Son birkaç yıl içinde işçi hareketinde görülen yükseliş eğilimi, sermayeye karşı işçi mücadelesinin ekonomik sosyal ve politik alanda önemli kazanımlar sağlayacağı beklentisi yarattı. Ancak bu, esas olarak gerçekleşmedi. Bu durum, harekete ilişkin tartışmaların çeşitli yönleriyle sürdürülmesine ivme kazandırdı. Başlıca soru; temel sorun ya da eksikliğin ne olduğuydu.
Sermayenin uluslararası özellikteki saldırısının etkenleri arasında, kapitalist emperyalizmin iflah olmaz bünyesel uru kapitalist bunalımlar önemli bir yer tutmaktadır. Burjuvazi ve hükümetleri, Avrupa’da, Japonya ve Rusya gibi Asya’nın büyük emperyalist ülkeleriyle Amerika kıtası ülkelerinde ortaya çıkan mali-ekonomik krizleri “aşma”nın yolunu, bunalımın tüm yükünü emekçilere aktarmada buldular. ’70’li yıllardan itibaren daralan aralıklarla gündeme gelen “devrevi krizler”, bu saldırıların kapsam ve “dozajı” üzerinde etkili oldular. Aynı ve “sınırlı” pazara yönelik faaliyet yürüten tekelci işletmelerin; ve bu işletmelerin “ulusal menşei” üzerine oturarak hegemonya kavgası sürdüren emperyalist devletlerin keskin rekabeti, içerde ve dışarıda işçi sınıfı ve ezilen halklara yönelik saldırıların yoğunlaşmasına yol açtı. Aşırı üretim kaynaklı kapitalist bunalım, kârdan başka herhangi bir amacı olmayan kapitalist üretimin sürdürülmesini, işçilerin ve onlarla birlikte toplumun tüm ezilen kesimlerinin çalışma ve yaşam koşullarının ağırlaştırılmasına bağlarken; sermaye, burjuva sendikal akımlarıyla sendika bürokrasisinin işçi hareketini içten çökertme ve etkisizleştirme faaliyetinden de yararlanarak, saldırılarını bir “karşı devrim dalgası” düzeyine çıkarabildi. Aşırı üretim ve pazar sınırlılığı, rekabeti kızıştırır ve çelişkileri keskinleştirirken, burjuvazi, işletme kârlılığının sürdürülmesinin koşulunu, ücretlerin ve sosyal hakların daha fazla kısıtlanmasında aradı. Aşırı birikim ve fazlalık üzerinde, onu da ifade etmek üzere ortaya çıkıp büyük etki gücüne ulaşan mali sermaye, bağlı ülkelerde sömürü ve baskının daha “katmerli” biçimde sürdürülmesini bir program halinde dayatıp gerçekleştirdi. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi mali sermaye kurumları aracılığıyla bağımlı ülkelere dayatılan ve bu ülkelerin işbirlikçi sınıflarıyla kukla hükümetleri tarafından uygulamaya geçirilen programların tüm içeriğini, işsizliğin, yoksulluk ve yoksunluğun artırılması; ücret ve maaşların düşürülmesi, tarımsal üretim alanında uygulanan destekleme politikalarının ortadan kaldırılması; makinenin ve üretimin teknik yenilenmesiyle verimliliğin artırılmasına gidilerek daha az sayıda işçiyle daha fazla üretme ve böylece kârlılığı artırma vb. oluşturdu.
Bununla da kalınmadı; yolu açılabilmişken, olabildiğince ilerlemek üzere, daha önce cepheden mücadeleyle kendisinden alınanları geri kapmak amacıyla, yeni saldırılar gündeme getirildi. Emeklilik yaşının yükseltilmesi, çalışma yaşamının esnekleştirilmesi, işletme kârlılığı ve işyerinin kendini sürdürebilme güvenliği adına işten atmaların kolaylaştırılması, grev ve direnişlerle dayanışma eylemlerinin olanaksız kılınması için yasalar değiştirildi; bunların yetmediğinin düşünüldüğü yer ve zamanda da, sendikalar ve eyleme katılan işçilerin sorgulanması ve cezalandırılmasına gidildi. Uluslararası sermaye böylece, emekçi hareketine, 20. yüzyılın özellikle ilk yarısında mücadeleyle kazandıklarının rövanşını aldığını kanıtlarcasına, büyük darbeler vurmayı başarabildi.
Empoze edilmek istenen, kuşkusuz, öncelikle politik iktidarın alınması amaçlı sınıf mücadelesinin gereksizleştiğiydi. Buna, sendikalarda ve diğer emekçi sınıf örgütlerinde örgütlenerek sermaye ve gericiliğe karşı ekonomik-sosyal haklar için mücadeleye girişmenin ‘bir daha geri gelmemek üzere, geride kaldığı’ propagandası eşlik etti. Bir yandan işçi sınıfının sınıfsal çıkar ve taleplerinin savunulması kararlılığı gösteren sendikalarla sendikacıların tasfiyesine girişilirken, diğer yandan burjuva sendikal bürokrasisi aracılığıyla, işçi hareketi en geri düzeyde ve dağınık biçimde tutulmaya çalışıldı. Bu gerici saldırı dalgası sonucu, işçi sendika hareketinin güçlü olduğu Fransa, İngiltere, İtalya gibi ülkelerde hareket geriye atılabildi ve diğer önemli ülkelerde, sendikaların sınıf mücadelesine işçi örgütleri olarak katılmaları büsbütün olanaksız hale getirilmeye çalışıldı. Bu süreç, bugün, harekette görülen canlanma ve sermayeye karşı mücadelenin daha ileri mevzilerden sürdürülmesi olanaklarının genişlemesiyle birlikte, daha kesin ve kapsamlı çatışmaları da kaçınılmaz kılmak üzere, devam ediyor.
