Türkiye Mart ile Nisan aylarında yaklaşık bir aylık bir süreye yayılan esnaf hareketine tanık oldu. Yaygın kitlesel niteliğiyle esnaf ülkede ilk kez eyleme geçti. Cumhuriyet tarihinde başka bir örneği olmayan bu hareket, kuşkusuz bir dizi kafa karışıklığı ve tartışmayı, ama en başta algılama ve ele alma bozukluğunu da gündeme getirdi.
Esnaf önce Isparta ve ardından Elazığ’da büyük mitingler düzenledi. Sonra Ankara başta olmak üzere diğer iller sökün etti ve giderek izinli mitinglerin yerini izinsiz gösteriler ya da izni alınmış mitinglerin iznini alanların dayattığı sınırların aşıldığı gösteri tanımını da zorlayan eylemler aldı. Esnafta bir isyan havası esmeye başladı.
Esnaf hareketlenmesinde Ankara öne çıktı. Başlangıçta Siteler esnafı, neredeyse hiç iş yapamaz duruma gelen atölyelerde çalışan işçi ve çıraklarının da katılımıyla Ankara-Kırıkkale yolunu keserek Meclis’e yürümek istedi. Saatlerce süren eylemde esnaf ve işçiler polisle karşı karşıya geldiler ve eylem, ATO Başkanı Sinan Aygün’ün “ben de sizdenim…” diye başlayıp “haklısınız ama…” diye devam eden yatıştırma çabalarıyla sona erdirilebildi. Aygün’ün “heyet oluşturalım. Ecevit’le görüştüreceğim” yönlendirmesi geçici bir etki yaptı. Bir esnaf heyeti, Ecevit’le değil ama “gölgesi”yle görüştüyse de, görüşmeden bir sonuç alamadı. Esnafı harekete geçmeye iten birikim derinleşti.
Bu arada Başbakanlık’ın önünde Ecevit’e yazar kasa fırlatılmış ve başta Ankara Esnaf Odaları Birlik yönetimi olmak üzere bu eylem “provokasyon” ve gerçekleştiricisi “provokatör” ilan edilmişti. Birlik yöneticileri “kasayı atan esnaf değil”le başlayan “provokasyon” edebiyatını sektirmeden gündem edinmişlerdi. Ardından Siteler esnafının eylemi, “esnaf işi değil” denerek “provokasyon” masalının malzemesi yapıldı; bu eylemin de “provokasyon” olduğu ve katılımcılarının esnaf olmadığı ileri sürüldü. Masalın en önde gelen anlatıcısının, içişleri teşkilatının yanı sıra esnafların “resmi yönetimi” olması dikkat çekiciydi. Masal, kuşkusuz medyada ballandıra ballandıra anlatıldı.
Siteler esnafının öfkesinin, yatıştırma çabalarına karşın dinmemesi, tersine diğer bölgeleri de kucaklayarak yayılması ve esnafla resmi yönetimin kopuşmaya yönelmesi, o ana kadar hareketin dışında kaldığı gibi karşısında da yer alan resmi yönetimi kendi yolundan harekete geçmek zorunda bıraktı. Baştan beri ve yıllardır esnafın başına çöreklenmiş ama hiçbir hakkını savunmadığı gibi, 28 Şubat ya da IMF Programı ve buna bağlı olarak sözde enflasyonla mücadele kampanyası destekçiliğiyle devamlı esnafa karşı yöneltilmiş saldırıların yanında yer alan TESK Başkanı Derviş Günday ve dayanağı olan Ankara Birlik Yönetimi, 11 Nisan’da Ankara’da izinli bir miting yaparak yasak savmayı tasarladı. Hesap, esnafın öfkesini boşaltmaktı.
