Kürt sorunu, Cumhuriyet’in 80. kuruluş yılında çözümlenmemiş bir sorun olarak duruyor. Cumhuriyetin kuruluşunda, Türkler ve diğer tüm halklarla omuz omuza mücadele eden Kürtlerin durumu, aslında Cumhuriyet’in karakterinin izahı olarak değerlendirilebilir. Emperyalist kuşatmadan ve işbirlikçi saltanat sahiplerinden kurtarılan topraklarda kurulan ve sürdürülenin nasıl bir Cumhuriyet olduğunu görmek isteyenlerin karşılaşabilecekleri en çarpıcı fotoğraf kareleri, Kürtlerle ilgili olanlarıdır. Kürtlerin tarihine bakarak, Cumhuriyet’i tanımamak ve tanımlamak mümkün. Emperyalist işgale karşı bir halk hareketi olarak gelişen ve tüm dünya halklarının saygı ve sempatisini kazanan Kurtuluş Savaşı sonrasında Cumhuriyet kurulmuş ama, halklar siyasetten dışlanarak mülk sahibi sınıfın iktidarı perçinlenmiştir.
Sovyet devriminin etkisi ve Kurtuluş Savaşı boyunca anti-emperyalist güçlere sunulan desteğin yarattığı sempati, ve Kurtuluş Savaşını başarmış ülkenin, bir demokratik halk devrimi yoluna girme ihtimalinin doğurduğu korku, iktidarını kurmuş olan tefeci-tüccar kesimin “korku kaynakları”na saldırılar düzenlemesine neden olmuştur. 1923 İzmir İktisat Kongresi ve ardından 1924 Anayasası, Cumhuriyeti kuran sınıfların karşı karşıya gelişinde önemli bir süreçtir. İşçilerin ve köylülerin her demokratik talebi ve örgütlenme çabalarının bastırıldığı bu yıllarda, Kürtlerin hak ve özgürlük talepleri ise, “Genç Cumhuriyete yönelik saldırı, dış güçlerin kışkırtması ve işgalcilerin yeniden diriltilmesi” olarak değerlendirilerek, içeride iktidarın gericileştirilerek sağlamlaştırılmasına malzeme edilmiştir. “İrtica” “bölücülük” ve “komünizm” ‘tehlikeleri’nden bazen biri bazen diğeri öne çıkarılarak, diktatörlüğün meşru hale getirilmesine çalışılmıştır. 1919 ile 1922 yılları arasında, yani Kurtuluş savaşı yılları boyunca Kürtlere dair söylenmiş sözlerin ve yine 1923’te uluslararası platformlarda yapılan açıklamaların aksine, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte, inkar ve asimilasyon politikaları benimsenmiştir.
Tek parti dönemi, “çok-partili parlamenter sistem”e geçiş ve sonraki yıllar boyunca tüm hükümetler bakımından bir ortak payda, Kürt sorununda şekillenen resmi politikayı ısrarla uygulamak olmuştur. “Cumhuriyeti Kuran Parti” diye, Baykal’ın övündüğü CHP, ardından DP, AP, MSP Hükümet ve Koalisyonları, ve tüm burjuva-gerici partilerin ortak paydası, Kürt sorununu ezerek “çözme” anlayışı olmuştur. Yine ’71 ve 1980 askeri faşist darbeleri, sıkıyönetim ve OHAL uygulamaları süresince ve tüm “özel kurumlar”ın (asker-sivil) hedefinde, işçi ve sosyalist hareketin yanı sıra, Kürtlerin demokratik hak ve özgürlük mücadelesi bulunmuştur. Cumhuriyet tarih boyunca, Kürt sorunundaki temel resmi politika, diğer tüm “değişikliklere” rağmen sürdürülmüştür. “Sağ”da ve “sol”da, “laik” ve “şeriatçı”, “milliyetçi” kategorideki tüm partilerin tarihi, devletin değişmez inkar politikasını sürdürmek olmuştur. Baskı, imha, sürgün, mecburi iskan, tenkil ve tedip hareketi, idam ve toplu yıkımlar olarak devam eden politika, tek ulus dayatmasıyla sürdürüldü. Tüm uluslardan ve azınlıklardan halkları “eritmek” uğruna Cumhuriyet boyunca büyük acılar yaşandı.
Ancak 1925’teki Şeyh Sait İsyanı “Kürt sorununda çözümün” kalın çizgilerle belirlendiği bir dönem oldu. Bu isyanın bastırılmasında benimsenen tarz ve ilan edilen “seferberlik” hali, bazı farklılıklarla beraber, hâlâ devam etmektedir.
