Kürtlerin –özellikle de Irak Kürtlerinin– ulusal haklarına sahip olma mücadelesi yürüttükleri uzun süreçte karşı karşıya kaldıkları zorluklar ve Batılı büyük emperyalistlerle ilişkilerinin kısa hikayesini dergimizin 130. sayısında (Şubat 2003) vermeye çalışmıştık. Orada, Kürtlerin –ve özel olarak Irak Kürtlerinin– mücadele tarihlerinin, ABD başta olmak üzere emperyalistlerle ilişkilerine ışık tutması zorunluluğuna işaret ederek, emperyalistlerin Kürt sorununu istismar ve kullanma politikalarını bilerek hareket etmenin ‘Kürdün tarih dersi’ olması gerektiğini belirtmiştik.
Şubat 2003’te ABD-İngiliz sömürge orduları henüz Irak’ı tümden işgale girişmemişlerdi, ama gelişmeler o yöndeydi. Ardından işgal gerçekleştirildi, Doğu uygarlığının birikimleri talan edildi ve Irak Kürtleri, işgal ordularına büyük ve önemli kolaylıklar sağlayan politikalarıyla, Irak’ın baştan başa yıkımına yardımcı olmuş bir güç durumuna düştüler. İşgalciler ve işbirlikçilerine göre, “Saddam diktatörlüğü yıkılmış, demokrasi ve özgürlük getirilmiş ve Kürtler haklarını elde etmişlerdi.” Bu görüşlerin Irak Kürtleri dışında da etkili olduğu bir sürece girilmişti. Barzani ve Talabani yönetimindeki Irak Kürt politik güçleri işgal askerlerini büyük gösterilerle karşılayıp işgale direnenlerin üzerine birlikte saldırırlarken, ABD-İngiliz emperyalistlerinin başarılı her ilerleyişi, Türkiye Kürt parti ve örgütlerinin bir kesimi tarafından da Batı ülkeleri kentlerinde şenliklerle kutlandı. Türkiye’de işbirlikçi gericiliğin AB ile “uyum yasaları” çerçevesinde gündeme getirdiği biçimsel ve uygulama alanına geçirilmeyen değişiklikler de söz konusu edilerek, “bölgede demokratikleşme ve özgürlüklerin sağlanacağı bir sürece girildiği” belirtiliyor, bunu sağlayacak başlıca gücün ABD olduğu ileri sürülüyordu. Buna göre ABD, “bölgenin demokratik güçleriyle ittifak etmek ve demokrasiyi geliştirmek durumundaydı.” Kürtlerden, salt bu nedenle her zamankinden daha fazla umutlu olmaları isteniyordu, beklenti artmıştı.
Barzani-Talabani yönetiminde Irak Kürtlerinin içine çekildikleri durum ve Türkiye Kürtleri içinde şu ya da bu oranda örgütlü parti ve grupların sözcülerinin bu durum üzerine açıklamalarıyla Irak işgali ve ‘Kürt Federe Devleti’ üzerine yorumları, ABD emperyalizminin bölge politikaları ve demokrasi ve özgürlükler üzerine öne sürdüğü vaazlarından en fazla zarar görecekler arasında Kürtlerin ilk sıralarda yer alacaklarına işaret ediyor. Amerikan ekonomik-askeri gücünü yeryüzünün “karşı durulamaz, yenilgiye uğratılamaz tek gerçeği” gösteren burjuva emperyalist propaganda o denli kapsamlı etkilere yol açmıştır ki, ABD’nin “görev süresi dolmuş” Ankara Büyükelçisi Robert Pearson’un, ABD’nin “Topluma kazandırma yasası’nın kapsam ve uygulamasını beklediği, PKK-KADEK’in K. Irak’tan çekilmesi için çaba göstereceği ve bu olmazsa askeri yaptırımın (çatışma) gündeme geleceği” yönündeki sözleri, onun “başarısız diplomatlığı”yla izah edilebilmiştir.
Pearson’un “ABD-Kürt çatışması kaçınılmaz olabilir” yönündeki sözlerini “ihtimal dışı” sayabilen Kürt politikası, Amerikan yönetiminin bölge politikalarıyla gerekçelendiriliyor; onun “kendi çıkarları gereği Ortadoğu’da demokrasiye evet demek zorunda” ve “Kürt sorunun tümüne çözüm üretmek durumunda”olduğu belirtilerek “ABD’nin demokratik değişim ve dönüşümden yana olan güçlerle kalıcı ittifaklar kurmak zorunda olduğu”na dair ‘umut’ dile getiriliyordu. ABD’nin “sadece Irak’ta değil, Suriye ve İran’da da rejimi değiştirmek istediği”, bu değişimin dayanağı olarak Kürtlerin alınabileceği, bunun için de KADEK’in “birlikte çalışılacak güç” olarak alınması gerektiği yönündeki açıklamalar bunlara eklendi. Bu, en azından, emperyalistlerin, çıkar ve dönemsel politikalarının gerektirdiği pragmatist taktiklerine, içerdiklerinden fazla özellikler atfetmek; bu taktikleri, onların Kürtler ve bölge halkları için içerdikleri tehlikeleri görmezden gelerek ya da görmeyerek, olumlamak anlamına gelmektedir.
İşgal demokrasi üretir mi?
