Son yıllarda, özellikle genç işçilerin çalıştığı birçok fabrikada işçilerin sendikalaşma çabalarına tanık olmaktayız. İstanbul, İzmir, Kocaeli, Bursa gibi sanayi merkezlerinde birbirinden bağımsız gelişen bu sendikalaşma eğilimleri, birçok bakımdan öğretici unsurları da içinde barındırmaktadır. İşçilerin sendikalaşma ve örgütlenme girişimlerinin en çarpıcı olanını Uşak’ta yaşadık. Uşak dokuma ve tekstil işçileri, Teksif Sendikasının sendikalaşma çağrısı yaptığı bir bildiri üzerine sendikaya akın ettiler. Yaklaşık 6000 işçi, sendikanın çağrısına yanıt vererek sendikaya üye oldu.
Baştan belirtelim ki, Uşak işçilerinin tutumunu; ” sendika çok etkili bir bildiri hazırlamıştı ve sendikalaşma çağrısı yapan bildiriyi okuyan işçiler bir anda gerçekleri kavradılar ve sendikalaşmaya karar verdiler” biçiminde bir değerlendireme çok hafif kalacaktır. Uşak, Ünifil ve diğer pek çok yerde yaşananlar, işçi hareketinin ilerlemesine dayanak olmaları yönüyle zengin deneyler sunmaktadır. Bize düşen, bu deneyleri biriktirmek ve işçi hareketinin hizmetine sunmaktır. Bu yazıda, genç işçi kuşakları içindeki sendikalaşma eğilimlerini bu yönlü değerlendirmeye çalışacağız.
KURALSIZLIKTA EŞİTLİK
’80 sonrası neoliberal politikaların uygulanmasıyla birlikte, bir yandan özelleştirmeler, bir yandan da esnek çalışma, kalite çemberleri gibi üretimi kuralsızca arttırmayı ve işçi örgütlerini dağıtmayı hedefleyen adımlar hayata geçirildi.
Çıkan her yasa, işçilerin iş güvenliğini ortadan kaldırmakta ve sermayeye işçileri kuralsız sömürmenin olanaklarını sağlamaktadır. 1475 sayılı iş yasasının değiştirilmesiyle birlikte iş güvenliği de fiilen ortadan kaldırılarak, işçilerin birçok hakkı gasp edildi. Şimdilerde sermaye cephesi kuralsız çalıştırmanın önündeki son engelleri de kaldıracak girişimler içersindedir.
Bunların başında kıdem tazminatlarının kaldırılması gelmektedir. 1475 Sayılı Yasa’nın yerine getirilen 4875 Sayılı İş Yasası’nın sunduğu olanaklardan yararlanan işverenler, 7’li sistem, 4’lü sistem, itelemeli sistem gibi çeşitli üretim yöntemlerini uygulayarak, işçileri en düşük ücretle, en çok nasıl çalıştırabileceklerinin arayışları içerisine girmişlerdir.
Ülkemiz giderek emeğin kuralsızca sömürüldüğü bir cennet haline getirilmektedir.
İşverenler henüz sendikalarda örgütlü oldukları için bazı yasal haklara sahip olan işçileri “ücret” ve “sosyal haklar”da olmasa da, çalışma koşulları bakımından örgütsüz işçilerle eşitleme yoluna gitmektedir.
Örneğin; Tuzla Tersane işçileri örgütsüz, her gün ölümle burun buruna çalıştırılmakta, düzenli bir işe sahip olamamakta, çoğu durumda çağrı üzerine işe gitmektedirler. Tuzla Tersane işçilerine oranla daha fazla ücret alan ve bir dizi sosyal hakka sahip olan Türk- Metal Sendikasında örgütlü Siemens işçileri de, evlerinde oturup işverenin çağrısını beklemektedir. Amaç, kuralsız çalıştırma ve kuralsız çalıştırmanın önündeki iş güvencesi, sendika ve grev hakkı gibi tüm engelleri kaldırmaktır.
