Son yıllarda Ortadoğu dünyanın en sorunlu bölgesi haline gelirken, bu bölgenin Batı emperyalizmi ile İsrail’den sonra en içli dışlı ülkesi olan Türkiye, bölgeye yönelik emperyalist müdahalelerden doğrudan etkilenen, ama aynı zamanda bu müdahalelerin bir aleti olarak da rol üstlenen bölgenin en sorunlu ülkelerinden biri haline geldi.
Bölgeye emperyalist müdahalelerin Irak’ın işgaliyle doruğuna varması ve 2007’den itibaren “bölgesel güç” ilan edilen Türkiye’nin, Ortadoğu’da, ABD’nin bir adım geri atarak “boşalttığı” yeri doldurmaya başlamasıyla, bölgedeki gelişmeler, Batı emperyalizmi ile bölge ülkeleri arasında çatışmalar değil bölge ülkelerinin kendi aralarındaki çatışmalar görünümü kazandılar. Suriye-Türkiye, Türkiye-Irak, Türkiye-İran arasında giderek çatışmalı hale gelen süreç, Rusya ile Türkiye arasındaki gerilimin tırmanması, bu gelişmenin tipik görünümleri olarak ortaya çıktı.
Ve son yıllarda emperyalistlerin bölgeye müdahalelerinin çeşitlenip etkinleşmesi ve Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan üzerinden Suriye’ye yönelik müdahale, İran’a yönelik kuşatmanın tırmandırılması, bölge ülkeleri arasında cepheleşmeler gibi gelişmeler, bölge ülkelerinin hızla silahlandırılmasıyla birleşince, Ortadoğu, savaş etkenlerinin hızla yükseldiği bir bölge oldu. Dincilik, mezhepçilik ve ırkçılığın günlük politikanın en önemli dayanakları olarak kullanılması rutin hale geldi.
Bölgedeki ve ülkemizdeki gelişmeleri dikkate alan Emek Partisi, silahlanma ve emperyalistlerle gerici hükümetlerin bölgede savaş etkenlerini yükseltme politikalarına karşı bir mücadeleyi öne çıkaran ve özgürlük ve barış taleplerini halk yığınları içinde tartışılmasını, işçilerin ve halkın politikaya müdahalesini ilerletmeyi amaçlayan bir kampanya başlatmıştır.
İçinden geçilen sürecin özellikleri dikkate alındığında, kampanyanın iki başlıca hedefi vardır: Bunlardan birincisi, yığınların aydınlatılması faaliyetinin daha sistemli ve daha yoğun bir biçimde barış ve demokratikleşme sorunları üzerinden yürütülmesidir. İkincisi ise, bu süre içinde ortaya çıkan güçlerin, barış ve demokrasi talepleri üzerinden birleştirilip mücadeleye müdahil olmaları için adımların atılmasıdır.
YIĞINLARIN AYDINLATILMASI FAALİYETİNDE BAŞLICA SICAK DAYANAKLAR
Yığınların aydınlatılması için, emekçi yığınlar arasında (işyerlerinde ve emekçi semtlerinde) ajitasyonun nicel ve nitel bakımdan düzeyinin yükseltilmesi zorunludur. Ki, burada hükümetin iç ve dış politikasının teşhiri, halkın ve işçi sınıfının özgürlük demokrasi ve barış taleplerinin içeriklerinin yenilenmesi son derece önemlidir.
Bu faaliyet içinde devrimci ajitasyonun üzerinde duracağı başlıca konular şöyle sıralanabilir:
1-) Bölgede silahlanmanın artması
ABD bir yandan bölge ülkelerindeki kendi üslerini yenileyip daha modern ve etkili silahlarla donatırken, ABD 5. Filosu’nun Bahreyn’deki üssü de yenilendi. Bölgede yeni emperyalist savaş üsleri kurulurken, NATO paravanası arkasında, Afganistan ve Türkiye başta olmak üzere NATO üsleri güçlendiriliyor. Silahlanmaya dair ikinci olgu ise, bölge ülkelerinin silahlanmasına hız verilmesi biçimindedir. Özellikle petrol zengini ülkelere akan petro-dolarlar, Batılı silah tekelleri tarafından bu ülkeler tepeden tırnağa en modern savaş uçaklar ve füze sistemleriyle donatılmak üzere satılarak geri alındı. İsrail’in askeri gücü artırıldı ve gayri resmi bir biçimde çoktan nükleer silahlarla donatılmış bulunuyor. Ülkeler arasındaki silahlanma yarışı da kuşkusuz hızlandı.