20. yüzyılın tüm tarihinin tanıklık ettiği şey, mali sermaye ve emperyalist devletlerin girdikleri yere hegemonya ve siyasal gericilik taşıdıklarıdır. Ezilen uluslar olgusunu, mali sermaye sistemi, emperyalist büyük devletler ve tekel grupları arasındaki rekabet ve pazar kavgasından ayırmanın; bu “ilişki” dışında bir yere koymanın olanağı yoktur. Ezilen uluslara hak yoksunluğu dayatan, ve fakat bu baskı ve hak yoksunluğunu, sırt dayadığı ve bağımlılık ilişkisi içinde olduğu büyük emperyalist devlet ya da devletlerin destek ve koruması dışında sürdürebilen bir tek çok-uluslu devlet gösterilemez. Amerikan emperyalizminin yayılma politikalarıyla ‘ezilen ulusların bağımsızlığı’ ve “dünyaya demokrasi” arasında kurulan “olumlu bağlantı”, son yirmi-otuz yıllık süreçte, başını yine Amerikan sermayesinin hizmetindeki propagandacıların çektiği burjuva propagandasıyla ilişkilidir, ama bu propaganda bombardımanına karşın, Amerikan tekelci burjuvazisi ve askeri-politik temsilcilerinin Balkanlara, Ortadoğu’ya, Orta Asya’ya ve Latin ülkelerine gerginlik, şiddet, ulusal boğazlaşma, bölünme, ekonomik yağma ve tahribat ihraç ettikleri de, aynı süreçte yaşanan ‘gelişme’ ve ‘toplumsal gerçekler’ olmuştur. Amerikan emperyalizminin ve AB üyesi Batılı büyük devletlerin SB’nin ve Yugoslavya’nın parçalanmasını sağlamakla kalmadıkları, Azeri-Ermeni, Çeçen-Rus; Sırp-Boşnak; Sırp-Hırvat boğazlaşmasına zemin hazırlayıp halkları birbirlerine kırdırma üzerinden bölgeye yerleşmeye çalıştıkları biliniyor.
Amerikan tekelci burjuvazisinin Ortadoğu ve Orta Asya’da petrol, doğalgaz ve diğer hammadde kaynaklarıyla onların Batı pazarlarına iletim hatlarını denetime alma ve diğer büyük güçlerle aynı amaçlı rekabeti politikalarından –bu politikalar savaş ve işgal üretmelerine karşın–demokrasi ve bağımsızlık “üretmek”; bu, doğrusu, kurda kuzu emanet etmekle aynı şeydir.
Amerikan yayılmacılığıyla Kürtlerin hakları; Amerikan politikalarıyla ‘demokratik dönüşüm’ ihtiyacı arasında kurulan bu ilişki, Amerikan mali sermayesinin 20. yüzyıl boyunca sürdürdüğü ve bugün daha da pervasızca devam ettirdiği politikalarıyla karşıtlık içindedir. Bu bakımdan ABD-İngiliz sömürgecilerinin Ortadoğu politikalarının ve Irak’ın işgal edilmesinin Kürtler –ya da başka herhangi bir halk– yararına sonuçlar doğuracağı, petrol kaynaklarını kapatan Halliburton, Exxon Mobil gibi Amerikan tekellerinin bölgeye demokrasi getireceği, bölge gerici rejimlerine karşı Kürtlerle ‘demokratik ittifak kuracağı’ düşünce ve beklentisi, niyetten bağımsız olarak, halkların, bu demokrasi ve özgürlük düşmanı uluslararası güçlere karşı silahsızlandırılması anlamına gelecektir. Amerikan emperyalist şeflerinin “dost” mu, düşman mı olduğu sorusunun yeniden gündeme getirilmiş olması ve Kürt politik çevrelerinin ABD lehine umutlu beklentileri, Doğu’nun ezilenlerinin karşı karşıya bulundukları tehlikenin büyüklüğünü göstermektedir.
Ulusal bağımsızlığın ve siyasal demokrasinin emperyalizmin ihraç malları arasında görülmesi ve emperyalistlerin “gelişmiş demokrasi”nin temsilcileri sayılmaları; ama faşizm, ulusal baskı ve demokrasi düşmanlığının tekelci-emperyalist güçlerden bağımsız ve yalnızca işbirlikçilere ait “vasıflar”a indirgenmesi, farkında olunup olunmamasından bağımsız olarak, emperyalizm yararına bir beklenticiliğin güçlenmesine, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesinin yara almasına neden olacaktır.
Irak’ta Kürt devleti mi kuruldu?
Irak Kürdistanı’nda olan nedir; hangi türden bir devlet örgütlenmesi gerçekleşmiş ya da gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır? Soru, Irak Kürtlerinin kaderlerini tayin sorunuyla ilgili olduğu kadar, orada olanlar, Kürt sorununun çözümüne yönelik burjuva ve emekçi politikalarının kesin ayrımının bir kez daha belirlenmesi bakımından da ayırt edici öneme sahiptir.
Şimdi tarih dersi her zamankinden daha fazla önem kazanmıştır ve soru şudur:
Irak’ta kurulan “hükümet konseyi”, Şii-Suni Araplarla Kürtlere mensup “yöneticiler”i kapsadığına göre, Irak uluslarının iradesini temsil ediyor; ve öyleyse Kürtlerin kaderlerini tayin hakkı da içinde olmak üzere Irak’ta ulusal iradenin bağımsız kullanımını mı ifade ediyor?
Aşiret yapısına dayalı toplumsal temellere oturtulan burjuva feodal “federe devlet”in Irak Kürtleri bakımından ulusal kaderini tayin sorununun burjuva çözümüne yönelik bir adım olduğu söylenebilir. Barzani-Talabani yönetimindeki devlet girişimi ve “hükümet konseyi”ndeki yer alışla Irak Kürtleri adına, Kaderlerini Tayin hakkı bir tür kullanılmış olmaktadır.. Irak Kürtleri içinde tutuldukları devleti yıkan ve üzerinde yaşadıkları topraklarda işgalci olarak bulunan bir emperyalistin “yardımı” ve denetiminde, ‘otonomi’, ya da ‘federe devlet’ olduğuna henüz kesin karar veremedikleri bir devlet örgütlenmesine yönelmişlerdir.*(ı) Eğer, işgal nedeniyle kendilerine verilmiş mali-askeri ve politik destek, ABD-İngiliz emperyalizmi (ve yedeğindeki İtalyan-İspanyol çetelerinin) bölge hegemonyası politikalarından soyutlanamayacaksa –ki bu ayırmayı ancak olanları anlayamayan ahmaklar yapabilir–, ulusal kurtuluştan değil ama, ancak ulusal kaderini tayin hakkının bir tür kullanılışından söz edilebilir. Onlar, ulusal kaderini tayin hakkını, kendilerinin de aleyhine olacak bir tarzda kullanmaya yönelmişler; son otuz yıldır sahip olduklarından fazla olarak, yalnızca Amerikan ordularının korumasını sağlamış olmalarına karşın, ekonomik, mali, politik ve askeri yönden emperyalizme bağımlılıkları daha da güçlenmiştir. Ulusal kaderini tayin hakkının bu biçimde kullanılması, dil ve kültür alanındaki hak kullanımını bir miktar daha ileri taşımış, bu iyileşmenin sınırlarını ABD’nin politikaları belirlemesine rağmen, Kürt kitleleri onu kendi yararlarına sayacak bir yanılgıya düşebilmişlerdir.**(ıı) Aşiret yapısının aşılamadığı ve kapitalizmin az geliştiği bir bölgede, emperyalist burjuvazinin denetiminde, ona dayanarak gerçekleştirilen bir “devlet örgütlenmesi”nin bağımsızlık iddiası olamaz ama, bu, yine de, “ulusun içinden birileri” tarafından yönlendirilen, işbirlikçi karakteri de olan bir kesimin (sınıfın) yönettiği bir tür “ulusal” girişimdir.
