Halkların Demokratik Kongresi, tam da “yeni dönem”e geçilirken kurulmuştur. Örgütlenmesine girişilmesi ise seçim dönemine ve bu dönemde kurulan Blok’a uzanmaktadır. HDK tırmandırılan savaş koşullarının ürünü değildir, bu koşullarda kurulmamıştır, ancak, bu koşullar içinde örgütlenmek durumunda olduğu da ortadadır. Bu nedenle hem kuruluş ve hem de içinden geçilmekte olan dönemin koşulları ve bu koşulların doğru kavranması, HDK’nın örgütlenmesinin geliştirilmesi bakımından önem taşımaktadır ki, makale, bu ihtiyacı karşılamak üzere kaleme alınan “Tırmandırılan savaş ve HDK” başlıklı makaleyle birlikte ele alınmalıdır.
HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİNE GELİNİRKEN: BLOK…
Türkiye sınıf mücadelesi tarihinde bloklaşmalarla ilk kez karşılaşılıyor değildir. Siyasal parti ve güçler arasında bloklaşmalar, genellikle seçim süreçlerinde ve seçim yasası ittifaklara olanak tanımadığı için yine genellikle “hülleler”i de kapsayan dolaylı biçimlerde ortaya çıkmıştır. Üstelik siyasal parti ve güçler arasında bloklaşmalar sadece sol ya da demokratik zeminlerde oluşmakla da kalmamış, ama –üzerinde durmayacak olsak bile, belirtilmelidir ki– sağ merkezci, muhafazakar, faşist parti ve güçler arasında da gerçekleşmiştir.
Demokratik siyasal parti ve halk güçleri arasında kurulan bloklaşmalar, öncesi bir yana ikinci binyılın başından bu yana siyasal mücadele tarihimizin bir gerçeği durumundadır. Önce ’99’da ve ardından 2002, 2007 ve 2011’de, tarihlerinden anlaşılacağı gibi, seçimlere bağlı olarak ve seçim süreçlerinin hemen öncesinde oluşan demokratik halkçı bloklaşmalar, son derece pratik siyasal ihtiyaçları karşılamak üzere tarih sahnesine çıkmışlardır.
Her siyasal olgunun maddi toplumsal ihtiyaçların ürünü olduğu kuşkusuzdur ve demokratik halkçı bloklaşmalar da maddi toplumsal ihtiyaçların ürünü olmuşlar; ancak ayırt edici özelliklerini belirtmek üzere, özel olarak da tamamen pratik siyasal ihtiyaçları karşılamak üzere gündeme gelmişlerdir. Bu, başka zamanlarda değil, ama hemen seçim öncelerinde oluşmaları ve üstelik seçim sonralarında sürdürülememeleri, ama “uykuya yatmaları” ve geçici oluşlarıyla kanıtlıdır. Oysa halkın maddi toplumsal çıkar ve ihtiyaçlarının, etrafında toplanıp belli başlı sorunlarını çözmekten ibaret olan amaçlarına ulaşabilmek için birleşik mücadelesini yükseltmek üzere güçlerini birleştireceği güç ve mücadele merkezi niteliğiyle demokratik halkçı bir bloklaşmayı zorunlu kıldığı kuşkusuzdur. Ama HDK’ya dönüşen son bloklaşmaya gelinceye kadar bu bir türlü gerçekleşememiştir. Nedeniyse, günümüze kadar blokların halkın maddi toplumsal ihtiyaçları zemininde ve bu ihtiyaçları temel alarak gündeme getirilmiş olsalar bile, başlıca ya da ağırlıklı olarak, pratik siyasal ihtiyaçların ürünü olarak ele alınıp pratiğe geçirilmesidir. Seçim kazanmaktan ibaret olmasa bile, dar örgüt çıkarları belirleyici olmuş, kısa vadeli güç oluşumları peşinden yürünmüş ve demokratik bloklaşmaların gereğince işlevsel olmaları ve örneğin bir halk cephesine evrilmeleri bakımından başarılı bir sınav verilememiştir.
2011 Bloklaşmasıysa, yine bir seçim öncesine denk düşürülmesi ve hatta bloğun başlıca güçleri seçimlere ayrı ayrı gireceklerken son anda gerçekleşebilmesine rağmen, öncekilerden farklı görüntü vererek, belirli bir süreklilik kazanmış ve Halkların Demokratik Kongresi’ne dönüşerek örgütlenmesini ilerletmeye girişmiştir.
