Tarım politikalarında kırılma noktası: Trakya üretici köylü kurultayı

Tarıma yapılan desteğin sıfırlanması, özelleştirmelerin hızlandırılması, kamu bankalarının elden çıkarılması, Tariş, Çukobirlik, Fiskobirlik, Antbirlik, Trakyabirlik gibi KİT’lerin tasfiyesi, kooperatiflerin bünyesindeki sanayi kuruluşlarının özelleştirilmesi… Türkiye’ye yapılan bu dayatmaların listesine, IMF ile yapılan her yeni kredi anlaşmasında yeni yeni maddeler ekleniyor. Hortumlanarak batırılan bankaları kurtarmak için harcanan paranın yarısı kadar kredi alabilmek için, bu dayatmaları harfiyen uygulayacaklarına dair niyet mektubu üzerine niyet mektubu veren hükümetler ise, son 20 yılda, özetle şu uygulamaları hayata geçirdiler:
Gümrük Birliği ile koruma duvarları kaldırıldı, tarım ürünleri ithalatı serbest bırakıldı. Tarım girdilerine sürekli zam yapılırken, ürün fiyatları düşük tutuldu. Tarımsal KİT’ler ve KİK’ler bir bir özelleştirilmeye başlandı. Belli ürünlerdeki kota uygulaması hızla yaygınlaştırıldı. Sübvansiyonlar kaldırıldı. “Reform” adı altında yeni yıkım paketleri hazırlandı (57. Hükümet tarafından uygulamaya konan son, “tarım reformu”nun içeriği ve doğuracağı sonuçlar geniş bir biçimde Özgürlük Dünyası’nın 102. Sayısında yer alıyor).
Sermayenin uluslararası hareketi ve emperyalist ülkelerin uluslararası ticaretteki “denge” arayışlarının bir sonucu olarak hayata geçirilen bu uygulamalar, birçok üreticiyi yok oluşa sürüklerken, birçok üretici köylünün de tepkisini ve öfkesini iyice kabartıyor. Taban fiyatlarına, çevre ve toprağın kirletilmesine veya üreticinin canını yakan başka bir duruma duyulan tepkiyle yapılan eylem ve mitinglerde, “Kahrolsun IMF, yaşasın bağımsız Türkiye” sloganının son dönemlerde öne çıkması bir şeylerin sinyalini veriyor: Türkiye üreticisinin onu yok oluşa sürükleyen düşmanlarının, IMF ve işbirlikçi hükümet olduğunu görmeye başladığının sinyallerini…
Bu küçük sinyaller bugün için, 19 Kasım 2000 tarihinde Babaeski Düğün Salonu’nda düzenlenen “Trakya Üretici Köylü Kurultayı” ile başka bir boyut kazandı. Bu kurultay, kapitalizmin girdiği ekonomik krizlerin sonucunda emperyalist ülkelerin, ürettikleri fazlalığı değerlendirebilmek için Türkiye’yi pazar haline getirme hedefleri doğrultusunda dayattıkları anlaşmalara uygun olarak, hükümet tarafından hayata geçirilen tarım politikalarında, bir kırılma noktası niteliği taşıyor. Çünkü Trakya Üretici Köylü Kurultayı’nda bir araya gelen üreticiler, doğrudan, hükümetin izlediği ve emperyalist büyük devletlerle, uluslararası tekellerin çıkarlarını temel alan tarım politikasını protesto ettiler. Sadece protesto etmekle kalmayıp, kurultayda, mücadelelerini ülke sathına yaymak ve birleştirmek üzere bir üretici köylü sendikası kurma kararı aldılar.

UYGULAMALAR TALEPLERE ZIT
Trakya köylerinde üreticilerin, hükümetin programı ve üretici taleplerinin birbirine taban tabana zıtlığını fark ederek bir “bilinç sıçraması” yaşadıklarını, gerek kurultaydaki köylülerin konuşmalarında, gerekse kurultay çalışmaları sırasında yapılan sohbetlerde görmek mümkün. Yazının ilerleyen kısımlarında Kurultay’dan ve köy kahvelerinden aktarılacak olan “anekdot”lar bu bilincin ve çalışmanın niteliğinin göstergesi olacak.