Gelişmelerin bir yanı budur. Diğer yandan, sorun daha karmaşık hale gelmiştir ve Irak’taki gelişmeler tüm yanlarıyla irdelenmeden, sorunun doğru cevabı verilemez. Iraktaki gelişmeler, bu soruya cevabın ana unsurlarını oluşturmaktadır. Emperyalist baskı ve tahakkümden kurtuluş ve Irak Kürtlerinin bağımsız yaşama hakkı sorunu, işgalle birlikte yeni özellikler kazanarak, kapsamı genişlemiştir. Sorununun uluslararası boyut ve özelliklerinin işgalle birlikte artması ve işgalcilerin Kürtlerin karşı karşıya bulundukları zorlukları istismar ederek ve Irak Kürt aşiret yöneticilerini kullanarak ‘yerlerini sağlamlaştırma’ olanağı bulmaları, “çözüm”e ilişkin burjuva görüş ve tutumlara güç katmış, “özgürlük ve demokrasiyi hakim kılma”, “gerici yönetimlerin demokratikleştirilmesi”, “Kürtlere haklarının verilmesi” ve “Filistin sorununun çözülmesi” propagandası eşliğinde, emperyalist işgalciler, “Kürt özgürlüğü”nün sınırlarının tayininde dolaysız belirleyici güçlerden biri durumuna gelmişlerdir.
İşgal, evet gerçek bir durum değişikliğidir, ve tüm tarafların politikalarının keskin ayırıcı alt-üst oluş halidir. İşgalciler, özgürlük ve demokrasi getirdikleri iddiasındadırlar ve toplum, azınlık işbirlikçilerle bağımsızlık isteyenler olarak ayrılmış kesimlerin çatışması içindedir. Irak Kürt aşiretlerinin işgalcilere yardımları, ABD denetiminde sürdürülen “devletleşme çalışması, İsrail’in Kürtlerle “sıcak temasları” ve Irak Kürdistanı’na Yahudi nüfus yerleşimi planları vb. gelişmeler, emperyalist gericilik hesabına Kürt kullanılmasının olanaklarının genişlediğinin göstergesidir.
İşgalciler tarafından atanmış 25 kişilik “konsey”in, “noter kurumu” işleviyle yükümlü olması ve Irak Kürdistanı’ndaki “Kürt devletleşmesi”nin emperyalist plan ve politikalar sınırları içindeki “özgün durumu”, ulusal kaderini tayin hakkı sorununu, başlıca Arap ve Kürt ulusu olmak üzere, Iraklılar için temel bir soruna dönüştürmüştür.*** (ııı)
İşgalle birlikte, Kürtlerin ulusal kaderini tayin sorunu, bir yandan Irak’ın bağımsızlığı sorununa bağlı olarak genişlemiş; öte yandan, bölgeye dışarıdan gelmiş ve soruna dolaysız biçimde taraf olmuş yeni güçlerin amaçlarıyla bağlantılı sorun ve zorluklarla yüklenmiştir.
Soruna emperyalist ilginin gerici karakteri
Özgürlük Dünyası’nın önceki sayılarında da, ABD başta olmak üzere, Batılı emperyalist devletlerin bölgeye yönelik yayılma politikaları kapsamında Kürt sorununa gösterdikleri ilgi, ve bu ilginin gerici karakteri, sorunu kullanma ve istismar politikaları çeşitli makalelere konu edildi. Burada kısaca yeniden vurgulamakla yetineceğiz.
Kürtlerin yaşadıkları toprakların dünyanın en önemli stratejik bölgelerinden birinde yer alması ve bölgenin ekonomik, politik ve askeri rekabetin en önemli alanlarından biri olması, soruna emperyalist ilginin başlıca nedenini oluşturuyor. Tekelci rekabetin kızışması, çıkar çatışmasının daha saldırgan ve amansız biçimleri gündeme getirmesi, soruna ilgiyi artırmıştır. ABD, İngiltere, Almanya, Rusya başta olmak üzere, hegemonya mücadelesine katılan büyük güçlerden her birinin, bölge sorunlarını ve Kürt sorununu, çıkarları yönünde kullanma çabaları yoğunluk kazanmıştır. Ortadoğu, Körfez bölgesi ve Kafkasya’nın istikrarsız durumu, ‘dış müdahale’yi daha da kolaylaştırmakta; Kürt sorununun bir Ortadoğu ve bölge sorunu olması, sorunun doğrudan muhatabı ülkelerin hakim sınıflarıyla hegemonya mücadelesi yürüten büyük emperyalist devletleri, soruna müdahale yöntemlerini yenilemeye yöneltmektedir.