DİNAMİKLER…
Emek Özgürlük Demokrasi adıyla 2011 Seçimleri öncesi kurulan demokratik halkçı Blok’un sürekliliğini sağlayıp Halkların Demokratik Kongresi adıyla kendisini geliştirip ilerleteceği kalıcı bir örgütsel yapıya kavuşması, pratik siyasal ihtiyaçların yanı sıra, en azından ortaya çıktığı koşullarda, ne denli maddi toplumsal bir ihtiyaç durumuna yükseldiğini belirten bir dizi olgu tarafından adeta dayatıldı ve bunların her biri HDK’nın sağladığı olanaklar olarak değer kazandı.
Bu kez belli başlı siyasal örgütçü ve katılımcılarının tutumları da hiç değilse belirli ölçülerde dar siyasal çıkar ve pratik ihtiyaçların ötesine geçen bir kavrayışa ulaşmıştı. Ancak Bloklaşma ve halkın etrafında toplanacağı bir güç birliğinin artık küçümsenemez bir ihtiyaç haline geldiğini gösteren, değerlendirilmezlik edilemeyecek maddi toplumsal veriler/olanaklar, kendilerini ortaya koymuşlardı.
Öncelikle, geniş bir devrimci, demokrat, sosyalist, yurtsever parti, örgüt ve çevre bir araya geldi. Ve birliği, kendilerinden menkul görmeyip, önlerine genişleyip güçlenme hedefini koydular; o gün katılmayıp ayrı duran örgüt ve çevreleri dışlamayacak, ama katılmaya çağıracak ve buna uygun tutumlar geliştireceklerdi.
Ve, 2011 Seçimi öncesi son anda kotarılan Blok’a verilen destek hemen tüm tahminleri aşmış, beklentilerin ötesine geçmişti. Sadece mücadele içindeki Kürt halkı değil, ama hemen bütün ezilen toplum kesimleri demokratik ve halkçı bir bloğun kurulmasını olumlu karşılamış, en ileri unsurlarıyla vakit geçirmeden etrafında birleşmeye başlamış ve bu birlik eğilimi seçim sürecine yansımıştı. İstisnasız tüm seçim bölgelerinde, tabanda, az-çok mücadele eğilimi gösteren çeşitli etnisite ve inançlardan erkek ve kadın, genç ve yaşlı işçi ve emekçilerin özellikle ileri kesimlerinin hızla birleşmeye yönelerek yürütmeye giriştikleri çalışma heyecan vericiydi.
Demokratik halkçı niteliğiyle Blok’un, emeğine saygı isteyen, özgürlük ve demokrasiye ihtiyaç duyan, barışa susamış sömürülen ve ezilen yığınları toparlayıcı/birleştirici yeteneği ya da toparlayıcı/birleştirici halkçı demokratik Blok fikri ve pratiğine sunulan destek; gidişata, zorunluluğu giderek daha geniş kesimlerce teslim edilir olan bir çıkış yolu açacak, ilerletici bir müdahalenin bunca acil ve yakıcı hale geldiği koşullarda, geniş bir aydın, sanatçı, akademisyen ve sendikacının aldığı tutumda ortaya çıktı.
Bu kadar geniş bir destek şimdiye dek görülmemişti. Farklı zamanlarda birbirlerinden farklı tutumlar geliştirmiş, değişik çevrelerden aydın, bu kez, bir arada Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu olarak yola koyulmuş bloğa, seçimlerde desteğini açıkladı. Bu, basitçe bir seçim desteği açıklaması değil, ama ötesiydi ki, hükümeti ve burjuva gericiliğini ciddi biçimde tedirgin edip hırçınlaştırdı. Yalnızca Kürt ulusal hareketine yönelik olarak tırmandırılan gericilik değil, ama sözünü söylemek isteyen gencinden yalnızca muhalif olduğu için delilsiz-ispatsız “içeri” atılan gazetecisine, sendikal hak ararken işten atılan işçisinden elinde hak bırakılmamış memuruna yöneltilmiş ve giderek saldırganlaşan gericiliğin –AKP’den az-çok beklentisi olanları da hayal kırıklığına uğratan– tırmanışı ciddi ölçüde ikna ediciydi ve önemli genişlikte bir aydın çevre, bu nedenle, devrimci ve demokratik-halkçı niteliğiyle, yeterince inandırıcı bir alternatif muhalefet merkezi olarak kendisini ortaya koyan Blok’u açıktan desteklemekte tereddüt etmedi. O güne kadar çeşitli düzeyde çekingenlikler ve “acabalar” konusu edilmiş, inandırıcı bulmamalar, küçümsemeler ya da cesaretsizliklerle uzağında durulmuş Blok’un temsil ettiği mücadeleci muhalefet merkezi, karşı kutbu oluşturan burjuva gericiliği ve AKP hükümetinin artık en ikircikli tutumlar alma eğilimi göstermiş olanları da ikna eden performansıyla, muhalif olan/muhalif olmaktan başka çare ve yol bırakılmayan herkesi birleşmeye zorlamıştı.