2-) Bölge ülkelerinde çelişkilerin derinleşmesi, istikrarsızlığın artması ve Arap isyanları
Bölgeye yönelik olarak giderek artan emperyalist müdahale, emperyalist ülkelerin kendi çıkarlarını korumak üzere, bölgedeki şeyhler, krallar ve Mübarek türü diktatörlüklerin yönetimlerinin sürmesine destek biçiminde ortaya çıkarken, bölge halklarının daha da yoksullaşması, işsizliğin devasa boyutlara varması, eğitim ve sağlığa dair taleplerin büyümesi ve nihayet kapitalist dünyadaki krizlerin de etkisinin bu çelişkilere eklenmesiyle ayaklanmalar gündeme geldi. Bölgedeki istikrasızlık bir yandan bu isyanları kışkırtırken, öte yandan da emperyalistlerin bölgeye müdahalelerine zemin oluşturdu. Libya ve Suriye’ye emperyalist müdahale Mısır ve Tunus’ta Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesi gibi bölgedeki istikrarsızlık içinde ortaya çıkan gelişmeler, sağ ve sol ulusalcı çevreler ve kimi “solcu” grupların da gayretiyle yığınlar açısından anlaşılır olmaktan çıkarılırken, aynı zamanda emperyalist müdahalelere haklılık sağlayan gerekçelerin üretilmesine de dayanak yapıldı. Bu yüzden de bölgedeki gelişmeleri, emperyalist müdahaleleri, halkların buna karşı direnişinin ifadesi de olan isyanları, bölge gericiliklerinin rolünü bölgenin gerçekleri içinde açıklamak, bölgedeki barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin anlaşılması ve büyütülmesi bakımından son derece önem kazanmış bulunmaktadır. Onun içindir ki, emperyalistlerin bölgeye müdahalesi ve Arap isyanları ekseninde bölgede olanların gerçek içeriklerinin açıklanması, kampanyanın elbette belki biraz fonunu oluşturacak, ama sürekli bir zemini olacaktır, olmalıdır.
3-) Türkiye’nin Batı emperyalizminin bölge stratejisine tam uyumu
2007 Eylül’ündeki Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra, Türkiye, Batı emperyalizminin bölge stratejisine hiçbir itirazı kalmadan bağlanan bir ülke durumuna gelmiştir. Öyle ki, NATO’ya ilk girildiği 1950’lerden beri Türkiye-ABD ve Türkiye-NATO ilişkileri hiç bu kadar sorunsuz olmamıştır. Ki, bu çerçevede NATO’nun stratejik önemdeki Füze Kalkanı Sisteminin radarlarının Kürecik’e konuşlandırılması, NATO Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın İzmir’e taşınması, Patriotların hiçbir soruna meydan verilmeden Türkiye yerleştirilmiş olması bu ilişkin düzeyini göstermesi bakımından önemli olmuştur. Nitekim, Batı emperyalizminin İran’ı kuşatma taktiğinin uygulanmasında Türkiye adım adım Batı emperyalizminin çizgisine girmiş; İran, Irak, Suriye ile ilişkilerini ABD ve müttefiklerinin istediği çizgiye çekmiş bulunmaktadır. AKP Hükümeti ve Türkiye’nin milliyetçi ve muhafazakar çevrelerinin Türk-İslam sentezcisi ideolojisiyle uyumlu olarak “geliştirilen” yeni Osmanlıcılık, son yıllarda iyice palazlanan büyük sermaye güçlerinin yayılmacı amaçları ve bölgeye yönelik girişimleriyle birleştirilerek sunulurken, Yeni Osmanlıcılık, emperyalizmin bölge ihtiyaçlarıyla uyumlaştırılmıştır. “Komşularla sıfır sorun”la başlayan ve bu doğrultuda atılan adımlarla başlatılan yeni Osmanlıcı hamle, Batı emperyalizminin stratejisine uyum (İran’ın kuşatılmasına aktif katılım için İran’la dost ülkelere karşı sert tutum alma) uğruna terk edilerek dışarıya yönelik olarak sert ve saldırgan bir biçim kazanırken, yeni Osmanlıcılık daha çok içeriye ve dinci, milliyetçi çevrelere yönelik bir propaganda argümanına dönüştürülmüştür. Batı emperyalizminin stratejik hedefleri doğrultusunda İran’ı kuşatmak üzere İran’ın yanı sıra Irak ve Suriye ile ilişkileri gerilen ve diplomatik bakımdan bile sorunlu hale gelen Türkiye, gerçekte, kendisi kuşatılan bir ülke durumuna gelmiştir.
