Atina’da üçüncü uluslararası sendikal konferans

Uluslararası Sendikal Konferans’ın üçüncüsü, 1–2 Haziran 2002 günleri Atina’da toplandı.
Konferansa 16 ülkeden 250 dolayında delege katıldı. İki gün boyunca çeşitli ülkelerden 78 delege, gündemle ilgili söz alıp konuştu.
Konferans; uluslararası sendikal hareketin başlıca sorunlarını tartışırken, bu sorunların aşılması için neler yapılması gerektiğini ayrıntılı olarak ele aldı.
Konferansa, üç ayrı ülkenin delegeleri tarafından üç bildirge(1) sunuldu. Bu genel bildirgeler dışında, “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” ile ilgili bir bildirge de ayrıca, Türkiye delegasyonundan, İşçi Sağlığı ve Iş Güvenliği Uzmanı Dr. Celal Emiroğlu tarafından sunuldu.
Konferans’ın üçüncü toplantısının temel belgeleri olarak sunulan üç bildirge şöyle:
1. Bildirge; Türkiyeli konferans delegeleri tarafından sunulan, “Sendikalar ve sendikal mücadelenin geleceği üzerine” başlıklı bildirgeydi. Bildirge, sendikal hareketin bugün üstünde yükseldiği zemini tanımlayarak; sendikal hareketin içinde bulunduğu kaostan çıkması için yöneleceği temel hedefleri ortaya koyuyordu. Bildirge, bu temel hedeflerden birincisini; işçi yığınlarının yeniden sendikal mücadelenin ana gücü olarak sahneye çıkmasını teşvik eden bir işyeri örgütlenmesi ve işçilerin en temel haklarının savunulup geliştirilmesi temelinde bir mücadele olarak tarif ederken, ikinci hedef olarak da, sendikaların politikleşerek; sınıfın çıkarları temelinde bir politik mücadeleye yönelmelerini işaret etmektedir.
2. Bildirge; İtalyan konferans delegelerinin sunduğu; “Avrupa işçilerinin temel mücadele cephesi” başlıklı bildirgeydi. Bu bildirge; özelleştirme, esnek çalışma, uluslararası rekabet, istihdam politikaları, ücretlerdeki sürekli düşüş eğilimi gibi işçinin günlük yaşamına dolaysız etkide bulunan gelişmeleri yorumlayarak, bu gelişmelerin sendikal harekete getirdiği yükümlülükleri tartışan bildirgeydi.
3. Bildirge; Belçika delegasyonu adına, Jef Bruynseels tarafından kaleme alınan “Terörizme karşı mücadele gerekçesiyle, tırmandırılan emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı mücadele üzerine” adlı bildirgeydi. Avrupa’da ve dünyada militarizmin, askerileşmenin ve silahlanmanın yükselişine dikkat çeken bildirge, bu gelişmelerin işçi hareketi ve sendikal harekete getirdiği yeni sorumluluklar ve mücadele imkânlarını irdelemekteydi.
Ancak burada şunu belirtmek gerekir ki; Özgürlük Dünyası okurları için, bu bildirgelerin bazı kavramları kullanış biçimi ve olup biteni değerlendirmeleri pek anlaşılır olmayacaktır. Bu da gayet doğaldır. Çünkü bu sendikal çevrelerin pek çoğu, mücadeleci bir sendikacılık, işçi sınıfının sermaye karşısında bugünkü mevzilenişi bakımından ortak hedeflerde asgari düzeyde de olsa birleşmektedirler. Ama bu sendikal çevreler; politik ve ideolojik bakımdan aynı platformda değillerdir. Ve kuşkusuz; sendikal platform içindeki ilişkiler geliştiği ve daha da önemlisi uluslararası işçi sınıfı hareketi ilerleyip eylem ve dayanışma fikri gelişip ortaklaştığı ölçüde, bu sendikal çevreler arasında ortaklaşılan amaç ve ilkeler çoğalacaktır. Ama bugün henüz bu yolun başında bulunulmaktadır. Bu yüzden bildirgelerde kavramların kullanılışı ve içeriklerinin farklı olması, orada öne sürülen önerilerin bazılarının Özgürlük Dünyası okurları ve Türkiye’nin mücadeleci sendikacıları için çok anlamlı olamaması da gayet doğaldır. Bildirgeleri okuyup değerlendirirken bu kaçınılmaz farklılıkları gözden uzak tutmamak gerekir.