Başta Türk halkı olmak üzere tüm halkların baskı altına alınarak ezilip sömürülmesinde, iktidarı pekiştirmek için bu dönem özenle değerlendirildi. Bu tarihten sonra “Kürt yok”tu. Artık Kürt yoktu ve Kürt iddiasıyla ortaya çıkan her kişi ve oluşumun amansız düşman sayılarak ezilmesi mubahtı. Şeyh Sait İsyanı dönemi, bastırılmasında devletin takındığı tutumun vahşet boyutuyla beraber ideolojik bir tutumun da belirginleşmesi bakımından önemli bir dönemdir. Yakın tarih olan 28 Şubat’ta yaşandığı gibi, çok daha kapsamlı olmak üzere, bu isyan, iktidarı sağlamlaştırmanın aracı haline getirildi. “İrtica ve bölücülük tehlikesi karşısında Cumhuriyeti savunma” refleksi bu dönemden yadigardır. Aydınları, demokrasi ve bağımsızlık yanlısı çevreleri, öğrenim gören genç kuşağı ve geniş bir çevreyi maniple etmede, Şeyh Sait Ayaklanması titizlikle değerlendirildi. TKP’nin de yedeklendiği bu dönemde “sol” ve “sosyalist” çevreler Kürt sorununun çözümünde resmi ideoloji ile mutabakata mahkum edildi. TKP, kurucusu Mustafa Suphi ve 15 arkadaşının Karadeniz’de boğularak öldürülmesini de sineye çekerek, şoven bir çizgide ilerlemeyi bu yıllarda bir politika olarak benimsedi. Bu dönemden sonra, Kürtlerin her “kıpırdanışı” acımasızca bastırıldı. Bu politika giderek, Cumhuriyetin karakteri haline getirildi.
’30’lu yıllarda ise ideolojik çalışmalar arttırıldı. İnkar ve asimilasyonun “bilimsel” temelleri atıldı! “Güneş Dil Teorisi”, “Türk Tarih Tezi” gibi çalışmalarla Kürtlerin inkarı ve tek ulus içinde eritilmelerinin “bilimsel” temelleri sağlamlaştırıldı. Kürtlerin “dağ Türkü”, Kürtçe’nin ise “Türkçe’nin dağ şivesi” olduğu yönlü saçmalıklar “bilimsel” kanıtlara dayandırıldı. Kürtçe olan her şey yasaklandı. İl, ilçe, köy, mezra, dağ, ova isimleri değiştirildi. Kürtçe olan her şeyin kayıtlardan kazınması için hummalı bir çalışma başlatıldı. Kemalizm’in ideolojik tutumu ve resmi politika olarak şekillenen ve şiddet araçlarıyla sürekli geliştirilen bu politikalar, bugün hâlâ süren politikalardır.
AKP VE KÜRT SORUNUNDA GELİŞMELER
AKP de, devletin resmi politikasına uygun davranmaktadır. Dahası bu Hükümet tüm diğer hesapları için Kürt sorununu kurban vermiş durumdadır. O da, kendisinden önceki tüm hükümetler gibi Kürt sorununu demokrasi sorunu olarak görmek istemiyor. KADEK’i ya da başka herhangi bir örgütü bir sonuç olarak görmek, Kürt halkının kültürel, sosyal ve siyasal sorunlarını çözmek yerine, bölgeyi daha fazla kuşatarak ve Kürtlerin her ses çıkardığı alanı baskı altına alarak inkarı derinleştirmek, direnci kırmak istiyor. Şimdiye kadar bastırmakla övünülen 29 isyanda ne yapıldıysa, onu yaparak yol almak, “çözüm” bulmak peşinde. Erdoğan, hükümetin ilk günlerinde, “Kürt sorunu yoktur diye düşünürseniz, sorunu çözersiniz” diyerek çözüm yoluna işaret etmişti. Son zamanlarda saldırıların dozu daha da arttı. Cemil Çiçek, Adalet Bakanı değil, bir Polis Şefi gibi hareket ederek açıklamalarda bulunuyor. Çıkarılan pişmanlık yasasının fiyaskoyla sonuçlanmasının da etkilediği ruh haliyle saldıran hükümet, şovenizmi kışkırtıcı açıklamalar yapıyor. Genel siyasi af ve Kürt sorununa demokratik barışçıl çözüm isteyenlere kinle yanıt veriyor. Bakan Çiçek, “40 bin masum insanı mezarında tek başına bırakan Öcalan da tek başına kalmalıdır” diyerek şiddeti ve çatışmayı körüklüyor; OHAL koşullarını aratmayan ortama ve saldırılara gerekçe bulmaya çalışıyor. Yalnız Kürtlere değil, barış ve demokrasi isteyen işçilere, emekçilere, gençlere ve kadınlara yönelik şiddetin dozunu arttıran hükümet ve yönetici güç odakları, hâlâ “bölünme” edebiyatıyla Kürt sorununu emek ve demokrasi güçlerini bölmenin malzemesi olarak değerlendirmek istiyor.