4-) Yarım yüzyıl sonra Türkiye yeniden silahlanıyor
1950’li yılların başında NATO’ya giren Türkiye, ordunun modernize edilmesi adı altında Amerikan silahlarıyla silahlandırılırken, Sovyetler Birliği’ne karşı Jüpiter füze sistemiyle de donatılmış, toprakları üzerinde pek çok yere radar üsleri kurulmuş, İncirlik SB’yi kontrol altına alan U-2 casus uçaklarının üssü haline gelmişti. Sonraki yıllarda bu üsler Türkiye’nin ilerici güçlerinin mücadelesiyle tedricen ve kısmen de olsa tasfiye edildi. Bugün, o yıllardan sonra, Türkiye ilk kez yeni ve etkili NATO silahlarıyla silahlandırılırken, topraklarında yeni radar ve füze üsleri de kuruluyor. Kürecik üssü ve Patriotlar ile NATO Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın İzmir’e nakli bu kategoriden girişimler olarak sürmektedir. Öte yandan da yeni hava savunma sistemleri alınması, yeni füze sistemleri, yeni savaş uçakları F-35, AWACS’lar alınması gündemdedir. “Yerli savaş sanayi” de tam istim çalışmaktadır. Altay tankı, yerli saldırı helikopteri, yerli insansız hava araçları ve askeri amaçlı Göktürk-2 uydusu (sırada Göktürk-3 var) gibi yeni silahlanma girişimlerinden sonra, şimdi de, ilk Türk uçak gemisi için ihale girişimleri başlatılmıştır. Önümüzdeki birkaç ay içinde bu uçak gemisinin yapımı için ihale sonuçlanacak aşamaya gelmiştir. Dahası Akkuyu’da kurulacak nükleer santralin bir amacının da nükleer silah teknolojisi geliştirmek olduğu artık çok gizlenen bir amaç da değildir. Bunu için İsrail ve İran’ın nükleer silaha sahip olması bahanesi bile yeter. Dahası hükümetin silah sanayine yönelik yatırımları da bütçeden ve çeşitli asker fonlar kapsamında yapılmaktadır. Türkiye’nin silahlanma için hevesli tutumu, yeni Osmanlıcılık adı altında eski Osmanlı topraklarında egemenlik (ağabeylik deniyor) peşinden koşması, emperyalizmin bölgesel gücü rolü üslenmesi, bölgenin diğer ülkelerinde de silahlanmayı teşvik etmektedir. Patriotlar gibi NATO silahlarının bölgeye taşınmasının da bölgedeki silahlanmayı hızlandırıcı bir etki yaptığı son gündemdeki tartışmalarla da iyice açığa çıkmıştır.
Ancak burada silahlanması, hele de Türkiye’nin yerli silah üretmesi (“emperyalist ülkelere bağımlılığın azaltılması” demagojisi) “ulusal bir sorun” olarak görüldüğü ve bu yaygın bir önyargı oluşturulduğu için belki ajitasyonumuzda en incelikli yanlarından birini teşkil edecektir. Özellikle ulusalcı çevrelerin ve hükümetin bu konudaki propagandası kırmak için daha çok çabaya ihtiyaç olacaktır.
