I. BOLŞEVİK ÖZELEŞTİRİ
Komünist partilerin Bolşevik şekillenişinin temel unsurlarından birisi, dahası önkoşullarından birisi, devrimci özeleştiridir. Devrimci özeleştiri, yalnızca Bolşevik örgüt ve propaganda pratiğinin en keskin silahlarından sayılmaz, o aynı zamanda; Bolşevik ideoloji ve yönteminin temel bir parçası; Bolşevik organizmanın; kalbe günbegün gerekli oksijeni aktarıp, kan dolaşımını sürekli yenileyen akciğeri ve çürümeye yol açan tüm mikropların panzehiridir. Kesintisiz, istikrarlı, tavizsiz ve devrimci özeleştiri; Bolşevizmin bütün tarihinde belirgin ve kalın bir çizgi olarak göze çarpar.
İdeolojinin Bolşevizmi ve tarihsel bir süreç olarak Bolşevikleşme; bunlar, gerek kapitalist ve gerekse devrimci gelişmenin yasalarına tabidirler. Bunlar, devrimci partilere sınıf mücadelesi için hazır reçeteler sunmaz, aksine, devrimci eylem için zengin tecrübelerle donatılmış metodik kılavuzluk yaparlar. Bu, kendi içinde, çok çeşitli hataların kaçınılamazlığını barındırır. Ve kuşkusuz, devrimci gelişmenin temposu arttıkça, taktik hatalar yapma tehlikesi de bir o kadar büyür. Komünist partilerin Bolşevikleşmesi, stratejik hataları hemen hemen ihtimal dışı bırakır – ancak, aynı şey, taktiksel hatalar için söylenemez. Batı’daki devrimci altüst oluşun yakınlığı, sınıfsal tabakaların öylesine derin ve karmaşık bir köklü dönüşümünü beraberinde getirecektir ki, komünist partiler, zamanında Rus Komünist Partisi’nin iktidarı almadan önce yaptığından çok daha fazla manevra yapmak ve zikzak çizmek durumunda kalacaklardır.
Kendi Ekim’leri gelip çattığında, Batı Avrupalı Komünist Partiler, Rus tecrübelerinden yoğun yararlanmalarına ve Bolşevikleşme süreci mücadele pratiklerine derinlemesine girmesine rağmen, şu kesin gerçekle yüz yüze gelecekler: Bolşevik ideolojinin ve yönetiminin gelişimi, devrimci gelişmenin temposuna ayak uyduramayacak. Eğer milyonların devrimci fırtınasının yönlendirilmesinde, Bolşevik önderliğe özgü devrimci özeleştiri belirleyici düzeltici olmazsa, proletarya partisinin iktidar mücadelesi anında, burjuvazi taktik bakımdan üstün gelecektir. Özeleştirinin gerekliliğinin ajitasyonu ve propagandif ve teorik bakımdan kavranılması; Leninizmin propagandasının ve Bolşevizmin yaşama geçirilmesinin bir parçasıdır – kitlelerin komünist partiye ve partinin de kitlelere bağlı olması gibi.
Komünist Enternasyonal, yıllardan beri özeleştiri ilkesi için mücadele etmektedir. Çek partisinde yaşanan son kriz de, esas olarak bunun mücadelesi ile geçti. Bu krizde de çok açık bir şekilde görüldüğü gibi, özeleştirinin olmadığı bir Bolşevikleşme içi boş bir laftır. Nitekim gerçek tasfiyeciler, Bolşevikleşmeye dönük tüm kararları kabul ettiler; fakat kendilerinin yaptığı tayin edici hataları kabule yanaşmadılar. Sonuçta ama, bu çizgileri nedeniyle yenilenler onlar oldu. Özeleştiri ilkesi, Çekoslovakya Komünist Partisi’nin Bolşevikleşmesinin devrimci kaynağını oluşturmaktadır. Şimdi komünist partilerin önünde Bolşevikleşme sürecini somutlaştırma ve ayrıştırma görevi durmaktadır; ve kuşkusuz, özeleştirinin zorunluluğu bilgisinin edinilmesi, bu sürecin ajitasyon ağırlıklı birinci safhasından daha büyük bir rol oynayacaktır.
Buraya kadar yapılan bu temel açıklamaları, Bolşevikleşmenin şu veya bu kısmi görevlerini ele alırken, öncelikle göz önünde bulundurmak gerekir.
II. KOMÜNİST BASIN KİTLE BASINI MIDIR?
Bolşevikleşmenin esas muhtevası, partinin işçi sınıfının geniş yığınları içindeki etkisinin giderek büyüdüğü koşullarda, onun komünist işçiler açısından rolüne ilişkin bilincin güçlenmesi ve yükselmesinde yatmaktadır. Hiç şüphesiz, kitleler üzerindeki bu etkinin boyutları ve niteliğiyle ilgili en iyi göstergelerden birisi de, komünist basındır. Bolşevikleşme sürecinde ona (komünist basına) belirleyici bir rol düşmektedir. Basının yalnızca partinin “kolektif bir örgütleyicisi” olması gerekmiyor, aynı zamanda, kitleler için “kolektif bir ajitatör” olması gerekmektedir. Peki, komünist basın ile parti üyeleri ve partiye bağlılık duyan kitle arasındaki ilişki bugün ne durumdadır?
