Sosyalizm: kapitalizmin örgütlenmesi gereken nesnel ürünü

1. 158 yıl önce ilan edilen Komünist Parti Manifestosu, “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor – Komünizm hayaleti.” sözleriyle başlıyordu. Bu söz söylendiğinde, ilki 1831’de (Lyon) patlak veren bir dizi yerel işçi ayaklanması bir yana, henüz başarılı ya da başarısız proletarya devrimleri dünyanın gündemine girmemişti. Marksizm ise, yeni ve genç bir öğreti olarak, proletarya devrimlerinin pratiği içinde kanıtlanmamış ve dolayısıyla birkaç on yıl içinde kazanacağı teorik zaferini yine henüz sağlamamıştı.
Avrupa’da “komünizm hayaleti” buna rağmen dolaşıyordu; eskinin tüm güçleri bu “hayalet”e karşı ittifak kurmuşlar, ilerici ya da gerici tüm muhalif rakiplerini “komünistlik”le suçluyorlardı.
“Hayalet” gerçekliğini, henüz, ne başarısızlığa uğramış olsa da bir proleter devriminde ne de onun zaferini sağlamış düşünsel temellerinde, ama nedenselliğin kaçınılmazlığıyla onlara yol veren, kapitalizm tarafından kendisinin “mezar kazıcısı” olarak üretilmekte ve birleştirilmekte olan işçi sınıfı ve hareketiyle gelişmekte ve kendisini dayatmakta olan emek-sermaye (burjuvazi-proletarya) karşıtlığının nesnelliğinde buluyordu.
2. Manifesto’dan birkaç ay sonra, “hayalet”, işçi sınıfı hareketinin alabileceği hemen tüm biçimleri alarak, tamamen gerçeğe dönüştü. Henüz kendiliğinden sınıfken bile tüm gericiliği korkutan proletarya, burjuvazinin kendisini feodal gericiliğin kollarına atmasına ve tamamen gericileşmesine yol açarak, kendisi için sınıf olarak kendini ortaya koydu. Henüz koşulları olgunlaşmadığı için yenilse de, ’848 proleter devrimlerinde, egemen sınıf olarak örgütlenmeye yönelen işçiler, elde silah burjuvazi ile de çarpışmaya giriştiler.
3. Ardından, proletaryanın ilk ve 72 günlük iktidarıyla 1871 Paris Komünü geldi. Ve sonra, 1917 Büyük Ekim Proleter Devrimi. “Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri” olmayan proletarya, zorunlu ve kaçınılmaz olan zincirlerinden kurtulma arayışını, bu kez on yıllar süren egemenliğiyle taçlandırdı. 5 milyonluk işçi sınıfı, Rusya’da, sömürülen on milyonların başına geçerek, egemen sınıf olarak örgütlendi ve başarıyla sosyalizmi inşa etmeye yöneldi. Tarihte ilk kez on milyonlar, Sovyetler Birliği’ni kurarak, tarih yapıcısı olarak inisiyatif aldılar, sömürü koşullarına karşı ve sınıfları ve sınıf ayrılıklarını kaldırmak için mücadeleye atıldılar. Kendilerine karşı yöneltilmiş büyük kapitalist emperyalist saldırıyı, Büyük Anayurt Savaşı ile defettiler.
Savaş ve zafer sonrasında, dünyanın altıda birinde egemen olan proletarya ve sosyalizmin etki alanı dünyanın üçte birine yayılıp genişledi, sosyalizm bir dünya sistemi haline geldi. Zafer yürüyüşü içinde sömürgecilik sistemi de çöktü ve halklar yüzlerini sosyalizme döndüler.
4. Uluslararası sermaye ve dünya kapitalizmi, dünya işçi hareketi ve sosyalizmin kazanımları ve sunduğu örnek karşısında geriledi ve “tavizler siyaseti”ne geçti, “sosyal devlet” politikasına, “kapitalizmin sosyalizasyonu”na yöneldi. Ama aynı zamanda, komünizme karşı “soğuk savaşı” başlattı. Ete-kemiğe bürünerek sonunu somut biçimde göstermekte olan “hayalet”e karşı, dışarıdan kuşatma, içeriden de yıkıcılığın teşvikçiliğine girişti. Sonunda, sömürücü sınıf olarak burjuvazinin tasfiye edildiği, ama kapitalizmin kalıntılarının ve kapitalizmle komünizm arasındaki sınıf mücadelesinin sürdüğü kapitalizmden komünizme geçiş dönemi olan proletarya diktatörlüğü koşullarında, kapitalizmin uluslararası baskısından da beslenip güç alarak, başlangıçta temsilciliğini Kruşçev’in yaptığı, kapitalist kalıntılar üzerinden kendilerini yenilemeye yönelmiş bürokrat ve teknokrat nitelikli burjuva unsurlar yeni bir sömürücü sınıf olarak örgütlenerek, komünizme yürüyüşü sekteye uğrattılar. İktisadi hayatta ve parti ve devlet yönetiminde ele geçirdikleri mevziler birbirini güçlendirerek, S.B’ni kapitalizmin restorasyonu yoluna soktular, işçi sınıfıyla işçi ve komünist harekete, S.B. ve dünya ölçeğinde modern revizyonizmi dayattılar. İlk anayurdunda sosyalizm, kuşkusuz geçici, ama yeni bir proletarya devrimini zorunlu kılan temel bir yenilgi aldı: Proletarya diktatörlüğü yıkıldı; bir süre süren biçimsel kalıntılarının ötesinde, sosyalist ilişkiler ve toplum çökertildi. S.B.’nin dağılması ve sosyalizmin son olarak Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti şahsında uğradığı yenilginin ardından, günümüzde, dünyada sosyalist bir ülke kalmadı.
5. Modern revizyonist ihanet ve işçi ve komünist hareket içinde neden olduğu yıkıcılığın üzerine gelen ve “ölümü”ne ilişkin iddialarla ağırlaştırılan sosyalizmin uğradığı yenilginin yolaçtığı kafa karışıklığı ve moral bozukluğu ortamında; işçi sınıfını, sınıf mücadelesi ve sosyalizmi bütünüyle yok sayan tarih ve gerçek dışı fikirler kendilerine alan açmış, özellikle neoliberal burjuva ideologlarınca beslenip yayılmıştır.