Kürt sorununun çözümsüzlüğü, Ortadoğu, Orta Asya, Kafkasya ve Hazar havzasına yönelik emperyalist rekabet ve kapışma doğrultusunda istismarına olanak sağlıyor. 19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın ilk yarısında İngiliz-Fransız emperyalistlerinin ”bulaşmak”tan geri durmadıkları Kürt sorunu, işbirlikçi egemen sınıfların şovenist-inkârcı politikaları nedeniyle, bugün de, emperyalistler ve özellikle de Amerikan emperyalistleri tarafından, pazarların ve hammadde kaynaklarının denetimi yönünde istismar konusudur. Batılı büyük güçlerin Kürt sorununa ilgileri, bölge ülkeleri yönetimleriyle ilişkilerinin seyrine bağlı değişiklik göstermiştir. Irak, İran gibi ülkelerdeki toplumsal gelişmeler İngiliz, Fransız ve ABD çıkarlarına aykırılık gösterdiğinde, Kürt sorunu, bu gelişmelerin rotasını değiştirmek üzere istismar edilmiş, Kürt işbirlikçiliği geliştirilmeye; geri toplumsal yapının feodal, aşiretçi vb. bağlarından yararlanılmaya; bu “bağlantı”lar, ilgili ülke yönetimlerinin uşaklık çizgisinde yürümesi için baskı unsuru olarak kullanılmaya çalışılmış; bu ülkelerin işbirlikçi sınıflarıyla ilişkilerin ”istikrarlı olduğu” dönemlerde ise, “Kürtlerin kaderi” sorunu “uyku hali”ne terk edilmiştir. Batılı emperyalist güçler Kürt sorununu, ilgili bölge ülkeleri egemen sınıflarını uşaklık ve işbirlikçilik çizgisinde tutmak üzere kullanagelmişlerdir. Öncesi bir yana son otuz-kırk yıllık süreçteki gelişmeler, ABD yönetimlerinin, bu sorunu, İran, Irak ve Türkiye egemen sınıflarını işbirlikçiliğe daha fazla zorlamak üzere bir baskı unsuru olarak kullanmaya ve Kürt işbirlikçiliği üzerinden özgürlük mücadelesini yedeklemeye çalıştıklarını; “bağımsız bir Kürdistan kurma”yı hedeflemediklerini; ondan yalnızca şantaj aracı olarak söz ettiklerini göstermektedir.
ABD, Barzani ve Talabani yönetimindeki Irak Kürt Partileri’ni, bölgenin yeniden düzenlenmesinin “Irak ayağı”nı güçlendirmek üzere kullanırken, emperyalist emellerini “Kürt koruyuculuğu” iddiasıyla maskeleyip, baskı görmüş ve hakları tanınmamış Kürt emekçilerini bu ilişkiler üzerinden aldatmak ve yedeklemek istemektedir. Ulusal, dinsel ve mezhepsel farklılıkları yayılma politikalarına uygun biçimde kullanma ve çatışma nedenine dönüştürme politikası izleyen Amerikan emperyalist şefleri, hemen her fırsatta, Kürtlerin bağımsız devlet kurmalarından yana olmadıklarını; böylesi bir durumun çıkarlarına ve politikalarına hizmet etmediğini söyleyegelmelerine karşın, dönemsel pragmatist politikalara bağlı şantajlara baş vurmakta; böylece tüm tarafları kullanma olanağını elinde tutmaya çalışmaktadır.**** (ıv)
Kürt hareketi nereden ilerleyecek?
UKKT hakkını emperyalistlerin yayılma politikalarına yedeklenmenin gerekçesi yapan Kürt burjuva, burjuva-liberal grup ve partileri, Amerikan emperyalizmini Irak’a ve bölgeye “demokrasi ve özgürlük getirici” bir güç olarak ilan ederken, ABD yanlısı bir beklenticiliğin Kürt hareketi içinde gelişmesi ve güçlenmesine yol açmaktadırlar. Bunlardan bazıları “dünyanın bugünkü durumu ve bölgedeki gelişmelerin belirleyici tek gücün ABD olduğunu gösterdiğini” ileri sürerek, Amerikan politikalarıyla uyumlu “reel politika izlenmesi”ni istemekte; diğer bazıları da ABD’nin “Kürtlerle birlikte demokratik değişimi sağlayacağını” ileri sürerek, Kürt hareketinin ABD yedeğine çekilmesi çabalarına güç vermektedirler. Öne çıkmış unsurları arasında Kürt burjuvazisi ve toprak sahiplerinin eğitimli temsilcileriyle eski küçük örgütlerinin dağılmasıyla umutsuzluğa sürüklenmiş “eski örgüt yöneticileri”nin bulunduğu bu kesim, ABD lehine lobi faaliyetlerini “Kürtlerin yararına” göstermekte, Bush’un işgal politikalarından medet ummaktadır. Dünyada önemli değişimlerin meydana geldiğini, AB aday üyeliğiyle ‘Batı demokrasisi normlarının Türkiye’de de uygulanacağını, ülkenin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünün olanaklı hale geldiği ve mücadeleyle bir yere varılamayacağının anlaşıldığını ileri süren bu çevreler, dünya pazarlarına hakim olma kavgası veren ve uluslararası tüm toplumsal sorunları çıkarları yönünde kullanmaya çalışan büyük emperyalist güçlere doğru dümen kırmışlardır.
Irak’taki gelişmeler ve ABD-Kürt ilişkilerine atfedilen özellikler, Kürt hareketinin kimin önderliğinde ve nasıl bir rotada ilerleyeceği sorununun Kürtler ve bölgenin diğer halkları için önemini daha da artırmıştır.
Siyasal deneyim, burjuva güçlerin öncülüğünde ulusal hareketlerin emperyalizm koşullarında da gelişebildiğini, ancak bu güçlerin sınıf konumu ve ulusal hareketin burjuva karakteri sonucu emperyalist egemenlik sınırlarını aşamadıklarını göstermektedir. Uluslararası ve iç gelişmeler, Kürtlerin yaşamında kimi iyileşmelerin sağlanması ve dil ve kültür serbestisi alanında adımların atılmasının mümkün olduğunu göstermektedir. Kürtlerin yaşamını olumlu yönde etkileyecek bu türden herhangi bir iyileşme, elbette reddedilemez. Ancak ulusal sorunun siyasal bağımsızlık kapsamında kapitalizm koşullarında da bir tür çözüme kavuşma olanağının olması, ve bunun Kürtler bakımından da bir olasılık dahilinde bulunması, Kürt ulusal sorununun demokratik halkçı bir çözümü için, emperyalizm ve işbirlikçi gericiliğin yenilgiye uğratılması hedefli mücadeleye gereksinimi ortadan kaldırmamaktadır.
