Parti ile üyesi arasındaki ilişki, partinin sınıfsal niteliğini en iyi “yansıtan” olgulardan birisidir. Hele “üyelik”, Türkiye’de “kadro” ve “kitle partilerinin pek çoğu için olduğu gibi, kâğıt üstünde kalmayacaksa; üyenin yükümlülükleri ve bu yükümlüklerden doğan hakları partinin sınıf tutumunu, yığınlarla ilişki tarzını ve iç disiplini de dâhil parti iç yaşamını belirlemede birinci dereceden önemlidir.
EMEP’in kuruluşundan beri, “parti ve üye ilişkisi” üstünde en çok durulan sorunlardan birisi oldu.
EMEP’in bir “işçi kitle partisi” olmasının kaçınılmaz sonucu olarak; “Ben EMEP çatısı altında mücadele etmek istiyorum” diyen her işçiyi, her emekçiyi üye olarak kabul etmesi ile EMEP’in programını gerçekleştirmek için yığınları çağırdığı mücadele yolunda yürüyecek partililerden beklediği özellikler çelişkili gibi görünüyordu. Özellikle de pratikte partinin, ya kitleselliğin baskısı altında mücadelede yol gösterme, sınıfa yardımcı olma görevini yerine getiremeyeceğinden ya da, yığınsallığın kaybedeceği tutumların gelişebileceğinden endişe ediliyordu. Aslında geçen süre göstermiştir ki; EMEP, hem yığınsal bir işçi-emekçi partisi hem de mücadelenin kendisinden beklediği görevleri yerine getiren bir parti olabilir. Nitekim EMEP 2. Kongresi, sorunu sınıf hareketinin ihtiyaçları ve EMEP’in bu hareket içindeki rolü üstünden ele alarak, parti üyesi tanımına açıklık getirmiş; parti tüzüğündeki üyelik bölümüne eklediği, her parti üyesinin, parti karşısında bir görevi olacağı biçimindeki “ekleme” ile “parti üyeliği” sorununa açıklık getirmiştir.
Ancak, parti eğer bir gönüllüler kulübü değil de; mücadele için bir araya gelmiş insanların bir örgütüyse; sorunun teorik planda çözülmüş olması önemlidir; ama ondan da önemlisi bu çözümlemenin pratikte nasıl uygulanacağıdır.
LENİNİST PARTİ VE ÜYELİK
Kuşkusuz ki; “üyelik” sorunu işçi sınıfının ve sosyalizmin tarihi bakımından da önemle tartışılan konulardan birisidir. Ve Lenin’in Menşeviklerle tartışması; ünlü “Bir Adım İleri İki Adım Geri” eserinde söz konusu edilen “sınıf partisi içinde üyeliğin anlamı” üstüne tartışmalar; “nasıl bir üye” tartışması üstünden yürüyen tartışmanın “nasıl bir dünya görüşü”, “nasıl bir siyasi mücadele” bölünmesi olduğuna bir örnek teşkil ettiği gibi, sınıfın devrimci partisi fikri içinde parti üyesinin rolüne dikkat çekmek bakımından son derece önemli bir belgedir.
Son 30 yıl içinde Türkiye’de, çeşitli “sol siyasi çevreler”, “üyelik kıstası” üstünden zaman zaman “çok şiddetli” bir görünüm kazanan tartışmalar yürütmüşlerse de bu tartışmaların “şiddeti” kadar “anlamlı” olduğunu söylemek güçtür.
Çünkü denebilir ki neredeyse herkes, en azından lafız olarak Lenin’in “Bir Adım İleri İki Adım Geri” eserinde Menşevikler’le yaptığı tartışmada, Lenin’den yana olduğunu ilan ederek, Stalin ve 3. Enternasyonal’in Leninist parti ve onun üyelik kriterlerine ilişkin söylediklerini “savunduğu”nu iddia ederek işe başlamış ve tartışma; sosyalist literatürde “parti” ve onun “üyesi” arasındaki ilişkiyi yorumlamakla sınırlı kaldığı için bu tartışmaların, genel olarak “sol” içinde bir Leninist parti kültürü oluşturmaya hizmet ettiği; Türkiye’deki parti fikri ve onun yığınlar içindeki rolüyle ilgili sonuçlar doğurduğu pek söylenemez. Tersine genel olarak bakıldığında bu alanda söylenenle yapılanların birbirine uygun olduğu söylenemeyeceği gibi işin laf kısmının da, formülasyon bakımdan Leninist biçime uygun ama içeriğinin tamamen başka “izmler”in etkisiyle doldurulduğu görülür.
