoksul komşulukların tasfiyesinin ‘kendiliğinden gerçekleştiği’ bölgelerde kamu otoritesi sürece görünürde müdahale etmemektedir. Ancak bu durumu teşvik edici alt yapı yatırımları yapmakta, sürecin tıkanmaması için idari önlemler alarak veya hareketsiz kalarak (geliri az olan grupların yaşam koşullarının iyileşmesi için önlem alınmaması gibi) sürecin tamamlanmasına katkı sunmaktadır.

“KENTSEL DÖNÜŞÜM” UYGULAMALARI

Tarlabaşı’nda Kentsel Yenileme/Yıkım/Koruma/Dönüşüm
Tarlabaşı Mahallesi’ndeki uygulamanın seçilme sebebi, bir dönem Cihangir’le iç içe geçmiş bir yerleşim birimi olması ve farklı gibi görünen süreçlere rağmen aynı sonuçların doğmuş olmasıdır. Kamunun bu süreçlerdeki işlevinin daha net görülmesi nedeniyle Tarlabaşı önemli bir örnektir.
Beyoğlu İlçesine bağlı Cihangir ile Tarlabaşı Mahalleleri, Bedrettin Dalan yönetimindeki İBB’nin 1988 yılında açtığı Tarlabaşı Bulvarı ile birbirinden ayrılmıştır. Cihangir, Galata ve Asmalımecit’te ‘kendiliğinden’ oluşan ve alt gelire sahip grupların tasfiyesi ile sonuçlanan süreç Tarlabaşı’nda bir türlü gerçekleşmediği için, buraya kamu tarafından müdahale edilmiştir.
İlk olarak, Tarlabaşı Kanunu olarak da anılan 16.06.2005 tarihli 5366 sayılı Kanun çıkarılmıştır. Bu kanuna dayanılarak, Tarlabaşı’nda ve Beyoğlu’nun bazı mahallelerindeki yapı adaları 28.03.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 2006/10172 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla “Kentsel Yenileme Alanı” ilan edilmiştir. Yasal düzenlemeler ardından ilk etap uygulama alanında toplam 20.000 metre kare ve 9 yapı adasında 287 binayı kapsayan (ki bu konutların 209’u tescilli tarihi eser statüsündedir) 520 konut ve 209 işletmenin bulunduğu alanla ilgili yenileme projesi “ihale” edilmiştir.
Beyoğlu Belediyesi’ne burada gerçekleştirilecek proje için 3 firma teklif sunmuş, “ihale”yi GAP İnşaat Yatırım ve Dış Tic. A.Ş. almıştır. Teklif sunan ve ikinci olan diğer bir firma ise, İhlas Holding’e bağlı bir inşaat şirketidir. Dikkat edilirse “ihale”ye hükümete yakın firmalar teklif sunmuştur. “İhale”yi kazanan firma olan GAP İnşaat, Çalık Holding’in inşaat işlerini yürüten bir firma olup, firmanın genel müdürü Berat Albayrak’tır.
Yukarıdaki sürece görüntü olarak bakıldığında, hükümete yakın firmaların “ihale”ye katılması dışında bir sıkıntı yokmuş gibi görünmektedir. Oysa yasal ve idari düzenlemelere bakıldığında, Tarlabaşı’nda gerçekleştirilecek sürecin (özellikle GAP İnşaat’ın işi üstlenmesi hususunun) hiçbir aşamasının tesadüfe bırakılmadığı rahatlıkla görülür.
05.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5366 sayılı Kanun’un ismi “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkındaki Kanun”dur. Kanun’un “Uygulama” başlıklı 3. maddesinin 7. ve 8. fıkrası şu düzenlemeyi getirmiştir:
“Yenileme projelerini onaylamak üzere 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 51 inci maddesine göre gerektiği kadar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu oluşturulur. Kurulca onaylanan projeler, il özel idaresi veya belediyece uygulanır.”
“Yenileme alanlarında yapılacak uygulamalarda her türlü mal ve hizmet alımları ile yapım işleri, ceza ve ihalelerden yasaklama hükümleri hariç olmak üzere 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu hükümlerinden muaftır.”
Kanun’daki bu düzenlemelerle (Kamu İhale Kanunu’ndan muafiyet, koruma kurullarının uygulamayı yapanlar tarafından oluşturulması, proje alanının koruma altında olması nedeniyle bu korumanın ortadan kaldırılması gibi) Tarlabaşı’nda yapılacak uygulamanın kazaen yandaş olmayan inşaat firmaları tarafından alınmasının ve uygulama projelerinin Koruma Kurulları’na takılmasının önü kesilmiş ve ‘ihale’nin gizli kapaklı olması sağlanmıştır. Yandaş olmayan bir şirketin ihaleyi alması halinde projenin koruma kurullarından geçmesi malum olduğu üzere pek mümkün değildir. Kamu İhale Kanunu’ndan muafiyet maddesinden alınan güç nedeniyle ‘ihale’ ile ilgili hiçbir ayrıntı kamuoyuyla paylaşılmamış, yalnızca Beyoğlu Belediye Başkanı tarafından yapılan kısmi açıklamalarla bilgi edinilebilmiştir.
Yine aynı Kanunun 4. maddenin ikinci fıkrasında şu düzenleme yer almıştır:
“Yenileme alanlarında bulunan yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır. Anlaşma sağlanamayan hallerde gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan taşınmazlar ilgili il özel idaresi ve belediye tarafından kamulaştırılabilir. Bu kanun uyarınca yapılacak kamulaştırmalar 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki iskan projelerinin gerçekleştirilmesi amaçlı kamulaştırma sayılır.”
Kanun başlığına yansıyan yenilemenin ne olduğu bu maddede yer alan “yapıların boşaltılması, yıkımı ve kamulaştırılması” ifadeleriyle ortaya konmuştur. Bu düzenlemede yer alan yıkım ve yenileme ifadeleriyle tarihi eserlerin ve orada yaşayan insanların yarattığı hayatın yok edilmek istendiği açıkça anlaşılmaktadır. Yine Kanun’un bu maddesindeki düzenlemeyle Tarlabaşı’nda gerçekleştirilecek projede “acele kamulaştırma” yetkisi ilgili idareye (Beyoğlu Belediyesi’ne) verilmiştir.
“Acele kamulaştırma”, adından da anlaşılacağı gibi ancak olağanüstü hal ve koşulların varlığı halinde kullanılan bir yetkidir. Bu yola başvurulması halinde olağan kamulaştırma için öngörülen süre ve süreçler kısaltıldığı gibi birçok şekil şartı da hafifletilmiştir. “Acele kamulaştırmalar”da izlenen usul kabaca şu şekildedir: Bakanlar Kurulu tarafından alınan karar gereğince başkaca bir işleme gerek kalmaksızın yetki verilen idare tarafından, idare bünyesinde oluşturulan bir kurulca belirlenen kamulaştırma bedelleri taşınmaz sahiplerine veya onlar adına açılan bir banka hesabına (iskan projelerinin gerçekleştirilmesi için yapılacak acele kamulaştırmalarda genel bütçede bu amaçla ayrılan paranın kalmaması halinde 5 yıl içinde 6 taksitle) yatırılarak işlem tamamlanmış olmaktadır.
Tarlabaşı’nda bu yetki kullanılmış ve 5366 sayılı Kanun’dan hareketle, Bakanlar Kurulu’nun 2006/10573 sayılı kararıyla Beyoğlu Belediyesi’ne acele kamulaştırma yetkisi verilmiş ve tespit edilen bedeller banka hesaplarına yatırılarak, kamulaştırmaya konu taşınmazların mülkiyeti idareye geçmiştir. Ayrıca burada yapılacak uygulamanın her türlü harç, resim ve vergiden muaf olduğunu da belirtelim. Belirtmek gerek ki, böylesi bir projede bu muafiyetler inşaat bedelinin yaklaşık yüzde 25-30’una karşılık gelmektedir ve bu yöndeki düzenlemeyle hazineye ödenmesi gereken bedel bir bakıma yüklenicinin kârına dahil edilmiş olmaktadır.