Özellikle birkaç yıldan bu yana azalan çatışma ortamı, Kürtler ve Türkler ve tüm halklar arasında gelişen kardeşlik duygusu ve Kürt sorunun demokratik çözümü yönünde güçlenen havayı dağıtmak üzere bir saldırı dalgası başlatılıyor. Emek, Barış ve Demokrasi Bloğu’nun çerçevesinde sağlanan ve giderek genişleyen kardeşleşme “içerden” ve dışardan bir aşındırma ve saldırı ile dağıtılmak isteniyor. DEHAP’ın kapatılmasına yönelik dava ve Bloğun seçime girmemiş sayılması senaryoları da bu çabanın bir parçası oluyor. AKP hükümeti, emekçilere ve halka karşı ne kadar acımasız ise, Kürtlere ve Kürt sorunun demokratik çözümüne de o kadar düşmanca bir yaklaşım içinde bulunmaktadır. AKP, hükümet olduğundan bu yana bu tutumunda ısrarcıdır. Genelkurmay ile değişik çevrelerin AKP’ye yönelik her “laiklik düşmanı” iddiası, AKP’nin halka ve Kürtlerin taleplerine saldırısı olarak yansıyor. Bingöl depreminde halka yöneltilen şiddet ve sonrasında tüm bölgeye yayılan baskı ve terör bu yaklaşımın tezahüründen başka bir şey değildir. Herhangi bir dönemde yapamadıklarını AKP hükümetine yaptıran egemen sınıflar, AKP’yi Kürt sorunu ve savaş destekçiliğinde posası çıkıncaya kadar kullanmak istemektedirler. İşçi, emekçi ve gençlerin her talep ve mücadelesine, halkın emperyalist işgale ve işbirliğine karşı mücadelesine hunharca saldıran AKP ve iktidar güçleri, Cumhuriyetin 80. Kuruluş Yılı etkinlikleriyle şovenizmi ve saldırıları daha da arttıracaklardır.
Ancak, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunu gibi sorunların baskı ve şiddetle ertelenmesi bugün artık daha zordur. Bu tutumu sürdürenlerin, DYP, DSP, MHP ve diğer irili ufaklı onlarca partinin akıbetini paylaşacağı kesindir. Ve artık halkın partilerin arkasındaki güçlere, yönetici güç odaklarına yöneleceği bir döneme girilmektedir. Milyonlarca halk için, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun demokratik çözümü en temel ve can alıcı talep haline gelmiş bulunuyor. Birkaç yıldan bu yana AB Uyum Yasaları ile bu talepleri yedekleyerek, halkı beklenti içine sokan burjuvazi ve partileri, olanaklarını tüketmektedir. Halk, yıllardır demokratikleşme adına yapıldığı söylenen yasaların hayat bulmadığını, günlük yaşama yansımadığını, baskı ve şiddetin egemen tarz olarak devam ettiğini düşünmektedir. İktidarı elinde bulunduran güç odakları için şimdi, Uyum Yasaları’ndaki düzenlemeler bile sorun olmuş, tüm riyakarlık ortaya çıkmıştır. Artık, demokratikleşme güldürüsüne son vermek üzere, tüm halk güçlerinin gidişata el koymaları için koşullar her zamankinden daha elverişli hale gelmektedir. Burjuvazinin gelişen hareketi parçalamak için Kürt sorununu umacı haline getirmesi boşuna değildir. Kürt sorununu KADEK sorunu ve KADEK’i de “bölücü terör örgütü” olarak gösterip, emekçileri yedeklemek için çaba içinde olan burjuva cephe, aslında savaşa ve sömürüye karşı gelişen tepkiyi ve demokratik Türkiye mücadelesini dağıtmak istemektedir.
GELİŞMELER KARŞISINDA SINIF PARTİSİNİN TUTUMU
Egemen güçlerin bu saldırı politikasını püskürtmek için çok yönlü, kapsayıcı ve akıllı bir çalışma yürütmek gerekmektedir. Dönemin sorunlarını görmek ve çözüm için gereğini yapmakta sınıfın partisine büyük görevler düşmektedir. Kimilerinin, Blok güçlerinin önemli bileşeni DEHAP’ın zaaf ve tutarsızlıklarını, birleşik hareket yaratmayı zaafa uğratan tutumlarını gerekçe göstererek, Kürt halkının özgürlük davasına karşı gösterdiği tutum; sınıfın partisine ve kadrolarına yabancı bir tutumdur. BAK bu eksen üzerinde hayata müdahale etmekte ve bir güç olmak istemektedir. Bu anlayış ve tutumları mahkum etmek, birleşik halk hareketinin yaratılması için gösterilen çabayla gerçekleşecektir. Ancak, bu sorunu aşmak bugün fazlasıyla önemlidir. Geniş halk kesimlerini kazanma mücadelesi, dönemin esas sorunu olarak önümüzdedir. Savaşa ve işgale karşı mücadele Kürt sorununda demokratik çözüm mücadelesiyle birleştirilebildiği oranda başarılı olunacağı bilinerek, şoven çevreleri püskürtüp etkisizleştirmek önem kazanıyor. Bu durum, sınıfın partisinin bugün önemli bir dönemeçte bulunduğuna işaret etmektedir. Ayrıca, Kürt emekçi yığınlarının özlemleriyle buluşma ve onun özgürlüğü kazanma coşkusuna ortak olma, partimiz ve kadrolarını, tüm burjuva, şoven ve sosyal şovenlerden ayıran tutumdur. Bölge örgütleri ve tüm Türkiye örgütlerinin Kürtlerin demokratik hakları ve siyasal özgürlükleri için mücadeleden geri durmayarak, demokrasi sorununu, tüm Türkiye işçi sınıfı ve halklarının sorunu olarak önüne koymaları, ama her özgün durumu yaratıcılıkla değerlendirmeleri ve bu sorunları aşmaları gerekiyor.