O güne kadar hesaplarını hep “iyi” yapan Günday ve Ankara Esnaf Odaları yönetiminin hesapları bu kez çarşıya uymadı. “Çarsı”yı iyi gözleme yetenekleri asıl özellikleri olan esnaflardan çok fazla kopmuşlardı. Kürsüde görünür görünmez yuhalanarak protesto edilmeye başlandılar, kısa sürede kürsü ellerinden alındı. Sırtlarından kendilerine ağalık taslayanları atan esnaf kısa ajitasyonlarla Meclis’e yürümeye yöneldi. Ancak sırtlarından attıkları ağalarla birlikte her yönüyle dağınıklıklarına denk düşen gevşek örgütleri de işlevsiz kaldı. Düzen hiçbir mekanizmasıyla kontrol sağlayamaz duruma düştü. Başka kimse de hareketi kontrol edemedi. Sesi gür çıkanın tamamen kendiliğinden akış içinde dediği olmaya başladı. Kontrol mekanizmalarının çöküşünün yanı sıra esnafın örgütsüzlüğü ve disipline gelmezliği, dağınıklıkla birlikte öfke seli içinde küçük grupların etki alanının genişlemesine götürdü, anarşist eğilimler baş gösterdi. Müdahale gecikmedi. Karşı koyma da. Kendiliğinden sürükleniş içinde esnaf birkaç polis barikatını, çatışmalarla püskürterek aştı. Silah kullanılarak ve bombalarla durdurulabildi.
14 Nisan’da ise, Gaziantep başta olmak üzere bazı illerde esnaf -yine çoğunlukla örgütlerine rağmen, ama bu kez Emek Platformu’nun çağrısına yanıt vererek- Emek Platformu tarafından düzenlenen mitinglere katıldı.
Esnaf hareketlenmeye ülkede gericiliğin en güçlü olduğu Isparta ve Elazığ gibi iki ilde düzenlediği mitinglerle başlamıştı. Esnaf eylemlerinin görüldüğü diğer illerde de esnaf odaları yönetimlerinde genellikle DYP, MHP vb. gibi gerici partilere mensup kimseler yer alıyordu. Ve harekete geçen esnaf kitleleri içinde, bir önceki seçimde gerici faşist partilere oy vermiş kişilerin ciddi ağırlıklarından söz etmek yanlış olmazdı. Kaba bir gözlemle, giyim-kuşam, hal-tavır, davranış biçimlerine vb. bakarak hareketlenen esnaf kitlesini tahlil etmeye girişen bazı geleneksel “solcular”, “gericiler içinde kaldık” diyorlardı! Hatta daha ileri gitmek mümkün: Ankara’daki başta olmak üzere esnaf eylemlerinin geleneksel “sol” çevrelerde hiç de küçümsenmeyecek ürküntülere yol açtığı ve bunun Mis Sokak gibi yerlerdeki sohbetlerin ana konusunu oluşturduğu biliniyor. “İşe yaramaz, bir şey çıkmaz”, Emek Platformu” karşısında, “daha sağlam” olacağı iddiasıyla ezilenlerin birliğini dağıtarak “Sol Birlik” oluşturma peşinde olan çevreler, esnaf eylemlerini korkuyla izlediler. En ilginci ise, “sol” bir parti adına yapılan resmi açıklamaydı. SİP, Ankara’daki esnaf eylemini “provoke edenler” arasında bir SİP’linin de bulunduğu yolundaki polis açıklamasını şöyle yanıtladı: “Ne işi var SİP’in orada. SİP gericiliğin olduğu yerde hiç olmamıştır! SİP 14 Nisan’da alanlarda olacaktır.”
* * *
12 Eylül öncesi yerel düzeydeki belirli bazı gelişmeler dışta tutulursa, esnaf geleneksel olarak “sağ”ın, gericiliğin, gerici parti ve hareketlerin sosyal dayanağı olmuş, ama “sol”un tabanı olmamıştı. “Sol”a tabanlık ettiği durumlarda da, bunun ne kadarının gönüllü olduğu tartışmalıydı.
İdeolojik eğilimleri ve ağırlıklı politik tutumlarının gelenekselliği ve düzenden yana olmasında anlaşılmayacak pek bir şey yok.