Örneğin kendilerine Marksist, Leninist, Maoist, Troçkist vb. sıfatlar takan “sol örgütler”, içeriğini ve anlamını çok önemsemeden; “Leninist partinin üç temel üyelik kriteri”ni tüzüklerine yazarlar.
Buna göre; 1) Partinin programını kabul etmek, 2) Aidat ödemek, 3) Partinin bir organında yer almak. Bu ilkelere hemen bütün bu türden örgüt-parti tüzüklerinde rastlamak mümkündür. Ama Leninist partide parti ile üye arasındaki ilişkiyi belirleyen ve Leninist partinin sınıf hareketi içindeki rolüyle doğrudan bağlantılı olduğu için de, bu üç koşulun ifade ettiği şey; herhangi burjuva, küçük burjuva “devrimci”, “sıkı örgütlenmiş bir parti”den farklı, taban tabana zıt bir içeriğe sahip olduğu ortadadır.
Ama genellikle “profesyonel” kişilerden oluşan bu örgütlerde, bu temel kurallara da pek uyulduğu söylenemez. Belki; “iç eğitim” toplantılarında bunlardan sıkça söz edilir, Lenin’in Menşevikler’e, ekonomistlere yönelik suçlamaları yeniden yeniden gündeme getirilir ama gerek partinin programı ile Leninist partinin üyesine yüklediği görevler arasındaki ilişki, gerekse bir organda görev alma ve aidat ödeme gibi kriterlere pratikte bir değer verildiği söylenemez. Bu nedenle de; “sol”daki parti kültürü; aslında günlük bir çalışmayı, yığınlara yönelik kapsamlı bir ajitasyon faaliyetini gerçekleştirmek üzere biçimlenmiş Leninist parti ve onun üyesinin sorumluluklarının “teknik bakımdan kabul edilişi”ni aşmaz. Çalışmada; “konspiratif” tarz (komplocu, üyenin fikirlerini ve tutumunu saklaması, etrafında farklı gerçekte farklı bir kişi olma, öyle görünmeye özenme) egemendir.
Düzen partileri için de durum çok farklı değildir. Orada da aidattan, parti örgütlerinden (ilçe ve belde örgütleri) söz edilir ama gerçekte ne örgüte önem veren ne de aidat ödeyen vardır. Örgütler ve örgütle üye ilişkisi “delege ağları” yerel parti bürokrasisi tarafından biçimlendiği gibi, kimlerin aidatının ödeneceği, kimlerin ödenmeyip, delege seçimleri ve ön seçimlerde oy kullanmasının önleneceği de yine bu kişiler tarafından belirlenir. Üyeler de genel olarak bu partilere bir menfaat sağlamaya gittiği için; aidat vermek (yasal bakımdan aidat zorunluluğu ise, genellikle, üyelerin parti içi hizip çekişmelerinde “oy haklarını” kullanabilmeleri için, partinin hiziplerinin önde gelenleri tarafından yatırılır), zamanının bir bölümünü partinin kendisine vereceği görevleri yerine getirmek gibi bir istek göstermezler.
BİR İŞÇİ-KİTLE PARTİSİ OLARAK EMEP’TE ÜYELİK
Elbette ki işçi sınıfı ve emekçi sınıfların az çok siyasetle uğraşan kesimleri bu burjuva ve küçük burjuva çevrelerin “parti”, “parti-üye ilişkisi” kültüründen etkilenmiş olarak EMEP’e gelmektedir. Bu yüzden de EMEP’te üyelik sorunu, parti üyesinin görevleri, partinin amacı ile üyenin görevi arasındaki ilişki gibi üyeliğe dair pek çok yan parti içi eğitiminin ve partinin yığınlara yönelik faaliyetinin önemli bir unsuru olarak ele alınması gereken bir konu olmaya devam etmektedir ve edecektir. Ve öyle görünmektedir ki parti üyesi ve görevi arasındaki ilişki, parti yığınsallaştığı ölçüde de parti içi eğitimin giderek önemi artan bir konusu olmaya devam edecektir. Ama örnek bir çalışma geliştirilmiş, bir parti içi örgüt kültürü yerleşmiş olacağı nedeniyle de elbette bu konu yeni üyelere daha kolay kavratılıp bir alışkanlık haline getirilebilecektir.