Tarlabaşı’nda Oluşturulan Rantın Boyutları
Proje kapsamında kalan alanda yapılacak binaların nitelikleri ve tahliyesi istenilen kişilerin taşınmazlarının hangi ölçütlere göre değerlendirildiğine ve ihale şartnamesiyle beraber oluşan rantın nasıl paylaşıldığını anlamak bu projeyle oluştırulan rantın boyutlarını ve ne şekilde yeniden dağıtıldığını kavramak bakımından önemlidir.
GAP İnşaat tarafından yapılan teklife ve ihale dosyasında yer alan sözleşmenin 6. maddesine göre, yenileme alanı ilan edilen bölgede “yüklenicinin kat karşılığı anlaşma veya satın alma yoluyla edineceği mülklerde” uygulama yapma yetkisi verilmiştir. Bu yetkinin idare (Beyoğlu Belediyesi) tarafından verilmesi nedeniyle yüklenici tarafından idareye uygulama projesi ile mevcut inşaat alanı arasından oluşan fark üzerinden “Proje Gerçekleştirme Payı” adında ödeme yapılacağı düzenlenmiştir. Sözleşmede, proje gerçekleştirme payı olarak, Belediye’ye yüzde 5, mülkiyet sahiplerine ise kat karşılığı yüzde 42,3 (toplam 26.179 metre kare) ‘teklif’ edilmiştir. Belediyeye önerilen yüzde 5’in anlamı bir miktar para karşılığı Belediye’nin yasal ve idari olanaklarının GAP İnşaat tarafından istendiği şekilde kullanmasıdır. GAP İnşaat tarafından yapılan bu teklif, Beyoğlu Belediyesi tarafından uygun görülmüş ve sözleşmeler imzalanmıştır.
İhale şartnamesi uzun süre açıklanmamıştır. Bunun sebebi ise, GAP İnşaat’ın “acele kamulaştırma” tehdidi ile insanlardan binalarını kendilerine satmalarını sağlamaktadır. Çünkü uygulamada GAP İnşaat ve Beyoğlu Belediyesi arasındaki bölüşüm, kimin hangi oranda mülk sahibi olduğuyla belirlenecek ve bu sözleşmeye göre idare tarafından edinilecek (yani acele kamulaştırma yoluyla edinilecek) arsalar için de Belediye ile Yüklenici arasında ayrıca kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapılacaktır.
İdareyle GAP İnşaat arasında sözleşme yapıldığında, proje alanında GAP İnşaat’ın herhangi bir mülkü bulunmamaktadır. Ancak sözleşmeyle birlikte GAP İnşaat bir anda proje alanında mülk sahiplerine yaklaşık yüzde 58 oranında paydaş olmuştur. Ayrıca bu paydaşlıkta GAP İnşaat’ın payı altın hisse benzeri etkilere sahiptir. Yani GAP İnşaat, mülk sahiplerine gerçekleştirilecek projede istediği bölgeden pay verebilecektir. Bu da, doğal olarak proje alanında arka tarafta bulunan projenin en değersiz bölgesidir.
GAP İnşaat, Beyoğlu Belediyesi’ne ait bir binayı kendi mülkü gibi kullanarak Tarlabaşı’ndaki mülk sahipleriyle “görüşmeler yapmış” ve sonuçta da bu mülk sahiplerinden 234’ü ile kat karşılığı sözleşme, 30 hissedarla da uzlaşma tutanağı imzalanmıştır. Kalan 172 mülk sahibi için de Beyoğlu Belediyesi tarafından kamulaştırma işlemlerine başlanmıştır. Bu kamulaştırmaların sonuçlanmasıyla Beyoğlu Belediyesi 172 mülkün de sahibi olacaktır.
Belediye’nin kamulaştırma nedeniyle sahip olacağı mülkler nedeniyle de GAP İnşaat’la ayrıca kat karşılığı sözleşme imzalanacaktır. Bu sözleşme de muhtemelen ihaleyle GAP İnşaat’ın mülk sahiplerine paydaş yapılma oranlarının bir benzeri olacak ve yüzde 42 Belediye, yüzde 58 ise GAP İnşaat’a ait olacaktır.
Avam proje ve yine GAP İnşaat yetkilileri tarafından yapılan açıklamalara göre uygulama alanında 13.333 metrekare otel dışında “satılabilir”,  45.202 metrekare konut, 7.846 metrekare apart-rezidans alanı ile 30.076 metrekare çarşı ve ofis oluşturulacak olup bu alanlar dışında 49.131 metrekare otopark, depo ve sığınak bulunacaktır. Toplam yapılacak inşaat alanı ise 63.000 metre kare olup yukarıdaki rakamlarla birlikte değerlendirildiğinde elde edilen toplam kapalı alan 165.767 metrekaredir.
Avam projeye göre, en değerli 3 yapı adası olan ve Tarlabaşı Caddesi’ne cepheli yerde bir alışveriş merkezi, 2 otel ve bir ticaret merkezi yapılacak; arka tarafta kalan adalarda ise, yine apart otel ve konut alanları inşa/restore edilecektir. Avam projeye göre yapılacak binaların neredeyse tümünün zemin altında 4 katlı otopark öngörülmüştür. Proje alanında halihazırda Beyoğlu Planlama Müdürlüğü yoğunluk verilerine göre 4.700 ile 6.350 kişi yaşamaktadır. Burada yaşayanların yaklaşık yüzde 75’i kiracıdır. Gerçekleştirilecek projeyle bu bölgede yaşaması planlanan nüfus ise 1.850 kişidir. Yine avam projeye göre toplam kapalı otopark alanı yaklaşık 2.000 araçlık ve 50.000 metre karedir.
Bu veriler projenin amaçlarından birisinin bölgedeki nüfus yoğunluğunun azaltılmasına yönelik olduğunu ve büyük konutlar, lüks alışveriş merkezi ve otellerin yapılacağını, mevcut kullanıcıların ise buradan gönderilerek yerlerine yüksek gelire sahip kişilerin yerleşeceğini göstermektedir.
Tarihi eser niteliğinde tescil edilmiş binaların altına, üstelik binalara zarar vermeksizin zemin altına 4 katlı otopark nasıl yapılabilir? Bu mümkün değildir. Oysa ihale şartnamesinin 17. maddesindeki düzenleme bunu mümkün kılmıştır. Madde düzenlemesi aynen şu şekildedir:
“Madde 17: İnşaat Yapılacak Sahanın Temizlenmesi: İşyerlerinde (Tarlabaşı’ndaki proje alanı kastediliyor) yıkılması gereken (GAP İnşaat’ın işine yaramayacak binalar kastediliyor) ve Yükleniciye (GAP İnşaat kastediliyor) yıktırılan mevcut yapılardan çıkacak ve tarihi özelliği nedeniyle iyileştirme işlemi yapıldıktan sonra yeniden kullanılması gereken malzemenin yüklenici tarafından dikkatle ayıklanması ve uygun yerlere istif edilmesi gereklidir. Yıkım ve muhafaza işlemleri …. Dikkat ve özenle yapılacaktır. Yıkım çalışmaları yüklenici ve Belediye teknik ekipleri ile zabıta ve Emniyet birimleri işbirliği ile gerçekleştirilecektir. Bu organizasyonu yapmakla idare sorumlu olacak ve her türlü güvenlik sağlanacaktır.”