Aşağıdaki tablo bu konuda yaklaşık bir fikir verebilir:
Parti üyeleri Okur Seçmen
Almanya ………………. 200.000 300.000 2.700.000
Çekoslovakya ……….. 140.000 100.000 1.500.000
Fransa …………………… 70.000 220.000 1.500.000
Bu kıyaslamadan çıkan sonuç, parti üyeleri ile (parti basınının) okur kitlesi arasındaki ilişkinin, sözü edilen ülkelerde 2’ye 3 olduğudur. Parti basının parti seçmenleriyle ilişkisi ise, 1’e 9 gibidir.
İşin içerisine, bir de Komünist Enternasyonalin küçük partileri (illegal koşullarda faaliyet yürütenleri bir tarafa bırakalım) dahil edildiğinde, yukarıdaki tablo, kuşkusuz daha olumsuz bir görüntü oluşturacaktır. (Belirtelim ki, burada Anglo-Sakson ülkeleri bir istisna oluşturuyorlar. Örneğin, Amerika’da yaklaşık 20 bin parti üyesine veya 33 bin seçmene komünist basını okuyan yaklaşık 120 bin okur denk düşüyor.)
Yapılan hesaplamalarda yalnızca komünist günlük gazeteler dikkate alınmıştır. Özel sorunlar ve nüfusun özel katmanları için (sendikal basın, kadınlara, memurlara vb. dönük yayınlar) çıkan komünist basının durumu ise öyle içler acısı ki, yukarıdaki tabloda herhangi bir olumlu değişiklik yapmaktan uzaktır. Örneğin Almanya’daki komünistlere ait sendikal ve özel basının tirajı yaklaşık 200 ila 300.000’dir. Bunun karşısında ise, tirajı yaklaşık 7 milyonu bulan sosyal demokrat sendikal basın durmaktadır. Ki, burjuva sendikal basın ve sosyal demokratlar ile burjuvazinin toplumun çeşitli kesimleri ve katmanları için çıkardığı sayısız yayınlar da burada dikkate alınmamıştır.
Yaptığımız kıyaslamaların ortaya koyduğu gerçek şudur: Oyu ile Komünist Enternasyonal’e duyduğu güveni ortaya koyan işçilerden ancak onda biri, komünist bir gazetenin okuru durumunda, yani komünist parti ve ideolojiden günlük ve doğrudan etkilenmektedir. Öte yandan, ama bilmek gerekir ki, parti basınımız için kazanamadığımız bir işçiyi, ortalama olarak devrimin bilinçli bir aktivistine dönüştürebileceğimizi varsaymak, bütün Avrupa için bedeli ağır bir illüzyon olurdu. İşte Bolşevikleşmenin en önemli gereklerinden birisi de, sempati duyan bu kitleleri, proleter devriminin bilinçli öncü müfrezeleri haline getirmektir.
“Bu görevleri küçültmeyi istemek; öncü müfreze ile ona yaklaşmaya çalışan kitleler arasındaki farkı göz önünde bulundurmamak ve bu öncü müfrezenin giderek daha geniş yığınları kendi seviyesine çıkarma görevini akıldan çıkarmak; işte böyle davranmak, yalnızca kendimizi aldatmak ve görevlerimizin büyüklüğünü anlamamak demektir.”
Bolşevikleşmenin temel unsuru da zaten, parti ve öncü müfrezenin olduğu gibi, geniş yığınların da sınıf bilinci ve devrim isteğini aynı anda geliştirmek ve devrimci bir tarzda yükseltmektir. Partinin, yığınların Bolşevikleşmesi olmaksızın Bolşevikleşmesinin hedeflenmesi, en büyük sekterizm tehlikelerini bağrında taşır ve partinin, yığınlar üzerindeki etkisinin büyümesi yerine, onlardan kopmasına neden olur.
Kuşku yok ki, basınımızın bugün henüz kitle basını olamamasında rol oynayan nesnel ve maddi nedenleri görmezlikten gelmek yanlış olacaktır. Bununla birlikte, ama, bu nedenlerin büyük kısmının maddi yetersizlik ve işçi sınıfının hantallığından kaynaklanmadığını, aksine bunun nedenlerini, daha çok basınımızın bugüne kadarki niteliğinde, ajitasyon ve örgütlenme metotlarında aramak gerektiğini vurgulamak gerekir.
“Gazetelerin tipi bizde, kapitalizmden sosyalizme geçiş içinde bulunan bir toplumda değişmesi gerektiği gibi değişmemektedir.”
Basının Bolşevikleşmesi, komünist basını, geniş yığınların basını olmasını sağlayacak tarzda yeniden şekillendirmek demektir.