Esnaf, kentlerde, Özal’la “literatüre” giren “orta direk”in ağırlıklı kitlesini sağlayan kategoridir. Sanayi ve ticarette, mülkiyet sahibi bir katman olarak, feodal vb. ilişkilerin izlerini de taşıyan kapitalist ilişkilerin -en alt düzeylerine varıncaya kadar- temsilciliğini üstlenmiş olan esnafın varlık koşulu, olağan dönemlerde düzenin bizatihi kendisidir. Hatta esnaf, kendisini düzenin bekçisi hissedecek kadar, düzencidir. Piyasadan en çok etkilenen o olmasına karşın bizzat piyasanın içinde ve onun bir unsuru olarak var olmakta, kimliğini bu ilişkilerde ve devamında bulmakta; bu özelliği onu, piyasanın irileriyle kader birliği yapmaya ve onların peşlerinden sürüklenmeye götürmektedir. İrilerle, tekellerle piyasada kuşkusuz sürtüşmektedir. Görmekten kaçınamadığı çelişkilere sahiptir. Ama onlarla tüm çelişkilerini piyasa içi çekişmeler, yarın kendisinin üstte olabileceği türden dalaşmalar olarak görme ve yorumlama eğiliminde olagelmiştir. Bu nedenle uzun süre IMF’ye ve politikalarına kanmış ve bel bağlayabilmiştir. Olağan günlerde de içlerinden iflas edenler, daha geniş kesimleriyle dünü özleyenler, raflarını yenileyemez olanlar vb. çıkmamış değildir. Bunları, kendisinin de varlık koşulu olan piyasanın olağan dalgalanmalarına bağlama, göğüslenmesi gerekli risklerden varsayma, düşenin başının üzerine basarak yükselmenin tek yol kabul edildiği rekabetin doğal gereği kabul etme; kitlesel olarak esnafın genel eğilimi olmuştur.
Evet, esnafın burjuva kapitalist düzenin, en geniş kitlesel dayanaklarından olduğu; çünkü kapitalist sistemin üzerine kurulu olduğu yasalarla, tekellerin baskısıyla koşullansa da piyasa ilişkileri çerçevesinde ürettiği ya da ticaret yaptığı ortadadır. Bu durumuyla düzeni, kendi düzeni olarak benimseyip savunmasında, buradan kaynaklanarak gerici ideolojik eğilimlere sahip olmasında anlaşılmayacak şey olamaz.
Nitekim kendilerinin son aylarda girdikleri değişim sürecini sadece söyleşilerde değil ama şu ya da bu esnaf odaları adına yapılan açıklamalarda ortaya koyarken esnaflar da kendi düzen yanlısı tutumlarına atıfta bulunmaktadırlar. En bariz örnek, “bugüne kadar yürüyüş ve gösterilere katılmaz ve katılanlara iyi gözle bakmazken -kimileri ‘teröristler yapıyor’ diye düşünürken- şimdi bizim sokağa çıkmaktan başka çaremiz kalmadı.” şeklinde yaygın biçimde dile getirilen düşüncedir. Tutumları pratik olarak farklılaşmasına rağmen, henüz bu değişimi sindiremeyenler ise, bu düşünceyi dile getirdikten sonra, “Bizi sokağa çıkaranlar utansın” diye eklemektedirler.
Doğru, esnaf istisnai tekil ve yerel örnekler bir yana bırakıldığında sokağa çıkmamıştır ve çıkmayacak kadar düzenden yana olmuştur. Varlık koşulları, esnafı büyük sermayenin peşinden sürüklenmeye, onun yedeği ve dolayısıyla kitlesel bakımdan da düzenin dayanağı olmaya götürmüştür.
Hatta esnaf, genellikle modern bir sınıf olmadığı, üretim ve ticaret koşulları, anımsanmayacak kapitalizm öncesi özellikler barındırdığı için görece daha da gerici geleneksel fikirler sahibi olmuş, tutumlarına bu fikirleri yön vermiştir.