5366 sayılı Kanun başlığında yer alan “tarihi ve kültürel taşınmaz varlıklarının yenilenmesi ve yaşatılması”nın anlamı avam proje ve ihale sözleşmesiyle daha açık ortaya konmuştur. Neyi yenileyip neyi yaşattıkları bu avam projeyle ortadadır. Projeye göre, tarihi binaların neredeyse tümü yıkılacak (ki bu binaların neredeyse tamamı tarihi değeri nedeniyle tescillidir), bu yıkımlar sonucu binalardan çıkan molozlardan ‘işe yarayacak’ malzemeler temizlenip kullanılacak, zemin altına yapılacak otopark sorunu da bu şekilde çözülmüş olacaktır. Yani proje alanının neredeyse tümünde yeni binalar yapılacaktır.
Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı’nın verdiği bilgilere göre, proje alanındaki mülk sahiplerine Tarlabaşı Caddesi’nin arka tarafında borçlandırma yöntemiyle konut önerilmiştir. Borçlandırma yönteminde mevcut binalarının metre karesi için 1.000 – 1.500 TL önerilmiş, yine bu öneriye bağlı olarak proje alanındaki Tarlabaşı Caddesi’nin arka tarafında yapılacak konutlarla takas önerisi yapılmış ve buradaki konutların metre karesine de 3.000 USD’dan (yaklaşık 4.500 TL’den) başlayan bedellerle değer biçilmiş, mahsuplaşma ve borçlandırma önerisi de bu oranlar üzerinden yapılmıştır.
Bu rakamların anlamlı olması için buradaki binaların özelliklerine de bakmak gerekir. Tarlabaşı’ndaki mevcut binalar 4-5 katlı olup, konut büyüklükleri de 40-100 metre kare arasındadır. Buna göre, GAP İnşaat tarafından 60 metre kare konutu olan bir mülk sahibine yaklaşık 90.000 TL para önerilmektedir. Konut sahibi, para almak yerine proje kapsamında yapılacak konutlardan yararlanmak istemesi halinde ise, takas edilecek konut büyüklüğü 60 metre kare olduğu varsayıldığında, 180.000 TL borçlanmak zorunda kalacaktır. Mülk sahibi şayet borçlanmak istemezse, Tarlabaşı’na 50 km. uzaklıktaki Tuzla’da TOKİ tarafından yapılan konutlardan alması önerilmiştir.
İhale sözleşmesiyle mülk sahiplerine verileceği şart edilen yüzde 42,3’lük payın anlamı yukarıdaki verilerle birlikte değerlendirilmelidir. Buna göre, mülk sahiplerine verilecek payın değeri mevcut binaların metre karesi üzerinden hesaplanmaktadır. Oysa her bir mülk sahibinin küçük bir müteahhitle GAP İnşaat’ın verdiği yüzde 42 oranı üzerinden anlaşma yaptığını varsaydığımızda, bu paylaşım yeni yapılacak yapı üzerinden hesap edilir ve yeni yapının yüzde 42’si mülk sahibinin yüzde 58’i de müteahhidin olurdu. Bu yöntemle rant küçük müteahhit ve mülk sahibi arasında paylaşılır ve inşaat nedeniyle vergi, resim, harç vb. birçok vergi aracılığıyla da devlet bu ranttan payını alırdı. Böylece mülk sahibinin binası yerine yapılacak yeni binadaki konutların yüzde 42’si mülk sahibinin yüzde 58’i de müteahhidin olurdu. Bu paylaşım, alışveriş merkezi, otel ve diğer yapılarda da söz konusu olacaktı. Oysa GAP İnşaat’la yapılan anlaşmada, 5366 sayılı Kanun’daki düzenleme nedeniyle, projenin her türlü resim, harç ve vergiden muafiyeti söz konusu olup, kamunun buradaki rant paylaşımından GAP İnşaat lehine çekildiği rahatlıkla söylenebilir.
Mülk sahipleri ise, mevcut konutlarını acele kamulaştırma tehdidi nedeniyle düşük bedellerle ellerinden çıkarmış veya GAP İnşaat’la Tarlabaşı Derneği Başkanı’nın verdiği bilgiler doğrultusunda anlaşmaya varmışlardır. Bu anlaşmada da, projeyle yapılacak yapılar üzerinden bir paylaşım değil, yeni bina yapılmayacağı varsayılarak değerlendirme yapılmıştır. Bu anlaşmalar nedeniyle de, mülk sahiplerinin terk ettikleri konutlarına karşılık projeden bir konut alma imkanları dahi kalmamış, mülk sahipleri bırakalım ranttan pay almalarını GAP İnşaat’ın yaptığı konutların müşterisi haline getirilerek borçlandırılmışlardır.
GAP İnşaat’ın elde etiği rantın boyutlarını daha iyi anlamak için, uygulama alanına yaklaşık 100 metre mesafede Demirören tarafından inşa edilen iş merkezi için yapılan satın alımlarla birlikte değerlendirmek gerekir. Buna göre, Demirören tarafından yapılan iş merkezi için 98 metre kare iki katlı bir taşınmaz, tapu kayıtlarına göre, 10.884.000 TL, yine 63 metre kare 3 katlı bir taşınmaz 7.500.000 TL’ye, yine 90 metre kare bir daire ise, 1.159.000 TL’ye satın alınmıştır. Bu rakamlar, Tarlabaşı bölgesindeki rantın büyüklüğünü göstermesi açısından önemlidir. Çünkü GAP İnşaat tarafından Tarlabaşı Caddesi’ne bakan 3 yapı adasında 2 otel ve bir iş merkezi yapılacaktır. Buradaki yapı adalarında yapısı bulunan mülk sahiplerinin binaları metre karesi en fazla 2.500 TL üzerinden satın alınmış veya kamulaştırılmıştır. Oysa yapılacak iş merkezinin metre karesi ise, (Demirören İş Merkezi dikkate alındığında) en az 40.000 TL’dir, ki bu rakam da GAP İnşaat açısından en kötümser rakamlardır. Gazetelerde sıkça bahsedilen ve GAP Yapı’nın elde edeceği rantın en kötümser hesaplamalara göre 500.000.000 USD olduğu yönündeki yayınlar aslında çok çarpıcı bir gerçeği ortaya koymaktadır. Çünkü yine GAP Yapı yetkililerinin ve Beyoğlu Belediye Başkanı’nın yaptıkları açıklamalarda, satın almalar/anlaşmalar ve kamulaştırmalar için ayrılan bütçe de dahil olmak üzere, uygulama alanındaki tüm maliyetlerin toplam 100.000.000 USD olduğu belirtilmektedir.
5366 sayılı Kanunun özellikle aktardığımız bölümleri ve Tarlabaşı uygulaması dikkate alındığında Hükümet ve Beyoğlu Belediyesi’nin istemediği bir firmanın uygulama ihalesine girme şansının olmadığı, yine bu bölgedeki büyük rantın elde edilmesi için kanun dahi çıkarıldığı ve bu rantın neredeyse tümünün GAP İnşaat’a aktarıldığı görülmektedir. Burada, başka bir firmanın ‘ihaleye’ girme şansı olsaydı da, uygulamanın bir rant aktarım projesi olduğu gerçeği elbette ki değişmeyecekti. Ama bu düzenlemeler AKP iktidarının kendi yandaşları için nasıl bir gözü dönmüşlük içerisinde faaliyette bulunduğunu göstermesi açısından ayrıca öğreticidir. 