Oysa, S.B. ve diğer sosyalist ülkelerde sosyalizmin uğradığı yenilgi tarafından olumsuz yönüyle de bir kez daha doğrulanan, Marksizmin de benimseyip geliştirerek doğal sonuçlarına ilerlettiği tarihsel materyalizmin şu temel tezidir: “Toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir.” Ekim Devrim aracılığıyla kurulan proletarya diktatörlüğü altında yürütülen sosyalist inşayı karakterize eden; “iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hala taşıyan” “uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci aşaması”ndan ikinci aşamasına, ancak onu damgalayan (işbölümünü ve emek biçimlerinin farklılıklarını dayatan henüz görece geri ve “herkese ihtiyacına göre” dağıtımı olanaklı kılmayan üretici güçleriyle görece geri üretim; sömürücü sınıflar ve özel mülkiyet başlıca biçimleriyle kaldırılmış olsa bile, bu geriliğin kaçınılmaz kıldığı, farklı devlet ve grup mülkiyeti biçimlerinin, dolayısıyla farklılıklarıyla sınıf ve tabakaların, kol emeğiyle kafa emeği, kırla şehir farklılıklarının varlığı, bürokrasiden –yöneten-yönetilen farklılığı– tamamıyla kaçınılamaması; ücretli-emek kaldırılmış olsa bile, işgücü kullanımıyla toplum arasındaki ilişkinin burjuva hakkından başka bir şey olmayan “emeğe göre” düzenlenmesi başta olmak üzere, farklı mülkiyet biçimlerine tabi işletmeler arasında değişimde emek-değer ilkesinin, yanı sıra yine emek-değer –piyasa– kategorileri olan maliyet değeri, maliyet muhasebesi vb.’nin geçerliliğinde kendisini gösteren piyasanın etkisi türünden) kapitalizmin kalıntı ve unsurlarına karşı, düzenleyiciliği önlenmiş etkilerinin tedricen bütünüyle giderilip yok edilmesi mücadelesinde ifadesini bulan komünizmle kapitalizm arasındaki çatışma üzerinden ilerlenebilecek olmasıdır.
Ama Marx’tan önce, bir kısım burjuva tarihçi ve iktisatçısı tarafından modern kapitalist toplumu da kapsamak üzere ortaya konan, toplumların, çıkarları birbirleriyle çatışan sınıflardan oluştuğu ve sınıf mücadelesinin toplumların hareket ettiricisi olduğu şeklindeki bu tez, olumsuz biçimiyle, sosyalizmin dünya ölçeğinde uğradığı geçici yenilgi tarafından doğrulanmakla kalmamaktadır. O, yenilgi ertesinde yüksek sesle ilan edilen “tarihin sonu” ve sosyalizmin dirilmemecesine öldüğüne dair iddiaların sahteliğini ve propagandif niteliğini de belirtmektedir: Tüm toplumlar gibi, kapitalist toplum da tarihseldir ve sonludur. Bu son, bizzat kendisinin ve üzerine kurulu olduğu kendi karşıtlığının kaçınılmaz ürünüdür.
6. Doğa kadar toplum tarihi de, hiçbir şeyin olduğu gibi, olduğu yerde ve olduğu biçimde kalmadığı, ama her şeyin hareket ettiği, değiştiği, olduğu ve yok olduğu sonsuz bir karşılıklı ilişkiler ve etkiler yumağıdır ve tüm değerli açıklama çabalarına karşın, Marx’a kadar açıklanamaz olarak kalmıştır. Tarih, ya donmuş ve hareketsiz ya rastlansal ardı sıra gelişler olarak tasarlanmış ya da hareketi salt insani veya göksel akılla açıklanmaya çalışılmıştır ki, bu, doğa ve toplum bilimlerinin geriliğini de koşullayan ve geliştikçe yeni buluş ve olgulara yol açacak olan üretici güçlerin gelişmemişliğinin ürünüydü. Aydınlanmacılar, eski Fransız sosyalizmi, Çartistler, ütopik sosyalistler, bu nedenle, tarihi metafizik ya da idealist bir anlayışla yorumladıkları için suçlanamazlar. Ama üretici güçler ve bilimlerin bugünkü gelişme düzeyinde “tarihin sonu”ndan söz etmek, yalnızca sömürü ilişkilerini yüceltmeye yönelik gerici bir şarlatanlıktır.
7. Henüz insanlığın tarihin diyalektik ve materyalist anlayışını geliştirmediği koşullarda Marx-öncesi ütopik sosyalizm kapitalizmi açıklayamadığı ve işçi sınıfını tarihin dönüştürücü gücü olarak kavrayamadığı için, işçi sınıfına dayanmadığı gibi, onun düşünce ve eyleminin birliği olarak şekillenmiyordu. Ama kapitalist üretim (ve değişim) biçimini ve sonuçlarını mümkün olan en mükemmel şekilde suçluyordu ve kapitalizme karşı nefretle doluydu. Kapitalizmin uzlaşmaz karşıtlığıyla birlikte bunca geliştiği (dolayısıyla sosyalizme dönüşmek için nesnel olarak bunca olgunlaştığı) günümüzdeyse, başta neoliberaller olmak üzere, sosyalizmi geçici olarak yenilgiye uğratmış olan kapitalistler, onların –ve özellikle pervasız saldırganlıklarının– baskısıyla kafaları karıştırılmış, yenilgi ruh hali içinde işçi sınıfına, halka ve sosyalizme güvenini yitirmiş, teslimiyete ve kapitalist düzende kendilerine yer aramaya yönelmiş bir dizi eski sosyalisti de etkileri altına alıp peşlerine takarak, kapitalizmi ve piyasayı yüceltiyor, “sonsuzluğu”nun dayanaklarını da dayatıyorlar: “Kapitalizm kendisini yeniledi”, “sınıflar ve sınıf karşıtlıkları aşıldı”, “işçi sınıfı değişmiş, tarihsel misyonunu yitirmiştir”, “üretici olan emek-gücü değil, sermayedir”, “işçiler tüketicilere dönüşmüştür”, artık “işçi sınıfı yoktur”; kimine göre “alt ve üst” “kimlik ve kültür farkları”, kimine göre “sivil toplum” ve işçi örgütleri yerine geçmek üzere de “sivil toplum güçleri” (ya da kuruluşları), kimine göre “sosyal hareket”, kimine göreyse “enformal emeğin önem kazanmasına da bağlı olarak “çokluk” vardır! Bugünün “sosyalizm” üzerine “proje” üreten idealist metafizikçi tarih yorumcuları doğrudan kapitalizme bağlanmıştır.
Kapitalizmin baskısı karşısında gerileme ve yenilginin nedenlerini aradıkları sosyalizmin tarihsel pratiğinden olumsuz sonuçlar çıkarma ve buradan –başlangıçta Stalin karşıtlığıyla başlattıkları– Marksizmi “düzeltme”; yeniden tanımlamaya giriştikleri, işçi sınıfının olmayan ve ona dayanmayan, sınıf mücadelesini değil sınıf işbirliğini esas alan “demokratik”, “özgürlükçü”, “21. yüzyıl”cı gibi sıfatlarla süsledikleri burjuva, küçük burjuva nitelikli sosyalizmlerinin çıkış noktaları ve hareket ettiricileridir.