***
SİP ya da sair geleneksel “solcu”ların takıldıkları ve ötesine bir adım atmadıkları yer burasıdır. Peki, esnaf analizi bu noktada bitecek türden midir? Hepsi bu kadar mı? Ankara ve diğer yerlerde esnafın polis başta olmak üzere düzen ve kurumlarıyla bunca karşı karşıya gelmesi açıklanmaya muhtaç değil mi? Düzene karşı kapitalizm öncesini özleyen, feodal vb. türden daha da gerici bir kalkışma mıydı esnaf eylemleri? Hükümete ve hükümet partilerine veryansın ederken, Kapalıçarşı’ya Fazilet Partisi’ni sokmazken, Çiller pazar esnafı arasında son derece sıkıntılı dakikalar yaşarken, esnaf hangi “gerici” eğilimin takipçisiydi?
Ülkede, öncesi bir yana, son bir buçuk-iki yıldır olup bitenleri, dayatılan iki IMF programının çöktüğünü, üç ayda iki kez ciddi mali ve ardından ekonomik krize düşüldüğünü, ama emperyalist çıkarlar ve politikaların hâlâ programlaştırılarak dayatıldığını gören ve bilenler, eğer yalnızca olan bitenlere değil ama esnaf da içinde olmak üzere çeşitli sınıf ve tabakaların durumunu etkileyişine at gözlükleriyle bakmıyorlarsa, esnafın eğilimlerindeki farklılaşmayı anlamak için temel bir veriye sahiptirler demektir.
Esnaf, orta ve üst orta köylülük (hatta zengin köylülük de katılabilir) gibi ağırlaşan emperyalist dayatmalar ve yol açtığı çöküntülerden doğrudan etkilenmiştir.
Hatırlanacaktır; esnaftan önce kendiliğinden ve Ziraat Odalarının düzenlediği köylü miting ve gösterileri gündeme girdi. Son birkaç yıldır köylülük durumundan memnun değil ve bunu eylemli olarak ortaya koyuyor, Ardından esnaf hareketlendi.
Devam etmeden, yerel nitelikte bir esnaf eylemi örneğinden söz edilmeli. Aslında sözü edilecek olan, esnafın doğrudan kendi eylemi değil ama işçi eylemine verdiği destek. Son Zonguldak işçi eylemi ve Ankara Yürüyüşü Zonguldak esnafının tam desteğini almış, esnaf işçi eylemine ciddi destek vermişti. Nedeni, netti: madenler kapatılıp isçi issiz kaldığında ya da kapatma sürecinde geçim koşulları kötüleştiğinde esnaf da müşterisini kaybedecekti. Dolayısıyla müşterisine sahip çıkma yaklaşımıyla esnaf da madene sahip çıkmıştı.
Şimdi bu durum ülke çapında geçerli, işçi ve emekçileri yaşamından bezdiren emperyalist dayatmalar, yaşam koşullarının kötüleşmesi, düşük ücret, yoksullaşma, işsizliğin artışı; esnaf açısından müşterisini kaybetme ya da müşteri potansiyelinde düşme anlamına geliyor. Yaşam koşullarının kötüleşmesini, turnusol kâğıdı gibi, en önce, müşteri potansiyelinde azalma ve gelirlerindeki düşme olarak, kapitalist üretimin gerçekleşmesi sürecinin en ucundaki esnaf, hissediyor, yaşıyor, alarm veriyor, işçi, memur ve diğer emekçi tabakalar, harcamalarını kısmak zorunda bırakıldıklarında, müşteri olarak kapısına gittikleri esnaf bundan etkilenmezlik edemiyor. Alış-veriş hacmi düştüğü gibi, veresiye yüzdesi de yükseliyor. Esnafın gelirlerinde düşme ve çarkını döndürmekte zorlanma kaçınılmaz oluyor. Borçlanma, kredi ihtiyacı vb. kendisini dayatıyor. Rafların yeniden doldurulması kolay olmuyor. Borçla doldurulsa da satış zorlaşıyor; giderek son dönemde esnafın dilinden düşmeyen “dükkânı siftahsız kapatıyoruz” noktasına yaklaşılıyor. Kriz dönemleri, esnafın durumu, bu açıdan iyice içinden çıkılmaz oluyor, siftahsızlık genelleşme eğilimi gösteriyor.