SULUKULE’DE KENTSEL YENİLEME VE DÖNÜŞÜM
Fatih/Sulukule örneği, idarelerin “kentsel dönüşüm” aracılığıyla ırkçı, toplumsal dışlayıcı amaçlarını da gerçekleştirdiği bir uygulama olmuştur. Tarlabaşı Kanunu olarak da anılan 5366 sayılı Kanun’dan kaynaklanan yetkilere dayanılarak, Fatih Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi ve TOKİ tarafından yoksul/yoksun komşuluklar giderilmiştir.
5366 sayılı Kanun’a ayrıntısıyla yukarıda değinilmiş olup hukuki süreçleri ayrıca açıklamaya gerek yoktur. Ancak Sulukule’de yaşayan ve tasfiye edilen kullanıcıların etnik kökeni bu uygulamada ayrıca incelenmelidir. Çünkü bu bölgenin yaklaşık 1000 yıllık bir tarihi vardır ve kurulduğu günden bugüne kadar Romanlar tarafından kullanılmıştır. Buranın Romanlar tarafından kullanılıyor olması dönüşüm için bir bakıma gerekçe olmuş ve Roman kültürünün tasfiyesi bu uygulamada başlı başına bir amaç haline de gelmiştir. Çünkü Romanların bu bölgeden uzaklaştırılmaları halinde parçalanarak asimile olacakları herkes tarafından bilinmektedir.
Sulukule uygulamasında yaklaşık 620 konut yıkılmıştır. Bu konutlarda yaşayanların yaklaşık yüzde 80’i kiracı olup, aylık kira bedelleri de 50-200 TL arasındadır. Buradan tahliye edilen 320 kiracı, Sulukule’ye 40 km mesafede Taşoluk TOKİ konutlarına (brüt kullanım alanı 80 metre kare olan ve günde bir tane otobüs seferi yapılan çok katlı konutlara) tahliye/sürgün edilmişlerdir. Tahliye edilen her bir kiracı, tahsis edilen konutlar için toplam 140.000 TL borçlandırılmıştır. Bu borcun aylık geri ödemesi 200 TL olup, bina ortak giderleri de 150 TL’dir. Kiracılar Sulukule’de aylık en fazla 200 TL öderken, Taşoluk’ta kira ve aidat olarak 350 TL ödemek zorunda kalmışlardır. Kredi taksitleri ve aidatlar doğal olarak ödenememiş ve bu nedenle 320 kiracının 317 tanesi Sulukule’nin çevrelerine geri dönmek zorunda kalmışlardır. Uygulamanın bu sonucu doğuracağı, yani tahliye edilen Romanların burada yaşayamayarak başka yerlere gideceği ve toplu yaşama imkanlarının yok olacağı idare tarafından gayet iyi bilinmektedir ve uygulama buna rağmen gerçekleştirilmiştir. İdarenin bu bilme durumu aslında amacın ne olduğunu göstermektedir.
Tahliye edilen Sulukule’deki konutların kamulaştırma bedeli olarak metre karesi 500- 800 TL tespit edilmiş, tahliyelerin ardından burada yapılan vilların metre karesi ise 4.000 – 6.000 TL arasında satılmıştır. Bu villaların şu andaki metre kare fiyatları ise 10.000 TL’ye yaklaşmıştır.
Sulukule’yle ilgili yukarıda kısaca belirtilen hususlar dikkate alındığında, “kentsel dönüşüm” uygulamasının rant aktarımının yanında asimilasyoncu bir anlayışla yapıldığı söylenebilir. Bir taşla iki kuş vurmak denilen bir süreçtir, Sulukule’de yaşanan. Hem Romanlar’ın toplu yaşam alanları ortadan kaldırılarak asimile olmalarının yolu açılmış, hem de Romanlar’ın yaşadığı bölgedeki rant Tarlabaşı’nda olduğu gibi yandaşlara aktarılmıştır.