Kürt halkının ulusal ve sosyal kurtuluş davasının kayıtsız koşulsuz savunulması görevi, sınıfın partisinin görevi olarak karşımızdadır. Kuşatılmış, tüm ulusal demokratik hak ve özgürlüklerinden yoksun olarak önemli bir tarihi süreçten geçmekte olan Kürt halkının sorunlarını anlamak, paylaşmak ve davasını sırtlamak, sınıfın partisinin ve onun kadrolarının omuzlarındadır. Ortadoğu coğrafyasında bölünmüş ve parçalanmış ve değişik gerici-işbirlikçi güçlerin esaretine mahkum edilmiş Kürtlerin kendi kaderlerini ellerine alma mücadelesiyle birleşmek için çaba, tüm diğer sorunların üstünde tutulmalıdır.
Sorunları saptamayı marifet sayarak klişe tanımlamalarla hareket etmek sınıfın tutumu olmamıştır. Örneğin, Güney Kürdistan’daki gelişmeleri “Amerikan İşbirlikçiliği” gibi tanımlamalarla izah etmek kolaydır, ama bu, diğer yapılması gerekenleri yapmamak için bir gerekçe de değildir. KDP ve YNK’nin politikaları ve tutumlarından dolayı Kürt halkını suçlamak, işbirlikçi Türkiye yönetimini başından atamamış olan ve hâlâ bu işbirlikçi partilere oy vererek onları destekleyen halkı suçlamaktan farklı değildir. KDP ve YNK’nin tutumu gerekçe edilerek halka sırt çevrilemez. Kürt halkının durumu tüm diğer bölge halklarından farklı ve çok daha karmaşıktır.
Yine KADEK’in tutum ve davranışları, politika ve taktik yönelimindeki “tutarsızlıkları” gerekçe gösterilerek, KADEK’e ve tüm bölge halkına yönelik saldırılara kayıtsız kalmak, bırakın “sol”, “sosyalist” geçinmeyi, demokratça bir tutum bile olamaz. Marksizm’in dünya tarihindeki deneyim ve öğretilerinin gösterdiği de budur. Irak’a asker gönderme çabalarının sürdüğü günümüzde bu aşamada gösterilmeyen tutarlılık, bölgedeki karışıklıklar arttıkça ve Türkiye savaşa bulaştıkça hiç gösterilemeyecek ve halkın parçalanıp yedeklenmesinde burjuvazi “ulusal savunma” cephesini yaratarak başarılı olacaktır.
Emperyalist işgale ve işbirlikçi bölge yönetimleriyle girdiği ilişkilerin gelişmesine, Kürtler içindeki karmaşaya, çeşitli Kürt örgütlerinin emperyalistlerle girdikleri ilişkilere ve ilişkiye girmeyi gözetenlerin varlığına, onların işbirlikçiliği meşru gören anlayışlarına tanık olduğumuz günümüzde, Kürt halkının doğru yolu gösterenlere daha çok ihtiyaç duyduğu kesindir. Kürt halkı kendi kaderini kendisi belirleyecektir. Düşüp kalkacak,ezilip, hırpalanacak, ama ulusal olduğu kadar sosyal kurtuluş politikaları etrafında birleşecektir. Biz, ortaya çıkan eksik ve yanlışları giderebilecek, sorunları çözecek tek gücün Kürt işçi ve emekçi halkı olduğuna inanıyoruz. Bölgedeki ve Türkiye’deki güncel gelişmeler karşısında, Türkiye halkına ve Kürt emekçilerine yönelik her saldırının göğüslenmesi için işçi, genç ve kadın tüm parti kadrolarının tereddütsüz hareket etmesi bugün daha da önem kazanmıştır. Şovenizmin etkisini kırmak, tereddütlerin aşılmasını sağlamak için cesaretle davranmak zorunludur. Partinin Batı illerindeki çalışmasında, şovenizmin etkisindeki geniş halk yığınları gerekçe edilerek, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi taleplerinin savunulmasında “utangaçlık” gösterilemez. Sınıfın partisinin diğer tüm akımlardan ayrım noktası, söylemle uyum içindeki pratik tutumudur. Saldırıları püskürtmek için Kürt halkıyla derin duygu ve düşünce bağları kurmak böyle olanaklıdır. Kürt sorununda şovenizmin etkisinden kurtulamayan, Kürt halkının kendi geleceğini belirleme hakkına saygı ve güven duymayan ve bunun için seferber olmayan, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını kayıtsız koşulsuz savunmayan ve bunun için mücadele etmeyen kimse, devrimci olmayı hak etmiş olamaz. Irkçı ve şoven “Kızıl Elma”nın kapsama alanından çıkamayan “sol” ve “sosyalist”lik iddiasındaki TKP, ÖDP gibi çevrelerin, “komünist” sıfatlara sahip diğer şovenizmin etkisindeki çevrelerin halk ve gençlik içerisinde -örgütsel olmasa da fikri düzeyde olan- etkinliklerini gidermek, bölgedeki gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni sorunlardan dolayı her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır. Bu sorun, KADEK ya da başka herhangi bir hareketin değil, sınıfın partisinin, onun kadın ve gençlik örgütünün sorunu olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca, “Türk Solu”nun sözünü ettiğimiz bu akımlarla ifade edilmesine karşı mücadele etmek, “Türk Solu”nu şovenizm ve ırkçılıkla malul göstermekten kurtarmak için yürütülecek mücadelede de sınıfın partisi görev ve sorumlulukla hareket etmek durumundadır. Bu çevrelerin şoven politik etkisini kırmak ve burjuvazinin yedeğine düşmelerini engelleyerek halk güçleriyle buluşmalarını sağlamak için –yeni oluşum ve platformların yolunu açmak da dahil olmak üzere– hızlı hareket etmek önem kazanıyor.