III. BASINIMIZIN ÖRGÜTLENMESİ ÜZERİNE
Bu, şimdiye kadar az ilgi gösterilen veya hiç dikkate alınmayan bir sorundur. Bugüne kadar, komünist gazetelerin örgütlenme biçimleri, genellikle özel bir denetim olmaksızın, inceleme ve izlemede bulunmaksızın, örgütsel işlevselliğin amaca dönük bir düzenlemesi yapılmaksızın gelişmiştir. Komünist Enternasyonal’in seksiyonlarından –Rus seksiyonun dışında– hiçbirisinin, basının denetimi ve örgütlenmesiyle sistematik ve istikrarlı bir şekilde ilgilenen bir organı bulunmamaktadır. Oysa, gerek parti basınının parti örgütüyle ilişkisi ve gerekse parti basının iç örgütlenmesinin sorunları, basınımızın geniş kitleler üzerindeki etki gücü bakımından, tayin edici olan sorunlar olarak görülmelidir.
Hemen hemen tüm parti gazetelerinin (özellikle de il yayın organlarının) yayın kurullarının iç örgütlenmesi, zamanıyla sosyal demokrasiden devralınan uğursuz bir ilkeden –mekanik bir biçimde bölümlere ayırma ilkesinden– zarar görmektedir. Gazetelerimizin yayın kurulları, çoğu kez, aynı sosyal demokratik hastalıktan acı çeken parti yönetimlerimizin örgütlenmesinin adeta bir kopyası idiler. Komünist Enternasyonal’in bir seksiyonunun örgütsel raporundan şunları okuyoruz:
“Aynı ilişki, ilçe ve belde yönetimlerinde de görülmekte. Buralarda, işyeri çalışmasından, tek başına belde sekreteri veya sendika sekreteri sorumludur ya da herhangi bir bölüm hücresi oluşturulmamıştır. Politika ve örgüt birbirinden ayrılmıştır. Örgütün kendisi ise, salt idari işlerle uğraşmaktadır…”
Benzer, hatta daha kötü bir durum ise, yayın kurullarımızın çoğunda hüküm sürmekte. “Politika” ve “sendika”, “ilçe” ve “yerel örgüt”, ortak çalışmaktan çok, yan yana faaliyet sürdürmekte. Politik redaktör, yüksek politika makalelerini yazmakta; sendika yayın kurulu, özel bir bölüm konumunda, ve yerel haberler yayın kurulu ise, tümüyle kaderin mirastan mahrum kılınmış bir çocuğu durumundadır. Basınımız izlenildiğinde de görülebileceği gibi, bu durum, bazen çok garip görüntülerin ortaya çıkmasına neden olmakta. Bir yandan; politik redaktörün, politikanın yüksek semalarındaki yoğun uğraşından dolayı, gazetenin bulunduğu bölgedeki olaylarla gerçek bağını neredeyse kopardığı görülürken; diğer yandan, günlük olayların küçük sorunlarıyla uğraşmak zorunda olan yerel ve sendika redaktörünün, bunu yaparken, partinin politik çizgisiyle bağıntısını kaybettiği gözlemlenmektedir. Yayın kurulunun tek tek üyeleri arasında politik işbirliğinin yerini, “sütunlar” uğruna süren çetin mücadeleler almaktadır.
Basınımızın yayın kurullarındaki mekanik bölümlere ayırma anlayışına karşı enerjik bir mücadele başlatılmalıdır. Gazetenin politik yönetimi, gazetenin doğrudan etkilemesi istenilen işçi kitlelerinin çıkarlarını sürekli ve her zaman öne çıkarmayı ve her sorunu –ister sendikal, isterse yerel– politik bir sorun olarak ele almayı kendisine temel bir ilke edinirse, o zaman, her bir yayın kurulu da, birleşik bir kolektif olarak biçimlendirilebilir. Bu ilkenin yaşama geçirilmesinin gerçek teminatı, çoğu durumlarda, ancak, yayın kurullarının, politik yönetim tarafından örgütsel ve politik bakımdan sistematik bir denetimden geçirilmesiyle mümkün olacaktır. Özellikle bu sorunlar vesile edilerek, yayın kurullarının, her parti yayınının partinin bir organı olduğu ilkesi ve bu ilkenin gerekli kıldığı pratik üzerinden eğitilmeleri sağlanmalıdır.
Bürokratik bölümlere ayırma anlayışının yıkılması ve gerçek komünist redaktörlerin ortaya çıkması bakımından, önemli olan ikinci bir metot da (aslında, daha önemli diyebileceğimiz yöntem), bu redaktörlerin parti çalışmasına doğrudan katılmalarını sağlamaktır. Bu konuda politik önderlikler hiçbir taviz vermemelidirler. Yayın kurullarındaki çalışma öyle örgütlenmelidir ki, her redaktörün, yerel örgütün, işyeri hücresinin vb. çalışmasına katılma olanağı olmalıdır. Rus işçi hareketinin en ağır takiplerle yüz yüze olduğu koşullarda dahi, Lenin, “yazarlar mutlaka parti örgütüne girmelidirler” diyordu. Komünist örgütler, yayın kurullarındaki işleri güvenle teslim ettikleri redaktörlere, “komünist redaktörler, gazetecilik çalışmalarının dışında, mutlaka ve her dönem parti faaliyeti yürütmelidirler” diye söylemelidirler. “Katip yazar, okuyucu da okur” (Lenin) ilkesini, gönül rahatlığıyla burjuva ve sosyal demokrat yazar çizerlere terk edelim.