AYAZMA VE TEPEÜSTÜ PROJELERİ

İkitelli/Ayazma ve Tepeüstü Mahallesi’nde ilk kapsamlı ve büyük boyutlu “kentsel dönüşüm” uygulaması gerçekleştirilmektedir. Yasal dayanağı 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. maddesindeki 2005 yılında yapılan değişikliğe dayanan süreçte diğer ilçe belediyelerinde olduğu gibi Küçükçekmece Belediyesi’nde de hazırlıklar yapılmış ve “kentsel dönüşüm” uygulamasına başlanmıştır.
Burada yapılan uygulamaya ait Küçükçekmece Belediyesi’nin desteğiyle bir kitap hazırlanmıştır (Turgut ve Ceylan 2010). Çoğunlukla idare lehine sonuç doğuracak bir çalışma olması ve özellikle de mevcut yerel yönetimlerin ve şimdiki başbakandan başlamak üzere ardılı tüm yerel yöneticilerin kaçak yapılaşmadaki işlevlerinin açığa çıkmaması yönündeki yoğun çabalara rağmen, bu kitaptaki veriler, uygulama yapılan bölgelerdeki süreç ve bilgilerin komuoyuna sunulması yönünden önemlidir.
Anılan kitaptaki verilere göre, Ayazma ve Tepeüstü bölgesinde toplam 1625 konutta 10.675 kişi yaşamaktadır. Yapıların yüzde 44’ü özel arazi, yüzde 56’sı da hazine arazisi üzerinde yapılmıştır. Bu konutların yüzde14’ü 1981–1985 yıllar arasında, yüzde 23’ü 1986–1990 yıllar arasında, yüzde 33’ü 1991 – 1995 yılları arasında, yüzde 21’i ise 1996 – 2000 yılları arasında yapılmıştır. Kaçak yapıların hangi yıllarda yapıldığı hakkında bir veri bulunmamaktadır. Bu veriler dikkate alındığında, en yüksek yapılaşmanın 1991 – 2000 yılları arasında (toplam yüzde 54) olduğu görülür. Bu tarihler arasındaki yapılaşmanın tamamına yakını muhtemelen kaçak yapılaşmadır. Belirtilen dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanları sırasıyla Nurettin SÖZEN (1989-1994), Recep Tayyip Erdoğan (1994-1998) ve Ali Müfit Gürtuna’dır (1998-2004). Bu yönüyle bakıldığında, AKP iktidarının kaçak yapılaşmaya göz yumduğu ve hatta desteklediği söylenebilir.
Bu bölgelerde yaşayanların yüzde 57’si Doğu Anadolu’dan, yüzde 28,7’si Karadeniz Bölgesi’nden ve yüzde 6,7 Güneydoğu Anadolu’dan göç ederek gelmiştir. Bu verilerde yer alan göç durumu ve yapılaşmanın en yüksek olduğu döneme bakıldığında (1991 ve sonrası), köy boşaltmalarının yoğun olduğu 90’lı yılların bu mahallelerde en fazla yapılaşmanın olduğu dönemlere denk düştüğü görülecektir. Bu durumun rastlantı olup olmadığı yönünde bir veri bulunmamaktadır. Ancak bu bölgeyi bilenler burada yaşayanların köy boşaltmaları sonucu sürgün edilen Kürt yurttaşlardan oluştuğunu bilir.
Nüfusun yüzde 26’sı çalışarak yüzde 74’e bakmaktadır. Çalışanların yüzde 62’si imalat sanayinde, yüzde 36’sı hizmet sektöründe, yüzde 2’si de tarım sektöründe çalışmaktadır.  Hanelerin yüzde 8’inde çalışan kişi bulunmayıp, hanelerin yüzde 63’nün ise geçimini bir kişi sağlamaktadır. Nüfusun yüzde 64’ünün aylık tüm gelirlerinin toplamı 600 TL’nin altında, yüzde 30’unun ise ortalama 600–1600 TL arasındadır. Nüfusun sadece yüzde 36’sı SSK, yüzde 14’ü ise yeşil kart güvencesine sahiptir. Burada yaşayanların kişi başına düşen gelirleri hesaplandığı takdirde, bu bölgedeki yoksulluğun ne kadar derin olduğu rahatlıkla görülecektir. Yine bu verilerden hareketle çalışan kişi sayıları ve SSK güvencesine sahip insanlar karşılaştırıldığında, çalışanların önemli bir kesiminin sigortasız çalıştığı söylenebilir.
Nüfusun yüzde 31’i okuryazar değildir, yüzde 26’sı okuryazar, yüzde 31’i ilkokul mezunu, yüzde 8’i ortaokul mezunu, yüzde 3’ü lise mezunu, yüzde1’i ise üniversite mezunudur. Bu bölge ikamet edenlerin yüzde 69’u kendi evinde, yüzde 25’i ise kiracı olarak yaşamaktadır. Kira ödeyenlerin yüzde 17’si 50–149 TL, yüzde 36’sı 150–199 TL, yüzde 24’ü ise 200–249 TL kira ödemektedir. Konut kiralarının bu kadar düşük olması, bölgedeki alt yapı yatırımlarının azlığına da işaret etmektedir. Zaten “Konut Konfor Durumu” başlığı altındaki veriler bu durumu çok net olarak ortaya koymaktadır. Şöyle ki, konutların yüzde 94’ünde mutfak, yüzde 53’ünde banyo, yüzde 69’unda tuvalet, yüzde 76’sında su şebekesi, yüzde 97’sinde elektrik şebekesi bulunmamakta, konutların yüzde 96’sı soba/odun-kömür, yüzde 2’si konfeksiyon atıklarıyla ısıtılmaktadır.
Mevcut yerel yönetim yukarıda alıntılanan tüm verilerden hareketle “kentsel dönüşüm”ün bu bölgede bir zorunluluk olduğu ve “kentsel dönüşüm”le birlikte yaşanan sıkıntıların ortadan kalkacağı iddiasıyla Ayazma “kentsel dönüşüm” Projesi’ne başlamıştır.
Oysa yine aynı kitapta, “Proje Kurgusu ve Amacı” başlığı altında şunlar ifade edilmiştir:
“Proje alanı Küçükçekmece İlçesinin, İstanbul Metropoliten Alanı’na hizmet edebilecek önemli mekansal potansiyellerin bir arda bulunduğu bir noktada yer almaktadır. Gerek fiziksel gerekse sosyal bağlamda hiçbir çevre ilişkisinin çağdaş olarak kurgulanamadığı, kentle bütünleşememiş, kopuk, plansız, sağlıksız ve güvensiz (yapı güvenliği sorunları) olarak gelişen bölge, Küçükçekmece Belediyesi tarafından öncelikli olarak müdahale edilmesi gerekli bir pilot bölge olarak saptanmıştır. …. ulaşım bağlantı ve transfer noktalarına yakın bir konumdadır. Proje alanının – 2004 kabulleri çerçevesinde – Olimpiyat Köyü komşuluğundan kalıyor olması alanın Olimpiyat Stadı ve Olimpiyat Köyü konsepti içinde bütüncül bir şekilde ele alınması, bu alanın boşaltılarak ve temizlenerek söz konusu fonksiyon çerçevesinde planlanması kabulünü de gündeme getirmiştir. Bu veri alanın kullanıcı profilinin değiştirilmesi yönünde getirilen kararların en önemli dayanağı olarak kabul edilmiştir” (Turgut ve Ceylan 2010: 87).
Küçükçekmece Belediyesi’nin proje kurgusu ve amacı hakkında yukarıda ele aldığımız yaklaşımları aslında durumu özetlemektedir. Bir bakıma bütün “kentsel dönüşüm”lerde yaşanan durum burada da tekrarlanmaktadır. İşin özünde kullanıcı profilinin değiştirilmesi hedeflenmekte ve böylece alanın rant değeri yükseltilmek istenmektedir. Yükseltilen rant değerinin kimlere ve nasıl aktarıldığı aslında yapılan tüm uygulamaların en temel amacını da oluşturmaktadır.
Bu durum, projenin bütünüyle uygulandığında açığa çıkmıştır. Bu nedenle uygulamanın diğer safhalarına bakmak gerekecektir.