SENDİKAL HAREKETTE KONFERANSLAR DÖNEMİ
Uluslararası Sendikal Konferans’a katılan Türkiye delegasyonunun “bildirgesi”nde de ayrıntılı olarak ele alındığı gibi; 1990’lı yıllar, geleneksel, reformcu, uzlaşmacı sendikacılığın çöküşünün herkesçe görülebilir hale geldiği yıllar oldular. Bu nedenledir ki, “Son 10–12 yıl içinde sendikal hareket içinde ve çeşitli siyasi çevrelerde, ‘Sendikalar nereye gidiyor?’ sorusu, en çok sorulan soru olmuştur” dersek bir abartı yapmamış oluruz.
Ve bu yıllar boyunca, bu sorun etrafında; kimi zaman sendikal bürokrasinin, kimi zaman burjuva liberal çevrelerin, kimi zaman sendikaların bu hale düşmesinden “üzülen” “siyaset çevreleri”nin, aydınların düzenlediği pek çok panel, konferans, sempozyum gibi toplantılar yapıldı; bu toplantılarda “yeni tezler” öne sürülüp, “sendikaların nereye gittiği”ne dair “nihai açıklamalar” getiren broşürler, kitaplar yazıldı. Kimisi bu gidişattan “işçi sınıfının artık sınıf olarak öneminin kalmadığı, robotların çağının başladığı”, kimisi “sendikaların sınıf örgütü olarak bittiği ama sivil toplum örgütlerine dönüşerek yeniden güçleneceği” vs. türünden sonuçlar çıkardı, bu yönde tezler öne sürdü.
Ancak; her biri ortaya atıldığında çağın “yeni” ve “eksiksiz” birer tanımlaması gibi görülen bu ve benzer tezlerin ömrü sadece birkaç yıl sürdü. Özellikle de 90’ların ortasında, işçilerin, en gelişmiş ülkeler de dâhil yeniden sahneye çıkar gibi olmasıyla, bu tezler, daha üstünde fazlaca tartışılmadan bir köşeye atıldı; daha yazılırken moda olan kitaplar birdenbire demode oldu, çağ üzerine ultra-Marksist açıklamalar ortalıktan çekildi. Ve bu yeni tezlerin hızla itibar yitirmesine paralel olarak da, çeşitli; ulusal, daha çok da başlarına “uluslararası” takısı getirilen “konferans” toplantıları ortaya çıktı. Başlıca işçi merkezlerinde ortaya çıkan bu konferans girişimlerinin ortak özelliği; sendikal hareketin sorunlarına çözüm aramaktı. Ortaya çıkan bu konferansların bir diğer ortak özelliği de; “sınıfı yok sayan” değil, en azından söylemde varlığını ve etkinliğini kabul eden bir çizgiye sahip olmalarıydı. Bu konferansların önemli bir bölümü; belki tam da; “işçi sınıfı artık tarihe mal olmuş bir sınıftır” demeye hazırlanan Troçkist, liberal sosyalist, eski Marksist çevrelerin de içinde olduğu çeşitli aydın, işçi, sendikacı çevrelerce toplandı. Ve pek çoğu; büyük iddialarla, kendisini “tarihi yeniden başlatacak girişim” olarak tanımlayan; yenisinin çok daha geniş çevreleri temsil eden sendikacılarca yapılacağını ilan eden bildiriler yayınladı. Kimisi, birkaç oturumluk tartışmalarla tamamlandı.
Özellikle Avrupa ve Latin Amerika merkezli olarak (ABD gibi, bu tür işçi etkinliklerine kapalı bir ülkede bile pek çok konferans vb. toplantılar düzenlendi.) birçok “uluslararası” ve “sendikal” konferans toplandı. Bu konferansların hemen hepsinin ortak konusunu; “Sendikalar nereye gidiyor ve içinden bulunulan sorunlar nasıl aşılacak” sorusuna yanıt arayışı oluşturdu.