Toplumun en bilinen ve tanınmış aydınları da içinde olmak üzere geniş bir aydın çevre bir basın toplantısıyla desteğini açıkladı. Ardından, sanatçıların destek açıklaması geldi. Sonra oldukça ciddi bir sayıya ulaşan akademisyenlerin desteği açıklandı. Ardından hiç de az sayıda olmayan bir sendikacı grubu da desteklerini ilan ettiler.
Ve bu destekler, “laf olsun” diye, gel-geç destekler olarak açıklanmadılar. Sadece seçim öncesinin az-çok “iyi” ve “umutlu” kolay günlerin destekleri olarak kalmadılar; ama saldırganlığın tırmandırıldığı “kötü” ve durumun “umutsuz” göründüğü, zor günlerde de sürdürüldüler. Burjuva gericiliği ve AKP hükümetinin topyekûn saldırısının ülkenin üzerine çöktürdüğü havanın ağırlığı ve ürkütücülüğüne karşın, Prof. Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasına verilen 700 imzalı akademisyen tepkisiyle, yine akademisyenlerin 300 kadarının Ersanlı’nın suçlandığı “suçu” işlemek üzere, onun gibi, BDP Siyaset Akademisi’nde ders vereceklerini açıklamaları, bunun kanıtı oldu. Bunda, şüphesiz, saldırının topyekûn olsa bile geçici de olduğunu en iyi bilenlerin başında akademisyenlerin gelmesinin payı da vardı.
Blok, yalnızca halkın ileri unsurlarının, aydın ve akademisyenlerle, sendikacıların desteğini almakla da kalmamıştır. Ama rakamlarla kanıtlı sonuçlar da derlemiştir ki, bu sonuçlar, son Blok’a kadar bunca ileriden gerçekleşmemiştir. Alınan oy miktarı küçümsenmeyecek biçimde artmıştır. Yirmi olan milletvekili sayısı otuz altıya ulaşmış, sayı neredeyse ikiye katlanarak dost-düşman herkesin gözüne batmış, burjuva gericiliği ve AKP hükümetinin muhalifi olan herkese moral olmuştur.
Öyle ki, buradan, üstelik blok ve dolaysız bileşenleri dışından gelişen bir “ana muhalefet” tartışması türemiştir. CHP’nin sağıyla-solunun ayırt edilemez hale gelişi ve Kılıçdaroğlu’nun propaganda edilen “değeri” ve etrafından oluşturulan beklentiye rağmen seçimlerde umduğunu bulamaması, ama Blok’un vekil sayısını hemen ikiye katlaması ve asıl olarak da aldığı sağlam ve direngen, mücadeleci tutumlar, ileri/ilerici toplumsal kesimlerde CHP’nin değil ama Blok’un ana muhalefeti oluşturduğu ve ancak onun etrafında toparlanılarak ilerlenebileceği algısıyla fikrinin gelişmesine götürdü ki, bunda fazlaca şaşılacak şey olmasa gerektir.
Toplumun özellikle ileri unsurlarında kabul görmeye başlayan bu fikri eğilim, seçilin milletvekillerinin tahliye edilmemeleri karşısında geliştirilen tutumlarla perçinlendi. Blok (ve BDP) bu nedenle parlamentoyu boykot ettiğini açıklarken, kısa süre içinde CHP, bu tutumu görmezden gelemediği gibi, karşısında da duramadı ve “garip” bir şekilde “Meclis’i kuran parti” olarak, Blok’un açtığı yoldan, onun peşi sıra yürüyerek, “boykot”a katılmaktan kaçınamadı. Üstelik yürüyüşünü tutarlıca sürdürememesi ve AKP önünde “diz çökerek” boykottan caymak için olmadık “yumuşaklıklar” sahnelemesi, Blok’un ana muhalefetliğine duyulan inancın pekişmesine götürdü.