Ayazma ve Tepeüstü’nde Uygulama
Her iki mahallede de, yıkım/tasfiyeye başlanmadan önce uygulamanın ilk adımı olarak Bezirganbahçe’de 2.640 konutluk 12 katlı ve brüt kullanım alanı 90 metre kare olan konutlar inşa edilmiştir. Bu konutların hak sahiplerine tahsis bedeli Bezirganbahçe’de metre karesi 650 TL, Ayazma’da yapılan TOKİ konutları için ise metre karesi 800 TL değer tespiti yapılmış, daha sonra ise, belirlenen bu fiyatlar şerefiye adı altında arttırılmıştır. Bu tespitler esas alınarak Bezirganbahçe’de yapılan brüt kullanım alanı 90 metre kare olan konutların bedeli en başta 52.000 TL olarak tespit edilmiş, sonra ise 72.000 TL’ye kadar artırılmıştır.
Bu bölgede yaşayanların terk etmek zorunda kaldıkları taşınmazlarına enkaz bedeli olarak 12.000 TL değer biçilmiştir. Arsası kendisine ait olanlara ise, bu enkaz bedeline ek olarak tahsis edilen konutun 1 metre karesine karşılık 2,78 metre kare arsa şeklinde değer biçilmiş, ve 250 metre kare arsa Beziganbahçe’de yapılan 90 metre kare bir konuta eşdeğer sayılmıştır. Yani Ayazma ve Tepeüstü’nde 250 metre kare arsan varsa Bezirganbahçe’de 12 katlı bir apartmanda brüt kullanım alanı 90 metre kare olan bir daire sahibi olunabilir. TOKİ konutlarında kullanılan malzeme ve işçilikler kötü olduğu için Bezirganbahçe’ye tahliye edilen hak sahipleri taşındıkları dairelere 8.000 – 15.000 TL arası masraf yapmak zorunda kalmışlardır.
Tepeüstü ve Ayazma’da yaşayanların çoğunluğu gecekondu sahibi olduğu için, tahsis edilen TOKİ konutlarına tahliye edilirken borçlanmak zorunda kalmışlardır. Bu borçlanmada ise, enkaz bedelleri peşinata sayılmış, kalan bedel ise taksitlendirilmiştir. Tahliyeler gerçekleştikten sonra ise, gecekonduda yaşamış olan hak sahiplerine kullandıkları hazine arazisi miktarına göre 2.000 – 9.600 TL arasında ecrimisil tahakkuk ettirilmiştir.
İkitelli/Ayazma Mahallesi ve Tepeüstü’nde, büyük bölümü tek katlı ve yığma tabir edilen konutlarda yaşayan 1.800 aile, Bezirganbahçe’de yapılmış/yapılmaya devam edilen konutlara “tahliye” edilmişlerdir. Beziganbahçe’deki TOKİ konutlarına 2009 itibariyle toplam 1365 aile tahliye edilmiş olmasına rağmen, yaklaşık yüzde 30’u burada yaşamamaktadır. 2009 itibariyle burada yaşayamayan yaklaşık 200 aile de konutunu satarak, başka yerlere göçmüştür. Bu göç hızlanarak devam etmektedir. Çünkü buraya tahliye edilen ailelerin kredi taksitleri ve aidatları ödeme güçleri yoktur ve bu durum Belediye tarafından yapılan araştırmayla da tespit edilmiştir.
Şu an emlakçılar aracılığıyla bu konutların satış bedelleri konutun durumuna göre 70.000– 100.000 TL arasında değişmektedir. Bezirganbahçe’deki konutların hâlihazırdaki satış bedelleri dikkate alınınca, buraya tahliye edilenlere maddi bir kolaylık sağlanmadığı, ranttan yararlandırılmadıkları ortadadır. Aksine zarara girmişlerdir. Çünkü normal şartlarda 70.000 TL’ye satılan bir konut Ayazma ve Tepeüstü’nde yaşayanlara da aynı bedelle satılmıştır.
Ayazma ve Tepeüstü’nden göç/tahliye/sürgün ettirilen ailelerin yaşadığı bölgedeki yapılar tamamen yıkılmış/temizlenmiş ve bölgedeki arazilerin mülkiyeti TOKİ’ye devredilmiştir. TOKİ tarafından ise, bu arazi, ihaleyle Ağaoğlu İnşaat’a gelir paylaşımlı yöntemle devredilmiştir. Ağaoğlu tarafından bu bölgede lüks konut projeleri hazırlanmış ve “10.000 peşin, daire senin” reklam sloganıyla bu projedeki konutlar satılmaya başlanmıştır. Ağaoğlu tarafından satılan konutların fiyatları ve ödeme şartları değerlendirildiğinde, şu tespit yapılabilir: Ayazma’dan tahliye edilen mülk sahibi vatandaşların arsalarının metre karesi 250 TL bedelle kamu gücü kullanılarak elde edilmiş, bu arazi TOKİ aracılığıyla Ağaoğlu’na aktarılmış, Ağaoğlu tarafından ise, burada yapılan konutlarının metre karesi 2.500 – 4.000 TL arasındaki bir bedelle satılmıştır.
Küçükçekmece Belediyesi tarafından Ayazma Mahallesi’nde imar ıslah çalışması yapılmış olsaydı, burada tapusu bulunanlara başka bir işleme gerek kalmaksızın imarlı ve ifrazlı tapu verilecekti. Bu durumda arsa sahibi, bu arsası üzerinden müteahhitle anlaşarak, normal imar durumunda en az 4 daire sahibi olacaktı ve bir bu kadar daire de müteahhide inşaat maliyeti karşılığı verilecekti. Hak sahibinin tapusu olmaması halinde ise, kullandığı hazine arsasına karşılık tespit edilen arsa bedelinin ödenmesiyle imarlı ve ifrazlı arsa sahibi olacaktı. Arsa için ödenecek bedeli hak sahiplerinin ekonomik zorlukları nedeniyle çoğunlukla müteahhitler ödemekte olup, bu ödeme nedeniyle de, hak sahibine kalacak dairelerden bir veya iki tanesi daha müteahhit tarafından alınacaktı. Bu örnekte vergi, resim, harç, arsa bedeli altında kamu tarafından önemli bir gelir elde edilecekti.
Islah çalışması sonucu toprak üzerinde oluşan rant kullanıcı/hak sahibi, kamu ve küçük müteahhit arasında paylaşılmaktadır. Oysa “kentsel dönüşüm” uygulamalarında bu rant kamu ve özel teşebbüs arasında paylaşılmaktadır. Kullanıcı hak sahipleri ise, düşük kaliteli TOKİ konutlarının müşterisi haline getirilmekte ve ranttan yararlanmak bir yana vatandaşlar “kentsel dönüşüm” sürecinde rant malzemesi haline gelmektedir.