ULUSLARARASI SENDİKAL KONFERANS SAĞLAM BİR TEMELE SAHİP
Kısacası şu söylenebilir ki; “1990’ların son birkaç yılı dünyada bir sendikal konferanslar dönemiydi” denecek kadar çok sendikal konferansa sahne oldu.
Ve tahmin edilebileceği gibi; bu konferansların pek çoğu, hamasi hedefler ilan eden sonuç bildirgeleri ile ve yeniden toplanmak niyetini de ifade ettiler.
Türkiye’de, Ören’de, Mayıs 1999’da toplanan Uluslararası Sendikal Dayanışma Konferansı; işte böyle bir ortamda, bir yandan, “tarihin sonu geldi” yaygaralarının biraz geriye itilse de alttan alta, sinsice ama yıkıcılığı daha artmış olarak sürdüğü ve Avrupa merkezli ülkeler başta olmak üzere pek çok ülkede; farklı ülkelerden işçilerin benzer taleplerle bir hareketlenme içinde olduğu koşullarda, yukarıda sözü edilen çok sayıdaki konferansları da harekete geçiren etkenler altında toplandı. Ve sadece; ilki 1999 Mayıs’ında Türkiye’de Ören’de, ikincisi 2000 Eylül’ünde Fransa’da Annecy’de yapılan “Uluslararası Sendikal Dayanışma Konferansı” bir süreklilik kazanarak; üçüncü toplantısını Atina’da yapmış bulunuyor.
Geçen süreye bakıldığında, Uluslararası Sendikal Dayanışma Konferansı’na sağlam bir temel ve devamlılık sağlayan iki önemli dayanağın olduğu görülür. Bu dayanakların başında; bu konferansın toplanmasında inisiyatif gösterenlerin; aktif olarak sendikacılık yapan mücadeleci sendikacılar(2) olması gelir.
Dünya işçi sınıfının ve sendikaların tümü düşünüldüğünde; az sayıda sendikayı ve ülkeyi temsil eden bu sendikacılar; dünyanın bugünkü koşullarında azımsanmayacak bir işçi kesimini temsil etmektedirler. Sendikacıların bu temsili ve kendi ülkelerindeki işçilere karşı sorumlulukları, Uluslararası Sendikal Dayanışma Konferansı’na süreklilik kazandıran bir unsur olmuştur. Ve böylece; konferans toplantılarının öncesi ve sonrası çalışmalarla Konferans, işçi hareketinin sorunları üstünde tartışan, bunu hareketin bir ihtiyacı olarak yapmaya yönelen bir organizasyon olmuştur.
Nitekim, Atina konferansı sırasında da konferansın bu niteliğine sıkça vurgu yapılarak; konferans öncesi çalışmaların konferansın temsil niteliğini artırdığı, onu sınıfın gerçek sorunlarıyla daha içli dışlı hale getirdiğine dikkat çekilerek, pek çok delege tarafından, önümüzdeki yıllarda bu çalışmalara daha da önem verilmesi istenmiştir.(3) Ve geçen süre içinde görülmüştür ki; konferansta yapılan tartışmaların bu türden toplantı ve etkinlikler yoluyla yayılması, konferansa çeşitli işçi çevrelerinin önerileri ve görüşleriyle gelinmesi; sadece tartışılan fikirlerin yaygınlaşması bakımından değil, konferansta gerçekten sınıfın daha geniş kesimlerinin temsil edilmesi bakımından da önemlidir. Çünkü pek açıktır ki; “sendikal konferans” denilerek ifade edilen şey iki günlük toplantı olarak ele alınırsa, orada sadece bir fikir alışverişi yapmış; aralarında bir fikir birliği sağlama gayretine düşmüş birkaç yüz kişinin faaliyetine indirgenmiş olur. Ama bu iki günlük faaliyet, toplantı öncesi aylarda çeşitli işçi çevrelerinin faaliyetlerinin toplamı olarak ele alınır ve konferans bu çalışmaların bir devamı olarak gerçekleşebilirse, o zaman toplantıya katılan çevrelerden çok daha geniş kesimlerin temsil edildiği gerçek bir sınıf hareketi aracına dönüşür. Ve bu isteğin hemen tüm delegasyonlar tarafından ifade edilmiş olması; Uluslararası Sendikal Konferans’ın sınıf duygusunun, kendi zeminini sağlamlaştırma gayretinin bir ifadesi olduğu kadar, kendisini kalıcı yapan etkendir de.