5-) Barış ve demokrasi mücadelesinin başlıca bileşeni olarak Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme sorunu
Eğer bugün bir barış ve demokratikleşme kampanyasından söz ediyorsak, bu kampanyayı böylesine sıcak yapan en önemli unsur, Türkiye’de ve bölgede Kürt sorununun çözümü için verilen mücadelenin geldiği aşamadır. Çünkü, Hükümet ve arkasındaki gericilik, Türkiye’nin Kürt sorununu, barışçı, iki halkın hak eşitliği ve gönüllü birliğini esas alarak değil, mevcut statükonun restorasyonu üzerinden “çözmekte” ısrar etmektedir. Bu yüzden de, kampanyanın en önemli bileşenlerinden birisi, Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümü için geniş emekçi yığınlar içinde, sendikal çevrelerde, aydınlar (bilim, kültür ve sanat çevreleri içinde) arasında açılacak tartışmalardır. Ki burada emekçilerin, sendikal çevrelerin ve aydınların içinde yeni güçlerin barışçıl çözümden yana çekilmesi, sendikaların, emek örgütlerinin ve çeşitli kitle örgütlerinin en azından bir bölümünün daha etkin bir mücadele hattında demokrasi ve barış gücü olarak birileşmeleri ve barışçıl çözümden yana ağırlık koymaları için adımlar atmaları, bu konuda hissedilir bir ilerleme sağlamalarının bu kampanyanın en dikkate değer gelişmesi olacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Çoktan bölgesel, hatta uluslararası bir soruna dönüşmüş olan Kürt sorununu şiddetle çözmeyi amaçlayan girişimler, Türkiye’yi, Kürt siyasi güçlerine karşı bir savaşın verildiği bir ülke haline getirirken, aynı zamanda –dolaysızca ilgilendirdiği İran, Irak ve Suriye’yi içine çekmekte olduğu– bölgesel bir savaşın tetikleyicisi durumuna da getirmektedir. Bu da, barış mücadelesini, hem Türkiye hem de bölgenin sorunu olan birleşik bir sorun olarak şekillendirmektedir. Bu yüzden de, Kürt sorununun demokratik çözümünden söz ederken, hem Türkiye hem de bölge ülkelerinin demokratikleşmesi ve bölge halkları arasındaki kardeşliğin geliştirilmesi ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının başat bir ilke haline gelmesinden söz ediyoruz demektir. Özellikle son yıllarda demokratikleşmeden söz edilen her yerde Kürt ve Türk halkının gönüllü birliğinin hem iç barışının hem de demokratikleşmenin bir şartı olarak gündeme gelmesini nedeni de budur.
Hele de günümüzde bir yandan Kürt siyasi ve askeri güçlerine karşı savaş düzeyine varan askeri operasyonların sürdürülüyor olmasının yanı sıra Kürt güçlerinin hükümetçe gayri resmi de olsa taraf olarak görülür hale gelmesi de dikkate alındığında, savaş-barış sorunu ve demokratikleşme talepleri etrafında yürütülecek bir siyasi kampanyada, elbette Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü kampanyanın en önemli konusu olmak durumundadır.
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünün tartıştırılması, özellikle de Türk kökenli halk kesimleri, işçi sınıfı, onun sendikaları içinde bu sorunun tartışmaya açılması, dahası sınıfın örgütleriyle, partisiyle sorunun bir tarafı olarak sürece etkili bir biçimde müdahalesi, Türkiye’nin demokratikleşmesinin, daha doğru bir deyimle demokratikleşememesinin en önemli sorununun aşılması anlamına gelecektir. Bu, elbette, işçi sınıfının siyaset alanında kendi gücünü ortaya koymasının da tek gerçek yolu olarak, sınıflar mücadelesi bakımından da belirleyici önemde bir adım olacaktır.
Elbette bu büyük sorunun bir kampanyayla çözülmesi beklenemez. Ancak kampanyanın bir amacının da sınıf partisinin böyle bir mevziye yerleşmesi, işçi sınıfının demokrasi mücadelesin etkin bir bileşeni olarak hareket etmesinde bir ilerleme sağlanması, en azından bugün sınıfın ve çeşitli örgütlerinin bu konunun tamamen dışına düşmüş olma halinden çıkmak için sınıfın ileri kesimin bir hamle yapma mevzisine geçmesi, kampanyanın yakın amaçlarından birisi olarak görülmelidir.