Mazot, gübre, tohumluk, ilaç, römork, yedek parça, işçi ücretleri gibi tarım girdilerindeki artışla ürünün fiyatı arasındaki uçurumun aleyhine büyüdüğünün ve bu gidişle kendisinin yakın zamanda üretim yapamayacağının farkında olmayan üretici yok.
Kısabileceği tüm girdileri kısan üreticilerin şu andakinden daha az maliyetle üretim yapma şansları yok. Örneğin, tarımın önemli girdilerinden biri olan kimyevi gübrenin, Türkiye’de dekar başına kullanım oranı 80 kilo. İngiltere’de bu rakam 350 kiloyu aşarken, Fransa’da 400 kiloya yaklaşıyor. Tabii bu durum verimi de etkiliyor. Batılı ülkelerde verim dekar başına 1000 kiloyu geçtiği halde Türkiye’de ortalama 200 kilo, hatta kuru tarım yapılan bölgelerimizde 100 kiloya kadar düşüyor. Gübresiz verim elde etmenin imkânsız olduğunu bilen üreticiler, aynı zamanda özel sektörün gübre sanayisini tamamen ele geçirmesi halinde, bugünleri de arayacağının, fiyatların iyice artmasıyla da gübre kullanamayacağının, dolayısıyla üretemeyeceğinin farkında.
“Türkiye’de son 10 yıl içinde gübre fiyatı enflasyon rakamlarının hep çok üzerinde bir artış gösteriyor. 1979 yılında gübre fiyatı 110 kuruş, buğday fiyatı ise 7,5 lira. O zaman bir kilo buğday fiyatına 7 kilo gübre alan üretici bugün yarım kilo ancak alabiliyor. Gübre piyasası zaten büyük ölçüde özel sektörün elinde. İstedikleri zaman istedikleri gibi zam yapıyorlar. TÜGSAŞ ve İGSAŞ’ın özelleştirilmesiyle piyasaya da tamamen özel sektör hâkim olacak. Fiyatların katlanarak artacağından kimsenin şüphesi yok.” (Kadriye Köyü’nden üretici köylü Fahrettin Özden.-Kadriye Köyü’nden üretici köylü Fahrettin Özden tarafından verilen rakamlar, Devlet Planlama Teşkilatı istatistiklerince de doğrulanıyor.)
Hükümet, sübvansiyonları kaldırırken, Trakyalı üreticiler gübrede devlet desteğinin, eskisi gibi, en az yüzde 50 olmasını talep ediyorlar.

ÖZELLEŞTİRMELERİN ACI DENEYİ
Taleplerini sadece bir noktayla sınırlamayan ve birçok gelişmeye bütünsel bakan Trakyalı üreticiler, TÜGSAŞ ve İGSAŞ’ın özelleştirilmesine karşı çıkarken, yaşadıkları acı deneylerden yola çıkıyorlar.
Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Et ve Balık Kurumu (EBK) ve yem sanayisi, özelleştirme adı altında holdinglere teslim edildikten sonra üreticilerin etini ve sütünü maliyeti karşılamayan fiyatlardan satmaya başladığı, geçmişte bir kilo süt karşılığında üç kilo yem alabilen üreticinin, artık, ancak bir kilo yem alabildiği bir duruma gelinmişken, birlik ve kooperatiflere bağlı sanayi kuruluşlarının, tarımsal KİT’lerin özelleştirilmemesi gerektiği daha çarpıcı biçimde açıklık kazanıyor.
Gelinen noktada üreticiler hükümetin uygulamalarının aksine, canlı hayvan, et ürünleri, hayvansal gıda ithalatının tamamen yasaklanmasını ve hayvancılığa ucuz krediler verilmesini talep ediyor.