TOPLU KONUT İDARESİ – TOKİ

“Kentsel dönüşüm” uygulamalarının neden bir kamu kuruluşu tarafından gerçekleştirildiği ve TOKİ’nin varlık sebebi ve işlevleri, Cihangir ve diğer uygulama alanları olan Tarlabaşı, Sulukule, Ayazma, Tepeüstü karşılaştırıldığında rahatlıkla anlaşılır. Çünkü orta ve orta üstü gelire sahip bir kimsenin aklından konut almayı geçirmediği Ayazma, Tarlabaşı, Sulukule gibi “kentsel dönüşüm” uygulanan mahallelerde kamu müdahalesi esastır. Hem kamu arsalarının varlığı, hem de daha üst ölçekli planlamalarla rantın artacağı muhakkak belli olan bir bölgede bu planlamaların yapılması, tüm bu süreçlerin koordinasyonu, rantın ele geçirilmesi ve yandaşlara aktarımı ancak kamu gücünün kullanılması ile (yani kamulaştırma, arazinin hem enkazının hem de yaşayanlarının tahliyesi, plan yapma, kolluk gücünün kullanımı gibi) mümkün olmaktadır. TOKİ’nin rantın sahibi haline gelmesi ve bunun nasıl kullanıldığı da aslında AKP iktidarının neden TOKİ’ye bu kadar önem verdiği ve neden birçok yasal düzenlemeyle TOKİ’nin güçlendirdiğini açıklamaya yeter.
Toplu Konut İdaresi (TOKİ), kuruluş kanunu olan 2985 sayılı Kanun’la 1984’ten beri Başbakanlığa bağlı olarak çalışmaktadır. Bu Kanun, yayımından 1992 yılına kadar sekiz defa değişikliğe uğramıştır. 1992 ile 2001 yılı arasında herhangi bir değişiklik yapılmamış, 2001 yılından günümüze kadarki 10 yıllık sürede ise 15 kez değiştirilmiştir. Bu 15 değişikliğin 13 tanesi AKP hükümeti döneminde gerçekleşmiştir. Bu dönemdeki değişiklikler, önceki dönemde yapılan değişikliklere göre esaslı değişiklikleri içermekte olup, hem bu, hem de diğer kanunlardaki (775 sayılı Gecekondu Kanunu gibi saymakla bitmeyecek düzenlemeler) değişikliklerle TOKİ Türkiye’deki en güçlü kurumlardan birisi haline getirilmiştir.
Yasal ve idari olarak TOKİ’nin bu kadar güçlü bir kurum haline getirilmesi, yukarıda bahsetmeye çalıştığımız “kentsel dönüşüm” uygulamalarındaki kamu gücünün / işlevinin / rolünün bu kurum tarafından yerine getirilmesini sağlamak içindir.

BARINMA HAKKI VE TOKİ
Barınma hakkı birçok uluslararası sözleşme ve belgelede temel insan haklarından biri olarak tanımlanmış ve bu ihtiyacın giderilmesi için devletlere yükümlülükler getirilmiştir.  1966 yılında kabul edilerek imzaya açılmış olan BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ni Türkiye Devleti 2003’te imzalayarak tarafı olmuştur.
Türkiye Devleti 23.12.2003 tarihinde 1966 belgelerini imzalamadan önce de, T.C. Anayasası’nın 56 ve 57. maddeleri konut hakkını dar kapsamlı olarak tanımlanmıştır. Anayasada yapılan bu tanımlamalar, BM sözleşmesinde yapılan tanımlamanın çok gerisinde olup, Türkiye için bağlayıcılığı olması nedeniyle konut hakkının neleri içerdiğine BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 11. maddesi yönünden bakmak gerekecektir. Bahsi geçen BM sözleşmesinin İnsan Hakları Komitesi ve Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin bağlayıcı özelliği de bulunan yorumlarında özellikle konut hakkına ilişkin yapılan yorum şu yöndedir: “Yaşamaya elverişli konut hakkı, dar olarak veya sadece kişiye barınabileceği bir yer sağlanması gibi sınırlandırıcı bir şekilde yorumlanmamalıdır. Kast edilen, kişinin sadece maddi anlamda bir konuta sahip olması değil; aynı zamanda güvenli bir yerde, barış içinde ve onurlu bir şekilde yaşayabilmesidir.” Elverişlilik ise, kiralamanın hukuken güvence altına alınması, imkan, hizmet malzeme ve altyapı sağlanması, oturmaya elverişlilik, erişilebilirlilik, mevki, kültürel yeterlilik gibi unsurlarıyla birlikte tanımlanmaktadır (Uyar 2006: 142).
Bu tanımlama ve yorumlardan hareketle, konut hakkının gerçekleşme koşullarıyla “kentsel dönüşüm” uygulamaları karşılaştırıldığında, TOKİ uygulamalarının konut hakkını sağlamak dışında birçok amaca hizmet ettiği rahatlıkla söylenebilir. Her ne kadar TOKİ, misyonunu, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde yer alan “konutun bir insan hakkı olduğu” ve Birleşmiş Milletler Habitat Gündeminin ana temalarından olan “herkese yeterli konut” ilkelerini benimseyerek, “T.C. Anayasasının Devlete yüklediği görevler ve faaliyetlerini şekillendirmektedir” diye tanımlamış ve böylelikle uluslararası sözleşmeler ve Anayasada sözü geçen barınma hakkını gerçekleştirdiği iddiasını savunmuşsa da, bugüne kadar  yapılan uygulamalar ve yukarıda aktarılan örnekler bu ifadelerin asılsız olduğunu göstermektedir.

AKP VE “KENTSEL DÖNÜŞÜM”

2001 yılından sonra Meclis gündemine “kentsel dönüşüm”ü hedefleyen çeşitli kanun (Dönüşüm Alanları Hakkında Kanun Tasarısı gibi) ve kanun değişiklik tasarıları getirilmiş, bunların bazıları kabul edilmiş (5366 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Kalkınma Ajansları Kanunu, Endüstri Bölgeleri Yasası gibi) birçok kanun ise değiştirilmiştir (5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. Maddesi, Kıyı Kanunu, 5234 sayılı kanun, 5335 sayılı kanun, Endüstri Bölgeleri Yasası). Belediye Meclis gündemlerinin son 5 yıllık döneminin neredeyse tamamı imar planları ve imar planı değişiklerine ilişkindir. Örneğin 2011 Şubat ayı İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis’inin 215 adet gündemi bulunmakta olup, bu gündemlerin sadece 29’u imar dışındaki konulardan oluşmaktadır.
Bu kadar yoğun imar ve inşaat faaliyetlerin sorunsuz gerçekleşmesi için birçok idari ve yasal değişiklik yapılmasına rağmen “kentsel dönüşüm”ün anayasası olarak adlandırılan Dönüşüm Alanları Kanun Tasarısı kanunlaşamadığı için, “kentsel dönüşüm” uygulamaları birçok kanuna yapılan ekler ve değişikliklerle gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Oysa bu durum, uygulamaların bazen yargıya takılmasına sebep olmakta veya yoksul halk tarafından neredeyse tüm Türkiye’ye yayılmış bir muhalefetle karşılaşılmaktadır. Bu sebeplerden kaynaklı olsa gerek, TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar gazetelere de yansıyan şu beyanda bulunmuştur: “Kentsel dönüşüm projeleri gecekondulardan beslenen çeteler tarafından engellenmeye çalışılmaktadır, esrar ve kadın ticareti gibi kirli işlerle uğraşanlar ile terör grupları, masum insanları kullanarak gecekondularda dönüşüme engel olmaya çalışıyorlar.”
TOKİ Başkanı’nın 04.03.2011 tarihinde gerçekleştirilen Konut Kurultayı’nda “kentsel dönüşüm projelerini daha hızlı bir şekilde hayata geçirebilmek için ilave düzenlemelere ve koordinatör kurumun belirlenmesine ihtiyaç duyulduğunu” belirtmesi ve “idari yargının kentsel dönüşümlere ilişkin kolaylaştırıcı rolü çok önemlidir; kısaca bu iş bütüncül, kapsamlı bir devlet politikası haline gelmelidir” yönündeki açıklaması, yasal ve idari düzenlemelerin değiştireleceği ve en önemlisi de Dönüşüm Alanları Kanun Tasarısı’nın bir an önce kanunlaşacağının işaretini vermektedir. Bu beyanlar, aynı zamanda yargının yönlendirildiği, baskı altında olduğu anlamına da gelmektedir.
Başbakan Erdoğan’ın 26.02.2011 tarihinde Marmaray Projesinin açılışında sarf ettiği “Bu projeyi bitirecektik ama bunu engellediler. Sürekli ‘yok arkeolojik, yok çömlek çıktı, yok bilmem ne çıktı’ bunlarla önümüze engeller konuldu. Bariyerleri önümüze koydular, yok kuruluydu, yok yargısıydı ve en az 3 sene bizi bu noktada engellediler” yönündeki sözleri, bundan sonra AKP’nin artık hiçbir yasa, mahkeme kararını tanımayacağı, AKP iktidarının hukuksuz ve zorba bir yönetimle “kentsel dönüşüm”, çevre, kültür ve tarihin korunması konularında tamamen rant merkezli hareket edeceği ve rantı yandaşlarıyla paylaşmak üzere yol alacağının da bir itirafı olmuştur. Tüm bu faaliyetler ve beyanlar, mevcut AKP hükümetinin en önemli faaliyet alanınlarından birisi olan kentsel rant paylaşımının büyük bir hırsla önümüzdeki dönemde hız kesmeden devam edeceğini göstermektedir.