Ulusal kaderini tayin hakkı, ezilen, bağımlı ve sömürge halkların kaderlerini kendilerinin tayini, siyasal bakımdan bağımsız olarak örgütlenme; ve bunu ayrı ya da hiçbir baskıyla karşılaşmaksızın ve kendi isteğiyle aynı devlet içinde yaşamaya karar vererek belirleme hakkı anlamına gelmekle birlikte; burjuva sınıflardan hiçbirinin emperyalist kapitalizmin sınırları dışına çıkma özelliği ve gücüne sahip olmaması nedeniyle, ulusal hareketin başarısı durumunda da, biçimsel siyasi bağımsızlık görüntüsü ardında bağımlılık ilişkilerinin devam etmesi mümkün olmaktadır. Ulusal özgürlüğün gerçek anlamda kazanılması ve kullanılması ise, ancak ezilen emekçi kitlelerini yanına almış işçi sınıfının, ulusal hareketin başına geçmesi, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele temelinde, hareketi politik ve ekonomik devrime doğru genişletmesiyle sağlanabilmektedir. Kapitalist uluslararasılaşmanın ulaştığı düzey ve geri ülkelerde işbirlikçilerin uluslararası sermayenin unsurları olarak rol oynamaları, ulusal kurtuluş mücadelesinin, emekçi sınıfların kurtuluşu mücadelesine bağlanması zorunluluğunu artırmıştır. İşçi hareketinin büyük darbeler yediği, yeni bir yükseliş yönündeki belirtilere karşın, uluslararası alanda burjuvaziye karşı henüz etkili ve püskürtücü bir düzeye ulaşamadığı, burjuva, küçük burjuva önderlikli ezilen ulus hareketinin, yeni sömürgeci politikanın güç kazanmasıyla sistem sınırlarına takılıp gerilediği günümüz koşullarında, ulusal kurtuluş hareketi, ancak, işçi ve emekçilerin emperyalizm ve işbirlikçi gericiliğe karşı hareketi olarak gelişebildiği ölçüde, ulusal kurtuluş söz konusu olabilmektedir. Kürt sorunu kapsamında olanıyla sınırlı tutulduğunda, bugünün temel görevi, Kürt emekçi kitlelerinin bağımsız hareketinin geliştirilmesi amacıyla, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin devrimci aydınlatılması ve politik örgütlenmesinin sağlamlaştırılması için fedakarca çalışmaktır.
Çözüm nerede?
“Kısa hikayesi”ne dergimizin 130. sayısında değindiğimiz Irak Kürt hareketinin gelişme süreci ve “dış ilişkileri”, Kürt ulusal hareketinin karşı karşıya bulunduğu açmazın aşılmasının koşulları ve yoluna da işaret ediyor. Kürt hareketi, eğer bulunduğu ülkelerin “toplamı” üzerinden ele alınırsa, geçmişe göre, bugün, özellikle de Türkiye Kürtleri bakımından, daha önceleri ayakbağı olmuş geri ilişki ve etkenleri önemli ölçüde aşabilecek ve geçmişteki “çaresizlik” durumuyla ona dayandırılan gerekçeleri geçersiz kılacak olanak, güç ve araçlara daha fazla sahip durumdadır. Kapitalizmin Türkiye Kürt kent ve kırındaki gelişmesi, hareketin ezilen sınıfların bağımsızlıkçı-demokratik hareketi olarak şekillenmesini olanaklı kılıyor. Kürt işçi ve emekçileri, ulusal karakterli hareketin başına geçme ve ulusal-sınıfsal hareketi birleştirme güç ve olanaklarına, ilgili ülkelerin tümü bakımından da, bugün çok daha ileri düzeyde sahiptirler.
Kürt hareketinin önemli özelliklerinden biri, gecikmiş bir ulusal hareket olarak, aynı zamanda kendileri de bağımlı olan bölge ülkelerinin, toplumsal gelişme düzeyi en geri olan bölgelerinde -bunda inkârcı politikalar önemli bir rol oynamıştır- yaşayan halkın hareketi olmasıdır. Bu toplumsal koşullar ve ulusal hareketin burjuva karakteri; ortaya çıkabildiği kadarıyla, ”bağımsızlık” ve dil-kültür eşitliği “talepli” harekette, Kürt feodal, feodal-burjuva ve burjuva feodal kesimlerin etkin olmasını sağlayabilmiştir. Kuşkusuz, hareket bir başkaldırıya dönüştüğü her durumda, Kürt köylü ve diğer emekçi kesimlerinden destek görmüş; Türkiye Kürt hareketinin son yirmi otuz yılının açıklıkla gösterdiği gibi, kapitalizmin Kürt toplumsal yaşamında yol açtığı sınıfsal ayrışma, harekete emekçi ilgisini ve küçük mülk sahiplerinin saflarından katılımı artırmıştır. Burjuva; burjuva-feodal kesimlerin harekete etkileri ve oluşturdukları engel henüz aşılamamakla birlikte, “yükü”nü ezilen sınıflarla genç kuşaklarının çekmesi, hareketin demokratik-halkçı çizgide gelişmesi olanağını güçlendirmektedir. Bağımsızlığı ve özgürlüğü hedefleyen hareketin başarı koşulları olgunlaşmakta; parçalanmışlığın ve geri toplumsal yapının önemli bir etkeni oldukları, ‘büyük güçler arası ilişkilere yedeklenme’ ve ABD ve Batı Avrupa’dan “çözüm bekleme” tutum ve politikalarının geçersizleşmesinin koşulları daha da olgunlaşmaktadır.
Kürt burjuvazisi ve aşiret aristokrasisinin ABD gibi ülkelerle ilişkilerini daha ileri düzeyde sürdürmeleri ve burjuva liberal Kürt parti ve çevrelerinin, sorunu dil serbestisi düzeyine çeken ve hemen hiçbir temel ulusal-demokratik talebi içermeyen ‘barış talebi’ girişimleriyle işbirlikçi gericiliğin platformuna zarar vermeyecek bir zemin üzerinde hareket etmelerinde rol oynayan en önemli etkenlerden biri de, Kürt hareketinde emekçi sınıfların etkisinin artacağını gösterir gelişmelerdir. Ayaklarının altındaki toprağın kaymakta olduğunu gören Kürt burjuva sınıfları, hareketi kendi çıkarları yönünde yönlendirme ve bunun üzerinden Türk gericiliği ve emperyalist burjuvaziyle ilişkilerini yenileme çabalarını artırmışlardır. Kürt burjuva, küçük burjuva politik çevreleri, halktan ve halkın mücadelesinden umudu kesmiş, yönlerini Batılı büyük devletlerin burjuvazisine dönmüşlerdir. Türk burjuva liberalleri ve reformistleriyle birlikte, Batılı emperyalistlerin ve uluslararası sermayenin Kürt sorununu çözmesi ve Türkiye’nin demokratik bir siyasal rejime kavuşmasını sağlama beklentisi içindedirler.