NE KAYBETTİĞİNİ BİLMEK NE YAPILACAĞINI BİLMEKTİR
Sorunun işçi sınıfı açısından cevabı, toplumlar tarihi tarafından verilmiş, cevap, işçilerin son yüz elli yıllık mücadele deneyleriyle doğrulanmış ve aynı süreç, neyin, nasıl yapılması gerektiğine de ışık tutmuştu. Bu bakımdan, “ne yapılacağı” belirsiz değil! İşçiler sınıf olarak, öncelikle son 20-30 yılda kaybettiklerinin ne olduğunu ve yenilgilerinin nedenlerini bilmek durumundadırlar. İşçi sınıfı ve emekçiler bizzat kendi mücadeleleriyle ne kazanmışlardı, ne kaybettiler ve haklarını elde etmek için olduğu kadar, sömürü ve baskının ortadan kaldırılarak toplumsal kurtuluşun gerçekleştirilmesi için ne yapmalıdırlar? Bu, kendi tarihinin bilincidir aynı zamanda; ve o olmadan ileriye gitmek mümkün değildir. Sermaye ve gericiliğin “sınıf mücadelesinin sona erdiği”, “tarihin bittiği”, “ideolojilerin öldüğü” vaazlarıyla unutturmak ve üzerine çizgi çekmek istediğini, işçi sınıfı ve emekçiler inatla anımsamak ve sonuçlar çıkarmak zorundadırlar. Zaafları aşmanın ve kazanmanın koşullarından biridir bu.
Artık yeterince açıklıkla ortaya çıkmıştır ki, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde ve devam eden yıllarda, Ekim Devrimi ve sosyalizmin kurulması ve inşası sürecine denk gelecek biçimde; bu büyük zaferin uluslararası alandaki etkisiyle birleşerek daha da güçlenen mücadelenin ürünü olarak işçi sınıfı ve emekçilerin elde ettikleri kazanımlara karşı, burjuvazi, emekçilerin mevzilerini püskürtmek ve vermek zorunda kaldıklarını bütünüyle “geri almak” üzere harekete geçerken, kendi olanak ve araçlarıyla birlikte emek hareketinin zaaflarını işçi ve emekçilere karşı bir balyoz olarak kullanmıştır. İşçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesinde başarı sağlayabilmesinin koşullarından biri de, son yüz elli yıllık mücadele tarihinde ve özellikle de Ekim Sosyalist Devrimi’nin zaferiyle girilen yeni süreçte elde ettiği kazanımlarının bugün hangi durumda olduğunu açıklığa kavuşturmasıdır. Ekim Devrimi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurulmasıyla, dünyanın sosyalizmle kapitalizm arasında kapsamlı ve büyük mücadelelere sahne olması; bütün başka gelişmelerle birlikte, işçi sınıfı ve ezilen emekçi kitlelerinin dünya gericiliğini ve burjuvaziyi yenilgiye uğratıp iktidarı alabileceklerini kanıtlamakla kalmadı; kapitalist dünyanın hemen tüm ülkelerinde sermayeye karşı mücadeleye yeni bir ivme kazandırdı. İşçi sınıfı, artık yalnızca çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için değil; o günkü koşullarda nispeten geri bir köylü ve küçük burjuvalar ülkesi durumunda olan Rusya’da elde edilen kazanımlardan esinlenerek, iktidarın burjuvaziden alınması için de mücadeleye atıldı. Başlıca Batı ülkelerinde birbirini izleyen işçi ve halk ayaklanmalarının ortaya çıkması, İngiliz, Alman, Fransız ve Amerikan sermaye çevrelerini korkuya boğdu. İşçi örgütlenmesinde; sendikaların işçi örgütleri olarak güçlenmesinde ve işçi sınıfının kendisi için sınıf olarak hareketinde görülen değişim, burjuvazi için; önü alınması zorunlu yeni bir gelişmeydi. Emperyalistler, işçi sınıfının, kapitalist emperyalizmin duvarlarında yeni gedikler açmasını da engellemek üzere; işçilerin sosyal-politik ve ekonomik taleplerinin önemli bir kesimini kabullendiler. İki taraf ve iki sınıf bakımından da, hareketin hangi sınırlara dayanacağı; hangi tür kazanımlarla sonuçlanacağı önem taşımaktaydı. Hemen önemli tüm ülkelerde ve bir süreç içinde, işçiler, söz, basın-yayın ve örgütlenme özgürlüğü yönünde önemli kazanımlar elde ettiler. Grev, dayanışma ve genel grev, yıllık izin, sağlık ve işsizlik sigortası hakkı vb. birçok hak yasalara geçirildi ve uygulanması için işçi baskısı devam etti.
Arada İkinci Dünya Savaşı gibi büyük altüst oluşlara yol açan bir dünya olayı olmasına karşın, tekelci burjuvazi, uzunca bir süre işçilerin mücadeleyle dayattıkları ve kazandıkları hakları gasp etme olanak ve cesaretini bulamadı. Etki alanı giderek genişleyen sosyalizm ve tek tek ülkelerde, işçi sınıfı ve ezilenlerin Sovyetler Birliği’nde kazanılan başarıyı dayanak ve moral güç kaynağı sayarak yürüttükleri mücadele, burjuvazi ve gericiliğe bu olanağı tanımıyordu.