Komünist örgütler, yayının partinin bir organı olması ilkesinin, gazeteye belirli bir politik yönelim vermekten öteye bir anlamı olduğunu genellikle anlamıyorlar. Örgütsel önderlikler, (yayın) organlarını, bütün örgütsel politikalarının etkin bir aleti haline getirme alışkanlığını edinmelidirler. Bu bakımdan, belirli zamanlarda belirli örgütsel sorunların (gazetede) öne çıkarılmasını talep etme ve isteme hakları olduğu gibi, kararların alınmasına katılma hakları da vardır. Yayınların idari yönetimlerine –ki, çoğu kez ticari açılardan sorunlara yaklaştıkları görülür– ancak partinin örgütsel taktiğinin olanaklı kıldığı ölçülerde yetki alanı tanınmalıdır, tersi değil. İşin idari yanıyla uğraşanların karşı karşıya geldiği burjuva ticaretindeki atmosfer, komünist basının gerçek çıkarlarının düşmanıdır.
Basınımızın örgütsel çalışmasının özel bir konusu da, onun doğrudan işyerleri ile bağları sorunudur. Basınımız, işyerlerine genellikle dolaylı bir yoldan, mahalle örgütü üzerinden (son aylarda işyeri hücrelerinin kurulması, bu durumda bazı değişiklikler sağlamış olsa da) ulaşmaktadır. Parti basınıyla işyerleri arasında, işyeri hücrelerine rağmen, hala yeterli örgütsel bağın bulunmuyor olmasının en iyi kanıtı, gazetenin tanıtım ve satış işlerinin, işyeri hücreleri olmasına karşın, esas olarak mahalle örgütleri aracılığıyla yürütülüyor olması gerçeğidir. Almanya Komünist Partisi (AKP)’nin bir seçim raporunda, “Kämpfer”in (belirtelim ki, bu organ her bakımdan Enternasyonal’in en iyi yayınları arasında yer almaktadır) satışını artırma eylemiyle ilgili şunları okuyoruz:
“Ajitasyon mahallelere kaydırılmak zorunda kalındı, çünkü ‘Kämpfer’ için önceden yapılan ve ağırlığı işyerlerinde olan ajitasyonda çok kötü bir sonuç elde edilmişti.”
Gazetelerimizin işyerlerinde doğrudan seyyar satışı, tam da günümüzde, komünist işyeri hücrelerinin inşasına girişildiği bir zamanda, kaçınılmaz bir zorunluluktur. İşyerlerindeki kapitalist terörün Almanya’daki gibi esmediği ülkelerde, örneğin Çekoslovakya ve Fransa’da, bu satışlar, biraz çaba sarf edildiğinde mümkündür. Fakat Almanya’da da bunun yol ve yöntemleri bulunmalı, en azından işçilerin bir kısmına gazeteyi işyerinde veya çalışma saatinin hemen öncesinde ulaştırmanın imkanları araştırılmalıdır. (İşyeri aboneleri ve işyerinden satın alınan gazetelerin fiyatlarının genel olarak düşürülmesi uygun bir yöntem olabilir.)
Yukarıdaki konuya dahil olan diğer bir mesele de, başlı başına gazetenin tanıtımı ve satışının örgütlenmesi sorunudur. Bugüne kadarki yöntem ve sonuçlara kabaca bile göz atıldığında, kitlesel çalışmanın en çok bu alanda geliştirilmesi gerektiği görülmektedir. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, gazetenin tanıtım ve abone çalışmalarının genelde çok basmakalıp ve özgün olanı çok az dikkate alarak yürütülüyor olmasıdır.
İki örnek verelim: Chemnitz’de “Kämpfer” gazetesi için yapılan bir tanıtım-abone kampanyasında 1740 yeni okur kazanılırken, aynı anda sürdürülen parti üye kampanyasında 1600 yeni üye kaydedilebildi. Benzer bir kampanya da, Düsseldorf’da yapıldı. Orada “Freiheit” gazetesi için 4500 yeni okur kazanılırken, partiye 700 yeni üye kaydedildi. Chemnitz’de yeni kazanılan parti üyesi ile yeni okur sayısı hemen hemen aynı düzeyde gerçekleşmişti. Bununla birlikte, soruna devrimci bir kitle çalışması açısından bakıldığında, Düsseldorf’taki sonucun Chemnitz’dekinden daha iyi olduğunu vurgulamak gerekir. Neden? Çünkü; Chemnitz’teki komünistler, basınları için, esas olarak, partiye girmekle komünist partisine üye olmaya hazır işçileri kazanmışlardı. Düsseldort’takiler ise, bu çerçevenin dışında bulunan ve komünist örgüte girmeye henüz hazır olmayan, ancak örgütün ajitasyonuna açık olan kesimlerden işçileri kazanmışlardı. Kuşkusuz, her iki görev de önemlidir. Ama, işçiyi kazanma çalışması, farklılıklar görülerek, ayırt edilerek yürütülmeli; işçi sınıfının bize yakın olan kesimlerine dönük yapılan çalışma, bize henüz yakın olmayan ve ajitasyonumuzun etki alanına çekmek istediğimiz kesimlere dönük olanından farklı yöntemlerle yapılmalıdır.