Kapitalizmin tekelci aşamaya evrilmesi, sermayenin ve ticaretin uluslararasılaşması ve ülkeler ekonomisinin emperyalist dünya ekonomisi zincirine bağlanması, ulusal sorunu, emperyalist baskı ve sömürgecilikten kurtuluş sorununa genişletirken; (siyasal bağımsızlığını elde etmede geç kalmış ulusların) burjuvazisinin tarihin akışı ve proletarya (ve emekçi kitleler) hareketi karşısında gericileşmesi ve onun en üst kesimlerinin emperyalist gericilikle işbirliği içine girmesi, ulusal baskıdan kurtuluş sorununu artan oranda emekçilerin sorunu haline getirirken, bugünün gelişmeleri ulusal sorunun halkçı çözümüne ihtiyacı artmıştır.
Sorumluluk emekçilerindir
Bağımlı-sömürge ya da ezilen halkların emperyalist müdahaleyle özgürlüğe kavuşabilecekleri düşüncesi, gerici bir burjuva düşüncesidir. Kürt reformcu burjuvazisi ve bazı küçük burjuva Kürt milliyetçi örgütlerinin ABD emperyalizminin ‘girişimlerini ve atacağı adımları sonuna kadar destekleyeceklerini’ ilan etme politikasına, Kürt ulusunun ve Kürt emekçilerinin çıkarları yön vermiyor. Emperyalistlerin ve ABD’nin ‘yapacağı girişim’, örneğin Irak Kürdistanı’nda Kürt gericiliği üzerinden Kürt hareketiyle halk yararına sonuçlar doğurmuyor.
Emperyalist burjuvazi, ‘sorun çözme’ adına girdiği ya da müdahale ettiği geri ülkelerde, halkların tüm kaynaklarına el atmakta, ekonomik, siyasi ve askeri baskıyla bu ülke halklarını boyunduruk altına alarak baskıyı daha sistemli hale getirmektedir. Böyle olduğunu görmek için, Amerikan emperyalizminin Asya, Afrika ve Latin Amerika’da gelişen ulusal kurtuluş mücadelelerine gerici müdahalelerine bakmak, Yugoslavya’nın parçalanması ve Sırp-Boşnak, Sırp-Arnavut halklarının birbirlerine kırdırılmasındaki rollerini göz önüne getirmek, Nikaragua, Salvador, Filistin örneklerini anımsamak yeterlidir. Emperyalist burjuvazi, kurtuluş hareketlerini kuşatmaya almakta, görüşmeler ve ‘diplomatik ilişkiler’ aracılığıyla ehlileştirip bağlamaya çalışmakta, işgücü sömürüsünü yoğunlaştırmakta, ulusal hareketin ya da emekçilerin devrimci girişimlerinin çıkarlarına zarar verme potansiyeli ve tehlikesi taşıdığı durumlarda, askerî yok etme operasyonlarından kaçınmamaktadır. Ulusal kurtuluş hareketleri, tekelci burjuva gericiliği tarafından, ancak, onlar, işçi sınıfı öncülüğünde ve tüm halkın burjuvazi ve emperyalizme karşı başkaldırısı temelinde gelişip bir işçi-emekçi devrimine genişleme tehlikesi içermedikleri sürece, kabul görebilmekte; emperyalistler, bu hareketlerin işçi-emekçi devrimine doğru genişlemesini engellemek üzere ve kimi ‘ulusal-siyasal’ reformlarla egemenlik sahası içinde tutma politikası izlemektedirler.
Günümüzde emperyalizm, Kürt halkı için salt bir ‘dış tehdit’ gücü değildir. Kürt emekçileri artık dolaysız emperyalist baskı ve sömürüyle karşı karşıyadırlar. İşgal koşulları, bunun en önemli etkenlerinden biri olmuştur. Ancak tek neden bu değildir. Bölge ülkelerinin ve Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığı ve uluslararası sermayenin bu alanlardaki faaliyeti, emperyalist, ekonomik ve onunla birlikte politik ve diğer türden sömürgeciliğin Kürtler için anlamını da daha dolaysız hale getirmiştir. Türkiye işbirlikçi burjuvazisinin Amerikan çıkarlarının bölgedeki taşeronluğunu üstlenmesi ve buna bağlı olarak ülkenin tüm alanlarını ve kaynaklarını emperyalist sömürüye açması, GAP’ın uygulama alanının uluslararası tekellere parsellenmesi ve özelleştirmeyle enerji kaynakları ve santrallerin peşkeş çekilmesi, Irak’ın işgali ve petrol kaynaklarının denetime alınması yeni sömürgeci politikanın ve sömürge bağımlılığının güç kazanmasına; emperyalist sömürgeciliğin sonuçlarının Kürt emekçilerinin yaşamına daha doğrudan girmesine yol açmıştır.
Tarihi parçalanmışlık durumunun sonuçlarından biri olarak, sınırları içinde yer aldıkları ülkelerde farklı iktisadi-toplumsal gelişme süreçlerini, merkezi devletlerin inkârcı baskı politikaları altında yaşamak zorunda bırakılan Kürtlerin, siyasal bağımsızlıklarını bugüne dek elde edememeleri, Kürt üst sınıflarını daha büyük güçlerin himayesinde ve desteğinde hareket etmeye ve tutumlarını “Kürtlerin haklarını elde etme gereği”yle gerekçelendirmeye yöneltirken, küçük burjuva liberal çevrelerde, emperyalistlerin yararlanabilecekleri beklentici eğilimlerin güçlenmesine yol açmıştır. Kürt feodal-burjuva politik çevreleri, emperyalistler ve bölge ülkeleri arasındaki çelişki ve çatışmalardan ”yararlanma” adına, bu ülkeler egemen sınıflarının politikalarının aleti olabilmişler; ancak bölge devletleri ve emperyalistlerin anlaşmaları sonucu, bugüne kadar sürekli ”kullanılıp bir yana atılmış olmak”tan kurtulamamışlardır.