Kuşkusuz ki, kampanyanın en önemli yanı, etkin bir aydınlatma faaliyeti ve partinin mevzisini değiştirmesinde bir adım olmasıdır. Bu yüzden de sorun pek çok yanıyla işçi sınıfı ve emekçi yığınlar içinde tartışmaya açılması, sorunun çözümünde işçi sınıfı ve onun çeşitli örgütlerinin yer alması ihtiyacının ikna edici bir biçimde açıklanması, bu faaliyetin gazete, TV’den işyerlerindeki ve emekçi semtlerindeki sözlü ajitasyona kadar her araçla gündemin ön sırasında tutulması, ajitatörleri günlük olarak faaliyetini sürdürürken partinin yerel örgütlerinin propagandalarıyla bu ajitasyonu beslemek üzere yaratıcı ve inisiyatifli bir biçimde hareket etmeleri son derece önemli olacaktır.
6-) Mezhep ayırımcılığı ve ulusalcılık sorunu
Gerek emperyalistlerin bölgeye müdahalesinde gerekse AKP Hükümeti’nin iç ve dış politikasında mezhep ayırımcılığı özel bir yer tutmakta, giderek de bu unsur güçlendirilmektedir. Emperyalistler, bölgeye müdahale stratejilerini Şii-Sünni ayırımı ekseni üzerinden girişimlerle desteklemekte ve bölgede İran’ın kuşatılmasını özellikle bu ayrım üzerinden gerçekleştirmeye yönelmiş bulunmaktadırlar. Emperyalistler, böylece, bölgedeki Sünni çoğunluğu (kuşkusuz en başta resmen bu mezhepten olan devletleri, cemaatleri vb.) yedekleyebileceklerini hesaplamaktadırlar. AKP Hükümeti de Kürtlere, Kürt sorununun çözüm ve çözümsüzlük tartışmalarına yaklaşımında bile dini kurumların ve odakların soruna daha etkin müdahalesini öne çıkaran bir yönelişe girerken, bu emperyalist yönelişe paralel olarak, dış politikasını da mezhepçilik üzerinden geliştirmekte, Suriye ve Irak’a müdahalelerini açıkça mezhep ayırımcılığını (Şii-Sünni, Alevi-Sünni) öne çıkarak yapmaktadır. Burada ajitasyonumuzu yürütürken sıkıntı yaratacak olan, gerek emperyalistlerin gerekse Hükümet ve hükümet partisi olarak AKP’nin mezhep ayırımcılığını üstü örtülü yapmasıdır ki, biz de bu alana müdahalede incelikleri gözetmezsek zorlanacağımızı bilmeliyiz. Burada dikkat noktamız, özellikle Sünni çevreler içinde sıkı bir biçimde örgütlü olan AKP’nin propagandasına karşı, onların Sünni ve genel olarak inançlı (mütedeyyin) kitlelerin çıkarlarını sahiplenmeyle, halk ve halkın çıkarlarıyla ilgisizliklerini ve gerçekte emperyalizmin stratejine bağlanmış olduklarını, emperyalistlerle işbirliği içinde Sünni Müslüman kitlelerin sömürülüp ezilmelerini örtülemek üzere mezhep sorununu (mezhep istismarcılığı yaparak) öne çıkardıkların teşhir etmektir. Bu kampanyanın bir yanını da bu oluşturacaktır. Çünkü içerde Sünni ve Türk çoğunluğu, dışarıda da Sünni inançlı halk kitlelerini yedeklemek, hem emperyalistlerin hem de AKP Hükümeti’nin ortak amacıdır; barışa ve özgürlüklere yönelik tehditlerinin dayanağıdır. Yani, sorun yokmuş gibi üstünden atlamak yerine, bu sorunun gerçekte nasıl bir sorun olduğunu işçi sınıfı ve halk yığınları içinde tartışmaya açmak, bugün son derece önemli ve gereklidir.