DENEYİM İHTİYACI
İş güvenliği olmayan ve düşük ücretle kötü çalışma koşullarına mahkum edilen işçiler, işyerlerindeki çalışma koşullarına isyan etmektedirler. Her öfke patlaması, kendini giderek direniş biçiminde dışa vurmakta; sendikal örgütlülükten yoksun işyerlerinde ise, çoğunlukla sendikalaşma girişimi olarak ortaya çıkmaktadır. Sendikalaşma eğilimi en çok da genç işçi kuşakları arasında yüksektir. Bu kesim, sınıf mücadelesinin (sendikal ve siyasal) bütün deneyiminden ve bilgisinden yoksun durumdadır.
Bu yüzden de, bugün açısından, sendikalaşma girişimlerinde yer alan işçilerin ana gövdesinin, “İşçiler kazanılmış haklarını nasıl elde ettiler? Bugün bir plan dahilinde gerçekleştirilen saldırılar neyi amaçlamaktadır? Nasıl tutum alınmalıdır?” gibi sorulara bir bütünlük içinde yanıt vererek, örgütlendiği söylenemez. Çoğunlukla örgütlenme, “kötü işveren/kötü işyeri” fikrinden hareketle gerçekleşmektedir.
Özellikle genç işçiler, çalıştıkları işyerlerinin kötü çalışma koşullarına karşı öfkelerini “yeter artık sendikaya giderek bu sorunu çözelim” biçiminde ele almaktadır. Ve genelde işçiler sendikaya üyeliklerini gerçekleştirdikten sonra, kendi görevlerini yerine getirdiklerini ve artık sorumluluğun sendikal mekanizmalarda olduğunu düşünerek hareket etmektedirler. Bu süreç, sayısız örnekte de olduğu gibi, sendikalaşma girişimlerinin çoğunlukla işverenler tarafından boşa çıkartılmasını kolaylaştırmaktadır. Patronlar kendi çıkarları için işçilerin örgütlenme olanaklarını yok etmek ve işçiler arasında bölünme yaratma amacını bir plan dahilinde ve aynı zamanda bir dayanışma içerisinde gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla işçilerin hak elde etme mücadelesinde birliklerinin zayıf olması, kazanım elde etmenin olanaklarının karşıt sınıf tarafından kolaylıkla engellenmesine neden olmaktadır.
Mücadele ve örgütlenme konusunda işçiler içerisinde iki eğilim bulunmaktadır. Birincisi; Türkiye’de örgütlenme ve sendikalaşma girişimlerinin en ileri düzeyde yaşandığı ve işçi hareketinin mevziler kazandığı döneme tanıklık etmiş yaşlı işçi kuşağının eğilimidir. Hak almaya yönelik bir girişim ve/veya sendikalaşma eğilimi karşısında, yaşlı kuşak işçiler, “bilen adam” rolüne soyunmakta; geçmiş yıllardaki mücadelelerin kazanımlarını, olumlu ve olumsuz deneylerini paylaşmak yerine “biz çok gördük yaşadık bu işleri, bu fabrikada sendikal örgütlenme başarılamaz” gibi moral bozucu bir noktada durarak, örgütlenme eğilimlerini baltalayan bir tutum izlemektedirler. Bu durum, başlı başına ülkemizdeki sendikal mücadele deneyimlerinin kuşaktan kuşağa aktarılması ve bu birikimle bir mücadelenin sürdürülmesinin önünde engel teşkil etmekte ve sendikal mücadele içerisinde yer alan işçiler birçok deneyi tekrar tekrar yaşamak zorunda kalmaktadır.
Bir diğer eğilimi ise, genellikle, bugün bütün eksikliklerine rağmen, örgütlendiğinde, işçi hareketinin gidişatını değiştirecek genç işçilerinki oluşturmaktadır. Genç işçi kuşağı, sendikalaşma mücadelesine rengini vermekle birlikte, bir deney yoksunluğuyla hareket etmektedir. Sendikal hareketin dayanağını da bugün genç işçi kuşağı oluşturmaktadır.