EMEP daha kuruluşundan itibaren düzen partilerinden öğrenilen parti içi çatışmalarda taraf olma, öteki partiler karşısında da üyelik görevi kendi partisine oy vermek olarak kalan (çoğu zaman kendi partisi dışındaki partilerle bile çeşitli ilişkiler içine girip o partilere destek vermek düzen partileri için de parti üyesi olmayı ortadan kaldırıcı bir disiplin suçu sayılmaz) parti anlayışını ve üyeliğini olduğu kadar, Leninist partinin parti-üye ilişkililerinin yozlaştırılmış ifadesi olan sınıf dışı bir tutum olarak yansıyan “kadrocu”, “komplocu” (konspiratif) üyelik anlayışını da reddetti.
— Çünkü EMEP; kuruluşundan itibaren kendi orijinalitesini bir “işçi kitle partisi” olarak ifade etti ve “Ben de bu partinin çatısı altında mücadele etmek istiyorum” diyen her işçinin, emekçinin başkaca bir koşul ve “sınavı” aşmak zorunda olmadan partiye katılmasını sağlayacak bir tutumu benimsedi.
— Çünkü EMEP; bir yandan işçilerin, emekçilerin kitle partisiyken aynı zamanda da onların içinde kendi politikalarını öğrendikleri bir “okul”du. Dolayısıyla da işçiler, politika yapmayı, yapacakları kendi politikalarının nasıl bir politika olduğunu da bu parti içinde öğreneceklerdi.
— Çünkü EMEP, işçileri, emekçileri mücadeleye çekmek, onları hakları için, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesi için, emekçilerin iktidarı için mücadeleye çeken bir parti olarak, sınıfa yardım eden, mücadeleyi yöneten bir parti olarak rol oynamak için kurulmuştu.
Yani EMEP bir işçi-emekçi kitle partisi olarak sınıfın ileri unsurlarının tümünü kapsamayı, onları içine alarak sınıfın dünya görüşü doğrultusunda eğitmeyi, parti içinde kendi politikalarını yapmayı öğrenmelerinin önünü açmak istiyordu. Bunun için de üyelik için kurallar belirlerken; asıl olarak da eski siyasileşmiş, aydın ve demokrat çevrelerden, öğrencilikten gelme kesimlerin işçi ve emekçi sınıflardan gelecek yeterince siyasallaşmamış, henüz arayış içine girmiş emekçilerin partiye girmesine engel olabilecekleri kuralları koymaktan, bu anlamıyla üyeliği zorlaştıracak “barajlar”dan uzak durdu. Denebilir ki, tek dikkat ettiği ilke, bir işçinin, bir emekçinin samimiyetle; “Ben bu partinin amaçlarını kabul ediyorum ve bu partiye girmek istiyorum” demesiydi.
Ama bundan anlaşılması gereken elbette burjuva düzen partilerindeki her gelenin kabul edilip sonra seçimlere kadar kimin ne yaptığı ile kimsenin pek ilgilenmediği bir “particilik” anlayışı değildi ve kuruluşundan itibaren de EMEP, bu anlayışa karşı durdu.
Partinin kuruluşundan bugüne geçen süreç; sınıf hareketinin ihtiyaçları, üye ve partisi konusunda, EMEP’in kuruluşundan beri savunduğu ilkelerin ne kadar doğru, eğer bir kitle partisi olacaksa üyelik koşullarının böyle olması gerektiğinin aynı zamanda zorunlu da olduğu görüldü. Ancak, pratikte, zaten zorunlu olan ve her parti üyesinin olması gereken bir özelliği daha parti tüzüğüne geçirildi: EMEP’in 2. Kongresi; partinin çizgisini kabul etmek ve belirli bir aidatı ödemek koşuluna, “her üyenin bir parti görevinin olması” ilkesini de ekledi.
Aslında böylece, EMEP’in tüzüğü; Leninist parti ilkelerinin bir açık işçi kitle partisinin amaçlarına uygun olarak yorumlanmasının “lafız bakımından da tamamlanması”nın ifadesi oldu. Çünkü parti üyesinin görevlerinin özünü ve kapsamını belirleyen aslında partinin programıdır ve sınıfın asgari programı olma bakımından EMEP programı zaten böyle görevler yüklüyordu. 2. Kongre’de yapılan tüzük değişikliği ile EMEP tüzük olarak üyelerinin yükümlülüklerini belirleme bakımından da ileri bir adım atmış oldu.