BÖLGEDEKİ GELİŞMELER, EMPERYALİZME VE İŞBİRLİKÇİLİĞE KARŞI MÜCADELE
Irak Savaşı ve işgalle devam eden gelişmeler, Kürtlere yönelik saldırı olarak yansıyor. Ancak Kürtler bakımından, her parçaya yansıyan farklı bir durum söz konusu. Bölgedeki her politik Kürt örgüt ve oluşumu, işgali ve gelişmeleri farklı bir pencereden değerlendirmektedir. Sınıfın partisinin tutumu açık ve nettir. Kürt işçi ve emekçilerin giderek daha da güçlenen tutumu da, işgalci emperyalist güçlere karşı mücadele ve direnen Irak halkının desteklenmesi tutumudur. Ancak, ABD’nin sinsi tavrı, Kürtlerin bölge yönetimlerinden çektiği acılarla birleşince, bir kafa karışıklığı oluştu. Bölge diktatörlüklerinden büyük acı çeken halk “nefes aldığını” düşünmektedir.
KADEK; PDK ve YNK’dan farklı bir değerlendirme ve fiili tutum içinde olmakla beraber, gelişmeleri tahlil etme ve politik taktik tutum geliştirmek bakımından sürekli değişiklik göstermektedir. Bir yandan ABD eleştirilmekte, diğer yandan ABD ile işbirliğinden yana olunduğu açıklanmaktadır. ABD ve bölge ülkeleri arasındaki konjonktürel sorun ve çelişkilere fazlasıyla bel bağlanmaktadır. PDK ve YNK, Kürtlerin Saddam esaretinden kurtulmuş olduğunu ve kendi kaderlerini ellerine almak için koşulların yaratıldığını düşünerek, ABD ile fiili işbirliği halindedir. ABD güçleriyle Kürt halkı arasında yer yer çatışmalar çıksa da (Kerkük’te Kürt bayraklarının indirilmesi olayında olduğu gibi), bu iki politik otoritenin yönelimi, şimdilik bu işbirliğini sürdürmekten yanadır. PDK ile YNK arasında bazı farklı değerlendirme ve eğilimlerden söz etmek mümkün olsa da, bunlar esasa ilişkin değil. Ancak, ABD’nin atadığı Konsey üyelerinin hemen tümünün de ifade ettiği gibi, bu iki örgütün liderleri de, Irak yönetiminin bir süre sonra Iraklılara bırakılarak işgale son verilmesini istemektedirler. KADEK ise, Türkiye’yi yöneten gerici ve işbirlikçi güç odaklarının süren tutumundan dolayı “temkinli” davranmakla beraber, beklentilere sahip olduğunu açıklamaktadır. KADEK, ABD ile uyum içinde değildir, ama bunu istediğini bazı açıklama ve kararlarıyla ilan etti. ABD, Türkiye ile ilişkilerinden dolayı KADEK’le açık bir işbirliğine girmemekte, ama bir pazarlık kozu olarak kullanmaktadır. Türkiye’nin temel isteği olan KADEK’in tasfiyesi, Türkiye ile ABD arasında bir anlaşmazlık sorunu olarak kalmakta, böyle süreceği de anlaşılmaktadır.
KADEK’in Kürt sorunun çözümüne ve örgütün durumuna ilişkin attığı adımlar ve ileri sürdüğü çözümler, yönetici güç odaklarınca ret edildi. “Çözüm” için adım atılması halinde silahlı güçlerini dağıtıp, ülke içine döneceğini açıklayan KADEK yanıtsız bırakıldı. KADEK’in “çözüm” planının içeriği tartışılır olmakla birlikte, demokratik ve halkçı bir çözüm için atılacak adımlarla Türkiye’nin Kürt sorununun çözülebileceği açıktır. Tüm emek ve demokrasi güçlerinin talebi de, Kürt sorununun çözümü için adım atılmasıdır.