Ancak sorun, aslı bu olmakla birlikte, bundan ibaret de değil.
Son aylarda sanayici ve tüccarların da, başta İstanbul ve Ankara Ticaret ve Sanayi Odaları olmak üzere, feveranlarının arttığını, hükümete yönelik şimdiye kadar pek görülmemiş eleştirilerini ve hatta istifa taleplerini gündeme getirdikleri biliniyor. O cenahta da -pastadan kendi payını talep eden- küçümsenmeyecek hoşnutsuzluklar var; ama harekete geçen esnaf oldu. Neden?
Aslında burjuvazinin orta ve üst orta kesimlerinin de hareketsiz olduğu söylenemez. Ancak onlar, sosyal konumları gereği, hareketliliklerini, basına demeçlerinin yanı sıra, bankacılarla toplantılarında, hükümet ya da bakanlarla görüşmelerinde vb. ortaya koyuyorlar. Ucuz kredi istiyorlar, borç ertelemesi, özel vergi indirimleri, ihracat teşviki vb. talep ediyorlar; “reel sektör” savunuculuğu yapıyorlar. Üstelik protesto için miting yapalım deseler, kendi başlarına küçük bir alanı bile dolduramazlar. Böyle bir yola girecek olsalar bile, yine kitlesel olarak esnaf vb, burjuvazinin alt kesimlerini, küçük burjuvaziyi harekete geçirip önünde yürüme pozisyonu edinmeye çalışacaklardır. Nitekim son esnaf eylemlerinde de, burjuvazinin yakınma ve eleştirilerinin esnafın hareketlenmesinde belirli bir teşvik edici ya da kolaylaştırıcı rol oynadığı düşünülebilir. Tekil tutumlar, Sinan Aygün’ün Siteler eylemini yatıştırmasında olduğu gibi, yatıştırıcı olsa bile, genel eleştirel atmosferin esnafı hareketlendirici rolünden söz edilebilir.
Bu durum uygun koşullan derinleştirici olabilir, ama esnaf hareketine asıl yol açan koşullar neydi, “uygun olan” neydi?
Asıl nedene, emekçilerin yaşam koşullarının aşırı kötüleşmesine ve bunun nedeni olarak IMF dayatmaları ve yol açtığı krize bir yönüyle değindik.
Ancak IMF/DB emperyalist politikalarının, küreselleşmeci uygulamaların esnafı doğrudan ilgilendiren yönü de var. Bu dayatmalar, köylüyü, tarımı ve hayvancılığı öldürücü olduğu gibi, sanayiyi ve sanayi ve ticaret alanında faaliyet gösteren özellikle küçük esnafı da öldürücü karakterdedir. Yalnızca rantiyeyi beslemiştir ve beslemektedir; gelirler üretim alanından değil ama faizden, repodan vb. gelmektedir.
Esnaf, özellikle küçük esnaf, küçük bir sermayeye sahip mülk sahibi bir katman olarak atölye ya da dükkânında kendi emeğini de katarak iş görmekte, üretim ya da pazarlama yapmaktadır. Özellikle küçük esnaf, küçük mülk sahibi olmasının yanında aynı zamanda bir emekçidir de. Yaşam koşullarının kötüleşmesinden, örneğin hayat pahalılığından, zamlardan vb. doğrudan etkilenmektedir.