İlk bakışta, “parti çizgisinin benimsenmesi”, “aidat ödenmesi”, “bir parti görevi üstlenmesi” gibi görünüşte basit ama “her gün yapılan” görevler olmasıyla, bir parti üyesinin sürekli kendi partisi ve onun sorunlarıyla ilgilenmesi; sorunların çözümüne katılması anlamına gelen bu “basit” ilkeleri işçi ve emekçi sınıflardan partiye başvuran kişiler, herhangi bir yerden öğrenip sonra partiye gelemeyeceğine göre, çok açık ki, parti bu görevlerin yeni partililere öğretilmesini, eski partililerin de günlük çalışmaya bu “üyelik görevlerini” yerine getirecek biçimde katılması çabasının her gün yenilenmesini öncelikle partinin yönetimlerine ve “deneyimli” partililere yüklemektedir. Yani parti yöneticilerinin görevi, elbette, partinin kapıdan giren ve “Ben bu partiye üye olmak istiyorum” diyen emekçiye yeni kurallar dayatmak değildir. Ama parti içi eğitim ve üye parti ilişkisi ve üyeler arasındaki dostluk arkadaşlık ilişkilerinin düzenlenmesi çerçevesinde, deyim yerindeyse partiye yeni giren işçiye, emekçiye partili olmayı öğretmekle yükümlü olduklarını bilmek durumundadır.
Bu yüzden de, dün EMEP’te, partinin çizgisini yeterince anlamamış ya da aidatını zamanında ve gerekli bir düzenlilikte ödememiş olanlar partiden çıkarılmamıştır. Bugün de; 2. Kongre tarafından “her üyenin bir parti görevinin olması” doğrultusundaki tüzük değişikliği, parti görevi olmayan üyelerin “üyelikten çıkarılması” işlemlerinin başlatılması anlamına gelmiyor. Ama böyle bir maddenin tüzüğe konmuş olması, “üyeye ve yöneticilere yeni bir görev yüklemiyor” da değil. Tersine; eğer üyeler, bir görev almayacak ve yöneticiler de hiçbir şey olmamış gibi davranacaksa; o zaman bir tüzük değişikliğine, hatta bir tüzüğe gerek olmazdı. Buradaki hassas nokta, yönetimlerin, eski üyelerin, parti çizgisini kavramış eski partililerin; yeni üyelerin yapabileceği bir görev almaları için onları eğitip, yeniden yeniden partiyle ilişkilerini geliştirmelerini sağlamaktır. Yani tüzük değişikliğinin yeni üyelerden çok değilse de, onlardan önce yönetici görevler alan partililere ve eski parti üyelerine bir yükümlülük getirdiği görülmelidir.
Çünkü EMEP’in bir işçi kitle partisi olması, aynı zamanda sınıfın okulu olarak işlev görmesi, her şeyden önce yöneticilere yeni görevler yüklemektedir. Yani, nasıl ki, dün partinin çizgisinin kavratılması ve aidatın düzenli ödenmesi gibi partili yükümlülüklerinin yerine getirilmemesi, yöneticileri bunları üyelere öğretme; bu çerçevede işçinin, emekçinin partisini, onun çizgisini anlayıp hayata geçirilmesinin öğretilmesine bir vesile ise, bugün de parti tüzüğünde yapılan değişiklik; her yeni üyenin de bir parti görevini üstlenmesi için bunu yerine getirmenin öğretilmesi; her üyeye yapabileceği bir “görev verme” (görev üyenin önemsiz göreceği kadar basit değil ama altında ezilmeyeceği kadar da üye tarafından yapılabilir olmalıdır) ve bu görevi sistemli bir biçimde yenileyerek; üyenin kendiliğinden görev ister duruma getirilmesi; aldığı görevleri yaratıcı bir biçimde yerine getirmeyi alışkanlık haline getirmesi için gereken gayreti göstermeyi öngörür.