SONUÇ

“Kentsel dönüşüm” uygulamalarının barınma sorununu çözme gibi bir amacının ve işlevinin olmadığı, İstanbul’da Fatih/Sulukule, İkitelli/Ayazma, Beyoğlu/Tarlabaşı Mahalleleri’nde yapılan uygulamalarla somut olarak görülmüştür. Bu uygulamalara konu mahallelerde yaşayan insanlar, uzun yıllardır yaşadıkları mahallelerden sökülmüş/sürgün edilmiş, yüksek borç yükü altında, kent çeperlerinde yapılan sosyal konutlara yerleştirilmiş, boşaltılan/temizlenen mahallelerde yüksek gelirlilerin yaşaması için yeni baştan yapılar inşa edilmiş, buradaki uygulamalar AKP hükümetine yakınlığıyla bilinen sermaye gruplarınca gerçekleştirilmiş, ve bu uygulamalarla oluşan rantlar da yine bu şirketlere aktarılmıştır.
“Kentsel dönüşüm” uygulamaları bir sürgün politikasıdır. Kent merkezlerine yakın ve hatta kent merkezlerinde yer alan, çoğu depreme dayanıklı zeminde kurulmuş mahalleler insanlarıyla, yarattığı kültürle, binalarıyla birlikte yok edilerek yeni baştan inşa edilmekte, yüksek gelirliler için cazip hale getirilmekte ve bu gruba yeni yaşam alanları yaratılmaktadır.
Alt gelir gurupları içinse var olan barınma sorunu daha da derinleştirilmekte, bu gruplar kentin çeperinde kalitesiz sosyal konutlara yüksek borçlarla yerleştirilmekte, sosyal dayanışma ve ulaşım olanaklarından mahrum bu ortamlarda hem yüksek borçlanma hem de iş olanaklarının yokluğu nedeniyle halk buralarda tutunamamaktadır. “Kentsel dönüşüm” ve benzeri uygulamalarla yaratılan rant alanlarının sermaye için cazip hale geldiği doğrudur, ama düşük gelirli, faklı kültürlü/kimlikli insanlar için bir o kadar itici ve ulaşılmazdır.
“Kentsel dönüşüm” mağdurlarına gösterilen adres TOKİ konutlarıdır. Ancak bu konutlar hem konut kalitesi hem de sağlıklı, sosyal bir çevre açısından yaşamaya elverişli değildir. TOKİ’nin ürettiği konut tipi, izole, mahalle ve dayanışma bağlarını kopartan bir yaşam biçimini dayatmaktadır ve bu konutlarda sağlıklı bir yaşam sürmenin olanağı bulunmamaktadır.
Merkezi yönetim, yerel yönetimler ve TOKİ’nin konut politikaları barınma hakkını gözetmeyen, konutu diğer yaşamsal ihtiyaçlar gibi bir mal haline getiren politikalardır. Kapitalist sistemin varlığıyla ortaya çıkan konut sorununu bu sistemi değiştirmeksizin çözüme ulaştırma söylemi yalandan başka bir anlam taşımaz. Bu konuda sarf edilen tüm cilalı sözlerin aslında rant alanlarının sömürülmesi amacıyla yapılan uygulamalar olduğu görülmüştür.
“Kentsel dönüşüm” adı altında gerçekleştirilen uygulamalar, kapitalist sistemin varlık sebebi olan kâr amaçlı üretimin yarattığı konut sorununu çözemeyeceği gibi, konut sorunu kapitalistlerin asli amacının, yani kâr amacının gerçekleşmesi uğruna feda edilecek bir unsur haline gelmiştir.
“Kentsel dönüşüm” uygulamaları neoliberal politikaların bir parçasıdır ve amacı kentlerin sermayenin yatırımı için cazip hale getirilecek şekilde yeniden düzenlenmesidir. Bu uğurda kamu olanakları ve yaratılan rant AKP hükümetinin kendi yandaşlarına, yerli sermayeye, ve işbirlikçilere peşkeş çekilirken yoksul halk kitleleri yerinden edilmekte, barınma hakkı elinden alınmakta ve kent yaşamının istenmeyen unsurları olarak kentin çeperlerine itilmektedir.

Kaynakça
Davis, Mike. 2007. Gecekondu Gezegeni. İstanbul: Metis Yayınları.
Özden, Pınar Pelin. 2008. Kentsel Yenileme. Ankara: İmge Kitabevi.
Ünal, E., F. Duyguluer, E. Bolat. 1998. İmar Terimleri Sözlüğü. TODAİE- Türkiye ve  Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü.
Uzun, C. Nil. 2006. “İstanbul’da Seçkinleştirme (Gentrification): Örnekler ve Seçkinleştirme (Gentrification) Kuramları Çerçevesinde Bir Değerlendirme.” D. Behar ve T. İslam (der.) İstanbul’da Soylulaştırma: Eski Kentin Yeni Sahipleri.  İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Turgut, Sırma ve Eda Ç. Ceylan. 2010. Bir Yerel Yönetim Deneyiminin Ardından: Küçükçekmece Ayazma-Tepeüstü “kentsel dönüşüm” Projesi. İstanbul: Alfa yayınları.
Uyar, Lema (Der). 2006. Birleşmiş Milletler’de İnsan Hakları Yorumları İnsan Hakları Komitesi ve Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi 1981-2006. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