8. Kapitalizm karşıtlığına ve kapitalizmin sosyalizme dönüşmek zorunda oluşuna, sınıf mücadelesinin dönüştürücü gücüne ve kuşkusuz işçi sınıfına dayanmayan günümüzün burjuva “sosyalizm” projelerinin dayanakları olarak; kapitalizmin, sınıf karşıtlıklarını en üst düzeyde keskinleştirdiği, insanlığı işsizliğe, sefalete, açlık ve savaşlara bunca mahkum ettiği, emeği ve emek gücünü en ileri ölçüde esnekleşmeye, sömürü oranının durmaksızın ağırlaştırılmasına ve giderek küçülen bir multi-milyarder rantiyenin emekçi halklar üzerindeki uluslararası talan ve egemenliğine bunca götürdüğü olgunlaşması koşullarında, sınıflar ve sınıf mücadelesi gerçeğine yüz çevirmek ve işçi sınıfının değiştiği ve tarihsel misyonunu yitirdiğini ileri sürmek, hayali olarak bile tasarlanabilir değildir ve ancak kapitalizmin önünde diz çöküşle açıklanabilir. Ve zaten bu tür projeler, Lula örneğinde olduğu gibi, liberal solcular tarafından, ya tümüyle mecalsizlikten ya da işçi ve emekçilerin yeniden yükselme eğilimine giren kapitalizme karşı tepkilerinin baskısıyla, ama bu tepkileri yatıştırmak üzere ileri sürülmektedir. Bu uyuşturucu “projeler”, kuşkusuz, bugünden değişmeye başlamış bulunan ve özellikle dünyanın bir dizi ülke ve bölgesinde yükselişe yönelmekte olan işçi ve halk hareketinin –sınıfa güvensizliklerini koşullayan– dünya ölçüsündeki –önceki birkaç on yıla yayılan– düşüklüğüyle olduğundan da büyük, “sonsuz” ve yenilmez görünen, işçi hareketi ve sosyalizm karşısında kazandığı “zafer”le hem genel bunalımını hafifletip ömrünü uzatan yeni pazarlar edinmiş hem de pervasızlaşıp saldırganlaşmış ve aslında kendisini yıkılışa (ve sosyalizme) götürecek devasa güçler biriktirmiş emperyalist kapitalizmden duyulan korku ve ona karşı mücadelede cesaretsizliğin ürünüdür. Gözleri bürüyen korku ve cesaretsizlik ile kapitalizmde kendine yer arama kaygısı, emperyalist kapitalizmin bugünkü güç ve üstünlüğünün konjenktürel değil değişmez olduğu sanısıyla ya da günü kurtarmak üzere, kapitalizmin dönüştürücü uzlaşmaz karşıtlığına ve geleceksizliğine, bunun dayanaklarına, başta işçi sınıfı ve tarihsel gücü ve rolüne inançsızlığa ya da bir kısım “projeler”de olduğu gibi, kapitalizmi içselleştirmeye, karşıtlıklarını aştığına, krizsiz, müreffeh, özgürlükçü kapitalizmin olanaklı olduğuna inanmaya ya da öyle görünmeye götürmüştür. Sonunda, güncelliği de kapsayarak, tarihin materyalist yorumu yerine, inançlar, kaygılar, hayaller ve “projeler” geçirilmiştir.
9. Sınıf karşıtlığının bunca keskinleştiği, işçi sınıfı ve sömürülen yığınlara yönelik hak gaspları ve saldırganlığın bunca pervasızca yükseltildiği koşullarda, “sosyalizm” adına yola çıkılarak, sınıflar ve sınıf mücadelesinin bütünüyle reddedilmesi düşünülemezdi. Şu nedenle de düşünülemezdi ki, işçi hareketi ve sosyalizmin dünya ölçeğindeki yenilgisi, kapitalistlerin zafer sarhoşluğu ve işçi ve sömürülen yığınların moral bozukluğu ve hareketlerinin gerilemesi ve durgunluğuyla karakterize olan dönem kapanmakta ve –özellikle L. Amerika ve kısmen Avrupa’da– yeni bir hareketlenme ve yükseliş dönemi başlamaktadır. Tarihin değil kendisinin sonlu olduğunu da göstermek üzere, üzerine kurulu olduğu uzlaşmaz karşıtlığın ve tarihin motoru olarak sınıf mücadelesinin en azından dikkate alınmasını dayatan, sömürülen yığınları ayağa kalkmaya teşvik eden kapitalizm ve saldırganlığının, belirli bir mücadeleci eğilimi ve bu eğilimi yansıtan, idealist ve eklenti “sosyalizm projeleri”nden görece farklı sosyalizm yaklaşım ve projelerini beslemesi beklenirdi ve öyle oldu. Sömürülen sınıfların kendilerine yalnızca işsizlik, sefalet, açlık, haksızlık, adaletsizlik ve yoğun sömürü getiren kapitalizmin bu sonuçlarına karşı –kuşkusuz tek olanaklı yoldan– sosyalist özlemlerle hareketlenmesi, gerçekte, “ölmüş sayılan” sosyalizmi yeniden “diriltti”. Chavez örneğinde görüldüğü gibi, sömürülen yığınların ayağa kalkışına belirli bir yanıt olan, sınıf mücadelesinin gelişmesinden güç alan bir kapitalizm eleştirisi ve sosyalist ideallerin yeni bir dile gelişi güçlenmeye yöneldi. Ancak, sömürülen yığınların sosyalist özlemlerle mücadeleye atılmalarında ifadesini bulan bu sosyalizm, henüz –geçmiş dönemden miras dağınıklık ve örgütsüzlüğün ürünü olarak– kendi asli dayanağı olan örgütlü işçi sınıfına ve bağımsız hareketine dayanmaktan ve proleter sosyalizmi olmaktan uzaktı. Kendiliğindendi. Ve yine yenilmiş sosyalizm deneyinden çıkarılmış olumsuz derslerle şekillenmiş burjuva “sosyalist projeler”in ağırlığı altındaydı. Sınıflar ve sınıf mücadelesi gerçeğini görmezden gelmiyor; ancak gerçeğin bu tanınışını, onun zorunlu sonuçlarının tanınmasına kadar genişletmiyordu. Örneğin Chavez “kapitalizmi aşmak zorunludur. Fakat kapitalizm kapitalizmin içinden değil, sosyalizm sayesinde, eşitlik ve adaletin olduğu gerçek sosyalizm sayesinde aşılabilir.” diyor; ama genel olarak “ezilenler”den söz etmekle yetiniyor, işçi sınıfını sosyalizmin dayanağı olarak varsaymıyor ve sosyalizmi işçi hareketiyle birleştirmeye ve başka türlüsü olanaksız olan kapitalizmin tasfiyesinin kaldıracı kılmaya yönelmiyordu. “İnsancıl sosyalizm” olan ve “demokrasi altında” gerçekleşecek “21. yy sosyalizmi”nde işçilere de yer vardı; ama bu, “çoklukçuluk”tan yansıyarak “farklılıklarıyla herkes”in “katılımcı”, “dayanışmacı”, “özyönetimci” sosyalizmi olacaktı. İkinci tür –mücadeleci– sosyalizm “projesi” de, yine bir projedir, zorunlu sonuçlarıyla birlikte tarihsel zorunluluğun benimsenmesine yaslanmıyor, kapitalizmi eleştirmekle birlikte karşıtlığını esas almıyor, onun devrimci ürünü işçi sınıfına ve hareketine dayanmıyor ve örgütlenmesi olarak şekillenmiyor, işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesini ve “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesini” öngörmüyor. Sosyalizmi tek alternatif olarak savunması çağın gerçeğinin kendisini dayattığını gösteren Chavez’in bugünü, anti-emperyalist tutumları ve ulusalaştırmalarında görülen ulusal devrimciliktir ki, bu yönelimiyle, kendi bağımsız talepleriyle mücadeleye atılan sömürülen yığınların önünü açmakta, ama onları, taleplerini ulusallığa bağlamaya ve bu yönüyle de yedeklenmeye yöneltmektedir. Chavez ve benzerlerinin geleceği, mücadeleci tutumlarıyla projeleri arasındaki çelişme tarafından belirlenecektir ki, Marksistlere, mücadeleci tutumu ve kapitalizm karşıtlığını destekleyip geliştirmek düşer.