Yazının ilk bölümünde, yaşananların Kürtler için bir “tarih dersi” işlevi görmesi gerekliliğinden sözedildi. Kürtlerin, özellikle de Kürt emekçilerinin tarih dersine ihtiyaçları artmıştır.
“Toplumsal tarih, öğrenmesini bilenler için derslerle doludur. Öğrenmek ise, mücadeleden söz edenler için, keyfiyetten öte zorunluluktur. Öğrenmesini bilmeyen, yaşanmış olanlardan sonuçlar çıkarmayan sınıf, örgüt, kişi -kim olursa olsun-, önüne koyduğu hedefe ulaşmada, olabileceklerin sınırlarının ötesinde zorluklar, engeller ve olanaksızlıklarla karşı karşıya gelmekten; yönünü şaşırmaktan; dost ve düşmanı karıştırmaktan ya da düşmanı tarafından kullanılmaktan kurtulamaz.
Kürtler; özellikle Kürt emekçileri için, “Kürtler’in kendi tarihleri”nden ve bölgede ve uluslararası alanda yaşanmış olanlardan, bugün karşı karşıya bulundukları sorunların aşılmasına hizmet edecek sonuçlar çıkarmak, özel bir önem taşımaktadır. Bunu zorunlu kılan genel gereklilikler var. Ama, Kürtler’in yaşadıkları toprakların çeşitli bölge ülke ve devletlerinin sınırları içinde yer alması ve bugüne kadar, bu ülkelerden hangisinde hakları için mücadeleye yöneldilerse, karşılarında yalnızca o devleti değil; ama bölge ülkelerinin gerici sınıfları ve devletlerinin değişik düzeydeki saldırı ve ortak karşı tutumlarını da bulmaları; bu ülkeler arasındaki ilişkilerin düzeyine bağlı olarak, Kürt sorununun ilgili ülkelerin yöneticileri tarafından istismar edilip kullanılmaya çalışılması ve ilişkileri düzenlemenin pazarlık konularından biri haline getirilmesi, ve buna dünya hakimiyeti ve pazarların ele geçirilmesi için birbirleriyle rekabet içindeki emperyalist büyük devletlerin de, doğrudan ya da Kürt sorunuyla dolaysız ilişkili bölge devletleriyle ilişkileri üzerinden müdahalelerinin eklenmesi, bütün bunlar; ders alma ve sonuç çıkarmayı, deyiş yerindeyse, özel bir gereklilik haline de getirmektedir.
19. ve 20. yüzyıldan çözümlenmemiş olarak 21. yüzyıla devrolunan Kürt ulusal sorununu; burjuva; burjuva-feodal sınıfların öncülüğü ve yönetiminde ve bu “geleneksel” sınıfların şu ya da bu emperyalist büyük devletle -bölge gericilikleri arasında müttefik bulma taktiklerini de bir yana bırakmadan- işbirliğine giderek çözmek, artık olanaklı olmadığına göre; ders çıkarması en fazla gerekli olanlar, çözüm sorumluluğu omuzlarına yıkılan Kürt işçi ve emekçileridir. Kuşkusuz, Kürt sorunu özgülünde olmakla sınırlanamayacak birkaç örnek üzerinden görülebileceği gibi, burjuva, burjuva-feodal kesimler, ulusal sorunun “çözümü” üzerine söz söylemeye ve Irak Kürdistanı’nda olduğu gibi ulusal karakterli hareketin önünde olmaya devam ediyorlar. Bu durum, Kürt haklarından ve bu haklar için mücadeleden söz ettikleri sürece, onları da, “tarihten” ve kendi tarihlerinden öğrenme ve doğru sonuçlar çıkarma “sorumluluğu” altına sokmakla birlikte; Kürt işçi ve emekçileri için, bugüne kadar emperyalist devletlerle kurulan gerici ve işbirlikçi ilişkiler üzerinden sonuç almaya çalışan bu kesimlere; KDP, KYP gibi partilere güvensizlik duymak ve onların ardından yürümemek için yeterinden fazla neden vardır.”(Ö. D. Sayı 130)
Hakkın kullanım biçimiyle, Kürt halk kitlelerinin çıkarları ve kurtuluşları öncelikli olmak üzere, ilgili ülkelerin ve tüm dünya ülkeleri işçi ve emekçilerinin çıkar ve kurtuluşları arasındaki ilişki yönünden, bu gelişmelerin ortaya çıkardığı görevlerin yerine getirilmesi sorumluluğu, öncelikle ezilen ulusun devrimci sınıfı ve işçilerin devrimci partisinin omuzlarındadır. Onlar, kendilerinin ve uluslarının kurtuluşunun, dünya hegemonyası peşindeki bir büyük ve saldırgan emperyalistin politikalarıyla açık karşıtlıktan geçtiğini; ulusal kurtuluşun emperyalizmden kurtuluşu gereksindiğini; ulusal baskı politikalarının, kapitalizm koşullarında ve tekelci rekabet ve hegemonya mücadelesi kapsamında varlığını sürdürmesi nedeniyle, gerçek ve tam bir kurtuluşun, ancak, ABD ve diğer yayılmacı emperyalist devletlerin hakim olma ve sömürme politikalarına karşı mücadeleyle ve bu sistemin dışına çıkarak sağlanabileceğini bilerek, tüm uluslar proletaryası ve emekçileriyle kardeşçe birliğe ve dayanışmaya azami dikkat gösteren bir tutumu, Kürt kitleleri içinde hakim kılmaya ve Kürt emekçilerinin aydınlanması için azami çaba göstermeye zorunludurlar.