Ancak elbette, partinin mücadele çizgisi, aidatın önemi konusunda her şeyi bilip, her yerde herkesten çok konuşup ama kendisine verilecek parti görevlerini yerine getirmemekte ısrar edenler için üyelik koşullarının yerine getirilmesi titizlikle ele alınacaktır. Bu yüzden de bu “tipler” için elbette herhangi bir görev kabul etmemek, aldığı görevi bilinçli olarak yapmamak da bir parti suçu teşkil eder. Ama yeni parti üyeleri için böyle bir suçun oluşması çok daha başka koşulları gerektirir.
Demek ki, EMEP 2. Kongresi üyelik kriterleri arasına aldığı “her üyenin bir görevi olmalıdır” ilkesiyle, aslında öncelikle yöneticilere ve deneyimli partililere yeni bir görev vermiş; her üyeye “uygun bir görev verme” yükümlülüğü getirmiştir.
ÜYE VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Peki; “öncelikle” yöneticilere böyle bir yükümlülük getirilirken, 2. Kongre üyelere yeni bir yükümlülük getirmemiş midir? Elbette getirmiştir. Asıl olarak da üyelere yeni bir yükümlülük getirmiştir.
Şöyle ki;
Soruna, üyenin parti karşısındaki sorumluluğundan bakıldığında her üyenin görevi, partinin işlerinin başında bir yönetici yokmuş gibi, parti tüzüğünde yer alan üyelik görevlerini harfiyen yerine getirmektir. Bu yüzden de; “her üyenin bir görevi olmalıdır” diyen tüzük maddesine göre üyeler sürekli bir görev edinmek, bu görevi üstünden de partiye, parti çalışmasına bağlanmak durumundadır. Bu yüzden de EMEP 2. Kongresi, “öncelikle parti yönetimlerine görev yüklemiştir” derken, burada üyenin kendi sorumluluğu ortadan kalkmamakta, sadece EMEP’e yeni katılanlara ve tabii henüz yeterince partinin çizgisini kavramamış olan nispeten eski üyelere de; görev alma, bir görev üstünden partiye bağlanmanın önemi ve gerekliliğini öğretmek durumunda oldukları hatırlatılmaktadır. Yoksa üyeler bekleyecek, parti yöneticileri de onlara “iş verecekler” diye bir şey söz konusu değildir.
Burada, “üyenin parti görevi”nden söz ederken, üyenin kendiliğinden “ben de parti için şöyle bir şey yapayım” diye kendisine bir “görev vermesi”ni kastetmiyoruz. Tam tersine, partinin gerçekleştirdiği görev üzerinden, o görevin bir parçası olarak üyenin görev almasından söz ediyoruz. Yani, partinin önüne koyduğu o dönemdeki görev üstünden bir görev alınmasını kastediyoruz. Ancak o zaman üye parti faaliyetinin bir parçasını üstlenmiş, dolayısıyla partinin kolektif çabasının bir parçası olarak davranmış olabilir. Ve parti yönetimi de, üyeyi bu görev üstünden denetleyebilir.
Elbette ki; partiye üye olmuş ama bu üyeliğin kendisine hiçbir sorumluluk getirmediği bir üyeliğin partiye, sınıfa ve parti üyesine kazandıracağı bir şey olamaz. Tam tersine; partiye üye olmak demek, “partinin amaçları doğrultusunda çalışacağım, elimden ne gelirse onu katacağım” demektir. Ve üyelik koşulları olarak tüzük tarafından belirlenen üç madde bu isteğin somut ve biçimsel ifadesidir.
Hiç kuşku yok ki, bir kitle partisinin üyelerinin tümünün katkısı aynı değildir. Tersine, kimi üyeler yetenek, deneyim, bilinç bakımından çok ileri düzeyde parti çalışmasına katılırken, üyelerin büyük bir bölümü de (partinin kitleselliği arttıkça, katkı düzeyi düşük üyelerin oranı büyür) daha aşağı bir düzeyden parti çalışmasına katılırlar. Çünkü partiye yeni katılan emekçi sınıflardan üyelerin bilinç ve deneyimleri elbette partinin “ileri unsurları” düzeyinde olmayacaktır.
Üyelerin partiye katılımı böylesi çeşitli düzeyde olmasına karşın üyelerin parti karşısındaki konumları değişik değildir. Tam tersine samimiyetle ve elinden geleni yapan her üye parti tarafından aynı derecede şevkle kucaklanır.