9. Oysa insanlığın düşünsel serüvenin çok yönlü gelişmesinin ürünü, aşılması ve zirvesi olarak, Marx ve Engels tarafından bulunup geliştirilmiş toplumları değişme halinde kavrayan ve bu değişmenin motorunun da sınıf mücadelesi olduğunu belirten materyalist tarih anlayışı; üretimin ve üretilen ürünlerin değişiminin her toplumsal örgütlenmenin temelini oluşturduğunu; ürünlerinin bölüşümünün ve bu bölüşümle birlikte –ve bir kez artı-emek olanaklı olduktan sonra–, sınıflar ve tabakalar biçimindeki toplumsal bölünmenin yalnızca zorunlu olmakla kalmadığı, ama rastlansal biçimde ya da kendine özgü ve bağımsız olarak gerçekleşmediğini, tersine, üretilen şeye, ürünlerin üretiliş biçimine ve değişim tarzına göre düzenlendiğini ileri sürer. Dolayısıyla, tarihte sayısızca tanık olunan bütün toplumsal değişiklikler ve siyasal alt-üst oluşların belirleyici ve son nedeni, insanların kafalarında, özgür ve isteğe bağlı yorumlarında, ürettikleri projelerde ve genel olarak –korku, kaygı, inanç, özlem ve duygularıyla da etkilenen– düşünce ve kavrayışlarında değil, üretim ve değişim biçiminde ve uğradıkları değişimdedir.
Eskidiği ve değişmesi gerektiğini belirtmek üzere, başına, “demokratik”, “özgürlükçü” türünden ne denli “güzelleştirici” (gerçekte bayağılaştırıcı) sıfat takılırsa takılsın ve ne denli yeni yüzyılın ihtiyaçlarını karşılamadığı ileri sürülen “eski”si yerine yeni bir “21. yüzyıl sosyalizmi”nin gerekli olduğu iddia edilirse edilsin, kaygı ve korkular gibi, özlemler, iddia, düşünce ve bütün ideolojik biçimler ve bu biçimlere ilişkin dalgalanma ve alt-üst oluşların, toplumlar ve toplumsal alt-üst oluşlar söz konusu olduğunda, toplumsal iktisadi temel, onun değişim ve alt-üst oluşlarından ayırt edilmesi zorunludur. Toplumlar ve değişmeleri ya da değişmezlikleri hakkında, ona ilişkin projelerden yola çıkılarak, dönemin ve değişmenin, “değişmezlik” iddiası gibi, toplumsal iktisadi temelden yansımadan edemeyecek üst yapıya ait fikirler ve çeşitli bilinç şekillerinden ibaret olan kendi kendisini değerlendirmesi dikkate alınarak, sonuçlara varılamaz. Tersine, ileri sürülen fikir ve projeler de içinde, toplumlara ve değişimine ilişkin tüm değerlendirmeler, maddi toplumsal yaşamın karşıtlıklarıyla, toplumsal üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklanmalıdır. Modern sosyalizm de, bu gerçek çatışmanın, her şeyden önce, bu çatışmanın yaşamını dayanılmaz kıldığı işçilerin (sınıfın) beyninde fikirler sistemi biçimi alarak yansımasından başka şey değildir.
10. Politik ekonomi incelemeleri sonunda, ulaştığı ve bir kez ulaştıktan sonra incelemelerine kılavuzluk ettiğini belirttiği genel sonucu, Marx şöyle formüle etmiştir: “Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üst yapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur… Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engeli haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üst yapıyı, büyük ya da az bir hızla alt-üst eder.”
11. Kapitalizm, ilkel komünal toplumda üretici güçlerin az-çok gelişmesine bağlı olarak artı-ürünün olanaklı hale gelmesiyle baş gösteren sınıflar ve sınıf ayrılıkları üzerinde ortaya çıkan köleci ilişkilerin yerini alan ve toprağa ve kişiye bağımlılıkla karakterize olan feodal ilişkilerin bağrında, doğal işbölümünün temel üretim biçimi olduğu basit meta üretimi üzerinden gelişmiştir. Kapitalist üretim biçimi ve onun dayanağı olan burjuva sınıfın tarihsel rolü, gelişmemiş ve dağınık üretim araçlarını bir araya toplayıp genişletmek ve bugünkü üretimin kaldıraçları durumuna getirmek olmuştur. 15. yy.’dan başlayarak ve basit işbirliği, manüfaktür ve fabrikalı büyük sanayiden oluşan aşamalarda, sınırlı bireysel üretim araçlarını ancak işçi toplulukları tarafından kullanılan toplumsal üretim araçlarına ve güçlü üretici güçlere dönüştürmüştür. Bu, aynı zamanda, üretim araçları gibi, üretimin kendisinin de, bireysel eylemler toplamından bir dizi toplumsal eylem durumuna, ve ürünlerin de, bireysel ürünler olmaktan çıkıp toplumsal ürünlere dönüşmesi süreci olmuş ve toplumsal üretim, tüm eski üretim biçimini devrime götürmüş, tasfiyesini dayatmıştır.