İthalat yasağı talebini, bu ülkede üretilen tüm tarımsal ürünlerin yasaklanmasına kadar genişleten Trakyalı üreticiler, şeker pancarında yaşadıkları deneyin böylesi bir talebi doğurduğunu ifade ediyorlar. 1993 yılında Tansu Çiller’in pancar fiyatını ancak maliyetini karşılayacak düzeyde açıklamasının ardından gösterdikleri tepki karşısında aldıkları, “Gerekirse Türkiye’nin şeker ihtiyacını ithalatla karşılarım” cevabı sonrasındaki gelişmeler, ithalatın yasaklanması gerektiği düşüncesini uyandırmış, Trakya köylüsünde. Piyasayı ithal şekerlerin kapladığı durumda, kendisinin şeker fabrikalarına teslim ettiği pancarın, işlenip şeker olarak piyasaya sürülmesinden çok çok sonra ürün bedelini tahsil edebilmesinin, yok oluşa itilmek, ileride üretim yapamayacak hale getirilmek olduğunun farkında.
“1999 yılında 27 bin lira olarak belirlenen pancar fiyatı bedeli Mayıs’a kadar ödenmedi. Trilyonlarca alacağımızı, üreticiler olarak 6 ay tahsil edemedik, ayni ve nakdi yardımların dışında. Dolar, ürünlerimizi teslim ettiğimizde 400 bin liraydı. Bu kaybın dışında devletten alacağını zamanında tahsil edemeyen üreticiler, bahar ve yaz ürünlerini ekebilmek için yüksek faizli kredi aldı. Buradaki kaybı da katarsanız, üreticilerin eline geçecek olan 27 bin lira eline geçmeden sıfırlandı. Bu yıl ise tüm pancar üreticileri ürünlerini teslim etmiş olmasına rağmen henüz pancarın fiyatı açıklanmış değil.” (Muammer Erenler, Babaeski Ziraat Odası Başkanı ve Düğüncülü köyü pancar üreticisi).
Tüm bunlara bir de kota uygulaması eklenince üreticinin iyice beli bükülmüş durumda. Çünkü üretici, kota hakkı kadar pancar üretemezse ürünün bedelini yarı fiyattan alıyor. Aynı durum kotasından fazla ürün teslim etmesi durumunda da geçerli. Şiddetle kota uygulamasının kaldırılmasını talep eden pancar üreticileri, her geçen gün üretimi azaltmak zorunda bırakılmalarının ardında, onlara pancar ürettirmek istemeyen emperyalist politikaların yattığının da farkındalar. Bu bilinçle, Türkiye’deki 28 şeker fabrikası içerisinde en kaliteli üretimi yapan Alpullu Şeker Fabrikası’nın kapatılmasının sebebini, hiç tereddütsüz, “İthal şekere pazar açmak ve özel fabrikalara iş yaptırmak” olarak açıklıyorlar.

PİYASADAKİ YABANCI HÂKİMİYETİ
İthalata izin verilmesiyle birlikte, Türkiye tarım ve hayvancılığının yağma ve talana açılmasına tepki duyarak, ithalatın yasaklanmasını isteyen Trakyalı üreticiler, yabancı tekellerin piyasayı sadece tarım ürünleriyle kaplamadığının bilincinde: “Yabancı sermayeye kucak açtılar. ABD’lisi, Japon’u gelip yem fabrikası kurdu. Bizim yem çıkaracak gücümüz yok mu? Ayçiçeği tohumu ‘Paynır’ marka, mısır tohumu ‘Cargil’, yonca tohumunun markası Askrov’. İnekler yabancı, motorlar yabancı. Kısacası içimiz dışımız yabancı.” (Hedeyli köyünden üretici Hasan Tepe’nin Kurultay konuşmasından).