Kuşkusuz sınıf mücadelesi bütün keskinliğiyle sürmekteydi ve burjuvazi, öncelikle Batı’nın başlıca emperyalist kapitalist ülkelerinde olmak üzere, işçi sınıfının ve işçi-emekçi hareketinin saflarında dağınıklığı geliştirmek; mücadeleci işçilerin sosyalist partilerde kitlesel biçimde örgütlenerek kapitalizmi tasfiyeye yönelmelerine set çekmek için yoğun bir çaba göstermekteydi. Tekelci sermaye ve hükümetleri, bunun için dolaysız baskıyla birlikte, artı değer sömürüsünden pay sunarak, işçi aristokrasisi ve sendika bürokrasisini etkin tarzda kullanmaktaydı.
Diğer yandan, burjuva emperyalist ideolojik saldırı “dört bir koldan” örgütlü biçimde sürdürülmekte; besleme burjuva propagandacılar ordusu ve burjuva propaganda kurumları; bilim ve teknikteki gelişmelerden de yararlanarak, işçileri daha ileri mücadele biçimlerinden ve iktidarın alınması hedefli mücadeleden alıkoymak için çaba göstermekteydiler.
Bu mücadelede işçi sınıfı ve ezilen halklar, ilk büyük, ve sonraki gelişmeler bakımından tayin edici önemde olduğu bugün daha çok açıklık kazanmış darbeyi, sosyalizmin tasfiyesini gerçekleştirmek üzere, Batı emperyalist burjuvazisiyle işbirliği içindeki Kruşcevcilerin SB’nde işbaşına gelmesiyle yediler. Sonraki 40-50 yıllık süreç, yüzyılın ilk yarısında büyük fedakarlıklar sonucu kazanılan mevzilerin yitirilmesine sahne oldu. Dünya çapında işçi sınıfı, bizzat kendi mücadelesiyle elde ettiği haklarının ve politik-sosyal mevzilerinin elinden çekilip alınmasına tanık oldu. Buna karşı yeterli bir direnci uluslararası alanda ve tek tek ülkelerde gösteremedi. Tekelci burjuvazi, işçi aristokrasisinin ayrıcalıklı yaşamını sürdürme tutumundan ve burjuva sendikacılık akımlarının hareket içindeki örgütlenmesinden gerektiği gibi yararlanmayı başardı.
Son on yıllarda ve özellikle de altmışlı yıllardan itibaren burjuva emperyalist kampa dahil olmuş ve sistemin en önemli güçlerinden biri olarak pazar kavgalarına karışmış Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin biçimsel kalıntılarının da temizlenmesi sonrasında, ileri sürülmesi için yeni dayanaklar bulunduğu düşünülerek geliştirilen yeni dünya düzeni propagandasıyla, işçi-emekçi hareketinin saflarında önemli gedikler açıldı. İşçi ve emeğinin değer yaratan gerçek ve asıl güç olduğunun reddi ve “sınıf mücadelesinin bir kez daha geri gelmemek üzere tarihe karıştığı” propagandası, kapitalistlerin proletaryaya karşı mevzi kazandıkları koşullarda daha da etkili olabildi. Bu propaganda, sosyal-ekonomik ve politik dayanaksızlığı nedeniyle etki zayıflamasına uğradıkça, yeni demagojik gerekçelendirmelerle takviye edilmeye çalışıldı ve “küreselleşmenin herkes için yararlanabilir refah ve mutluluk getirdiği” vaazıyla desteklendi. Tek tek ülkelerde işçi sınıfının sınıf bilinçli örgütlü mücadelesinin güç kaybı, burjuvazi ve gericiliği cesaretlendirirken; işçi aristokrasisi ve sendika bürokrasisinin ihanet çizgisi sendikalarla işçilerin uzaklaşmasına yol açtı. Sonuçta, işçi sınıfı ve onunla birlikte ezilen emekçi kitleleri, bağımlı halklar ve ezilen uluslar, önemli yeni darbeler aldılar ve Asya ve Avrupa’da önceki süreçlerde kazanılan mevzilerini büyük oranda kaybettiler. Burjuvazi, bu kez, bu mevzi kaybını, işçi ve emekçilere karşı bir koz olarak kullanmaya başladı. İşçi sınıfının mücadeleyle, grev ve genel grevlere baş vurarak, politik, ekonomik ve sosyal alana ilişkin baskı ve yasakları geçersiz kılma olanak ve gücünün bulunmadığı; bunun artık geçersizleştiği; “ebediyen yaşayacağı kanıtlanmış olan kapitalizm”in “herkese refah ve mutluluk sağlaması” için işçi sınıfıyla ezilenlerin yeni fedakarlıklarına; çalışma koşullarının ve işin esnekleştirilmesine; işçi ücretleriyle diğer tüm haklarının, işletmenin kârlılığı, rekabet gücü ve güvenliği üzerinden düşünülmesine gereksinim olduğu propagandası; işçilerin ve ezilenlerin saflarındaki dağınıklığı derinleştirmek ve hak ve özgürlüklerin kazanılması ve korunmasının gerçek teminatı olarak iktidarın alınması düşüncesi ve eyleminin güç bulmasını engellemek üzere yoğun biçimde sürdürüldü. İşçi hareketi şimdi yeniden ve yeni zorlu bir dönemden geçiyor. Kendi tarihinin bilincine; ne kaybettiğinin anımsanmasına ihtiyacı var. Sermayenin “vahşi kapitalizm” dönemine benzer saldırılarla ellerinden çekip aldıklarının hayati önemini idrak edebilirse, kavgaya daha hazır ve daha kararlı atılması mümkün olacak.