“Kişi”, partiye üye olurken “tek kişi” olarak başvurur. Ama görevleri yerine getirirken, kişi tek olmaktan çıkar; kendi etrafındaki insan ilişkileriyle hareket eder. “insan ilişkileri” ile kastedilen ise; parti üyesinin etrafındaki, ailesindeki kişiler, akrabaları, komşuları, kahve, spor kulübü vb. çevrelerden arkadaşları, hemşerileri, işyerinde birlikte çalıştığı kişiler gibi, çok sayıda ve değişik toplum kategorilerinden emekçileri kapsar. Dolayısıyla partiden alınan görevin yerine getirilmesinde partili, bütün çevredeki kişileri (en azından henüz partili olmayan bazı kişileri) harekete geçireceğini düşünerek, yani kendi kişisel olanağı olan bu çevreyi parti çalışmasına çekerek yapar. Bu çevre, üyenin “doğal çevresi”dir. Ve aslına bakılırsa (birim çalışması ve ona has özellikleri bir an için gözden ırak tutarsak) partili siyasi çalışmasını da bu çevre içinde yapar. Çünkü günün çeşitli saatleri içinde yer aldığı bu çevre içinde partinin tanıtılması, etkilenen kişilerin şu veya bu düzeyde partiyle ilişkilerinin kurulması, partiyi tanımayan ama partilinin kendisinin kişisel olarak etkilemiş olduğu kişilerin, alınan parti görevlerinin yerine getirilmesinde çeşitli düzeylerde rol almasının sağlanması partilinin çalışmasının önemli dayanaklarıdır. Yani partilinin doğal çevresi, hem o partilinin parti çalışmasını sürdürdüğü hem de partinin o alandaki amaçlarının gerçekleşmesi için aldığı parti görevinin yerine getirilmesi için seferber ettiği bir çevredir. Daha doğrusu partili; bu çevreyi parti çizgisinde hareket ettirdiği, onların imkânlarını partinin çalışmasının imkânları haline getirdiği ölçüde görevini yapmış olacaktır. Dolayısıyla parti üyesinin siyasi faaliyet yürüttüğü alanın olanakları ne ölçüde partinin olanakları haline geliyorsa, parti üyesi de o ölçüde görevini yapar hale gelir. Aksi halde, bir parti üyesi tek başına, kendi çevresinden soyutlandığı takdirde ne ölçüde fedakârca davranırsa davransın, partinin kendisinden beklediği görevleri yerine getirmiş olmaz. Başka bir söyleyişle parti üyesi, kendi doğal çevresinin “doğal önderi” olarak davranmalı, bu pozisyonu edinmek için gayret göstermeli, çevre içindeki öteki etkili unsurları da partiye kazanarak partinin hem yeni çevrelere yayılmasını hem de var olan çevre içinde etkisini artırmasını amaçlamalıdır.
Demek ki parti üyesi, bu “doğal çevresi” içinde parti yayınlarını dağıtmak, okunup tartışılmalarını organize etmek, günlük gazetenin okunmasını sağlamak ve sürekli abonelik kurumunu yerleştirip işletmek, partinin maddi bakımdan desteklenmesi için bu çevrenin parti ile maddi bakımdan dayanışmanın sürekli hale getirilmesi gibi özel bir parti görevi almadan da yerine getireceği bir tür kaçınamayacağı görevlerle yükümlüdür. Ve aslında bir parti görevi almak, bu ilişkiler içinde anlam kazanmaktadır.
Örneğin parti merkezi ya da il örgütü, IMF-hükümet politikalarının teşhiri üstünden bir faaliyet yürütmek için tüm örgütleri göreve çağırmışsa, burada parti üyesi, bu çağrıya uygun bir görevi üstlenmek, kendi alanındaki olanakları bu görevin yapılması için seferber etmek, kendi çevresinden kişilerle birlikte bu görevi nasıl yerine getireceğini planlayıp hayata geçirmekle yükümlüdür. Ya da örneğin parti bir bağış kampanyası açmışsa normalde olandan farklı olarak, bu bağış kampanyasının içeriğine ve ondan beklenen ideolojik-politik yararı da ihmal etmeyen ama aynı zamanda çevrenin ekonomik gücünü göz önüne alarak hedefler koymak, bu hedefleri aşmak üzere devrimci bir “yarış” yürütmek üyenin görevi olarak biçimlenir. Yani böyle bir faaliyette, örneğin asgari ücret alan bir parti üyesi, kendi bağışını bu çevrenin imkânları üstünden değerlendirip belirlemek durumundadır.