Yaşadıkları acı deneylerden yola çıkarak kota uygulamasına, tarım ürünleri ithalatına, tarımda devlet desteğinin kaldırılmasına, tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesine karşı çıkan üreticiler, kendi talepleriyle hükümetlerin uyguladıkları tarım politikalarının her noktasının çeliştiğini bir kez daha haykırırken, beraberinde, emperyalist tarım politikalarına da karşı çıkıyorlar:
“Türkiye’nin tarım politikalarını IMF ve Dünya Bankası belirlemektedir. Hangi ürünün kaç para edeceğine, hangi ürünün ne kadar ekileceğine, ne kadarının satın alınıp, ne kadarının çürümeye terk edileceğine, ithalata, faize hep başkaları karar vermektedir.” Kurultaydaki bir köylünün konuşmasından alınan ve bir karşı çıkışı özetleyen bu sözler, bütün köylülerin dilinde “Tarım politikalarını Cottarelli belirleyemez” cümlesinde somutlaştı.

ZEHİRLEYEN SANAYİYE TEPKİ
Yıllardır yürütülen politikalarla, tarımı dışa bağımlı hale getiren, değerli tarım arazilerini, doğa düşmanı emperyalist tekellerin talanına açan, uygulanan fiyat politikasıyla, köylülüğü açlık sınırına iten burjuva hükümetlerinin, tüm bunları, “sanayileşme olmazsa olmaz” ifadeleriyle meşrulaştırmalarına da tepki duyuyor, üreticiler. Tarımın temel dayanakları olan toprağın, havanın, suyun kirletilmesine şiddetle karşılar. Trakya’nın can daman olan Ergene Nehri’nin, Şeytan Deresi, Kurudere ve benzeri tüm kolları da dâhil artık kahverengi akması, etrafa zehir ve pis koku saçması, içme sularını, yetiştirilen ürünleri zehirlemesi Trakyalı üreticilerde, çarpık sanayiye karşı çıkma bilincini geliştirmiş. Birçok köydeki arıtmasız sanayiye karşı tepki eylemleri de (Kırıkköy’deki kemik unu üreten Anıl Protein’e yönelik eylem, Kurudere’yi kirleten fabrikalar hakkında köylülerin suç duyurusunda bulunmaları vb. örneklerde olduğu gibi), bu bilincin göstergesi.

BURJUVA PARTİLERDEN KOPUŞ KAÇINILMAZ
Emperyalist politikalara açık ve net bir biçimde çıkışlarını aktardığımız üreticiler hakkında, hemen şu soru akla gelebilir: “Yıllardır, ‘Köylü milletin efendisidir’ sloganıyla uyutulan ve kendilerini yıkıma götüren sistemin uygulayıcıları olan burjuva partileri tarafından, birkaç on milyonluk nüfusuyla, oy deposu olarak görülen köylüler, düzen partilerine sırtını dönmüş müdür?”
Henüz “politik tercihleri”, oy verme zamanı tercih edeceği partiyi değiştirmemesine rağmen, Trakyalı üretici köylü, düzen partilerinden kopuşu sağlayacak bir süreç içindedir. Çünkü Kurultay öncesi yapılan çalışmalar, tepkili ve belli bir bilinç düzeyine ulaşmış tüm Trakya köylüsünü kucaklayacak şekilde başlatılmıştır. Politik tercihlerine ve partisine bakılmasızın muhtarlar, köy kooperatifi yöneticileri, köyünde sevilen bilinçli üreticiler bu çalışmaya dâhil olmuştur. Bu birliğin sağlandığını ve güçlü bir Kurultay’ın örgütlendiğini gören egemenler ve iktidarın yerel temsilcileri her zaman olduğu gibi bölmeye yönelik tutumlarını, provokatif politikalarını hayata geçirdiler. Kırklareli’nde köy muhtarlarını il ve ilçe mülki amirleri, “Bu işin arkasında tehlikeli bir güç var (Emeğin Partisi kastediliyor), kurultayda olay çıkacak. Kurultay Düzenleme Komitesine yüklü miktarda para geldi” ve benzeri sözlerle ‘psikolojik savaş’ politikalarını hayata geçirirken, derin devlet de boş durmadı, tabii. Kurultayın, tüm bu “psikolojik savaş” yöntemleri ve provokatif politikalara rağmen başarılı geçmesi ve kurultayda, hedefler arasında bulunan bir üretici örgütünün oluşturulması kararının çıkması ihtimalini de göz önüne alarak, bu çevreler, kurultay öncesi bu durumu da “baltalamaya” yönelik çalışmalarını sürdürdüler. Komitede aktif olarak yer alan ve muhtarlar arasında saygın bir yeri olan birkaç muhtarın önü tanımadıkları kişiler tarafından kesilerek, “Yahu muhtar, sen ne yapıyorsun. Eğer bir üretici örgütü kurarsanız, sizi bu örgütten atacaklar, başına ensesi kalın başka güçler oturacak, kullanılıyorsunuz. Bu işten vazgeçin” gibi sözlerle, kurultay komitesinden ve çalışmalardan çekilmesi istendi.