Ancak kapitalist üretim biçimi ve kapitalist toplumun çelişkisi oradadır ki, üretim araçları, emek ve üretimin kendisiyle ürün toplumsallaşmasına rağmen, üretim araçları ve ürünler, sanki, eskisi gibi, bireysel araç ve ürünler olarak kalmışlar gibi, özel mülk edinilmeye devam edilmişlerdir. Kapitalizm, toplumsal olarak üretilen ürünlerin üretim araçlarını kullanan ve ürünleri üreten işçiler tarafından değil, ama kapitalistler tarafından mülk edinilmesine dayanmıştır. Emeğin ve üretimin giderek toplumsallaşmasıyla giderek daha az elde toplanan mülkiyetin özel kapitalist niteliği arasındaki karşıtlık, kapitalizmin temel karşıtlığıdır.
12. Bireysel emeğin toplumsal emeğe dönüştüğü kapitalist gelişme süreci, bu nedenle, üreticilerin, üretim araçları ve ürünlerinden kopup onlara yabancılaşarak ücretli işgücüne dönüşmek üzere işçileştikleri süreç oldu. Başlangıcından itibaren, burjuvazi, diğer sınıf ve tabakaları çözüp dağıtırken, karşıtıyla, işçi sınıfı ile birlikte, ve onu durmaksızın çoğaltıp geliştirerek, varoldu. İşçi sınıfı, burjuvazinin üretmeden edemediği “mezar kazıcısı” ve tarihsel nesnel bakımdan devrimci sınıftır.
Kapitalizm, basit meta üretiminden, işgücünü de metalaştırarak ayrılır. Kapitalizmde, üretim araçları önce sermayeye, işgücünün sömürülmesinin aracına dönüşmeden etkinleşemez. Toplumsal emek ve üretimle mülk edinmenin özel kapitalist niteliği arasındaki uzlaşmaz karşıtlık, toplumsal bakımdan, kendisini proletarya ile burjuvazi arasındaki karşıtlık olarak dışa vurur.
Artı-değeri bularak, Marx, kapitalist üretim biçiminin, kendisine kadar bilinmez kalmış iç işleyişini açıkladı: Artı-değer üretimi, ödenmemiş emeğe el konulması, kapitalist üretim biçiminin ve işçinin sömürülmesinin, sermaye birikiminin temel biçimidir.
13. Kapitalizm, meta üretiminde sınırlı olan bilinmeyen pazarlar için üretimi, üretim anarşisini genelleştirmiştir. Üretim, toplumsal bağın varlığını sürdüren tek biçimi olan ürünlerin değişimi aracığıyla, pazarda (piyasada) ve mülk sahipleri arasındaki rekabet koşullarında gerçekleşir. Bu, pazar arayışına, yeni pazarlar bulunmasına ve kapitalizmin dünya pazarını fethetmesine götürmüştür. Ancak her durumda ürünler, kapitalist üretimin örgütlendiği tek tek fabrikalarda, belirli bir planla ve toplumsal üretim olarak örgütlenerek, ama bilinmez pazar için ve orada rekabet etmek (kapitalistler arasındaki rekabet, ürünler üzerinden görünür) üzere üretilmiştir. Kapitalist karşıtlık, kendisini, kapitalist üretimin tek tek fabrikalardaki örgütlenmesi ile toplumdaki üretim anarşisi arasındaki karşıtlık olarak da gösterir. Kapitalist üretim, kapitalistlerin birbirlerinin rakipleri olduğu amansız rekabet koşullarında toplumsallaşmıştır ve tek tek kapitalistler arasındaki çelişme de uzlaşmazdır, iflasları ve tek tek kapitalistlerin de mülksüzleşip proleterleşmelerini dayatır, kapitalistler arasındaki geçici tüm uzlaşmalar güce göre gerçekleşir.
Kapitalistler arasındaki bu rekabet ve çatışma, iktisadi alanla sınırlı kalmaz, sonunda dünyanın paylaşılması kavgasına götürerek, siyasi alana yayılır, emperyalist savaşların da nedeni olur.
14. Sanayiin makinalaşmasını zorlayan, üretim maliyetlerini aşağı çekmeye yönelten üretim anarşisi ve rekabettir. Ancak kapitalizmde sermaye niteliği kazanmadan edemeyecek olan makinanın kullanımının artması, işgücünün giderek artarak gereksizleşmesi ve işsizliğin artması demektir. “Yedek işçi ordusu” olarak, işçi sınıfının önemli bir parçasının istihdam-dışı varlığı, kapitalizmde zorunlu olur. İşçinin öz ürünü ve emek-zamanını kısaltmanın başlıca aracı olan makine, onu köleleştiren alete dönüşerek, üretim hızla artar. Ama pazarlar sınırlıdır ve aynı hızla büyümez, üstelik ürünlerin kitlesel alıcısı işçiler, alım güçleri durmaksızın kapitalistler tarafından aşağı çekildiği ve işsiz bırakıldığı için, bizzat kapitalistler tarafından hesap dışı bırakılmaktadırlar. Pazarların genişlemesi üretimin genişlemesi ile atbaşı gitmediği için çatışma kaçınılmaz olur. Kapitalist üretimin sonu görünür: devrevi krizler. Pazar tıkandığı için değişim durur, ürünler yığılır kalır, önce peşin, sonra kredi olarak para ortadan çekilir, üretim durur, fabrikalar kapanır, yığınla ürün israf olur. Sefalet ve iflasların ardından yeni bir canlanma gelir, bazan o da gelmez, toparlanmadan durgunluğa ve yeniden krize varılır. Kapitalizm, tam bir “bolluk içinde yokluk”tur!
Krizleri, toplumun kullanılamaz olan kendi öz üretici güçleri ve kendi öz ürünlerinin yükü altında çaresiz kaldığı, toplumsal emek ve üretimle kapitalist mülkiyet arasındaki karşıtlığın patlama ve yıkım halidir: Üretim biçimi değişim biçimine karşı ve oluşturduğu kabuğa sığmayan üretici güçler üretim biçimine karşı başkaldırır.
15. Üretimin ve emeğin fabrikadaki toplumsal örgütlülüğünün giderek sertleşen üretim anarşisiyle bağdaşmaz hale gelerek gelişmesi, krizlerinde, önce küçük ve sonra büyük kapitalistleri yıkıma sürükleyerek, sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesine götürür, kapitalistleri ve kapitalist toplumu zorlar. Krizlerinde, üretim araçlarının yalnızca sermaye niteliği kazanamaz olması, sadece kapitalist özel mülkiyet; üretim araçlarının, fabrikaların, makinaların işlemeye devam etmesini, işçilerinse çalışması, az-çok geçinebilmesi ve yaşamasını engeller.