Partilerimiz, bütün bu belirti ve olguların irdelenmesine olabilir en büyük ve en yoğun ilgiyi göstermelidirler. Şüphesiz, her ülkede aynı örgütsel metotlar kullanılamayacaktır. Çekoslovakya’da, örneğin, komünist basının en büyük örgütsel sorunlarından birisi, onun yerellikten kurtarılması iken (taşradaki, komünist demek için bin şahit gereken çok sayıdaki haftalık ve bayramlık organların, gerçek komünist günlük gazetelere dönüştürmek için bir araya getirilmesi), Almanya’da, bu, bazı yayın organları açısından, tam tersi bir yönelimin eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bütün komünist partiler; bu çok yönlü ve zengin tecrübelerin parti çapında gerçek denetimi, irdelenmesi ve toparlanmasının güvencesini veren organları yaratmayı kendilerine görev edinmelidirler.
IV. BASINIMIZIN GÖRÜNÜMÜ
Komünist basın; eğer kitle basını olacak ve milyonları kucaklayacaksa, o zaman milyonların dilini konuşmalıdır. Kuşkusuz bu, herkesçe bilinen bir gerçektir; hatta hemen hemen her komünist redaktör kendisine bu tür bir öğüdün verilmesine tepki gösterecektir. Fakat buna rağmen; tam da bu noktada, basınımızda işlenen günahların sayısı pek az değildir. Genellikle de iki yönde işlenmekte bu günah: Öyle komünist gazeteler vardır ki; o kadar popüler, o kadar yığınların dilini konuşmaktadırlar ki, kitleler bile bunları itici bulurlar. Öte yandan, bir de bazı komünist organlar vardır ki, kitlelerin bilincini daha yüksek bir seviyeye yükseltme görevlerini öyle kavrarlar ki, kitleye hitap ettikleri dil, komünist partinin bütünü için bile anlaşılır değildir. (Bu kavrayış, parti basınımızın büyük bir kısmının partinin rolü üzerine en derin görüşlerle doldurulduğu günümüzde daha büyük bir tehlikeyi oluşturmaktadır. Zira bu görüş sahipleri şunu genellikle unutmaktadırlar ki, partinin rolü, geniş ve derin bir kitle akını içinde cereyan etmediği sürece, bu rol hakkında söylenenler boş bir laf olmaktan öteye gitmeyecektir.) Belirtelim ki, komünist gazetelerin büyük bir bölümü sonuncu tipten gazetelerdir.
İşçi sınıfını meydana getiren milyonlar tarafından anlaşılan ve buna rağmen onların zihnine Parti’nin önder rolünü kesintisiz bir şekilde nakşeden bir dili konuşmak; işte komünist basının görevi budur.
“Bize, işçi çevrelerindeki sohbetleri yazın, bu sohbetlerin karakterini, derslerin konularını, işçilerin soruları ve yanıtlarını; propaganda ve ajitasyonun örgütlenmesini; toplum, ordu ve gençlik içindeki ilişkileri yazın; en çok da işçilerin biz sosyal demokratlara en fazla hangi konularda kızdığını, soru sorduğunu, protesto ettiğini vb. yazın.”
“Menşeviklerin, burjuvazinin uşaklarının alçakça ihaneti; … Amerikan milyarderlerinin Almanya’ya karşı diş gıcırdatmaları gibi vb.; basit, herkesçe bilinen, açık ve yığınlar tarafından büyük oranda kavranılmış olgular, 200-400 satır yerine, neden 10-20 satırla anlatılmıyor?”
Lenin’in ikinci uyarısını özümserseniz, birinci uyarısını yaşama geçirmek için gazetelerde yeterince yere sahip olabilirsiniz; dahası, kitlelerin yanılsamalarına düşmeden, onların dilinden konuşma sorununun çözüm yolunu bulursunuz. Aynı şekilde, kitle hareketinin talep ettiği gerekleri yerine getirir ve partinin önderliğinin altını çizebilirsiniz. Komünist basının öncelikle ajitatif görevleri vardır, propagandif değil; demek oluyor ki, basınımız, politikayı kitlelere, komünist teori aracılığıyla değil, aksine kitleler açısından görülebilir olgular temelinde açıklamalıdır.
Sadece komünist politikanın değil, aynı zamanda basın aracılığıyla sürdürülen ajitasyonun da kendi saflarımızdaki düşmanlarından birisi, tumturaklı devrimci lafazanlıktır.
“Tumturaklı devrimci lafazanlık; devrimci parolaların; mevcut somut durumun ve olayların halihazır değişiminin objektif şartlarını dikkate almaksızın tekrar edilmesine dayanmaktadır. Coşturucu, muazzam etkileyici, ama temeli olmayan parolalar, tumturaklı devrimci lafazanlığın özüdür.”