(Blok’un, parçalı yapısının da zorlaştırmasıyla zamanında manevra yapamayarak ve boykot tutumunu gereğinden fazla uzatarak elde ettiği kazançların bir kısmını yitirmesi, burada konumuzu ilgilendirmiyor, bu nedenle ele alınmayacak. Yanı sıra sözü edilen algı ve fikri eğilimin, kıyıcı niteliğe sahip son saldırının ağırlığıyla bir miktar gerilediği, ama temelli nedenlerden kaynaklandığı için ortadan kalkmadığı ve varlığını koruduğu bir gerçektir.)
Blok, anlatıldığı üzere, kısa sürede daha da güçlenip çekiciliği artarak, Kongre olarak örgütlenmeye yöneldi ki, tam da bu sırada, burjuva gericiliğini tırmandırmakta olan AKP hükümeti tarafından topyekûn saldırının “düğmesine basıldı”. Görece kolay olanın zorlaşacağı bir “yeni dönem” başlıyordu ki, bu “dönem”in üzerinde bir diğer makalemizde yeterince durmuş bulunuyoruz.
Bu arada, ama, HDK yerellerde İl ve İlçe Meclisleri olarak örgütlenme aşamasına ulaşmış bulunmaktadır ki, yoğun saldırı koşullarında atılmakta olan kitlesel örgütlenmenin ilerletilmesi doğrultusundaki adımların öneminin küçümsenemeyeceği ortadadır.
BLOK/KONGRE OLANAKTIR; SINIF PARTİSİNİN GÜÇLENMESİ KONGRE’Yİ GÜÇLENDİRİR
İkisinden ibaret olmadığı kuşkusuzdur; Halkların Demokratik Kongresi (HDK) olarak biçimlenişini yenileyerek, işlevi bakımından, bugüne kadarki güç birliklerini aşıp kendisini kalıcılaştırmaya yönelerek örgütlenmesini ilerletme pozisyonunu tutan bloklaşmanın çok sayıda siyasal parti, güç ve –bloğun çekim gücü ya da birleştirici yeteneğini kanıtlayan bir başka göstergeyi de sunarak, bu kez sadece istenir bir şey olmasının ötesine geçilip pratik olarak gerçekleşmekte olan– hiçbir partiye bağlı olamayan, gericiliğe karşı mücadele yanlısı bireylerden bileştiği bir gerçektir; ancak bir başka reddedilemeyecek gerçek de, bloğun ülke ölçeğinde yaygın örgütlenmesini üstlenen iki belli başlı ana akımdan/hareketten birinin Kürt ulusal hareketi diğerinin de devrimci sınıf partisi olduğudur. Bu, şüphesiz övünme vesilesi edilmek üzere değil, ama özellikle ülkenin hemen her yerinde örgütlü bu iki başlıca siyasal gücün üstlenmeleri zorunlu görünen görevlerine dikkat çekmek üzere söylenmektedir. Her siyasal parti ve gücün, her mücadeleci bireyin ellerinden gelenin azamisiyle HDK’nın örgütlenmesini ilerletmesinde görev üstlenecekleri ve üstlenmeleri gerektiği tabiidir. Ancak gerek örgütlenmelerinin yaygınlığıyla olanaklarının genişliği, gerekse etki ve harekete geçirici güçlerinin görece büyüklüğü nedeniyle, HDK’nın alternatif bir güç ve mücadele merkezi olarak ilerlemesi ve kalıcılaşmasında bu iki hareketin özel bir öneme sahip olduklarından söz etmek de herhalde yanlış olmayacaktır.
Üstelik bu özel önem, örgütlenme yaygınlığıyla olanak genişliği ve harekete geçirici güç büyüklüğünün yanında ve ötesinde, asıl olarak daha temelli bir nedenden kaynaklıdır ki, sözü edilen iki başlıca akım/hareket, taşıdıkları isimler ya da şu veya bu somut örgütler olmaları dolayısıyla değil, ama hangi isimleri taşıyor olurlarsa olsunlar, nitelikleri ve üstlendikleri işlevleri bakımından önemlidirler; ancak bu, aynı zamanda, bu nitelikleri taşımaya ve işlevleri üstlenmeye yönelmiş ve tutum ve davranışlarıyla bu yönlü iddialarının hakkını verme durumunda olan her bir somut örgütün de özel öneme layık olduğu/olacağı anlamına gelmektedir.