HAREKETİN ZAAFLARI
Burjuvazinin, uluslararası alanda işçi sınıfı ve emekçi hareketine ağır darbeler vurma olanağı bulması, kuşkusuz önemli oranda, işçi hareketini kemiren ve güçten düşüren kendi zaaflarıyla da ilişkilidir. İşçi sınıfı, emekçiler ve işçilerin devrimci parti ve örgütleri, sermayenin saldırılarına karşı, onları püskürtecek bir mücadele hattı, gücü ve örgütü oluşturma düzeyini uluslararası alanda ve başlıca kapitalist ülkelerde esas olarak tutturamamışlardır. Bu yönüyle denebilir ki, burjuvazinin başarısının en önemli etkenlerinden biri, işçi hareketinin bünyesel zaafları; bilinç ve örgütlenme düzeyinin düşüklüğüdür. Bu durum, 20. yüzyılın ilk yarısında uluslararası alanda burjuvaziye karşı mücadele içinde kazanılan sosyal, politik ve ekonomik hak ve mevzilerde çok ciddi gediklerin açılmasına; bu hakların önemli oranda budanmasına, sosyalizmin oluşturduğu ileri toplumsal sistem koşullarında emekçilerin sahip olabilecekleri hakların muhtevasının anlaşılmaması için özel politikaların başarıyla uygulanmasına yol açabilmiştir.
Fransa başta olmak üzere başlıca Avrupa ülkelerinde, yüz binlerin ve milyonla ifade edilen sayıda işçinin katıldığı ve toplumun ezilen kesimlerinin sempati ve desteğini gören grev ve direnişlerin, sermaye hükümetlerinin uygulamayı sürdürdükleri ve kapsamını genişletmek için çaba gösterdikleri saldırıları püskürtemeden, bir tür sonuçsuz kalması, bu bakımdan, esas olarak burjuvazinin gücünden değil, ama hareketin kendi zaaf ve zayıflıklarından kaynaklanmıştır.
İsçi hareketinin zayıflıkları, kapitalist üretimin sektörel bölünmesinin işçi kitleleri arasında soyutlayıcı bir işlev görmesi ya da işçinin makinenin ‘basit bir eklentisi haline gelmesi’ ne yol açan üretimin teknik örgütlenmesi gibi, üretim süreciyle dolaysız ilişkili olanlarla sınırlı değildir. Burjuvazi, işçiler içinde, “ulusal”, bölgesel, “etnik”, dinsel ve mezhepsel farklılıkları, proletaryanın bağımsız örgütlenmesini önlemek amacıyla ve azami etki düzeyini sağlamaya çalışarak kullanagelmiştir. Makineleşme ve işin teknik yeniden örgütlenmesi –Ford-Taylor sistemi, Kalite kontrolü, esnek çalışma vb.–, işçilerin kitlesel olarak üretim dışına atılmalarına yol açarken, safları büyüyen işsizler kitlesiyle, çalışan işçiler arasında; birincilerin ikincilere karşı kullanılması olanağını burjuvazi bulabilmektedir. İşçi üzerinde ücret ve sosyal hak kısıntısı için baskı oracı olarak kullanılan işsizlik; sendikasız-sigortasız ve düşük ücretle, çalışma süresi uzatılarak ve esnek çalıştırmanın dayanağına dönüştürülebilmektedir.
Bunlara, işçiler üzerinde egemenliğini esas olarak sürdüren burjuva politikası ve ideolojik yönlendirmenin güç ve etkisi eklenmelidir. Bu etki ve burjuvazi adına işçi sınıfı saflarında faaliyet yürüten sendika bürokrasisinin dağıtıcı-geri tutucu ve teslimiyetçi rolü, işçi(ve emekçi) hareketini güçten düşürmekte, işçilerin, bir sınıf olarak toplumu devrimci dönüştürme rolünü yerine getirmelerine ciddi engeller oluşturmaktadır. Sermaye ve hükümetleri, işçi-emekçi hareketine saldırı cesaretini ve gücünü, denebilir ki, esas olarak hareketin bu zayıflıklarından almaktadır.
Bu etki bugün o denli yaygın ve güçlüdür ki, daha ileri götürülebilir, etkileri daha kapsamlı olabilir, işçi ve emekçiler yararına sonuçlar doğurabilir ve sermaye ve hükümetlerine geri adım attırabilir son grev ve gösteriler, asgari düzeyde kazanımlar dahi sağlanmadan, bitirildiler.
Kuşkusuz az çok başarılı sonuçlar için yapılacaklar vardı ve bunların yapılması durumunda en azından çalışma ve yaşam koşullarında işçi ve emekçiler yararına iyileşmeler sağlanabilirdi. Emeklilik yaşının yükseltilmesi, çalışma süresinin uzatılması, sosyal haklarda kısıntı vb. bugünkü kapsam ve sınırda gerçekleşmeyebilirdi. Bunun için öncelikli gereklilik, bütün işkollarında örgütlü işçilerle sermaye politikalarının hedefinde yer alan ve bu politikalardan zarar gören tüm emekçilerin bir tek cephede birleştirilerek seferber edilmeleriydi. İşçilerin genel grevi bu durumda yaptırımcı bir güç durumuna gelir, grevi esnekleştirerek etkisizleştirme çabaları sonuçsuz bırakılır ve hükümetlere geri adım attırılabilirdi. Ama sendika bürokrasisi, burjuvazinin emrinde olduğunu unutmadan ve hareketteki yeni mayalanmanın daha zor çatışma ve mücadeleleri gündeme getirme koşullarının hızla olgunlaştığının farkında olarak, kendine düşeni yaptı.