Elbette ki, asgari ücret alan da kendince bağışa katılmanın bir yolunu bulacaktır; (fazla mesai, hafta sonu çalışma, çeşitli tasarruflar düşünülebilir) ama bağışta konulan hedef üyenin kişisel katkısının ötesinde onun “doğal çevresi” içinde yürüttüğü faaliyetle dolaysız bir biçimde bağlantılı olarak ele alındığı ölçüde bağıştan beklenen, partiyi güçlendirmenin bir dayanağı olma özelliği gerçekleşebilir.
Günlük basın için de durum benzer biçimdedir. Ve her partili, sadece kendi okuması için değil, ama kendi çevresinde gazetenin günlük dağıtımını sağlamak, okunup tartışılmasını organize etmek, gazete ile çevresinin bağının süreklileştirilmesi için hevesli gençleri gazete muhabirliği ve dağıtımı için görevlendirmek, çevrenin kendi doğallığı içinde gazeteyi tartıştırmak ve gazete tarafından ortaya atılan konuları tartıştırıp, okunmasını teşvik edip anlaşılmasını sağlamak üyenin hem erteleyemeyeceği hem de her gün yapılmasını alışkanlık olarak sürdüreceği görevlerindendir.
Her üye bütün bu sayılanları yapabilir mi? Eğer çevre imkânlarını seferber etmeyi aklından çıkarmıyorsa, parti görevini bir bürokratik davranış, dışardan kendisine empoze edilen bir tutum değil de günlük yaşantısının bir parçası olarak algılıyorsa, çok önemli kısımlarını yapar. Yapamadıkları için ise başka üyelerden, parti yönetimlerinden yardım isteyecektir. Bu görevlerin tam olarak yapılması için gereken bilgi ve beceriyi edinmek için çaba harcayacaktır. Çünkü partinin kendisinden istediği şeyler; günlük yaşantısı içinde, daha iyi bir dünya kurma isteğinin gerekleridir. Ona dayatılan, ya da aleyhine olan şeyler, üstesinden gelinemeyecek kadar zor ve ona yabancı şeyler değildir.
Aslında parti üyeliği, soruna bu geniş açıdan bakıldığında, parti çizgisini benimsemiş, belirli aidat veriyor ve partinin verdiği bir görevi yapıyor olma ete kemiğe bürünmektedir. Yoksa tüzükte söz edilen kuralları; sağda solda partiyi övmek, bir miktar aidat ödemek ve partinin şunu yap dediği bir pratik işi (bir şeyi alıp bir yere götürmek gibi) yapıyor olmak, tüzükte söz edilen üyeliğin hakkının verildiği anlamına gelmez.
Kuşkusuz ki, partinin birim çalışması, birimdeki parti grubunun üyesi olan partili üyenin görev anlayışı da yukarıdaki gibi bir genişlikte anlaşılmalıdır. Ama aynı zamanda, birim faaliyeti, bir grup partilinin bu “doğal çevre” olanaklarını genişletmek için, her konuda birbiriyle dayanıştığı, her birinin doğal çevresinin imkânlarını da ötekine kattığı (bu nedenle de maddi ve manevi imkânların daha da çoğaldığı ve çalışma verimliliğinin arttığı) bir üretim ve hizmet birimi içinde kendi görevlerini kendilerinin belirlediği (elbette parti çizgisi, günlük direktifleri doğrultusunda) çok daha tam bir çalışmadır.
Kuşkusuz, partili çalışmanın özelliği, bütün üyelerin partideki en ileri kavrayış hattından çalışmaya katılması, politik hedeflerin oradan belirlenebilmesidir. Partinin bütün üyeleri, kendi çalışmalarını bu partinin en ileri kavrayışından eleştirip düzenledikleri ölçüde, parti görevi yapmak da bir külfet olmaktan çıkıp günlük bir işe, üstelik yapılmazsa rahatsızlık duyacağımız bir zevke dönüşecektir.
EMEP’in 2. Kongresi sürecinde parti üyeliği tartışmalarını ve kongre sonrası parti örgütlerinin düzenlenmesindeki çabaları ve yaz boyunca süren parti içi eğitim faaliyetlerini yukarıdaki perspektifin hayata geçmesi olarak anladığımız ölçüde her şey daha çok yerli yerine oturur.
Ekim 2000