Özel önem taşıyan iki başlıca akım ya da hareketin asıl önemleri dayanaklarındadır. Anlaşılmış olması gerektiği gibi, asıl önemli olan, Türkiye’nin demokratikleşmesinin, belli başlı talepleriyle siyasal demokrasinin kazanılmasının, ülkenin önündeki, atmaktan kaçınamayacağı başlıca adım olan temel dönüşümün stratejik ittifaklarını zorunlu kıldığı olmazsa olmaz iki ana güçtür: Ezilen Kürt halkı ve Türkiye işçi sınıfı. Bu iki başlıca gücün, pratik siyasette nasıl tutum alıp davranacakları ve aralarındaki ilişki tayin edicidir ki, dayanaklarını bu iki ana güçte bulan, en azından yönelimleri bu olan siyasal parti ve güçler asıl olarak buradan önem kazanmaktadırlar.
Öyleyse, evet, bugün topyekûn saldırı koşullarında zordur, yarın daha kolay olacaktır; ama başlıca iki ana gücü, dayanaklarını Kürt halkı ve Türkiye işçi sınıfında bulan Kürt ulusal hareketi ve devrimci sınıf partisi olan HDK’nın ilerleyişi ve geleceğine dair ne söylenebilir?
Güncel gerçek odur ki, ulusal hareket dayanağı durumundaki Kürt halkıyla ileri ölçüde bağlı ve onun içinde örgütlenmişken, kitleselleşmişken; devrimci sınıf partisi bakımından durum aynı değildir. Devrimci parti, evet, tüm varlığıyla işçi sınıfına dönük ve yönelik olma, sınıf çizgisine sahip olup sınıf pozisyonları tutma, beslenmekte olduğu sınıfın dünya görüşüne sıkı sıkıya sarılma vb. ideolojik, politik ve pratik örgütsel bakımlardan bir işçi sınıfı örgütüdür; ancak bir gerçektir ki, bugün henüz işçi sınıfının ana kitleleri partileşmiş durumda değildir ve bu yönüyle devrimci sınıf partisinin önüne koyduğu merkezi görev sınıfın partileşmesinin itici gücü olmaktır.
Ancak buradan pratik bir “dengesizlik”in türediği de tartışmasızdır. Olmazsa olmaz iki ana güç olarak Kürt halkı ve Türkiye işçi sınıfı, HDK’nın başlıca iki dayanağıdır; bunda kuşku yoktur. Ama Kürt halkı oldukça gelişkin bir örgütlenmeye sahip ve buradan da güç alarak ayakta ve hareketliyken, Türkiye işçi sınıfı, henüz oldukça geri bilinç ve örgüt düzeyiyle, şurada burada yerel hareketliliğine, bunun yaygınlığına ve genel hareketlenme belirtileri de göstermesine karşın, ülke ölçeğinde ve birleşik mücadelesiyle “tartıya vurulduğunda”, şurada burada hareketlenme belirtileri gösterse de, önemli ölçüde hareketsiz durumdadır. HDK ve örgütlenmesinin ilerletilmesi bakımından buradan bir zorluğun kaynaklandığı ve giderilmesinin yakıcı bir ihtiyaç oluşturduğu kuşkusuzdur, ama bu zorluğa rağmen önce blok ve ardından HDK’nın oluşması, bu zorluğun aşılmasına ve aşılabileceğine dair hem nesnel dayanakların hem de niyetlerin varlığına işaret etmektedir ki, bu son derece olumludur.