İşçiler arasında sendikalara ciddi bir güvensizliğin de olduğu gerçeğiyle hareket ettiğimizde, karışımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Genç işçiler, sendikalaşma girişimlerinin başarısızlığa uğramasıyla birlikte, kendi örgütlenmelerini sorgulayan ve buradan çeşitli sonuçlar çıkartarak yeniden hamle yapan bir tutum almak yerine, ilk tepki olarak, genelde, “sendika da bize sahip çıkmadı, zaten biz sendikaya güvenerek hata yaptık” gibi sonuçlara gitmektedir. Buradan, böyle bir deney yaşamış işçilerin bir daha sendikalaşma mücadelesinde yer almadıkları anlamı çıkartılmamalıdır.
Sendikalaşma çalışması yürütmüş ve sonuç alamamış bir işçinin moral bozukluğu yaşaması ve ilk tepki olarak geriye çekilmesi oldukça doğaldır. Ancak, aynı işçi, tokat yediği yere bir daha gitmeyen küçük burjuvalar gibi hareket etmemekte, bir dönem sonra, önceki deneyiminin birikimini de işin içine katarak, yeniden yeniden denemektedir.
SENDİKALAŞMAYA BİR ÖRNEK
Sendikalaşma mücadelesinin nasıl verildiğini bir örnekle açmaya çalışalım: Bursa’da 700 işçinin çalıştığı, oto kılıfı üreten BFTC adlı fabrikada işçiler, işyerinde yaşanan sorunlara karşı iş durdurma eylemi yapar ve taleplerini işverene kabul ettirirler. Bir süre sonra benzer sorunların tekrar yaşanması üzerine, yeniden iş durdurma eylemi yapılır ve işveren, işçilerin taleplerini kabul ettiğini bir kere daha söyler. Ancak işveren, kabul ettiklerini fiilen uygulamaz ve işçileri sürekli biçimde oyalamayı sürdürür.
Eylemin ardından taleplerinin uygulanmadığını gören işçiler, ancak sendikanın taleplerini patrona uygulatabileceğini düşünerek, sendikaya üye olurlar. İşverenin sendikalaşmayı kabul etmemesi üzerine birkaç gün kapı önünde direniş yaşanır, ardından 44 işçinin dışındaki işçiler işbaşı yaparlar, ancak işyerine de sendika girer.
Sonrasında işçilerde yaşanan duygu, “biz sendikaya gidip üyeliğimizi gerçekleştirdik, bundan sonra iş sendikanın alacağı tutuma bağlıdır” şeklinde tarif edilebilir. Bugün bahsi geçen işyerinde işçiler, çeşitli sorunlar yaşamaya devam etmektedir. Sendikalaşarak sorumluluklarını tamamladıklarını düşündükleri için, işçiler, işyeri komitelerini de dağıtmış durumdadır. İşe alınmayan işçilerin iş mahkemesine açtıkları davada, mahkemeye tanık işçi dahi bulunamamaktadır.
BTFC’de yaşanan birçok yerdeki sendikalaşma çalışmalarının benzeridir. Bazen işçiler kendi aralarında komiteler kurmakta, bazen hakları için her hangi bir tepkinin ardından sendikalaşmayı önlerine ilk hedef olarak koymakta; sendikalaşma süreci gerçekleştikten sonra ise, sorunları sendika yönetimlerine havale eden bir tutum takınmaktadırlar.
Bugün bahsi geçen işyerinde işveren işçilerin örgütlülüğünü dağıtmayı amaçlamaktadır. İşçiler süratle kendi işyeri örgütlerini oluşturma ve sağlamlaştırma bakımından bir atmaz iseler, sendikal örgütlülüklerini kaybedeceklerini söylemek kehanet olmasa gerek. Bilindiği gibi, İstanbul Ümraniye Organize Sanayii’nde kurulu Ünifil işçileri de işyerlerinde sendikalaşmayı başarmış ve sendikaları yetki almıştır. Ardından, işveren işçiler arasında bir bölünme yaratmış ve işçilerin sendikadan üyeliklerini geri almalarını sağlamıştır.
Verdiğimiz bu örnek, sendikalaşma mücadelesinin çarpıcı örneklerinden sadece birisidir. Hafızalarımızı biraz zorladığımızda, yakın tarihimizde benzer onlarca örneğin olduğunu görebiliriz.