Ancak bir emekçi olarak etkilendiği hayat pahalılığını, yoksullaşmayı vb. dayatan IMF/DB politikaları ve hükümet uygulamaları bir yana bırakılsa bile; bu politika ve uygulamalar ve sonunda neden olduğu kriz, küçük sermayedar olarak esnafı da topun ağzına sürmüştür. Bütçe gelirlerini artırmak üzere bulunan yollardan biri olan “götürü vergi”, esnaf açısından kazansa da kazanmasa da bir gider kapısı olmuştur. Esnafı kredilendirmek üzere kurulan Halk Bankası, hortumlamalarla uğraşırken esnafa ucuzu bir yana kredi payı ayıramaz duruma gelmiştir. Özellikle zor dönemlerde paraya olan ihtiyacı büyüyen ve borçlanmaktan başka çaresi kalmayan esnaf uygun fiyattan para bulamaz duruma getirilmiştir. Gelirlerinin yüzde 80’inden çoğunu faizden sağlayan tekeller, bu koşullarda zaten dikte ettikleri ürün fiyatlarını iyice yüksek tutmaya ya da ürünlerini esnafa uygun olmayan vade vb. koşullarla pazarlamaya yönelmişlerdir. Hammadde ya da pazarlayacağı ürünü onlardan almak tan başka yolu olmayan esnaf ise, -emekçilerin yaşam koşullarının kötüleşmesi nedeniyle- kendisi uygun olmayan fiyattan başkasından satamaz olunca önce rafları eksilmeye başlamıştır. Vergisini ödeyemez, kredi alamaz olan, zor koşullarda borçlanan esnaf giderek kriz nedeniyle satamaz da olunca, hareketlenmesinin koşulları oluşmuştur.
Kendi emeğini de kullanıyor olması bir yana küçük sermayedar olarak esnaf, sermaye ve mülk sahibi olmasına rağmen, geri üretim teknik ve koşulları ve kendi başınalığı içinde kapitalist ormanda bir ağaç gibidir. “Orman”, asıl tekellerin ve emperyalistlerindir; yalnızca fiyatı değil ama her şeyi onlar dikte ederler. Üstelik esnafın faaliyet alanlarını, çeşitli yol ve yöntemlerle (hipermarketler, taşeron işletmeler vb.) sürekli daraltır; bakkalı, mobilyacıyı iflasa sürüklerler. Bir de, IMF dayatmalarıyla doğrudan bağlantılı olarak, piyasaları kilitleyen mali ve ekonomik kriz koşullan oluştuğunda; ilk güme giden, sermayesi en küçük ama tüketici ile doğrudan yüz yüze “son halka” olan özellikle küçük esnaf olur: IMF ve hükümet politikalarıyla giderek zorlanarak sürdürdüğü sınaî ya da ticari faaliyetini yapamaz, satamaz, siftah edemez hale gelmiştir. Olağan koşullarda üste çıkma umutlarıyla sürekli bir çıkış yolu arayarak içinde dönüp durduğu piyasa ilişkileri çerçevesinde egemen olan ve binlerce bağla bağlı oldukları uluslararası sermaye ve işbirlikçi tekellerin her gün vurdukları darbelere karşı sessiz kalan, ama işini uydurup yükselme şansı yakalayan küçük bir kesim dışında yavaş ve sancılı bir ölüme sürüklenen esnaf, özellikle küçük esnaf, küreselleşme politikaları doğrultusunda hükümet eliyle yürütülen IMF/DB saldırılarıyla hızlı ölüme mahkûm edilirken, bu saldırıların tetiklediği kriz ortamında nefes alamaz hale sokulduğunda, sesini yüklenmekten kaçmamıştır.