Bir yandan, kapitalist üretim biçimi üretici güçleri –geliştirme bir yana, geliştiği kadarıyla– yönetebilme yeteneksizliğini ortaya koyar; diğer yandan, başta üretken insan (işçi) olmak üzere, üretici güçlerin kendisi, bu karşıtlığın giderilmesini, kapitalizme dayanaklık eden sermaye niteliklerinden sıyrılmalarını ve toplumsal üretici güçler olarak tanınmalarını dayatır.
16. Bu dayatma ve nesnel zorunluluk, kapitalist sınıfı, kapitalist sömürü ilişkileri içinde olanaklı olduğu kadarıyla, üretici güçlerin toplumsal niteliklerini tanımaya yöneltir. Bu tanımanın ilk biçimi, aralarında anlaşmalara ve belirli sanayi vb. dalları ve işkollarında birlikler oluşturmaya, üretimi planlamaya, fiyatları belirlemeye, pazarları paylaşmaya yönelen tröst vb. biçiminde tekellerdir. Tekeller, kapitalizmin plansız anarşik üretiminin sosyalizmin planlı üretimine yenik düştüğünün ilanıdır. Planlı üretim kendini göstermiştir, ama özel mülkiyet ve onun daha da az elde toplandığı koşullarda. Ve üretim ve emek planlamayı dayatacak kadar toplumsallaşmışken, özel mülkiyetin giderek azalan çok az sayıda kupon kesicinin elinde biriktiği durumda. Kapitalizm, artık sosyalizmi zorunlu kılmaktadır.
Tekeller, planlama vb. uzmanı ücretli profesyonel yöneticilerce yönetilirler; üretim ve yönetiminden tamamen kopan özel mülk sahipleri olarak kapitalistlerin, toplumsal bakımdan tümüyle gereksiz oldukları kanıtlanır. Kapitalizm, tekellerle, asalaklaşmış, çürümüştür.
16. Ardından devletin üretime el atması gelir, tekelci devlet kapitalizmi doğar. Burada üretici güçlerin sermaye niteliği son bulmadığı gibi; özelleştirmeler vb. aracılığıyla “devletin küçültülmesi” ve “piyasanın egemenliği”nin ilan edilmesine geçilmesi, kapitalizmin, bir “yalpalamanın ardından” çözümsüzlüğünden kurtulduğu anlamına gelmez. Tekeller, özel mülkiyetin giderek daha az sayıda elde toplanmasıyla egemenliklerini sürdürür ve devlet, burjuva sınıf niteliğiyle, kapitalizm koşullarında, her durumda, iktisadi yaşamın yönetilmesi işinde kapitalistlere hizmet eder.
Ama devletçi ya da özel (sözde piyasanın üstünlüğü iddia edildiği durumda), tekellerin egemenliğinin temelleri ve dayanakları gittikçe daralır, iktisadi, siyasal vb. tüm süreçlerden dışlanmakta olan işçi ve emekçiler açısından, kapitalizme karşı mücadeleye atılmaktan başka yol kalmaz.
Devletçi ya da özel, tekelci kapitalizm, üretici güçlerle üretim ilişkileri, burjuvazi ile proletarya ve kapitalistlerin kendi aralarındaki karşıtlık ve çatışmayı ortadan kaldırmaz (tersine, bunların yanına yeni bir çelişme ekler: emperyalizmle ezilen halklar arasındaki çelişme), üretici güçlerin gerçek niteliklerinin tanınması olmaz, ama çözümün ipuçlarını verir. Tekelci kapitalizm, sosyalizmin arifesidir.
17. Çözüm, kapitalist karşıtlığın, kuşkusuz kapitalizmle birlikte ortadan kaldırılması olabilir ve ancak üretici güçlerin toplumsal niteliğinin gerçek bir tanınmasına ve buna dayanarak, üretim, mülkiyet ve değişim biçiminin, üretim araçlarının toplumsal niteliğiyle uygunlaştırılmasına dayanabilir. Bu da, ancak, toplum, toplumsallaştırmadan başka hiçbir önlemle yönetilip geliştirilemez hale gelen üretim araçlarına el koyduğunda olanaklıdır. Bu olmadan, “başka” ya da “yeni bir dünya mümkün” değildir. Bölüşümde değişiklik talepleri olarak “adil” ya da “daha adil bir dünya” veya “sosyal adalet”, üretim ve değişim ilişkilerinde köklü bir değişiklik gerçekleştirilmeden olanaksızdır; bölüşüm, üretim ve değişimin bir ürününden başka bir şey değildir ve tekellerin egemenliği altında “adil bölüşüm”, ancak mali sermayenin izin verdiği kadardır ki, burada adalet aranamaz.
Olgunlaşan kapitalizm, toplumsal devrimi zorunlu kılar; üretici güçlerin gelişmesinin önünü açacak ve sınıf ayrılıkları ile birlikte sınıfların da ortadan kalkmasına götürecek sosyalizmi davet eder.
18. Sınıfların varlığı ve mücadelesini burjuva tarihçi ve iktisatçıları bulmuştu. Artı-değeri ve toplumsal gelişme yasalarını (tarihsel materyalizmi) bulan Marx, kendi katkısını, “1) Sınıfların varlığının ancak üretimin gelişmesindeki belirli tarihi aşamalar ile sıkı ilişki içerisinde bulunduğu, 2) sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varacağı, 3) bu diktatörlüğünün kendisinin de sadece, bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten ibaret olduğu gerçeği”ni bilimsel olarak doğrulamak şeklinde özetler.
Sınıflar önce de yoktu, sonra da olmayacaktır; sadece –bir dönem geliştirseler bile, üretici güçlerin gelişmesini önledikleri, gelişmemiş üretici güçleriyle, toplam toplumsal emeğin ancak herkesin az-çok yaşaması için zorunlu olanı çok az aşan bir üretkenlik ve verime sahip olduğu– sömürücü toplumlara özgüdürler ve sınıf karşıtlığı ve mücadelesine dayanarak onu üretip keskinleştiren kapitalizm, son sömürücü toplum olarak, kendi sonunu hazırlamakta ve proletarya diktatörlüğünü zorunlu kılmaktadır.