İşçi eylemlerinin birleşik bir sınıf hareketi olarak gelişmemesi için sendikal rekabetten kürsü kapma kavgalarına dek bir dizi burjuva manevrasını gündeme getirdi ve işçilerin saflarındaki bölünmüşlüğü gerici amaçları doğrultusunda kullandı. Burjuva liberal, gerici ve sosyal demokrat-reformist sendikacılık akımları, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Türkiye gibi ülkelerde, işçi eylemlerinin, burjuvaziye ve hükümetlerine darbe vuracak bir etki gücü ve düzeyine ulaşmaması için bütün maharetlerini kullandılar. Hükümetler ve sermaye temsilcileriyle görüşmelerinde, “ekonominin ve işletmelerin durumu” üzerine burjuva propagandasına ortak olmaktan, işçilerin gerekli fedakarlıkları yapmaya hazır olduklarını ilan etmeye kadar, bir dizi gerici teminat vermeyi gündeme getirip yinelediler.
Sermayenin işçi-emekçi hareketine karşı başarılı hamlelerine olanak sağlayan etkenler; elbette emekçi hareketinin, özellikle de kapitalizme karşı mücadelenin temel ve ana gücü olan işçi sınıfı hareketinin zayıflık ve eksiklikleriyle sınırlı tutulamaz.
O, egemen sınıf olarak örgütlenmiştir; baştan aşağı örgütlü siyasal-askeri bir aygıta sahiptir; yüz yıllara varan örgütlü egemen gücün deneyimine sahip olarak ve düşünce ve etki gücüyle ezilenleri kuşatmaya almıştır; toplumsal artı-değere el koyma yoluyla her türden entrika, bölücü faaliyet, satın alma, sızma ve sabote etme olanağını elde etmiştir. vb. İşçi sınıfı ve onun saflarından burjuvazi ve emperyalizme karşı mücadele yürütenlerin, her küçük ya da büyük kapışmada, onun bu güç ve olanaklarını hesaba katarak, mücadele araç ve yöntemlerini buna göre geliştirmeleri zorunludur, ve bu gereklilik, bugün çok daha acil hale gelmiştir. İşçi sınıfının, kapitalizmin gelişmesi ve ekonominin ve üretimin tüm sektörlerinin birbirlerine bağlanarak toplumsal bir karakter almasıyla, yaptırım gücü artan rolünü, doğru dürüst yerine getirememesi, burjuvazi ve hükümetlerinin yaşam damarlarını kesme olanaklarını ellerinde bulundurmasına karşın, onun besleyici ana ve kılcal damarlarını kesme gücü gösterememesi, burjuvaziye sahip olduğundan fazla güç sağlamaktadır.
Ama, işçi sınıfı ve emekçilerin burjuvaziye karşı mücadelede nereye kadar ilerleyebileceği ya da eylem ve direnişlerinin burjuva saldırılarını püskürtmeyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağı soyut bir tartışma sorunu değil; dolaysız biçimde somut koşul ve güç ilişkilerine bağlanmış mücadele yöntem, araç ve taktiklerinin başarıyla kullanılıp kullanılmadığına ilişkin somut bir sorundur. Sınıf mücadelesinde, her sınıf kendi konumundan hareketle düşman sınıfa karşı bütün güç ve olanaklarıyla sonuç almaya yönelmeden, mevzi ya da daha genel bir çatışma durumunda, kendi yararına sonuç alamayacağını baştan bilmek, ve hazırlıklarını buna göre yapmak zorundadır.
OLANAKLAR VE YAŞANANLARDAN DERS ÇIKARMA ZORUNLULUĞU
Burjuvazi, işçi ve emekçilerin tek tek ülkelerde ve uluslararası alanda yeniden politik bir güç olarak ortaya çıkmalarını engellemek amacıyla saldırılarını yoğunlaştırırken, ona geri adım attırmak ve gasp ettiği hakları yeniden koparıp almak için emekçi kitlelerinin daha büyük, daha örgütlü ve siyasal etkisi daha güçlü eylemlerine gereksinim vardır.
Kapitalizme ve burjuvaziye karşı hak alma ve sömürüyü ortadan kaldırma mücadelesinin az çok başarılı bir rotada gelişmesinin öncelikli koşulunun, sermayeden bağımsız bir sınıf hareketi olarak gelişip şekillenmeye bağlı olduğu; bu başarılamadığı sürece, burjuvazinin bölme, aldatma ve yedekleme politikalarının etkisiz kılınamayacağı binlerce kez kanıtlanmıştır. Bu, iş yasalarının işçiler yararına düzenlenmesinden asgari ücret ve çalışma süresinin işçinin kendini ve soyunu sürdürmesiyle sınırlı bir ihtiyaç karşılamasının ötesine geçmesini sağlayacak ve zihni gelişme olanaklarına da sahip olacak bir proletarya-burjuvazi, emek-sermaye ilişkisinin kurulması bakımından da, gerekli ön koşullardan biri durumuna gelmiştir. Politikanın “yoğunlaşmış ekonomi” olarak tarifi ve ekonomik-sosyal ve politik talepler arasındaki koparılamaz bağ ve iç içelik bugün çok daha belirgin özellik kazanmıştır.
Nispeten uzun yıllara yayılan durgunluk ve düşüşün ardından, işçi hareketinde görülen yeniden yükseliş eğilimi ve Avrupa’nın başlıca ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede ortaya çıkan grev ve direnişler, son birkaç on yıllık süreçte tekelci burjuvazi ve uluslararası sermayenin işçi sınıfı ve ezilen halklara karşı kazandığı mevzi üstünlüğünün dağıtılması için koşulların bugün daha fazla elverişli hale geldiğine, burjuvaziye darbe vurma olanaklarının genişlediğine işaret etmektedir. Burjuvazinin uluslararası alanda sosyalizmin ve halk devrimlerinin yayılmasının önünü kesmek üzere, bir dönem verdiği/vermek zorunda kaldığı ekonomik, sosyal ve politik tavizlerin geri alınması ve hakların daha fazla budanması için 80’li yıllardan itibaren yoğunlaştırdığı saldırılar, bugün daha da üst düzeye çıkarılmıştır; ama, bu gelişme, işçi-emekçi kitleleri içinde artan oranda bir tepkiyi; bu tepkiyle birlikte işçilerin kendileri için politika yapma ve mücadele araçlarını güçlendirme olanaklarının genişlemesini de mümkün hale getirmiştir.