Bu duruma düşen esnafın sokağa çıkmasında anlaşılmayacak şey kalır mı? Ve sokağa çıktığında eylemi, işçiyi ya da memuru, emekçiyi hedef almıyorsa, “gerici” olarak nitelenebilir mi? “Hükümet istifa” diye bağıran, IMF’ye küfür eden, polisiyle çatışan esnafın eylemi niye “gerici” olsun? Nedir “ilerici-gerici”nin kıstası? Hükümet ilericidir de esnaf ona karşı çıktığı için mi “gerici” oluyor? Ya da IMF, DB mi ilerici? Onların emperyalist politikalarına karşı taleplerle sokağa dökülen esnaf “gerici” sayılsın? Yoksa dilin altından bir türlü çıkarılmayan “bakla” olan, Avrupa Birliği üyeliği tartışmalarında biraz dilin ucuna gelen küreselleşme politikaları “komünizmi yakınlaştırdığı” için ilericilik de, onun için mi, örneğin hipermarkete karşı küçük dükkânını savunması esnafın “gericilik”ine delalet ediyor?
Gelişmeler, net bir biçimde, emperyalistler ve işbirlikçileriyle aralarında zaten var olan çelişmelerin derinleştiğini, özellikle küçük esnafın bu nedenle düzenle çatışmakta olduğunu, bilincinde olsun ya da olmasın bu yönde bir pratik içine girdiğini göstermektedir, ilk elde önemli olan, bu başkaldırısın tutarlılığı ya da tutarsızlığı, kendisinin eyleminin bilincinde olup olmaması ya da hangi türden düşüncelerle düzenle çatışan bir tutum geliştirdiği değildir; ama bu pratiği yaşamaya girişmesidir. Belki hâlâ milliyetçi ya da dincidir ya da başka bir ideolojik takıntısı vardır. Önemli olan; harekete geçmiş olan esnafın bugünkü ideolojik takıntıları değil, ama şimdiden onun bu takıntılarını zayıflatmış ve daha da zayıflatması kaçınılmaz olan, gereğince yardım edildiğinde gelişmesi sürecinde bunlardan kurtulacağı pratik eylemidir. Bu pratik eylem, tutarlı ya da tutarsız oluşu ve nereye kadar, nasıl gelişeceği gibi sorunlar bir yana düzenle çatışma halindedir, onu zayıflatmaktadır; IMF, DB vb. kuruluşlarıyla emperyalizm ve işbirlikçileriyle içine girilen çatışmayı yansıtmaktadır, onların politikalarının uygulanışını zorlaştırmaktadır.
Saptırılmaz mı? Kuşkusuz saptırılabilir. Provoke edilemez mi? Kuşkusuz edilebilir. Yıllardır peşine takıldığı ve bugün için zayıflamış olsa da bin-bir bağla hâlâ bağlı olduğu büyük sermaye ve düne kadar temel direklerinden olduğu düzen, esnaf için bugün değerinden çok kaybetmiştir; ancak manevraları ve manevralarının etkili olması hâlâ mümkündür. Ama bundan şu çıkar ki, esnafı şu ya da bu düzeyde düzene, emperyalizme ve büyük sermayeye karşı çıkaran bugünkü koşullar, esnafı etkileyecek devrimci çalışma için elverişlidir ve pratik eylemiyle kopuşa yöneldiği düzenden kopuşunun sağlam temellere oturtulması için devrimci çaba, aydınlatma ve politik yol gösterme çalışması şimdi çok daha önemlidir.