Uluslararası Sendikal Dayanışma Konferansının sürekliliğinin diğer bir dayanağı ise, bu konferansa katılan sendikal çevrelerin omurgasını, sınıf mücadelesi kaygısı duyan; hareketin bugünü ve yarını arasında bağ kuracak, sınıfın uzak amaçlarına da bağlanmış politikleşmiş sendikal çevrelerin (sınıf sendikacılığı fikrinde birleşmiş) oluşturmuş olmasıdır. Bu durum hem konferansın istikrarına hem de sorunları ele alış düzeyine önemli katkılarda bulunmaktadır.
Uluslararası Sendikal Dayanışma Konferansı 3. toplantısını da yaparak ve sendikal hareketin gerçek sorunları üstünde tartıştığını, bundan sonra da hareketin bir ihtiyacı olduğunu göstererek devamlılığını kanıtlamıştır; ancak bunlar, her şeyin “mükemmel” gittiğini de göstermemektedir.
Nitekim konferans sırasındaki tartışmalarda, hemen her ülkeden delegelerin ifade ettiği gibi, konferansın birer birer ülkelerde yaygınlaştırılması istenmiş; bu konferansa katılacak pozisyonda çok sayıda işçi çevresinin, mücadeleci sendikacıların katılımı için yeterli çabanın gösterilmediği eleştirilmiş (ya da özeleştiri olarak ifade edilmiştir), bundan böyle konferansa katılabilecek her çevrenin katılımı için çaba harcanması gerektiği genel bir kabul görmüştür.
Kuşkusuz, birer birer ülkeler bazında görülen bu darlık, daha çok ülkenin katılımı konusunda da vardır. Bu konu da konferans sırasında ele alınmış, özellikle son konferansta Afrika ve Latin Amerika’dan delegeler olmamasına dikkat çekilmiştir. Yine bu çerçevede konferansın “Avrupa merkezli mi”, yoksa tüm dünya sendikacılarına açık mı olacağı da gündeme gelmiş; ama ilk başladığı gibi, tüm dünyanın sendikacılarına, sendikal çevrelerine açık olan bir konferans olarak devamına karar verilmiştir. Bu çerçevede konferansın adının “Avrupa Sendikal Konferansı” olarak değiştirilme istemi de kabul görmemiş; “Uluslararası Sendikal Konferans” adıyla devamına karar verilmiştir.
Kuşkusuz ki; Uluslararası Sendikal Konferans, sendikal hareketin taşıdığı sorunlarla boğuşmak durumundadır ve bu sorunlar ona da şu veya bu ölçüde yansımaktadır. Yansımazsa bir terslik vardır zaten. Ve bu sorunlar; “şu çevre varsa ben yokum”, “dar ama sağlam sendikacılarla birlik olma”dan konferansı günlük polemiklerin aracı olarak değerlendirme eğilimlerine kadar varabilmektedir. Bunların, sendikal hareketin sorunlarının devasa boyutları karşısında olmaması gereken, ama aynı zamanda da, sendikal hareketin dağınıklığı ve geleneksel sorunlarının bir devamı olarak, kaçınılmayacak sorunlar olduğu da bir gerçektir.
Ancak bu ve ayrıntıya inildiğinde karşılaşılabilecek daha pek çok benzer soruna karşın, Uluslararası Sendikal Konferans, giderek sorunları daha derinlemesine tartışan ve daha geniş işçi kesimlerini temsil eden, bütün bunlardan da önemlisi, Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerinden sendikacıların ve işçi temsilcilerinin giderek önemini daha derinden hissederek katıldıkları bir konferans olarak şekillenmektedir.