Sermaye saldırılarının tüm ülkelerdeki ortak özelliği, işçi-emekçi taleplerinin ‘aynileşmesine’ yol açarken, uluslararası alanda emekçi dayanışmasının olanakları daha da genişlemiştir. İktisadi hareketin “sınırlar aşan” çevrimi, ve iletişim-ulaşım araçlarındaki gelişme, proletaryanın tek tek ülkelerde ve uluslararası alanda mücadele birliği ve dayanışmasının olanaklarını artırmış; aynı iş kollarında ya da genel olarak ekonominin tüm dallarında baş vurulan işçi direniş ve grevlerinin başka ülkelerde etkili olmasını olanaklı hale getirmiştir. Bu, yalnızca Fransa, Belçika, Almanya, İspanya, İtalya gibi “Kıta Avrupası ülkeleri” bakımından değil; tekellerin el attığı hegemonya alanlarının hemen tümünde, işletmelerin ana ve bağlı şirketleri bünyesinde üretim yapan tüm işyerleri bakımından geçerli duruma gelmiştir. Bundandır ki, İngiltere’de liman işçilerinin başlattıkları bir grevin, Avustralya’dan Türkiye’ye; İspanya’dan Rusya’ya uzanan kıtalararası destek görmesi ve sermayeyi tavizlere zorlaması, bugün çok daha mümkün olabilmektedir. İşçilerin benzer ve ortak taleplerinin çoğalması; bu olgu, hareketin yeniden yükselişinin olanaklarından biri olma özelliği kazanmıştır.
Günümüz işçi ve emekçi hareketinin ortaya çıkardığı yaygın direnişler, işçi sınıfının, kendisi için politikalar üreterek bu hareketin başına geçmesi durumunda; sınıfın tüm güçlerinin, üretimin tüm temel dallarındaki genel eyleminin örgütlenmesinin başarılabileceğini, kapitalist parti fraksiyonlarıyla burjuva sendikal akımların harekete vurduğu ve vurmakta olduğu darbelerin püskürtülebileceğini, hareketteki istikrarsızlığın aşılarak hamle üstünlüğünün ele geçirilebileceğini göstermektedir. Bunun başarılması, 20. yüzyılın ilk yarısında burjuvazi ve emperyalizme karşı kazanılan türden devrimci mevzilerin yeniden elde edilmesinin yolunu da açabilecektir.
Ancak hareketin önemli zaaflarının olduğu; bu zaaf ve eksiklikler aşılmadıkça, sermaye ve hükümetlerinin saldırılarının püskürtülmesi için, kapitalist üretim sürecindeki konumlarının kendilerine sağladığı güç ve olanakları, işçilerin, sonuç alıcı biçimde kullanamadıkları da, aynı süreçte daha fazla açıklık kazanmıştır.
Burjuvazi, uluslararası alanda emeğin sömürüsünü azami düzeye çıkarmayı, yalnızca makinenin ve üretimin teknik yenilenmesi ve emek verimliliğini artırır biçimde örgütlenmesiyle değil; çalışma ve iş sorunlarını işçinin “birey olarak sorunu” haline dönüştürme yönlü baskılarla da gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu saldırılara direnç gösterecek ve yüz yılları bulan emek-sermaye mücadelesi deneyiminden çıkardığı sonuçlar üzerinden mücadeleci bir çizgide yürüyebilecek işçi sınıfı ve emekçi hareketini etkisizleştirmek için, burjuvazi, emekçi örgütlerini zayıflatıp dağıtmaya; işçi sendikalarını ve emekçilerin diğer kitle örgütlerini mücadele ve örgütlenme merkezleri olmaktan çıkararak tabela “şirketleri”ne dönüştürmeye özel bir önem vermektedir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, burjuvazi bunu yapabilme olanaklarını, önemli ölçüde, emekçi hareketinin zaaflarında, güç yitirmelerinin yanı sıra, bir dönem, sermayeyle ilişkilerini işçilerin yasal hakları üzerinden sürdürmelerine karşın, bugün lafızda da olsa, işçinin örgütlenme ve sosyal-ekonomik hakları için mücadele etme diye bir dertleri kalmayan işçi sendikalarının bu tutumlarında bulmaktadır. Onca kitlesel eyleme karşın, işçilerin, taleplerinin önemli bir kesimini ya da çoğu kez küçük bir bölümünü dahi elde etmeden, ve üstelik eski kazanımlarını da önemli ölçüde yitirerek, geriye püskürtülmelerinin nedenlerinden biri, sendikalarla işçiler arasındaki ilişkinin işçiler aleyhine bu “dönüşümü”dür. İşçi sınıfının büyük kitlesi, sendika yönetim aygıtlarının izledikleri uzlaşmacı çizgi ve mücadele etmeme tutumu nedeniyle, sendikalardan uzaklaşmıştır. Başlıca kapitalist ülkelerin hemen tümünde, son on yıllarda sendikaların güç yitirme nedenleri arasında, işçilerin bu güvensizliği önemli bir yer tutmaktadır. Uzlaşmacı-işbirlikçi sendikacılık, sermayeye karşı işçilerin örgütlenme ve mücadele merkezleri olması gereken sendikaları bu özelliklerinden koparmış, önemli ölçüde işçilerin ve işçi hareketinin dışına düşürmüştür.