19. Kapitalizm, kapitalist üretim ve değişim biçimi, 1) irili-ufaklı kapitalistleri de kapsayarak, nüfusun büyük bölümünü giderek daha çok proleterlere dönüştürüp kuşatılmışlıkları ve yıkımdan yıkıma sürüklenen köleliklerinden kurtulmak üzere toplumsal alt-üst oluşu sağlayacak gücü yaratırken, 2) üretim araçlarının mülkiyeti ya da yönetimine devletin giderek daha çok el atmasına götürerek, bu alt-üst oluşunun yolunu da gösterir. Kapitalizmin ürünü ve devrimci karşıtı proletarya, geri kalan sömürülen yığınları peşinden sürükleyerek, üretici güçlerin gelişmesinin önünü kesen üretim ve değişim ilişkilerini değiştirip üretim araçlarını devletleştirmek üzere, başta burjuva devlet, bütün bir üst yapıyı ele geçirmeye değil, parçalamaya yönelir.
20. Dünya pazarını fetheden ve şu ya da bu ölçüde kapitalizmin geliştiği bütün ülkeleri tek bir dünya ekonomisi içinde birleştirerek emperyalist “zincirin halkaları”na dönüştüren emperyalist kapitalizm, bir toplumsal devrim için dünya ölçeğinde olgunlaşmış ve dünya proleter devrim süreci çoktan başlamıştır. Bu devrim, uluslararası kapitalizme karşı uluslararası bir devrim olabilir. Proletarya uluslararası bir sınıftır, mücadelesi biçim olarak ulusal, içerik olarak uluslararasıdır. Ve tek tek ülkelerde devrim, içe kapanıklığı içinde o ülkeyle sınırlı bir süreç olarak anlaşılamaz, ülke devrimleri uluslararası proleter devrimin bileşenleri durumundadır. Ancak devrim, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasının işleyişi sonucu, somut olarak, bir ya da birkaç ülkede gerçekleşebilir, emperyalist zincir zayıf halkasından kopar, eş-zamanlı topyekun bir devrim olanaksızdır.
21. Toplumsal bir devrim ve proletarya diktatörlüğü tarihsel bakımdan zorunludur; ancak, kendiliğinden gerçekleşmez. Devrim için, kapitalizmin tarihsel bakımdan olgunlaşması yetmez; 1. Egemen sınıfların –ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve öfkelerini açığa çıkaracak– bir krize sürüklendikleri ve herhangi bir değişiklik olmadan egemenliklerini sürdürmelerinin olanaksızlaştığı, “üst sınıflar”ın “eskisi gibi” yaşayamaz oldukları, 2. baskı altında sömürülen yığınların yokluk ve sıkıntılarının “olağan” düzeyi aştığı ve “alt sınıflar”ın da “eskisi gibi” yaşayamaz oldukları, 3. Olağan zamanlarda sessiz kalan ancak hem krizin sonuçları hem de “üst sınıflar” tarafından bağımsız tarihsel eyleme itilen yığınların etkinlikleri üst düzeye yükseldiği devrimci bir durum da gereklidir. Ama her devrimci durum da devrime yol açmaz. Devrim; bu nesnel değişikliğin yanı sıra öznel bir değişikliği de şart koşar: Devrimci sınıfın, proletaryanın, itilmedikçe, kriz ve devrimci durumlarda bile düşmeyen egemen sınıf ve iktidarını yıkacak kadar güçlü bir yığınsal eylemi yürütüp yönetmeye yetenekli olması halinde gerçekleşebilir. Bunun için, proletaryanın bağımsız parti olarak örgütlenmesi, bilimsel bir programa, doğru bir strateji ve taktiklere sahip olması, kısacası, işçi hareketi ile sosyalist hareketin birleşmesi şarttır. “Sosyal hareket”, “sosyal forum”, “ezilenler”, “çokluk” vb. türü sömürülenleri peşine takacak proletaryadan başka herhangi güçlere dayanarak ve “dayanışma” vb. haliyle yetinecek proletarya parti olarak örgütlü olmadan sosyalist devrim olanaksızdır.
22. Sosyalist devrim, ülkenin içinde bulunduğu siyasal-sosyal duruma ve en başta, sömürülen yığınları peşine takarak, proletaryanın iktidarı tek başına ele geçirmeye güç yetirip yetiremeyeceğine bağlı olarak, doğrudan ya da kesintisiz sosyalizme bağlanacak bir ön aşamadan (demokratik, anti-emperyalist) geçerek gerçekleşebilir. Proletarya; ya doğrudan sosyalist devrim için (varsa bir dizi demokratik görevi de geçerken tamamlamak üzere) iktidarı tek başına alacak ya da demokratik ve anti-emperyalist görevleriyle (burjuva karakterli) siyasal devrim için, iktidarı, müttefikleri ile birlikte alacak, iktidarda oluşuna ve emperyalist kapitalizme karşı devrimin sürdürülme zorunluluğuna dayanarak, devrimi kesintisiz kılarak sosyalizme yönelecektir. Bu nedenle, ittifakları, öyleyse emperyalist kapitalizmden zarar gören diğer sınıf ve tabakalar içindeki çalışması, onlarla ortak talepler üzerinde birleşmesi proletarya açısından vazgeçilmez önemdedir.
23. Uygun koşullarda iktidara el koyan proletarya, egemen sınıf olarak (proletarya diktatörlüğü) örgütlenecek ve mülksüzleştirenleri mülksüzleştirerek, üretim araçlarını önce devlet mülkiyeti durumuna dönüştürecektir. Bu, devletin, tüm toplumun temsilcisi olarak göründüğü ilk eylemdir ve ona olan ihtiyaç, “özyönetim”, “sosyalizasyon” vb. türü hiçbir başka eylemle karşılanamaz. Kapitalistlerin ekonomik ve siyasal egemenliklerine son verilmeden, piyasa ekonomisi içinde kalınarak, ne devletleştirme, ne ulusallaştırmalarla ne de belirli işletmeler işçi denetimi ve yönetimine verilerek “işçi dayanışması”yla, sosyalizme adım atılabilir. Devlet iktidarını kuracak olan proletarya, üretim araçlarını devletleştirerek sosyalizmi inşa edebilir.
24. Proletarya diktatörlüğünün kurulması ve toplum tarafından üretim araçlarına el konulmasıyla, üretici güçlerin gelişmesinin ve kapitalist üretimin de dayanağı olan meta üretiminden, onun ürünü olan ürünün üretici üzerindeki egemenliğinden ve insanların işbölümüne kölece boyun eğme zorunda kalmaktan kurtulmalarının önü açılır. Toplumsal emek ve üretimin zincirlerinden bu kurtuluşu, üretici güçlerin durmaksızın artarak gelişmesinin ve üretimin sınırsız artışının tek koşuludur. Bu gelişme ve artış, proletarya diktatörlüğü ve emekle kaynakların planlı dağıtımı koşullarında, yalnızca yaşam koşullarının gün geçtikçe zenginleşmesi ve iyileşmesinin değil, ama insanların fiziki ve entelektüel yeteneklerinin kısıtlanmamış özgür bir gelişimi ve kullanımının da olanaklı hale gelmesinin tek ve gerçek temelidir.