* * *
“Solcu”nun sorunu, sınıf tahlili ve toplumun gelişmesinin materyalist anlayışının “ilericilik-gericilik” kategorilendirmesinde hareket noktası edinilmemesinden kaynaklanıyor. Geleneksel “solculuk” hâlâ “yukarıdan”, “tepeden” tahlil yönteminde ısrar etmektedir. İnsanları, sınıf durumlarına, üretim ve değişim sürecindeki yerlerine ve kriz vb. gibi çeşitli koşullara bağlı olarak bu durumlarındaki değişmelere göre değil, ama bugün olan yarın olmayacak, çünkü sınıf durumu değiştiği için zorunlu olarak değişecek olan ya da kendi sınıf durumunun farkına ancak belli koşullarda ve “yarın” varacağı için ancak “yarın” değişecek olan bugünkü düşüncelerine göre sınıflandırmaktadır. Hareketlenen esnafı, genellikle bıyığı falan uzun, camiye de gidiyor, “sol” jargonla konuşmuyor, “sol” terminolojiyle düşünmüyor vb. gerekçesiyle olsa gerek, henüz ideolojik ve politik olarak kazanılmadığı için “gerici” saymak, başka tüm yanılgı ve kafa çarpıklıkları bir yana, kendini eleştirmekten kurtulmanın kolay bir yoludur. Hareketlenen esnaf yığınları, onları kendi yaşamlarını savunmaya ve düzenden kopmaya iten bunca elverişli koşullarda da, ideolojik ve politik olarak etkilenip kazanılmaya çalışılmak yerine “sağcı” ve “gerici” nitelendirmeleriyle zorla düzenden yana itilmeye çalışılacaksa, sol parti diye caka satmanın ne anlamı vardır? Gerçekten sol, sosyalist bir parti, düzene karşı başkaldırmaya yönelmiş düzenin eski dayanaklarını kazanmak üzere önüne görev koymak ve koşullar uygunken bu yönde mesafe almaya uğraşmak zorundadır; başka türlü adına layık olamaz. Düzenin sallanmaya başlayan temellerini iyice daraltıp çökertmek yerine ona buna kulp takmakla vakit öldüren, düzene son derece pratik bir biçimde kafa tutmaya yönelenleri zorla karşıya iten “sosyalist” ya da “solcu”, pek saf ve temiz bir altüst oluş öngören bir tatlı su solcusudur!
Sosyalizmin esnaf yığınları içinde fazla bir etkisinin olmadığı biliniyor. Esnaf üstelik çok gevşek örgütlüdür. Esnafa yönelik aydınlatma çalışmasının zorluğu ortadadır. Ama ortada olan bir başka gerçek de, şimdiden çeşitli illerde esnafla hatta eylemli kitlesel bağlar kurmayı başarmış olan Emek Platformu gerçeğidir.
Emek Platformu’nun kendisi de sorunsuz değil. Evet, ama devrimi hazırlamaya uğraşanların hiçbir adımı sorunsuz olmayacaktır. Hiç de düz bir yolda yürünmeyecek. Böyle düşünen gitsin evinde otursun!
Emek Platformu ve Programı bir veridir. Buradan hareketle sorunların aşılmasına çalışmak, yürünecek tek yoldur. Esnaf tek tek “solcu”lardan zor etkilenir, ama dün Zonguldak, bugün Antep örneğinin gösterdiği gibi işçi ve emekçilerin hareketinden oldukça kolay etkilenecektir. Dolayısıyla bir yandan Emek Platformu’nu zaaflarından arındırıp örneğin işyeri Emek Platformu Komiteleri’nin örgütlenmesi ve Platformun bu komitelere dayanmasının sağlanması yoluyla güçlendirir ve programının geliştirilmesi için çaba harcarken, diğer yandan esnafın bu Platform’la örgütlü olarak birleşmesi için uğraşmak, bugün yürünmesi gereken yolun özeti durumundadır. Emeğin bağımsız hareketinin gelişmesi, kesinlikle esnaf hareketinin gelişmesini olumlu etkileyecektir. Bu çerçevede, esnaf hareketi şimdiden gerçekleşmeye başladığı gibi bölünmelere de uğrayabilir, ama esnafın çıkış yolu da buradadır. Sağlamlaştırılması ve geliştirilmesi zorunluluğu içinde olmak üzere Emek Platformu ve Programı, esnafa da etrafında birleşebileceği alternatifi sunmaktadır. O halde sorun, aydınlatma faaliyetini genel olarak on katına, yüz katına yükseltir ve esnafı da kapsamasını sağlarken, öncelikle başta işçi sınıfı olmak üzere emek hareketinin bağımsız gelişimi için çaba harcama sorunudur.
Bir emekçi olarak olduğu kadar küçük sermayedar olarak da esnafın taleplerinin karşılanması, Emek Platformu ve Programı’nın başarısından geçmektedir.
Mayıs 2001