Basınımızda tumturaklı devrimci lafazanlığın iki türünden söz edilebilir. Öyle gazeteler var ki, bunlar, her zaman ve sürekli, yalnızca dillerinin döndüğü en etkileyici kelimeleri kullanırlar; bu yayınları okuduğunuzda, yazıların sanki her zaman 40 derece ateşle yazıldığı hissine kapılırsınız. Bu tarz, kitleleri harekete geçirici olmadığı gibi, itici de olmakta; bir organın bu tarzı benimsemesiyle, belirli durumlarda keskin bir dil kullanma olanağından kendisini yoksun bırakıyor olması ise, sorunun diğer bir yönüdür. Tumturaklı devrimci lafazanlığın diğer bir türü de, komünist sloganların; gerçek olaylarla, işçi yığınlarınca da görülebilen bir iç bağıntısı olmadan ikide bir kullanılmasıdır. Oysa, çoğu kez olgu ve olayların basit sıralanması, komünist sloganların yapay ve sonu gelmez sıralanışından daha etkileyici olmaktadır. Okurun düşünme gücüne daha fazla güven! “Daha az entellektüel lafazanlık, hayata daha fazla yakınlaşma!” (Lenin)
Kitleleri etkileyebilmek için özellikle bizim gazetelerin oldukça çok sevgi ve hassasiyete ihtiyacı var. Eğer yaptığı ajitasyonun amaçlarına ulaşmasını istiyorsa, basınımız, burjuva ve sosyal demokrat sansasyon basınının kullandığı ve geri kalmış kitleler üzerinde etki yapan bir dizi gazetecilik yöntem ve araçlarını kullanamaz ve kullanmamalıdır. Bununla birlikte, doğru bir ilke, yanlış uygulandığında, kendi tersine dönüşebilir. Burjuva gazeteciliğin yöntemlerinin mahkum edilmesi, parti basınımızın bir kısmında dil ve üslubun haraplaşmasına yol açmıştır ki, bu, duruma göre, politik bir tehlike haline gelebilir. Bir dizi komünist gazetede, değişik “entellektüel” terminolojinin meydana getirdiği kaba bir kargaşaya ve net bir sloganın açık bir şekilde gerekçelendirilmesi ve ifade edilmesine karşı gösterilen bariz bir düşmanlığa rastlanılmaktadır. Açıktır ki, böylesi gazeteler, asla kitlelerin ilgisini ve beğenisi çekemezler. Basınımızın buna benzer küçük ama sinsi düşmanları arasında yer alan bir diğer şey de, yabancı kelimelerin gereksiz yere kullanılmasıdır örneğin.
Lenin, 1920 yılında, Rusya Komünist Partisi’nin politbüro toplantısında komünist basının talepleri üzerine görüş belirtirken, Buharin yoldaşa şöyle yazıyordu: “İtiraf etmeliyim ki, yabancı kelimelerin gereksiz yere kullanılması öfkelendiriyor beni, çünkü bu kitleler üzerindeki etkimizi engelliyor.”
Yabancı kelime kitleler üzerindeki etkiyi engelliyor, çünkü kitleler bu kelimeyi anlayamamakta ve tecrübeyle sabit olduğu gibi, bu anlamama, kayıtsızlığa veya daha kötüsü, devrimci partiye karşı antipatiye dönüşmektedir. Özellikle gericiliğin egemenliğinin bugünkü döneminde, yani işçi sınıfının üzerinde burjuva etkinin gazete ajitasyonunun binbir biçimiyle yayıldığı (maalesef, burjuvazi, işçiler arasındaki ajitasyonu da bizden daha iyi yapıyor) bir dönemde, gazetelerimizdeki dile ve kitleler üzerindeki etkimiz bozacak bütün unsurlardan kurtulmaya azami önem verilmelidir.
Gazetenin görünümünü belirleyen, yalnızca tek tek makale ve haberlerin titizlikle veya üstünkörü düzenlenmesi veyahut gazetenin bir bütün olarak iyi ya da kötü yönetilmesi değil, aynı zamanda teknik biçimidir. Komünist basının tekniği de, hâlâ burjuva ve sosyal demokrat geleneklerin şablonundan kurtulamamıştır. Her gazetenin, bir “üst kısım”, bir baş makale, bir toplu bakış bölümü (kronik) ve benzerinden oluşması gerektiği gerçekten değiştirilemez bir yasa mıdır? Birçok gazetemiz bu rahatsız edici mirastan kendini kurtarmış olsa da, gerçek şu ki, gazetelerimizin büyük bir kısmı, hâlâ bu alanda burjuva ve sosyal demokrat basınla rekabet etmesi gerektiğini düşünmektedir.
Oysa; gazetenin içeriği, ajitasyonun maksadına hizmet edip etmemesi, gazetenin teknik biçim ve görünümünü belirlemelidir. Bu, özellikle gazetenin birinci sayfası için geçerlidir. Manşetin etkisi, yalnızca içerik bakımdan isabetli olmasına bağlı değil, aynı zamanda, ve belki de daha çok, okurun dikkatinin çekilmek istendiği şeyin teknik düzenlenişine bağlı olmaktadır. Bazı gazetelerimizde, hâlâ mizanpaj redaktörü bulunmaktadır; bu teknik otoritenin görevi, gazetenin teknik düzenlenişini gözetlemektir. Aslında bu fonksiyon, komünist yayın kurullarında adeta yasaklanmalıdır. Rosa Luxemburg, “Rote Fahne”nin redaktörü olarak, gazeteyi tümden gözden geçirmeden asla gazeteden ayrılmazdı.