Farklı bir şeymiş gibi kendilerine “ulusalcı” olarak tanımlayan milliyetçi güçler de, bölgede Türk-İslam sentezcilerinin ve büyük sermaye çevrelerinin yayılmacı hayallerini, Yeni Osmanlıcılık üzerinden değil de, bölgedeki gerici odakların birliği üstünden yenilemektedirler. Bu çevreler, özellikle Kürt sorununu “Türkiye’nin bölünme sorunu” olarak getirmekte, barış ve demokrasiye dair talepleri “emperyalizmin Türkiye’yi bölme ve yönetme” stratejisinin gereği olarak propaganda etmektedirler. Bunu da ulusal (milli) değerleri, Cumhuriyet’in kimi kazanımlarını kullanarak yapmaktadırlar. Burada ulusalcılıkla (milliyetçilikle) anti-emperyalizmi, yurtseverliği ayırmak, halk yığınlarının ülkenin birliği için gösterdikleri hassasiyeti dikkate alan, ama bunu, aynı zamanda Kürtlerin de hassasiyetlerini gözetmeyi isteyen bir noktadan yapmak, bu amaçla ajitasyonumuzu şoven milliyetçi odakların etkisi altındaki kesimler içinde yaratıcı ve kararlı bir biçimde sürdürmek, bu kampanyada yerel örgütlerimizin özenle yerine getirmesi gereken görevlerdendir.
ÖNE ÇIKAN GÜÇLERİN BARIŞ VE DEMOKRASİ TALEPLERİ ETRAFINDA BİRLEŞTİRİLİP BİR GÜÇ OLUŞTURMASI İÇİN ADIMLAR ATILMASI
Elbette ki, bir kampanyanın “olağan” çalışmadan farkı, bazı sorunlar etrafında yoğunlaştırılmış bir çalışma olmasındadır. Bu kampanaya da, bir yandan barış ve özgürlük talepleri etrafında bir aydınlatma faaliyetini esas alırken, aynı zamanda kampanyanın uyandırdığı toplumsal kesimlerin birleştirilmesi ve halk yığınlarının politikaya müdahalesinin imkanlarını geliştirecek adımlar atmada daha yoğunlaşmaktadır.
Burada ilk adım; işçi sınıfının ileri kesiminin, sınıftan yana sendikacıları ve mümkünse sendikaları (şubeler, platformlar, merkezler) politika yapmaya, politik alana sınıfın cephesinden müdahale etmeye, özgürlük ve demokrasi talepleri etrafında sınıfın bütün güçlerini birleştirecek girişimlere teşvik etmektir. Özellikle de sendikaların “politika dışında”, “politikanın üstünde” kalmasının nelere yol açtığının görünür kılınması ve politikaya müdahale etmeden sendikal hareketin TİS imzalama görevini bile yerine getiremeyeceği gerçeğinin gösterilmesi, bu kampanya döneminde yapılacak girişimlerden olmalıdır.
Aydınların, bilim, kültür sanat çevrelerinin birikimlerinin işçi sınıfı ve emekçilere aktarılması, onların emekçilerle aynı safta politika yapmalarının önemine dikkat çeken girişimlerde bulunmak, yine bu kampanyanın olmazsa olmaz amaçlarındandır.
Bu kapsamda bilim, kültür ve sanat alanına yönelik olarak hükümet eliyle yapılan baskılar, üniversitenin yeniden yapılandırılması için yapılan girişimlerin bilim insanlarını da hedef alır hale gelmesi ve üniversitenin en olmazsa olmaz değerlerinin ayaklar altına alınması, bu alandaki çalışmaların önemini artırmıştır. Ve bugün baskılar, geleneksel olan aydınların kendilerini diğer kesimlere yönelik baskılara karşı çıkan bir kategori olmakla sınırlamalarını aşmalarını gerektirmiştir. Aydınların aynı zamanda kendi üzerlerindeki baskılara karşı mücadelede toplumun diğer ilerici güçleriyle ittifak yapmak durumunda kalmış olmaları, belki de son yılların en dikkate değer gelişmelerinden birisidir. Ve bu alandaki girişimler, kampanyamızın önemli dikkat noktalarından birisi olmak durumundadır.