Ancak bu “eksikli durum”dan HDK’nın birleşik gücü büyürken, işçi sınıfının ve kuşkusuz sınıf partisinin de örgütlenmesinin ilerletilmesi ve –eğer 15 milyona yakın kitlesiyle stratejik önemsizliği ileri sürülmeyecekse– işçi sınıfı ve mücadelesinin birleştirilip geliştirilmesi zorunluluğu çıkar. İşçi sınıfı, tabii ki devrimci işçi partisi başta olmak üzere, hem kendisi hareketlenip örgütlenmek ve güçlenmek, örgütlenip güçlenmesiyle de dolaysızca HDK’nın örgütlenmesi ve güçlenmesini ilerletmek zorunda ve durumundadır. Bu tamamen böyledir ve ancak böyle olabilir: İşçi sınıfı ve hareketinin, devrimci sınıf partisinin güçlenmesi, HDK’yı ancak ve ancak güçlendirir ve bu dolayımlı değil, dolaysız bir ilişkidir. İşçi hareketi ve devrimci sınıf partisinin, güncel koşullarda örgütlenmesini ilerletip kendisini güçlendirmek üzere yürüteceği çalışmaların tümü HDK’yı da güçlendireceği için, HDK’yı güçlendirmeden kendisini güçlendirmesi imkan dahilinde olmadığı gibi, tartışılır bile değildir. Bu, kuşkusuz sınıf partisinin ancak HDK’nın güçlendirilmesi çalışması yürüterek dolaylı yoldan güçlenebileceği, kendi dolaysız çalışmasıyla güçlenemeyeceği anlamına gelmez; ama kendisini güçlendirmek üzere yürüteceği bütün çalışmaların aynı zamanda HDK’yı güçlendireceğini belirtir.
Pratik olarak değerlendirilip değerlendirilememesi bir yana, sözü edilen dinamikleriyle geniş bir çevreyi, çeşitli etnisite ve inanç kesimlerinden ezilen ve hak arama ihtiyacındaki halk kesimlerini birleştirip harekete geçirme yeteneğine sahip olması gibi çok basit bir nedenle, HDK’nın bir olanak olduğu tartışmasızdır. Kışkırtılmakta olan şovenizm ve Kürt düşmanlığının özellikle farklı ulusal kökenlerden ezilen halk yığınları içinde neden olduğu bir dizi olumsuz sonuçlar ve sıkıntılara rağmen, HDK, savunduğu demokratik talepler ve mücadeleci tutumuyla yeterince birleştiricidir. Yeterince inandırıcı ve yine etrafında birleşilebilir yeterince güçlü bir merkezdir.
Evet, HDK içinde, henüz hâlâ, kitlelere yönelik birleştirici çalışmasının genişliğini olumsuz etkilediği/etkileyeceği kolaylıkla tahmin edilebilecek dar grupçu eğilimler varlığını sürdürmektedir ve “Türkiye solu”nun bu “hastalığı”nın bir süre daha varlığını koruyacağı tahmin edilebilir. Ancak geriye çekici nitelikleriyle olumsuzluk belirtileri ve eksiklikler üzerinde yoğunlaşmak yerine olumluluklardan tutularak ilerlenmeye çalışıldığında böyle bir birlik ve mücadele örgütlenmesinin sunduğu olanaklar ortaya çıkmakta, görünür olmaktadır. Sermaye ve Hükümet’in yürüttüğü içeride ve dışarıda genelleştirilmiş ağır saldırı koşullarına karşın, sözü edilen yalnızca soyut bir olanak değildir, ama bir dizi somut olgu ve eylemde kendisini ortaya koymaktadır. Ve birleştirici harekete geçirici bu olanak sadece Kürt sorunu eksenli de değildir. Tabii ki, KCK operasyonları karşısında başta İstanbul olmak üzere tüm ülke düzeyinde sokak açıklamalarıyla tepki verilmiş, Uludere katliamı karşısında geniş kesimleri birleştiren tutum alınıp açıklamalar yapılmış, HDK’nın çağrısıyla oluşturulan bir aydın heyetinin taziye ve destek vermek üzere Roboski köyüne gitmesine önayak olunmuştur. Ancak HDK, aynı zamanda, sağlık emekçilerinin sürüklediği 21 Aralık grevine tüm ülke düzeyinde verdiği destekle, bu greve ciddi bir katılım da sağlamıştır. Düşük asgari ücrete karşı yaptığı açıklama ve Ocak ayı içinde başlattığı “Sen de bir ses ver! kampanyası ile yerellerin kendi özgün talepleriyle sokağa çıkmalarının önünü açması diğer örneklerdir. Yine HDK, kıdem tazminatının gaspına karşı bir kampanya başlatmış, GSS düzenlemesi ve hak gaspları karşısında tavır alarak emekçilerin kitlesel mücadelelerinin önünü açan tutumlar geliştirmiştir. Hrant Dink cinayetinde mahkemenin verdiği karardan sonra Türkiye’nin belli başlı illerinde yapılan kitlesel protesto gösterilerinde HDK’nın varlığı ve çağrılarının önemi görmezden gelinemez. Ve bunlar HDK’nın giderek gelişmekte ve güçlenmekte olan yanını göstermektedir.