Toparlayacak olursak. Parti görüşlerini yığınlara iletme gibi ağır ve sorumlu bir görev güvenle kendisine verilen komünistler; en kısa haberi bile kaleme alırken, binlerce zinde işçi beyninin, yazılıp çizileni tutkulu bir biçimde irdeleyip bir hükme varacağı gerçeğini sürekli ve her zaman göz önünde bulundurmalıdırlar. Yalnızca bu tarzda kavranılan bir sorumluluk, Batı Avrupa partilerimizde esasta henüz eksik olan Bolşevik gazetecileri yetiştirmeye yardımcı olacaktır.
V. PLANLI AJİTASYON
“Gazetenin rolü; sadece fikirlerin propaganda edilmesiyle, politik eğitim ve siyasi müttefiklerin kazanılmasıyla sınırlanmaz. Gazete salt kolektif bir propagandist ve kolektif ajitatör değil, aynı zamanda kolektif bir örgütleyicidir de.”
Lenin tarafından burada öngörülen hedefin önkoşulu, gazete ajitasyonunun planlılığı ve çok çeşitliliğidir. Gazete ajitasyonu, yalnızca halkın tüm tabakalarına onları ilgilendiren şeyleri vermek durumunda olmamalı, bunu, aynı zamanda öyle planlı ve politik bakımdan öyle bilinçli yapmalı ki, kitlelerin ilgisini, komünist harekete hizmet edecek bir rotaya çekmelidir. Gazete ajitasyonunda doğru kavranılan ve doğru yaşama geçirilen bir stratejinin adeta klasik bir örneğini, “Leuna-Prolet” işyeri gazetesinin işçi redaktörleri sunmaktadırlar. Raporlarında şunları yazıyorlar:
“‘Leuna-Prolet’teki makalelerin işçi arkadaşların adeta bireysel özgünlüklerine göre şekillenmiş olduğu söylenebilir. Zira, herkes için bir şeyler sunmamız gerekiyor. Aralarındaki ortama uyuyor görünüyor olsak da, sonuçta bizim görüşümüzü kabulleniyorlar. Nazi hareketiyle ilgili, sosyal demokrat parti (SPD), sarı sendikalar vb. ile ilgili görüşlerimiz net ve açık, bu nedenle de zor anlaşılmamakta.
“Ücretli memurlarla ilişkilerimiz ise, biraz daha karmaşık. Bunlar arasında o kadar çok grup var ki, bazıları işçi düşmanıyken, bazıları da işçi dostu. İşyeri yöneticileri vb. kişiler, gazetemizde genellikle eziyetçi ve baskıcı tipler olarak resmedilmekte. Bunlara karşı en sert dili kullanıyoruz, çünkü bunlar sınıf düşmanımızın bilinçli ve gönüllü temsilcileridirler. Ustabaşı, denetçi, muhasebeci gibi, yakalı olmayı hak etmiş proletlerle alay ediyoruz. Bunları gülünç pozisyonlarda çiziyoruz (helada otururken, adem kıyafetiyle vb.). Bazen küçük bir dikkatsizlik bile mucize etkisi yapıyor. Böylelikle, bu tür unsurların, emirleri altında çalışan işçilere o kadar sert karşı çıkmamaları sağlanıyor; sonuçta o çok övülen Leuna disiplini gevşiyor. Ücretli memurlara karşı tutumumuzu, duruma göre, davranışlarının nedenlerini irdeledikten sonra, belirliyoruz.
“Gazetemiz, işyerleri haberleri dışında, aydınlatıcı siyasi makaleler de yayınlamak durumunda. Fakat bu rahatlıkla dolaylı yoldan yapılabilir. Nitekim, politikadan, özellikle de politik eylemlerden hiçbir şey duymak istemeyen bir dizi işçi arkadaşımız da var hâlâ. Bunlar, ama, daha fazla ücret ve daha iyi çalışma koşulları istiyorlar. İşçi arkadaşlarımıza, ekonomik bakımdan daha iyi bir duruma kavuşmanın, aynı zamanda, politik bir güç sorunu olduğu çok iyi ve net açıklanmalıdır. Gazetemizde öte yandan, işyeri işçi temsilciliğinin çalışanlara söyletmemesi gereken konular da işlenmekte.”
Evet, basınımız, kitlelerin “bireysel özgünlükleri”ni dikkate almalıdır; “herkes için bir şeyler sunma”sı gerekir; ajitasyonun tüm araçlarını planlı ve etkin kullanmayı bilmelidir.
“Pravda, sütunlarında birçok işçi şiiri yayınladı. Her ne kadar bu şiirler ‘diplomalı’ edebiyat eleştirmenleri açısından düzeyli görülmüyorduysa da; bu şiirler, işçi yığınlarının gerçek ruh halini pek çok uzun makaleden daha iyi yansıtıyorlardı. Düz işçinin, hasımı üzerine ifade edilen isabetli bir söz, dokunaklı ve alaylı bir açıklama çok hoşuna gider. Hedefini iyi vuran bir karikatür, bir düzine ağır, güya ‘Marksist’ ama gerçekte can sıkıcı makaleden çok daha iyidir.”