25. Proletarya diktatörlüğü ve üretim araçlarının toplumsallaştırılması, yine, meta üretiminin düzenleyicisi olan üretim anarşisinin yerine merkezi planlamanın geçirilmesini ve emeğin ve kaynakların bilinçli ve plana göre dağıtılmasını mümkün kılar. Merkezi planlama, üretici güçlerin görece geriliği koşullarında emek-değerine göre değişimi zorunlu kılan piyasanın tüm etkilerini ve ona neden olan tüm anarşik üretim kalıntılarını (ve mülkiyet ilişkisi farklılıklarını) giderecek olan toplumsallaşmanın giderek toplumun en ücra köşesine ve tüm ilişkilerine yayılmasıyla, tüm üretimin ve emeğin dağıtımının tek düzenleyicisi olacak ve bu ana kadar, sürekli sınırlandırılmasının örgütlenmesine katılarak, emek-değer ilkesi ve etkilerini dikkate alacaktır. Ancak, sosyalizm ve merkezi planlamanın, piyasa ekonomisiyle bağdaşmazlığı ve karşıtlığı kuşkusuzdur; “piyasa sosyalizmi”, “üçüncü bir alternatif” değil, kapitalizmi kabullenmenin bir ifadesidir. Kapitalizm ve sosyalizmden başka bir alternatif yoktur.
26. Proletarya diktatörlüğü, kuşkusuz varılacak son hedef değildir, ama kapitalizmden komünizme geçiş biçimini oluşturur. Burjuva diktatörlüklerinden farklı ve küçük bir azınlığın değil, ama sömürülen geniş çoğunluğun diktatörlüğü olarak, mümkün olan en geniş demokrasidir ve ayrıca “insancıl” ya da “demokratik” bir “sosyalizm” arayışını gereksiz kılar. Tam da bu niteliğiyle, artık kelimenin gerçek anlamı ile bir devlet değildir ya da bir yarı-devlettir. Toplumun temsilcisi olarak göründüğü ilk eylemi toplumsallaştırma (devletleştirme) olan proletarya diktatörlüğünün, bu, aslında son eylemidir de. Geçiş sürecine ilişkin olarak, kuşkusuz, proletarya diktatörlüğü, içeride sömürücü sınıflar ve kalıntıları üzerinde bir baskı ve giderilmelerinin aracı olarak ve emperyalist kuşatmaya karşı gereken önlemleri alarak güçlendirilecek, ancak bizatihi bu güçlendirme, onu sönmeye götürecektir. Sonunda baskı altında tutulacak sınıf ve giderilecek kapitalist kalıntılar kalmadığında, sınıf egemenliği ve işbölümünden üreyen sınıflar, sınıflarla birlikte üretim anarşisi ve bireysel yaşam savaşı, buradan kaynaklanan çelişme, çatışma ve aşırılıklar ortadan kalktığında, bu sürecin diğer bir yönü ve görünümü olarak, emperyalizm en azından kuşatmasını sürdüremeyecek kadar güçten düştüğünde; bir bastırma gücü ve dışa karşı toplumu savunma aracı olarak devleti zorunlu kılan hiçbir neden kalmayacak ve devlet sönecektir. Bu, komünizm, insanlığın özgürlük dünyasına sıçrayışı olacaktır.

lması olabilir ve ancak üretici güçlerin toplumsal niteliğinin gerçek bir tanınmasına ve buna dayanarak, üretim, mülkiyet ve değişim biçiminin, üretim araçlarının toplumsal niteliğiyle uygunlaştırılmasına dayanabilir. Bu da, ancak, toplum, toplumsallaştırmadan başka hiçbir önlemle yönetilip geliştirilemez hale gelen üretim araçlarına el koyduğunda olanaklıdır. Olgunlaşan kapitalizm, toplumsal devrimi zorunlu kılar; üretici güçlerin gelişmesinin önünü açacak ve sınıf ayrılıkları ile birlikte sınıfların da ortadan kalkmasına götürecek sosyalizmi davet eder.

Sınıflar önce de yoktu, sonra da olmayacaktır; sadece sömürücü toplumlara özgüdürler ve sınıf karşıtlığı ve mücadelesine dayanarak onu üretip keskinleştiren kapitalizm, son sömürücü toplum olarak, kendi sonunu hazırlamakta ve proletarya diktatörlüğünü zorunlu kılmaktadır.
Kapitalizm, kapitalist üretim ve değişim biçimi, 1) nüfusun büyük bölümünü giderek daha çok proleterlere dönüştürüp köleliklerinden kurtulmak üzere toplumsal alt-üst oluşu sağlayacak gücü yaratırken, 2) üretim araçlarının mülkiyeti ya da yönetimine devletin giderek daha çok el atmasına götürerek, bu alt-üst oluşunun yolunu da gösterir. Kapitalizmin ürünü proletarya, geri kalan sömürülen yığınları peşinden sürükleyerek, üretici güçlerin gelişmesinin önünü kesen üretim ve değişim ilişkilerini değiştirip üretim araçlarını devletleştirmek üzere, başta burjuva devlet, bütün bir üst yapıyı ele geçirmeye değil, parçalamaya yönelir.
Toplumsal bir devrim ve proletarya diktatörlüğü tarihsel bakımdan zorunludur; ancak, kendiliğinden gerçekleşmez. Devrim için, kapitalizmin tarihsel bakımdan olgunlaşması yetmez; 1. “Üst sınıflar”ın “eskisi gibi” yönetemez oldukları, 2. baskı altındaki sömürülen yığınların yokluk ve sıkıntılarının “olağan” düzeyi aştığı ve “alt sınıflar”ın da “eskisi gibi” yaşayamaz oldukları, 3. Olağan zamanlardan farklı olarak bağımsız tarihsel eyleme itilen sömürülen yığınların etkinlikleri üst düzeye yükseldiği devrimci bir durum da gereklidir. Ama her devrimci durum da devrime yol açmaz. Devrim; bu nesnel değişikliğin yanı sıra öznel bir değişikliği de şart koşar: Devrimci sınıfın, itilmedikçe düşmeyen egemen sınıf ve iktidarını yıkacak kadar güçlü bir yığınsal eylemi yürütüp yönetmeye yetenekli olması halinde gerçekleşebilir. Bunun için, proletaryanın bağımsız parti olarak örgütlenmesi, bilimsel bir programa, doğru bir strateji ve taktiklere sahip olması, kısacası, işçi hareketi ile sosyalist hareketin birleşmesi şarttır.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