Bir diğer neden, birincisiyle bağlantılı olarak, saldırılar karşısında işçilerin sınıf olarak dikilmesini ve emekçi kitlelerin desteğini de harekete geçiren bir örgütlenme ve mücadele anlayışının harekete hakim olamamasıdır. Saldırıları lokal direnişlerle karşılama ve püskürtmenin olanaklı olmadığı bilinmesine ve görülmüş olmasına karşın, üst bürokrasi, “esnek grev” vb. manevralara baş vurmakta; hükümetlerin sermaye adına ve “ulusal güvenliği tehlikeye düşürücü” bularak yasakladıkları grev ve direnişlerin başarıya ulaşması için, genel grev ve direnişleri örgütleme yönünde herhangi bir çaba göstermemektedir. İşbirlikçi sendikacılık, ayakta kalmak için de olsa, işçilerin ücret artışı, iş güvenliği, işsizlik sigortasının, sendika ve sigorta hakkının tüm emeğiyle geçinenler için kalıcı bir hak olarak genelleştirilmesi, çalışma süresinin haftalık 35 saate düşürülmesi, çocuk ve kadınların ağır çalışma koşullarında ve “eşit işe eşit ücret” talebini hiçe sayarak, bir tür angarya çalıştırılmasının engellenmesi vb. talepler için mücadeleyi “kitabından silmiş”tir.
Burjuva sendikacılığı ve onun çeşitli kolları, tekelci büyük sermaye ve kapitalistlerle, onların meşruiyet ve yasallık anlayışı içindeki “mücadele” ile kendini tanımlamayı yeterli görmektedir. Bu durum, sermaye ve gericilik cephesini cesaretlendirmekte; tekelci sermaye ve hükümetleri, sendikaları, toplusözleşme hakkını, grev vb. mücadele araç ve yöntemlerini “gayrı meşru” ilan etme pervasızlığına götürebilmektedir. İşçilerin hak alma, ücretlerini yükseltme, sosyal kazanımlarını artırma; çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirme yönündeki çabalarının ve bu yönlü grev ve gösterilerinin “iş yaşamı ve işletme güvenliğine aykırı, rekabet gücünü düşürücü ve ülke çıkarlarına zarar verici” sayılmasının nedenleri arasında, bu teslimiyetçi-uzlaşmacı “örgütlenme ve mücadele” çizgisi önemli bir yer tutmaktadır.
Oysa, hareketin, birleşik bir hareket olarak yükselmesi için koşullar, bugün önceki tüm dönemlerden daha uygun ve olgundur. Saldırılar, tüm işçileri ve onlarla birlikte tüm emekçi kesimlerini hedeflemekte; hemen tüm ülkelerde benzer saldırı programı uygulanmaktadır. “Refah ve mutluluğun tüm topluma paylaştırılması” gibi, ikiyüzlü propagandayla uygulanma kolaylığına kavuşturulmak istenen bu program, tüm emekçi kesimlerini hedefe koymuştur, ve bunun sonucu olarak, işçi sınıfı ve emekçilerin diğer tüm kesimlerinin talepleri içinde birleştirici “ortak noktalar” çoğalmış; mücadelenin üzerinde şekilleneceği “ortak platform”un oluşturulması daha da kolaylaşmıştır. On yıllardır burjuvazi tarafından uluslararası alanda sürdürülen “yeni dünya düzeni” demagojisinin bir yalandan öteye gitmediği görülmüş, burjuvazi, bizzat kendi saflarında patlak veren çatışmalarla, daha büyük kavgaların ve sert sınıf çatışmalarının kapitalizmin kaçınılmazlıklarını oluşturduğunu kanıtlamıştır.
Buna karşın, hareketin dönemsel ya da bünyesel en önemli zaaflarından biri, mücadele pratiğinin derslerinden gerekli ve zorunlu sonuçları çıkararak, sermaye ve gericiliğe karşı mevzilerini koruma ve geliştirmede deneylerinin sonuçlarından yararlanmanın yeterince başarılamaması olmaya devam ediyor. Sermayenin özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek çalıştırma ve iş yerlerini alt birimlere bölerek işçilerin yığınsal birliğini dağıtma girişimine ve bu yönde kat ettiği mesafeye karşın, fabrika ve işyerleri, işçinin kapitalistle cepheden karşı karşıya geldiği ilk alan olmaya devam ediyor. Üretimin fabrika-atölye ve işyeri temeli, sermayeye karşı mücadelesinde, bu alanların işçinin kalesi olmasını olanaklı ve zorunlu kılıyor. Fabrikaların işçilerin kalesi olması gerekliliği, diğer yandan, kapitalistlere karşı kavgasında, işçi sınıfının başarılı olabilmesinin de koşullarından birini oluşturur. İşyeri ve fabrika örgütü ve örgütlenmenin bu temel dayanağı, koşullara bağlı olarak, mücadelenin başarısı üzerinde kesin etkide bulunur. İşyeri ve fabrika örgütüne dayanmayan ya da onun üzerinde şekillenmeyen herhangi bir mücadele biçimi daha baştan yara almaya ve yarım kalmaya mahkum olmuştur. Kapitalistlerle mücadelesinde işçi sınıfının grev, genel grev, dayanışma grevi ve bütün öteki emekçilerin genel direnişini de içermek üzere genel eylemlerinin başarısı, başlıca, karşıt sınıfların güç mevzilenmesine, iç çelişkilerinin boyutlarına ve uluslararası etkenlere bağlı olmakla birlikte; bu eylemler, fabrika ve işyeri birim örgütleri ne kadar yaygın, güçlü ve sağlamsa; o denli başarıya yakınlaşır ya da başarılı olur. Tersi durumda ise, hareket, en temel dayanak ve mevzi üstünlüklerinden kopmuş olduğundan, yenilgiye uğratılması daha kolaydır.