“Bireysel” ajitasyon, sadece işçi sınıfının çeşitli tabakalarını gazetelerimize daha çok yakınlaştırmaz, aksine, o aynı zamanda; işçi ve emekçilerin canlı mizahının, evveli halk esprisinin –ki ajitasyonun en parlak araçlarındandır– ve en temel ajitasyon yöntemlerinin basınımızın sütunlarına akmasını sağlayacak binlerce kanalı açacaktır.
VI. İŞYERİ GAZETELERİ, İŞÇİ MUHABİRLERİ VE KOMÜNİST PARTİ BASINI
İşçi muhabirliği, bir komünist gazetenin, kitlelerle örgütsel bakımdan ve gerçekten bütünleşmiş olup olmadığının en iyi ölçütlerinden birisidir.
“Bizzat yazarların ve yalnızca yazarların (kelimenin tam mesleki anlamıyla) gazetede başarıyla çalışmaya yetenekli olduğu düşüncesi bir yanılgıdır. Tersine; gazete, ancak yönetici ve düzenli çalışan yazarların yanı sıra 500 ve 5000 (meslekten) yazar olmayan insanı işin içine çekilebilirse, gerçekten canlı olabilir, ayakta kalabilir.”
Kuşkusuz, işçi muhabirliğini, parti üyeleriyle sınırlı tutmak da çok büyük bir yanılgı olacaktır. Bu konuda, Komünist Enternasyonal’in seksiyonlarında hâlâ tam bir netlik egemen değil. Örneğin, “Rote Fahne” İşçi Muhabirleri Konferansı kararında, partili olmayan işçi muhabirlerin gazete çalışmasına çekilip kazanılması konusunda hiçbir söz sarf edilmediğini tespit etmekteyiz.
Açıktır ki, genç olan işçi muhabirliği hareketinin gelişiminin ilk aşamasında, işçi muhabirleri, daha çok komünist partinin aktif üyelerinden meydana gelecek. Bununla birlikte, ama, bu hareketin örgütleyicileri tarafından bizzat örgütlü olmayan işçileri hareketin içine çekmenin hedeflenmemesi demek, işçi muhabirleri hareketini baştan sakatlamak demektir. Partili olmayan işçinin, basınımızda; isteklerini, hatta komünist parti hakkındaki şikayetlerini ifade etme olanağı bulunmalı ve olmalıdır. İşçi muhabirliğini yapmakta olanlar, en önemli görevlerinden biri olarak, yalnızca kendilerinin yazmalarını değil, aynı zamanda, partili olmayan veya partiye sempati duyan arkadaşlarını bulundukları birimden gazeteye yazmalarını teşvik etmeyi ve bu konuda eğitmeyi görmelidirler.
Günlük basınımıza, işyeri gazetelerinin örgütlenmesi ve sorunlarının ele alınmasında da önemli ve anlamlı bir görev düşmektedir. İşyeri gazeteleri, proleter inisiyatif ve etkinliğin en güzel belirtilerinden biridir. Devrimci ajitasyonun sözü edilen yeni biçimlerindendir. Komünist partileri, işyeri gazetelerine, bizzat içinde bulunduğumuz dönemde en büyük dikkati ve desteği vermelidirler. Denebilir ki, şimdiye kadar işyeri hücre gazeteleri, işçiler tarafından, büyük kardeşleri olarak günlük basının sözünü etmeye değer bir desteği olmaksızın, yaratılmıştır. Komünist Enternasyonal’in Almanya Seksiyonu’nun bir örgütsel raporunda işyeri hücre gazeteleri üzerine şunlar belirtiliyor:
“Buradaki setler yıkıldı. Çok sayıda yayınlanmış işyeri gazetesi örneği, tüm direnişleri kırıyor. Eğer işyeri işçi temsilciliklerinin endişeleri aşılırsa, o zaman, belirli bir süre sonra, Almanya’daki her büyük işletmenin kendi gazetesini çıkarmasını başarmış olacağız.”
Gelgelelim, raporun hiçbir yerinde, günlük basınımızın, işyeri hücre gazetelerini destekleyip desteklemediğine veya nasıl destekleyeceğine dair bir açıklamaya rastlayamadık. Materyallerin sunulması ve teknik yardım verilmesi yetmez. Günlük basınımızın yayın kuruluyla, ilgili bölge veya ilçedeki işyeri gazetelerin işçi redaktörleri arasında düzenli örgütsel bir ilişki olmalıdır. Tecrübelerin karşılıklı alışverişi, en iyi ajitasyon yöntemleri ve onların işçi kitleleri üzerindeki etkilerinin karşılıklı görüşülmesi; her iki tarafa da büyük yığınların gönlünü kazanmaya götürecek yeni ve dolambaçsız yollar açacaktır.
Ve işte, bu da, “basının Bolşevikleştirilmesi” sloganının asıl özünü oluşturmaktadır.
Okur kitlesine daha fazla yakınlaşalım!