Şöyle ki; Ören, hatta Annecy Konferansı sırasında, merkezi Avrupa ülkelerinden sendikacılar, bu konferansı, Türkiye, Latin Amerika, Balkan ülkeleri, Asya ve Afrika ülkelerinden işçilerin sorunlarının tartışıldığı, kendilerini de bu ülkelerdeki sendikalara ve işçi hareketine destek için katıldıkları bir konferans gibi görmekteyken, Atina Konferansı’nda, sorunun kendi sorunları da olduğuna özel olarak vurgu yapmışlardır. Vurgu yapmayanların ses tonlarından, kürsüdeki mimiklerinden bile artık kendilerinin de sorunlarından söz ettikleri hissedilmiştir. Bunun, kuşkusuz ki; konferansın bundan sonraki yıllarda, hem bu ülkelerden katılımı artırıcı hem de sorunları ele alış düzeyini yükseltici bir etken olacağından kuşku duyulamaz.
Her üç konferansı da yakından izlemiş birisi olarak şunu belirtebilirim ki; Atina’da ilk (Ören) Konferans’ın coşkusu, heyecanı yoktu (elbette bu anlaşılır bir şeydir), ama ilk konferanstan beri, sorunları ele alışta; ele alınan sorunların niteliğinde ciddi bir ilerleme olduğu da bir gerçektir. En başta da gelişmiş ülkelerin delegelerinin sorunları kendi sorunları olarak almaya başlamaları, yanı sıra genel ve siyasi sorunlardan öte sendikal hareketin nesnel durumu üzerine yapılan analizler ve bunlardan çıkarılan sonuçlar; getirilen öneriler, (yayınladığımız bildirgelerde okuyucunun fark edeceği sorunlara karşın) konferansın giderek sendikal hareket içinde, aynı zamanda fikri bakımdan da bir ağırlık oluşturacağının işaretlerini taşımaktadır.
Elbette ki, bu konferansın “sonuç bildirgesi”(4) ve yukarıda sözü edilen temel metinleri üstünden değerlendirmeler yapılacak; konferansta söylenenlerin, ortaya konan görevlerin anlamı ve içeriği irdelenecektir. Nitekim bu girişimlerin çeşitli illerde yapılmaya başlandığını da biliyoruz. Ama bütün bunların, aslında “konferansın 4. toplantısı” için bir hazırlık anlamına geldiği bilinciyle yapılması önemlidir. Ve işçiler; uluslararası işçi hareketinin, sendikal hareketin sorumluluğu bilinciyle bu değerlendirmeleri yaptıkları, buradan kendilerine görevler çıkardıkları ve ortaya çıkan deneylerini sonuçlarını konferansın dördüncü toplantısına götürecekleri düşüncesiyle bu çalışmalara katıldıkları ölçüde; çalışmalar işçi hareketi içinde gerçek yerine oturacaktır.

Dipnotlar
(1) Bu bildirgelerden; Türkiye, İtalya ve Belçika delegasyonu tarafından sunulan bildirgelerin tam metinlerini Özgürlük Dünyası’nın bu sayısında “Konferans Belgeleri” olarak yayımlıyoruz.

(2) Uluslararası Sendikal Konferans’ın Fransa’daki toplantısına katılan bir Avrupa ülkesinden sendikacılar; bunu, “Biz Avrupa’daki pek çok sendikal konferansa katıldık, ama hiçbirinde böyle gerçek sendikacıların katıldığı ve sorunların böyle sınıf duygusuyla ele alındığı bir nitelik yoktu” diye açıkça ifade etmişlerdi.

(3) Türkiye delegasyonu, Atina Konferansı öncesi ve sonrasında yaptığı değerlendirmelerde; bu soruna dikkat çekerek, bu konferans öncesi çalışmaların yeterince yapılmamış olması konusunda kendisini eleştirmiştir. Dahası, çeşitli işçi ve kamu emekçileri çevrelerinden de, konferans öncesi çalışmaların yetersizliği, hatta kendi katılımlarının da bu çalışmaların doğru yapılmamış olması nedeniyle yetersiz kaldığı konusunda görüşler ifade edilmiştir.

(4) Konferans’ın “sonuç bildirgesi” metni henüz elimize ulaşmadığı için Özgürlük Dünyası’nın bu sayısında Konferans Sonuç Bildirgesi’ni, konferansın belgeleri arasında yayımlayamadık.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