KISA BİR ÖZET
Bugün işçiler, yaşadıkları sorunlar karşısında ciddi bir örgütlenme eğilimi içerisindedir. Örgütlenme çalışmalarında, genç işçilerin işçi hareketinin geçmiş mücadele birikiminden yoksun, kendiliğinden bilinci egemen durumdadır. Dünya ve ülkedeki gelişmeleri (olumsuz anlamda değişimleri) ve bu gelişmelerin beraberinde getirdiği zorlukları (sanayiinin organize bölgelerde toplanması ve patronların birlikler kurarak dayanışmaya gitmeleri vb.) dikkate almayan, daha çok, bir önceki dönemin (sosyal devletçi, uzlaşmacı) sendikal çizgisinde şekillenen bir sendikal bilinçtir karşımızdaki. Bu nedenle, örgütlenme ve sendikalaşma çalışmalarında işçi hareketi mevzi kazanarak ilerleyen durumda değildir.
Tek tek fabrikalardaki sendikalaşma çabaları bir resmin ayrı ayrı parçaları olarak ortada durmaktadır. Bugün açısından yapılması gereken tek şey, bu parçaların bir araya getirilmesidir.
Patlama noktasına gelen işçiler, öfkesini dışa vurmanın bir yolu olarak sendikalaşmaktadır. Bu olumlu bir yönelimdir. Sendikal çalışmalar çoğu kez kendiliğinden işçi bilincinin ortaya çıkardığı tepkiler üzerinden olmaktadır ki, bunun da doğal sayılmayıp eleştirilecek bir yanı yoktur. Kuşkusuz işçi kitlesi, daha henüz sendikalaşırken, mücadeleye kendiliğinden bilinçle katılacak, siyasal sınıf bilincine ve mücadeleci sınıf sendikacılığı çizgisine mücadelesi içinde partisinin yardımıyla varacaktır.
Kendiliğinden bilincin sonuçlarından biri de, sendikalara güvensizlik noktasında karşımıza çıkmaktadır. Sendika bürokrasisinin çaba ve fedakarlık içermeyen konformist yaklaşımları, işçilerin sendikalara olan güvenlerini zedelemekte ve geçici de olsa onları umutsuzluğa sürüklemektedir.
İşçilerin sendikal örgütlenmeleri için sendikal bilinç yeterlidir düşüncesi hayli yaygındır. Ne var ki, ilk anda makul gibi görünen bu tarz düşünce doğru değildir. Çünkü, kendiliğinden bilinç ekonomik bir bilinçtir ve son kertede burjuva bilince tekabül etmektedir. Bu sınırda kalındığı müddetçe işçi yüz yüze kaldıkları saldırıların kaynaklarını görememekte ve adeta karanlığa kılıç sallayan kör bir dövüşçü durumuna düşmektedir. Sendikalaşma çabalarının işverenler tarafından kolayca püskürtülmesinin kaynağını da burada aramak gerekir. İşçilerin örgütsüz durumlarından ve yaşanan deneylerden yararlanmaya çalışan emek düşmanı kesimler de boş durmamaktadır. İşçi hareketindeki her gelişme işçilerin bilincinin çarpıtılması için kullanılmaya çalışılmaktadır. Özellikle sendikaların kötü olduğu, işçilerin kendi doğal örgütleri olmadığı fikri egemen kılınmaya çalışılmaktadır. Bu fikrin geliştirilmesinin malzemeleri de bugünkü sendikacıların tutumu üzerinden şekillenmekte ve kullanılmaktadır.