KAMPANYANINI AYIRICI YANINA BİR VURGU
Son günlerde, özellikle de Patriotların Türkiye’ye konuşlandırılması çalışmalarına paralel olarak sokakların ısındığını, her gün bir, üç, beş yerde kimi siyasi çevrelerin üyelerinin, platformların, kimi sendika ve emek örgütlerinin basın açıklamaları ya da yürüyüşlerle savaş hazırlıklarını protesto ettiklerini ya da kimi çevrelerin özgürlük talebiyle kimi gösteriler yaptıklarını görüyoruz. EMEP’in kampanyasının amacı, zaten gerçekleştirilmekte olan bu girişimlere birkaç yenisini eklemekle sınırlı değildir. Bunlar geleneksel “rutin”dir zaten. EMEP de, bu etkinlikler içinde bazen daha etkin bazen daha az bir katılımla yer alıyor.
Kampanyanın amacı ise, bugün henüz alanlara çıkmayan, ama ülkenin silah deposuna döndürülmesinden, Kürt sorununun çözümünün savaşla olabileceği merkezli girişimlerinden, “çözüm” ve “barış” derken bile ülke içi ve dışının bombalanmasının, yani savaşın ve sürdürülmesinin esas alınmasından, özgürlüklere yönelik saldırılardan hoşnutsuz ve emperyalizmin bölgeye müdahalelerine karşı durulmasından yana olan, ama bu yönde tutumlar alınmasına katılmak için bir çıkış yolu bulamayan geniş emekçi yığınlarına yönelik olarak gerçekleri açıklamak, tepkilerini ortaya koymalarının ve bunun için aralarında birleşerek bir güç oluşturmalarının önünü açacak bir çalışmayı daha etkili bir biçimde yapmaktır. Bu yüzdendir ki, yerel örgütlerin çalışması, bu örgütlerin atacakları adımlar ve girişimlerinde gerekli inisiyatif ve yaratıcılığı göstermeleri belirleyici olacaktır. Ve elbette yerel çalışmaların birleşmesi ve bunların ete kemiğe bürünerek ülke çapında bir etkiye sahip olabilmesi için araçlar olarak gazete ve TV’yi gerektiği düzeyde kullanılmalıdır. Aksi halde çalışma sadece yerel düzeyde kısmi bir etki yapmakla sınırlanacaktır.
“Böyle bir çalışma, EMEP gibi bir parti için her zaman zaten yapılması gereken bir çalışmadır” denebilir. Bu doğrudur. Ancak bugün, koşullar, bölgede ve Türkiye’deki sıcak siyasi gelişmeler dikkate alındığında, çalışmanın, bu gerçeklerin geniş halk kesimleri bakımından doğru bir biçimde algılanmasını ve gidişata müdahaleye katılımlarını sağlayacak bir etkinlikte yapılması önem kazanmıştır.
Bu yüzden de, bu çalışmayı afiş, bildiri, güncel gelişmeleri açıklayan broşürler, duvar gazeteleri, günlük gazete, TV, yerel basın,… konferans, panel, kültür, sanat etkinliklerin, siyasi içerikli açık hava ve salon toplantıları, mitingler… gibi pek çok değişik aracı ve etkinliği birbirini tamamlayan bir ilişki içinde, “barış ve demokrasi talepleri” etrafında yoğunlaştırılmış bir çalışma olarak, günlük bir çalışmayı aşan bir yoğunlukta gerçekleştirmek gerek. Kampanyanın bütün bu araçların yaratıcı biçimde kullanıldığı, merkez örgütlerinin olduğu kadar yerel örgütlerin de tüm olanaklarıyla katıldığı bir çalışma olarak tasarlandığı ortadadır.
Kampanyanın il afişi “Savaşa Dur de/Demokrasi için Birleş!” olarak çıkmıştır. Emeğe Sesleniş’in kampanyayla ilgili ilk sayısı da tüm ülke sathında dağıtılmıştır.
Ve ancak böyle etkili bir çalışma yapılabilirse, geniş halk kesimleriyle işçi sınıfının ileri kesimleri içinde iz bırakan bir çalışma temposu yakalanabilecektir.