Burjuvazi ve onun işçi hareketi saflarındaki uzantısı sendika bürokrasisi, işçileri bugün öncelikle bu temel örgütlenme alanında vurmaktadır. Sendikaların işçilerden soyutlanmış ve neredeyse bütünüyle kopmuş olmaları; ve işi, hükümet ve tekelci patron örgütlerinin temsilcileriyle kulislerde “halletme” çizgisi, ve direnişlerin, fabrika ve işyeri örgütleri üzerinde yükselmesi için herhangi bir çabanın gösterilmemesi, “genel eylemler”e baş vurulması durumunda dahi, bu eylem ve direnişlerin, sermaye için ciddi tehdit düzeyine ulaşıp onu ve hükümetlerini püskürtmesini ya mümkün olmaktan çıkarmakta ya da çok ender durumlarda ve elde edilebilir olanın bir hayli gerisindeki kimi kazanımlarla sonuçlanmasına yol açmaktadır.
Açıktır ki, sorunun aşılması için, sendika ağalarını, federasyon ve konfederasyonların üst yönetimlerini teşhir etmek yeterli olamaz. Bu, elbette yapılacak; hatta geniş işçi kesimlerini bürokrat burjuva sendikacılığının etkilerinden kurtarmak ve kendilerinin sınıf çıkarları yönünde mücadeleci sendikalarda örgütlenmelerini, geniş işçi ve işsiz kesimleri içinde sendikaların yeni tarzda örgütlenmelerini teşvik etmek ve sağlamak üzere, daha etkin tarzda yapılacaktır.
Ama, bu, yetmez ve bununla kalınamaz. Sendikal örgütlenmenin, sendikaların, işçilerin örgütlenme ve mücadele merkezleri olarak yeniden kurulmalarını sağlamak üzere yenilenmesi de dahil, işçi hareketinin, burjuvazi ve emperyalizme karşı politik bakımdan bağımsız bir sınıf hareketi olarak örgütlenmesi ve iktidar mücadelesine daha güçlü ve yaygın biçimde atılması için, öncelikle, hareketin, fabrika ve işyeri örgütleri üzerine oturması gerekmektedir. İşsizlik saldırısıyla işçilerin saflarında yaratılan dağınıklığın devam ettiği, işyeri-fabrika sahasında rekabetin kışkırtıldığı ve dayanışmanın yıkıma uğratıldığı bu dönemde, sorun, daha da önem kazanmıştır. Bugün işçilerin önemli bir kesimi üretim dışına itilmiş, işsizler ordusunun saflarına atılmıştır. Çalışır durumda olanların büyük çoğunluğu sendikalarda bile örgütlü değildir. Sendikaların yeni tarzda ve yeniden örgütlenmesi ya da aynı anlama gelmek üzere, işçilerin kitlesel örgütlenmesi için gösterilecek çaba, işçi sınıfının sermayeye karşı iktidar mücadelesi görevlerinin yerine getirilebilmesi koşullarından birini oluşturmaktadır. Bu koşul ve zorunluluklar, devrimci bir partiyi, işçilerin kitleler halinde sendikalarda örgütlenebilmeleri ve sendikaları kendilerinin mücadele ve örgütlenme merkezleri haline getirmeleri için mücadeleyle, hareketin bağımsız sınıf hareketi olarak örgütlenmesi temel görevini birleştirme ve başarmakla yükümlü kılmaktadır.
İşçi hareketinin sınıf düşmanlarını geri püskürtmesi ve kendisininkiyle birlikte ezilen tüm kesimlerin haklarını ve çıkarlarını koruması, elbette, öncelikle sınıfa karşı sınıf olarak dövüşmesini bilme ve sınıf mücadelesinin gereklerini tüm alanlarda başarıyla yerine getirmeyi başarmasına bağlıdır. Bu, yukarıda sayılanlarla birlikte ve bütün onları da gerçekleştirebilmenin koşulu olarak, işçi hareketinin sosyalizmle birliğini güçlendirip, kapitalizme ve burjuvaziye karşı politik bir hareket; iktidarı almayı amaçlayan devrimci bir parti olarak örgütlenmesinden geçmektedir. İleri kitlesi burjuvazi ve emperyalizme karşı mücadeleci bir devrim partisi olarak örgütlenen işçi sınıfının, bu olanak ve mevzisini güçlendirmeden kalıcı başarı sağlaması olanaksızdır. Sendikaların yeni tarzda ve yeniden örgütlenmesi de içinde olmak üzere, proletaryanın, bağımsız ve devrimci bir sınıf olarak, kapitalist üretim sisteminden aldığı devrimci rol ve gücü, toplumu gerçek özgürlüğe kavuşturmak yönünde başarıyla kullanabilmesi için, hareketin, sınıf bilinçli bir işçi hareketi olarak örgütlenmesi zorunludur. Bunu ise, ancak, bugün örgütlenmiş olan sınıfın ileri ve devrimci kitlesi, partisi ve onun temel işletmeler ve fabrikalar başta olmak üzere, işçi yoğun bölgelerdeki örgütleri gerçekleştirebilir. Parti ve sendikaların devrimci çizgi birliği, sermaye ve gericiliğe karşı mücadelenin başarısını sağlayacaktır. Bunun teminatı, işçi hareketi içinde burjuva ideolojisi ve politikasının tüm biçimlerdeki etkisine karşı kararlı bir mücadele yürütmektir.
Bu görev ve zorunluluklar yerine getirilmeden, bugünkü dağınıklığın ve hareketin takatsizliğinin aşılmasına gerçek anlamda katkıda bulunamaz.