Irak’ta işgalle birlikte ortaya çıkan ve giderek genişleyen direniş, henüz küçümsense de, aslında, emperyalizme karşı halkların direnişinde bir dönüm noktası oluşturma potansiyeli taşıyor. Ancak KDP, YNK, KADEK ve birçok örgüt bu direnişi yanlış bulmaktadır. Oysa Kürt, Türk tüm Türkiye halkı bu direnişe sempati beslemektedir. Direnişi dikkatle izleyen halk, dayanışma duygularıyla desteklemektedir. Ancak Kürt örgütlerinin önemli bir kısmı, direnişi; “statükocuların beyhude çabası” ve direnişçileri de “kısa süre sonra tükenecek Baas artıkları” olarak küçümsemektedir. Elbette bu değerlendirmenin sahipleri büyük bir yanılgı içinde bulunuyorlar. Bu, direnişin genişleyip genişlemeyeceği ve direnişin emperyalist işgali püskürtecek düzeye çıkıp çıkmayacağından bağımsız olarak, yanlış bir değerlendirmedir. İşgal edilmiş Irak topraklarındaki direniş ve emperyalistleri kovma mücadelesi, en başta özgürlük mücadelesi veren Kürtler ve Kürt politik çevrelerinin anlaması, meşru görüp desteklemesi gereken bir tutum olmalıdır. Kürtlerin tüm bölge devletlerinden ve Baas rejiminden gördüğü baskı ve katlandığı esaret, bu sonuca götürmemelidir. Bu, özgürlük için mücadele eden bir halkın, esaret altındaki başka bir halk karşısında alacağı tutum olamaz. Bu yaklaşım, halkların emperyalizme, sömürgeciliğe ve zulme karşı tutumunda çarpıklara neden olur ve ne zaman kime yöneleceği belli olmayan gerici bir tutumu besler. ABD’nin Irak’ı işgal etmesi; Saddam diktatörlüğünün yıkılması gerekçe edilerek ve Baas gericiliğinin on yıllardır Kürtlere uyguladığı vahşet, dahası Halepçe gibi bir katliam ve hak yoksunluğu ileri sürülerek, olumlanamaz. ABD’nin işgalini “demokratik sömürgecilik” gibi tanımlamalarla ifade etmek, savaşı ve ardından işgali, bölgedeki statükocu ve baskıcı yönetimleri tasfiyeye yönelik bir girişim olarak mazur görmek, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi veren bir halkın temsilcilerinin savunacağı bir tutum olmamalıdır. Amerikan işgalini, Irak halkları ve bölgedeki herhangi bir halk için olumlu saymak ve demokratikleşmenin önünü açacak bir gelişme olarak değerlendirmek ve Kürtler lehine bir gelişme varsaymak yanıltıcıdır. Irak-İran Savaşı’nda İran desteğindeki Kürtlerin tarihi, daha önceki yıllarda emperyalist ve gerici yönetimlerle işbirliğiyle sağlanan statülerin deneyimleri de ortadadır. Ortaya çıkan durumu halk lehine değerlendirmek ve çemberi yarıp mücadeleyi sürdürmek için, emperyalistler ve işgalci güçler hakkında yanlış değerlendirme ve beklentilere gerek yoktur. Konjontürel olan ve şimdilik işgalci güçlerin planlarına uygun olan durumun değişebileceği/değişeceği hesaplanarak, halka ve halkçı güçlere dayanılmalıdır.
Bölgedeki gelişmeler, ABD’nin, Türkiye’nin işbirlikçi güç odaklarından istekleri, Irak Kürdistanı’ndaki gelişmeler ve başka birçok faktör, Türkiye’de Kürtlere yönelik saldırıların dozunu arttıran etkenler olarak işlev görüyor. KADEK, emperyalistler ve bölge gericilikleri ve işbirlikçi güçler için hedeftir ve ezilmesi gereken “terör örgütleri” kategorisindedir. ABD uşaklığında tescilli Türkiye’nin yönetici güç odakları, Irak Kürdistanı’ndaki her gelişmeyi “içeride” Kürtlere saldırı vesilesi etmektedir. Bölgede, Irak’ta ve özellikle de “Kuzey Irak”ta yaprak kımıldasa, bu, Türkiye’de Kürtlere, emek ve demokrasi güçlerine yönelik saldırıya dönüşüyor. “Kuzey Irak’taki “Kürt oluşumu” ve bu bölgeyi yıllardır arka bahçesi haline getirip “tatbikat sahası” olarak kullanan güçlerin etkisiz kalması çılgınlık yaratmaktadır. Bölgeye saldırı düzenlemek için her yolu deneyen güç odakları, Türkiye’nin tehdit altında olduğu propagandasıyla yatıp kalkmaktadırlar. Irak Kürdistanı’ndaki gelişmelerden dolayı ülkenin her an parçalanabileceği yönlü paranoyayla, Kürtlere yönelik kapsamlı bir saldırı başlatılıyor. Irak’a asker gönderilmesine karşı ortaya çıkan güçlü halk muhalefetini bastırmak, parçalamak ve yedeklemek için Kürtler lanetlenmekte, tüm melanetlerin müsebbibi olarak Kürtler gösterilmekte ve yeniden başlatılan düşmanlaştırma kampanyasıyla yeni bir “askeri seferberlik” ilan edilmeye çalışılmaktadır. Kızıştırılan çatışama ortamı içinde, Kürtler, tarihinde görülmedik ölçüde boy hedefi edilmektedir. Güney’den her an içeri girerek karışıklık ve giderek bölünme yaratacak yabancı güçlerin, bölücü terör elemanlarının varlığından söz edilerek, KADEK ve Öcalan üzerinden sürdürülen propaganda ile, halklar arasında yabancılaşma ve düşmanlık derinleştirilerek, boğazlaşmanın zemini oluşturulmaktadır. Irak’a asker göndermeye esas gerekçe olarak Kürt sorunu ve “bölücü örgüt” gösterilmektedir. Böylesi bir dönemde emperyalizme, bölge gerici yönetimlerine ve işbirlikçilerine karşı bölge halklarının dayanışmasına ve desteğine, kazanılmasına ihtiyaç vardır.