SONUÇ OLARAK
İşçi hareketinin seyri ve genç işçi kuşaklarının sendikal örgütlenme girişimleri üzerine buraya kadar söylenenlerin dışında daha pek çok şey söylemek mümkündür; ancak olguyu anlamak bakımından aktarılanlar yeterince açıklayıcıdır. Sorun şudur ki, genç işçi kuşaklarının bu çabaları karşısında ne tutum takınılacaktır? Geçmiş mücadele deneylerine sahip “yaşlı kuşak” işçilerin tutumlarından yukarıda söz edildi. Sınıf bilinçli işçilerin, sınıftan yana sendikacıların ve en başta da devrimci işçi partisinin üyelerinin soruna böyle yaklaşamayacağı/yaklaşmaması gerektiği ortadadır. Ne işveren saldırıları karşısındaki deneyim eksikliğinin yol açtığı istikrarsızlıklar, ne de sendika bürokrasisinin örgütlenmenin ön barikatını işverenlerle el ele tasfiye girişimleri, genç işçi kuşaklarının sendikalaşma çabalarına tereddütle yaklaşılmasının gerekçeleri olabilir. Kesin olan, bu çabalara azami destek olunabildiği ölçüde sayılan handikaplar giderilebilecek ve işçi sınıfı sendikal mevzilerini geliştirip genişletebilecektir. Kayıplar göze alınmalıdır. Adı üstünde verilen sınıf mücadelesidir ve hiçbir mücadele yoktur ki, sıfır kayıpla başarıya ulaşabilsin. Belli sayıda işçi işini kaybedecektir, ama sonuçta kazanan işçi sınıfı olacaktır. Elde edilen mevzi sınıfın sermaye cephesine karşı bir mevzisidir.
Sendikal örgütlenme faaliyetinin başarısı yalnızca örgütsüz kesimin girişimleriyle olabilir bir şey değildir. Bu bakımdan sınıftan yana olduklarını söyleyen sendikacılara büyük iş düşmektedir. Özellikle İstanbul Sendikalar birliği (İSB) gibi oluşumlar, mücadele gündemlerinin başına genç işçi kuşaklarının sendikal örgütlenme talebini koyduğu oranda, kendilerinden beklenenlere karşılık verebilecektir.
Devrimci işçi partisinin militanları sınıfın günlük mücadele ve eyleminin ağırlıklı yanını oluşturan sendikalaşma faaliyetlerine boydan boya katılarak, sendikal örgütlenme çabası veren genç işçi kümelerinin aynı zamanda politik bir hareket olarak da örgütlemelerine yardım etmelidir. Bu yapıldığı ölçüde, genç işçilerin sendikalaşma faaliyetlerindeki istikrarsızlıklar giderilebilecek, işçiler ilk adımı attıktan sonra inisiyatifi sendikacılara bırakarak geri çekilmeyecek, hareketin geleceğini kendi inisiyatifi ve girişkenliği belirleyecektir.
Sermaye, özellikle organize sanayi bölgelerini oluşturarak, buralarda, kendi içlerindeki dayanışmanın her türlü olanağını yaratarak işçilerin örgütlenmesine ket vurmaya çalışmaktadır. İşçiler içerisinde dayanışma fikri yok edilmeye çalışılmaktadır. Yardımlaşma-dayanışma fikri, küçümsenerek, feodal bir yaklaşım olarak sunulmaktadır. Bugün işyerlerinde sendikalaşma çalışmalarının sonucu yaşanan direnişlerin başarıyla sonuçlanması durumunda, OSB’ deki diğer fabrikaları da etkileyeceği bilindiğinden, engellemek için patronlar bir dayanışma içerisinde hareket etmektedir.
İşçiler ise, bir OSB’de yaşanan direnişin başarılı olmasının tek yolunun diğer işletmelerin de kendi sorunlarına sahip çıkmasından geçtiğini bilmelidir. Bir işletmede yaşanan direniş, oradaki işçilerin sorunu olarak görülmekte ve işçiler arasındaki dayanışma da en fazla direniş yerinin ziyaret edilmesinin ve maddi destek sunulmasının ötesine geçmemektedir. Oysa ki, bir işletmedeki mücadele OSB’ deki bütün işletmelerin mücadelesidir ve klasik dayanışma fikri aşılarak, bir işletmedeki mücadelenin diğer bütün işletmeler ve diğer emekçi kesimleri tarafından sahiplenilen bir örgütlülüğün yaratılması bir zorunluluk olarak ortada durmaktadır.
İşçi hareketi bugün bu saldırıların amaçlarına ve kapsamına uygun örgütlenmeli ve yönlendirilmelidir. Saldırıların amaçları ve nasıl engelleneceği konusunda işçiler içerisinde bir bilincin geliştirilmesi sınıfın sınıfa karşı mücadelesinin kavratılmasıyla hayat bulabilir. Sendikal çalışma, siyasal sınıf bilinciyle yürütüldüğü oranda işçi hareketi kazanımlarını koruyabilir ve yeni mevziler kazanabilir.