Sosyalizmi hedef edinen devrimci bir sınıf partisi açısındansa, HDK’nın sunduğu olanakların küçümsenmesi ve görmezden gelinmesi bir yana, tersine, bu olanakların farkında olarak, partinin HDK’nın oluşturulması için elinden geleni yaptığı bilinmektedir.
HDK’nın sunduğu olanakların değeri, bir yanıyla, kurtuluşu sosyalizmi gereksinen işçi sınıfının “kendiliğinden” değil, ama “kendisi için” bir sınıf olarak birleşebilmesi ve kurtuluşunu kendi elleriyle gerçekleştirebilmesi için demokrasi okulunda eğitimini tamamlaması ihtiyacından gelmektedir. HDK’nın sunduğu olanakların değeri, ikinci yanıyla, işçi sınıfının kurtuluşu davasının gidişatını kararlaştıracak sosyal devrimin, yalnızca ve tek başına işçi hareketinden oluşmaması, ama ulusal, demokratik, cinsel, inanca dair vb. vb.. eşitlik ve özgürlük talepli mücadelelerle, iktisadi sosyal, hukuki vb. hareketlerin tümünden bileştiği ve ancak onlardan bileşebileceği gerçeğinden gelmektedir. Bir devrimci işçi partisi, HDK gibi bir olanağa sahip olmadığı koşullarda da, şüphesiz ki ulusal, demokratik, iktisadi, sosyal vb. tüm mücadele ve hareketleri tek bir sosyal hareket oluşturmalarını sağlamak üzere birleştirmeye çalışacaktır; HDK türü bir demokratik halkçı örgütlenmenin böyle bir olanak olarak var olduğu koşullardaysa, işçi partisinin, kendisinin birleştirici çalışmasını sürdürürken, bu olanağı değerlendirmemesi ve ondan yararlanmaması ancak çocukluk sayılabilir.
Pratik siyaset bakımından bu çerçevede hâlâ yapılması gereken işler olduğu söylenmelidir; örnekse devrimci işçi partisinin HDK çerçevesinde üstlenmesi gereken sorumlulukların örgütlenmesindeki düzensizlik ve eksikliklerin varlığını sürdürmesinin, HDK’nın sunduğu olanakların yeterince farkında olunmaması ya da küçümsenmesiyle ilgili olduğu açıktır. Yine de sorunun bu yanında kavranmasında tartışılacak şey yok gibidir.
Kesindir ki, devrimci işçi partisi, güçlenmek için HDK’nın sunduğu olanakları değerlendirmek ve bununla dolaysızca bağlı olarak, kendisi güçlendikçe, değerlendirerek daha da güçleneceği bu olanakları büyütmek için HDK’yı güçlendirmek için çalışmak durumundadır. Üstelik burada “mekanizma” otomatik işleyişe kurulmuş türden anlaşılmalıdır: Devrimci işçi partisinin, devrimci işçi partisi olarak yapacağı her gerçek çalışma, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yükseltilmesi, ulusal dil ve hak eşitliği taleplerinin savunulup mücadelesinin desteklenmesi, işçi sınıfının mücadeleci bir sınıf olarak birleştirilmesi ve fabrika ve işletmelerle alanlarda hak talepli mücadelesinin geliştirilmesi… zaten bu talepler için mücadele etmekte olan HDK’yı dolaysız biçimde güçlendirecektir. Bu mücadelelerin tümünü kapsayan sınıfın sosyal kurtuluşu amaçlayan devrimci mücadelesiyse, sınıf düşmanıyla mücadelesinin ilerleyişine bağlı olarak, HDK’nın da başlıca hedefi durumundaki burjuva gericiliğini (ve destekçisi emperyalizmi) güçsüzleştirerek, yine HDK’yı dolaysızca güçlendirecektir.
Devrimci sınıf partisi, açık ve kesindir ki, devrimci ve sınıfsal amaçlarından kopmadıkça, demokratik halkçı bir mücadele örgütü olarak kalacak HDK’yı güçlendirmeden edemez.