1 Mart Tezkeresi’nin reddiyle “kaybedilenler” gazete sayfalarında dizi, ekranlarda program oluyor. Bir kampanya başlatılıyor. Türkiye’nin kayıpları ile Kürtlerin kazanımları kıyaslanarak, savaşa karşı çıkan halka lanet okunuyor. ABD tarafından geçersizleştirilmesine rağmen “kırmızı çizgiler”den yeniden söz açılıyor ve Kürtlerin “Kuzey Irak”ta, kendi topraklarındaki ‘yeni’ yaşamı, kışkırtmanın hedefi haline getiriliyor. “Kürt’ten dost olmaz” fikri, Türk ve diğer halklara empoze ediliyor. Kürtler “bölücülük”, “bölücü terör örgütü” gibi kavramlarla eşleştiriliyor. ABD için ölüme gönderilecek olan askerler, Irak halkının karşısına, işgale direnen halkların üzerine salınan güçler olarak değil, tehdit altındaki vatanı düşmandan temizlemek üzere gönderilen kahramanlar olarak lanse ediliyor. Halk, şoven bir politik atmosfer etrafında yönlendirilerek, esir edilmek isteniyor. Bu koşullarda, halkların emperyalizme, işbirlikçi bölge iktidarlarına ve işgale karşı nasıl tutum alacağını doğru saptamak ve belirlenen hattın savunulmasında ısrarcı olmak hayati derece de önemlidir. ABD ile işbirliği halinde bölgeye girmek isteyen güç odaklarının planlarını bozmak ve engel olmak, ABD ile değil halkların gücüyle olanaklıdır.
Irak’a savaş açarak ve Irak’ı işgal ederek buraya yerleşen ve emperyalist yayılmayı sürdüren ABD, bölgede birden fazla kombinezonu hesaplayarak adım atmaktadır. Arap, Kürt, Türkmen, Asuri ve diğer halkları, Sunni ve Şiileri, Suriye, İran ve Türkiye’yi ve buradaki gelişmeleri değerlendiren ABD; en azından şimdilik KADEK güçleri ile bir çatışmaya girmeyi düşünmemektedir. Ama bu, bir güvence oluşturmuyor. Bu, hem Türkiye’ye daha çok boyun eğdirmek, hem Türkiye’deki Kürtler ve demokrasi güçlerinin tepkisi hem de Ortadoğu’da yaşayan tüm Kürtlerin durumu gözetilerek sürdürülüyor. ABD; PDK ve YNK ile süren ilişkilerinin KADEK’i de kapsayarak genişlemesini amaçlamakla beraber, Kürtler arasında sağlanmış bir güçbirliğinin, gelecekte kendisi için doğuracağı sakıncaları da hesaba katmadan edemiyor. Güney’deki “oluşum”un halk lehine ilerlemesinin garantisi de bu gerçekleri görmekle mümkündür.
KADEK’in yedeklenmesi için sürdürdüğü çabadan da vazgeçmeyen ABD, battığı bataklıktan düze çıkmak, diğer emperyalistlerin onu çıkmaza düşürme planlarını savuşturmak için, “Yedi Kocalı Hürmüz” gibi, bir çok tarafı idare etmektedir. Türkiye’yi bataklığa çekmek için ekonomik, siyasi ve askeri nüfuzunu devreye sokmuş bulunan ABD, Türkiye’nin bölgeye ilişkin Kürt sorunu, Türkmen kartı, Musul ve Kerkük petrolleri gibi emellerini de bilerek hareket ediyor. 11 askerin başına çuval geçirilerek Kerkük’e götürülmesi, sonra sorgulanıp bırakılmasıyla “kendi başına iş yapmaya kalkışma” uyarısı boşuna yapılmadı! Ancak Türkiye’yi yöneten güç odakları, Türkmenleri yedekleyerek ve bazı Arap aşiretlerini “kafalayarak” bölgede bir güç olmayı ve Kürtleri baskı altına alarak etkisizleştirmeyi, Kuzey Irak’ı denetim altında tutmayı ve KADEK’i ezmeyi hâlâ arzulamaktadır. ABD’nin askeri olmaya mahkum bu güç odaklarının bir yandan da, bu emeller içinde olduğu sır değildir.