Halk kitlelerinin mücadelesini ilerletecek bir tutumda ısrar önem kazanmıştır. Kürtlerin taleplerinin kararlılıkla savunulması, mücadelenin geliştirilmesi için araç ve mevzilerin verimli biçimde kullanılması, işbirlikçi burjuva liberal akımların Kürt hareketine etkilerini artırmalarının panzehiri olacaktır. Kürt sorunu bölgesel ve uluslararası bir sorun haline geldiğinden dolayı değil yalnızca; ezilen ulusların emperyalizmden kurtuluşu gibi devrimin ve siyasal demokrasi mücadelesinin önemli uluslararası bir sorunu olması nedeniyle de, proletarya ve ezilenlerin kurtuluşu için mücadele edenler, hangi ulustan ve bölgeden olduklarından bağımsız olarak, soruna ve kaderini tayin hakkının kullanım biçimlerinin emekçiler bakımından anlamı üzerine görüş ve düşüncelerini etraflıca propaganda ederek, tüm uluslardan işçi ve emekçilerin sermayeye karşı örgütlü ve bilinçli birliğinin gerçekleşmesi için çabalarını artırmak zorundadırlar.
Kürt emekçileri gelişmelerden ders çıkarıp, bulundukları ülkelerde, diğer milliyetlerden emekçilerle birlikte, işbirlikçi gerici sınıflarla emperyalistlerin plan ve politikalarını boşa çıkaracak bir mücadeleye atılmadıkça, Kürt sorununun gerici sınıflar ve emperyalistler tarafından istismarı olanağı hep var olacaktır. Bugün ABD-İngiliz saldırı cephesine karşı, Irak, Türkiye, İran, Suriye gibi bölge ülkelerinde mücadeleyi yükseltmek acil bir gerekliliktir. Kürtlerin haklarını elde edebilmeleri, Arap, Türk, Fars halklarıyla her bir ülkede ve bölge düzeyinde birleşmeleri ve sermaye hakimiyetine karşı birlikte mücadelelerine bağlanmıştır. İşbirlikçi ve gerici yön çizme ve “sürükleme” çabalarına karşın, Kürt sorununun emperyalist istismarına karşı emekçi tutumunun gelişmesi için bugün koşullar uygundur. Emperyalist plan ve politikalara karşı uyanıklık Kürt emekçileri içinde gelişmeye başlamıştır ve bu toplumsal gelişmenin ruhuna uygun düştüğü kadar, hareketin geleceği bakımından da bir avantaj oluşturmaktadır. Türkiye Kürt hareketinin ve bu harekette önemli bir yer tutan Kürt yoksullarının tarihsel sorumluluğu artmıştır. İlkel milliyetçiliğe ve emperyalist gericiliğe umut bağlamanın; emperyalist saldırılardan halklar yararına demokratik ve bağımsızlıkçı sonuçlar beklemenin kofluğunu görmek ve göstermek, bu hareketin en devrimci sınıfının; Kürt işçi ve emekçilerinin en ileri kesiminin sorumluluğudur.
Sınıf bilinçli Kürt işçisinin, sorunun işçilerin çıkarına ve toplumsal kurtuluş mücadelesini ilerleten bir çizgide çözümü için göstereceği çaba, yaşamsal önemdedir. Sınıf bilinçli Kürt işçisi, burjuva ulusal hareketin, hegemonya dayatıcı büyük güçlerin (emperyalistler) boyunduruğundan kurtuluşun hedeflenmediği durumlarda, emperyalizme darbe vuran ilerici bir hareket olma özelliği kazanamayacağını ve desteklenmeyi hak edemeyeceğini, bizatihi kendisi, devrimci sınıf konumundan ‘teslim etmeli’; hareketin gerçek kurtuluş yönünde gelişmesi için de, onun başında yer almalıdır. O, mali sermaye egemenliği koşullarında, ulusal hareketin hangi yönde gelişeceği sorunuyla, onun emekçilerin kapitalist sömürü ve emperyalist hegemonyadan kurtulmaları sorunundan bağımsız olmadığını bilerek, doğrudan sorumlu olduğunu unutmamalıdır.
Dipnotlar:
*Irak Kürtleri bakımından, 1974’lerden beri kullanageldikleri haklar ve bu hakların Irak Anayasası’na girmesi, okul, radyo-TV yayını, içerde otonomi yapısı vb. dikkate alındığında; bugün eskiye oranla çok daha ileriden hakların elde edilemediği görülür.
**Bunun başlıca nedeni, baskı altındaki halkın yaşamında önemli ve olumlu bir değişim sağlamamakla birlikte, insani yönden anlaşılabilir biçim değişikliklerinin etkili olmasıdır. Diyarbakırlıların eski bir emniyet müdürünü, salt “devletin ‘gülen yüzü’nü gösterdi” diye sahiplenmeleri, anımsanabilir.
***Ulusal sorunun, bağımlı-ezilen uluslar sorunu kapsamında, daha geniş ve genel bir sorun olarak kapitalist emperyalizm koşullarında var olmaya devam etmesi ve sorunun tam bir çözümü ve ulusal baskının son bulması, ekonomik devrimle tamamlanmış politik devrimi gerektirmekle birlikte; Kürt sorunu türünden ulusal sorunların, ulusal dil ve kültür üzerindeki baskının son bulması ve siyasal demokrasinin tesisiyle, ulusal hak eşitliğinin sağlanması gibi acil çözüm gerektiren önceliklerinin, tekelci kapitalizm koşullarında karşılanması olanaklıdır. Bu, her şeyden önce, ezilen ulusların bağımsız siyasal devletinin kurulması sorunudur ve salt siyasal bağımsızlığın -biçimsel kalması gerçeğine karşın-, “500’de bir olasılık”la da olsa gerçekleşebilirdir.
UKT hakkının tekelci kapitalizm koşullarındaki gerçekleşebilirlik olanağı zayıflığı ve kapitalizmin ulusal baskının kaynağı olması; mali sermaye egemenliğiyle birlikte, bütün ülkeler ekonomisinin emperyalist dünya sisteminin halkaları haline gelmesi ve ulusal sorunun emperyalizmden kurtuluş sorununa genişlemesi, ulusal bağımsızlık sorununu proletarya devrimine bağlamakla birlikte, devrimin sorunun çözüm koşulu sayılmasını ve proletarya devrimi olmaksızın ulusların kaderlerini tayin hakkının hiçbir biçimde gerçekleşmeyeceği iddiasını haklı çıkarmaz.
****Amerikan yöneticilerinin “Türkiye’nin kuşku duymasına hiç gerek olmadığı”, “Kuzey Irak’ta PKK-KADEK kampı bırakılmayacağı” yönündeki açıklamaları bugün de devam ediyor.