Peki HDK’nın güçlenmesinin sınıf partisini güçlendirmesi için ne denebilir? Sınıf partisinin güçlenmesinin, kuşkusuz ki kendiliğinden değil, ama sınıf çıkarları ve bilinçli sınıf politikasının ürünü olarak, HDK’yi güçlendirmekten kaçınamayacağı, öte yandan, sınıf partisinin bugünkü konjonktürde ancak –tüm çalışmalarının dolaysızca güçlendireceği– HDK’yı güçlendirerek güçlenebileceği doğrudur.
Ancak aynı şekilde açık ve kesindir ki, HDK’nın güçlenmesi, kendiliğinden ve dolaysız olarak sınıf partisinin güçlenmesine götürmez. Devrimci sınıf partisinin, güçlenmek için, HDK’nın sunduğu olanakları da değerlendirerek yürüteceği kendi çalışması, olmazsa olmaz zorunluluktur.
HDK çalışması ve HDK’nın güçlenmesi, demokratik içerikli bir çalışma ve güç birikimi olarak, devrimci sınıf partisinin çalışmasının ilerletilip yaygınlaşması ve örgütlenmesinin geliştirilip güçlendirilmesi için sadece olanaktır. Bu olanağı doğru değerlendiren sınıf partisinin gelişip güçleneceği ve güncel koşullarda gelişme ve güçlenmesinin, ancak bu olanakların doğru değerlendirilip kullanılmasıyla gerçekleşeceği doğru olmasına doğrudur; ancak sınıf partisinin bu olanakları değerlendirerek fabrika, işletme, mahalle ve alanlarda yürüteceği kendi çalışması olmadan, HDK’nın varlığı ve kendisini güçlendirmesiyle otomatik olarak güçleneceği doğru varsayılamaz.
Sosyalizm ve “kendisi için” bir sınıf olarak işçi sınıfı ve örgüt ve mücadelesinin gelişip güçlenmesi, hiçbir yer ve zamanda, hiçbir koşulda demokratik halkçı bir çalışmanın ürünü olmamış; ama işçi sınıfı bu tür bir mücadele (demokrasi mücadelesi) içinde eğitimini tamamlamış, sınıf bilinçli işçi bu içerikli bir çalışmayı ancak desteklemiş ve eğer zamandaş değilse kendi ilerleyişi ve gelişip güçlenmesini üzerine oturtmak üzere miras edinmiştir.
Kendi dışından bir olanak olarak kullanıp değerlendirerek mücadele ve örgüt olarak gelişip güçlenmesinin bir dayanağı haline getirmenin yanı sıra kendisinin yürüteceği demokratik içerikli çalışma da kesinlikle önemsiz sayılıp küçümsenemez; ancak devrimci sınıf partisinin ayırt edici güçlendiricisi değildir, böyle anlaşılamaz.
Fabrika ve işletmelerle mahallelerde, sınıfın sınıf olarak, siyasal demokrasinin kazanılmasına ilişkin olanların yanında kendi ayırt edici sınıf talepleriyle örgütlenip, mücadele içinde, geri kalan sömürülen yığınları da örgütleyip peşinden sürükleyecek devrimci bir sınıf olarak birleştirilmesi, dolayısıyla sınıfın partileştirilmesi ve devrimci işçi hareketinin geliştirilmesi; devrimci sınıf partisinin, özel ve bir sınıf partisi olmanın ayırt edici yanıdır. Sınıfın partileşmesi ve devrimci sınıf hareketinin geliştirilmesi, bunun vazgeçilmez gereği olarak işçi ve emekçiler içinde iktisadi, sosyal, siyasal hak talepleriyle yürütülecek demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin, ulusal, demokratik ve sosyal kurtuluş mücadelesinin birleştirilmesi görevleri, sınıf bilinçli işçinin, devrimci bir işçi partisinin devredebileceği görevlerden değildir. Ancak sınıf bilinçli işçiler tarafından, devrimci işçi partisi eliyle yürütülebilir ve işçi sınıfı başka bir dolayımla değil, ama ancak buradan partileşebilir, devrimci işçi hareketi ancak buradan yolunu açabilir.
Son söz şu olabilir: Devrimci sınıf partisi güçlendikçe HDK güçlenir; devrimci sınıf partisinin güçlenmesiyse, değerlendirilmeden edemeyeceği HDK’nın sunduğu olanakları değerlendirerek kendi çalışması ve mücadelesine bağlıdır.