BAĞIMSIZ DEMOKRATİK TÜRKİYE, KÜRT SORUNUNA DEMOKRATİK ÇÖZÜM
KADEK’i Kürt sorunun yaratıcısı gibi gösteren, bu örgütün çökertilmesiyle, Kürt sorununun da ortadan kalkacağını propaganda eden egemen güçler, her zamanki gibi yalan ve demagojiye baş vurmaktadırlar. Zira, Kürt sorununu KADEK yaratmamıştır. Dahası Kürt sorunu, KADEK’i yaratmıştır. Bir halkın özgürlük ve demokrasi talepleri ve kendi kaderini eline alma mücadelesi sürecinde ortaya çıkmış olan KADEK’in tasfiyesi ya da başka bir hal almasından bağımsız olarak, Kürt sorunu vardır ve Kürt halkı demokratik hak ve özgürlüklerinin kazanımı için mücadele etmektedir. Kuruluşunun 80. yılında Cumhuriyet Türk, Kürt ve diğer halkların demokratik ülkesi haline getirilememiştir. Baskıcı ve sömürgen karakterleriyle gerici ve işbirlikçi güç odakları alaşağı edilmedikçe, bu, mümkün olmayacaktır. Kürt, Türk, Arap, Laz, Çerkez, Gürcü, Ermeni ve diğer tüm halkların, tüm ulus ve mezheplerden Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halkın çıkarlarının savunucusu olan işçi sınıfı partisinin programı ve politik taktik platformu çözüm yolunu göstermektedir. Kürt sorununa ilişkin çözüm önerileri ve halkın her vesileyle dile getirdiği talepler ciddiye alınmadan, baş vurulan her ”çözüm”, daha büyük sorunlar yaratacak, Türkiye halkının maddi ve manevi kayıplarına neden olacaktır. Yalan ve demagojiyle, AB uyum yasaları kapsamındaki demokratikleşme güldürüsüyle, bazı düzenlemeler yapıp bilineni sürdürmekle bir yere varılamadığı ortadadır. Bugün, bu tarzla yol almak hiç mümkün değildir. Zira, artık ne Kürtler yıllar önceki durumdadırlar, ne bölge eski halinde, ne de Türkiye halkı olup-biteni sineye çekebilecek durumdadır. Dengeler, güç ilişkileri, halklar arasındaki dayanışma eğilimi ve Kürtlerin özgürlüğü kazanma direnci her zamankinden daha ileri düzeydedir. Türkiye’yi yöneten güç odakları, AB Uyum yasaları için hazırladıkları hemen her pakette, adını koymasalar da Kürtlerin varlığını, hak ve özgürlüklerinin tanınmasını kabul etmiş gözüktüler. Anadilde eğitim, Kürtçe TV ve radyo yayını ve diğer kültürel haklar uygulamada yasaklara takılsa da, uluslararası sözleşmelere geçmiş olan hakların kullanılması için mücadele tüm baskılara rağmen sürüyor. Bu hakların önüne çıkarılan yasaklar tüm baskılara rağmen aşılacaktır. Ayrıca bir bölge sorunu olan Kürt sorunu artık farklı boyut kazanmıştır. Türkiye’nin burnunun dibinde “Irak Kürdistanı” varken, “Kürtler yoktur, Kürtçe yoktur” yollu iddiaları ileri sürmek artık zor olacaktır. Bu gerçeği değiştirmek mümkün değildir. Bugün artık Kürtler, sınırları içinde bulundukları her ülkede eşit haklara sahip olmak ve özgürce yaşamak istemektedirler. Zorla ve ezerek Kürtleri esaret altında tutan yönetici güç odaklarına rağmen, her ülkedeki halkların yargısı da bu yönlüdür. Zira Kürtlerin ezilip inkar edildiği bir ülkede ezen ulusun halkı da özgür değildir ve bu, bölge ülkelerinde birleşik mücadele dinamiklerini güçlendirmektedir. Türkiye’de bu yolda belirli bir mesafe alınmıştır. Şovenizmin etkisi giderek kırılmakta, halklar arasında kardeşleşme ve dayanışma duygusu gelişmektedir. Kürtlerin, tam hak eşitliğine, eşit, özgür ve gönüllü birlikteliğe dayalı yaşam isteği, şovenizm karşısında güç kazanmakta, desteklenmektedir. Bir avuç ırkçı ve şoven dışında milyonlarca emekçi bunu arzulamaktadır. Ve yönetici güç odaklarının yıllardır uygulanan statüyü sürdürme olanakları giderek tükenmektedir. ABD’nin Irak’ı işgal koşulları bu durumu sekteye uğratmamış, tam aksine, halk ve mücadelenin yükselmesi lehine veriler sunmuştur. Ayrıca, işgalci ABD’ye karşı bölgedeki tüm halkların bağrında biriken öfke ve yükselen tepki, aynı zamanda, gerici bölge devletlerine karşı birikmektedir. Emperyalist işgal ve ablukayla beraber, bağımsızlık ve özgürlük tüm bölge halkları bakımından yeniden anlam bulmakta, halklar arası dayanışma ve ittifakı gündeme getirmektedir. Ortadoğu halkları arasında gelişen bu dayanışma ve mücadele duygusu, demokratik Ortadoğu özlemini belirginleştirecek ve giderek bunun örgütlenmesini de yaratacaktır. ABD’ye karşı gelişen her eylem, aynı zamanda sömürü ve baskı düzenine karşı, işbirlikçi-gerici bölge diktatörlüklerine karşı halkların bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine güç katıyor. Ve Irak’taki direniş, ABD’nin yenilmez olmadığını gösteriyor, güçlenen yaygın direnişin önünü açıyor. Türkiye halkının tutumu ise, bölge halklarının saygı ve sempatisini kazanıyor. Ve 80. yılında halklar yeniden bağımsız ve demokratik bir Türkiye için daha deneyli ve güçlü olarak kendi yollarında yürüyorlar.