Tüm bu provokatif politikaların arkasında, üreticiler arasında yapay bölünmelerin ortadan kalkmış olması yatıyor, elbette. Oysa geçtiğimiz Ekim ayı içerisinde, İşçi Partisi taraftarı oldukları bilinen Köylü Gazetesi tarafından düzenlenen ve fırsatçı yaklaşımı dolayısıyla üreticiler tarafından ilgi gösterilmeyerek fiyasko ile sonuçlanan “Köylü Kurultayı” öncesi ne böylesi psikolojik savaş yöntemleri ne de başka bir kurultaya katılımı engelleyecek bir yöntem devreye sokulmuştu.
Kurultay öncesi üreticiler arasında birliği sağlayan ve tüm bunları aşarak başarılı bir kurultay örgütleyen bu çalışma, hedefleri doğrultusunda ilerledikçe ve mücadele keskinleştikçe, bu mücadeleye omuz veren üreticilerin, mücadelelerinin karşısına dikilen oy vermiş oldukları sermaye partilerinden, (bu partiler kendilerinin hayata geçirdiği bu programlardan vazgeçmeyeceklerine göre) hızla uzaklaşacakları bir gerçek. Her gün kilometrelerce yol kat ederek, uzak köyleri dolaşarak kurultay çalışması yürüten, DYP ve öncüsü olan partilerin dışında hiçbir partiye oy vermemiş 75 yaşındaki Sinanlı köylüsü İsmail Yüce’nin sözleri bu gerçekliğe dikkat çekiyor: “Bu çalışmayı yürüten hepimiz ayrı bir partinin kuyruğuna takıldık ama iş köylünün sorunlarına gelince hepimiz ortak hareket ediyoruz. Ben partiyi aradan kaldırıyorum. Seçim dönemi gene oyumu partime veririm ama partim köylüler olarak kuracağımız sendika ya da başka bir örgütü tanımazsa beni yanında bulamaz. O zaman ben de partimi tanımam.”
Kurultaydaki hava da çalışmaların ısrarlı bir şekilde kurultay sonrasında sürdürülmesi halinde bu sürecin hızlanacağı yönündeydi. Bu durumun en güçlü kanıtı ise, kurultayda söz alan her konuşmacının yapay ayrımları ortadan kaldırmak ve üreticileri birlikte hareket etmeye yönelik olarak vurguladığı, ‘Politika yapmak yok’ sözünün içeriği. Bu içeriği, İhsan Çaralan’ın, Yeni Evrensel gazetesinde 21 Kasım 2000 tarihinde yayınlanan ve kurultay izlenimlerini aktaran yazısından alıntı yaparak açalım: “… ‘Politika yapmak yok’ diyerek aslında bugüne kadar kendilerini aldatmış olan düzen partileriyle aralarına mesafe koymak istiyorlardı. Bugüne kadar onlar tarafından bölünüp parçalanmış olmalarından çıkardıkları ders olarak; ‘henüz vazgeçmediği partisinden, ‘karşı parti de vazgeçerse o da ona uyarak vazgeçeceği bir uzlaşma’ olarak ‘Politika yok’ uyarısını yapıyorlardı. Aslında bir başka politikada, emeğin, emekçinin çıkarları doğrultusunda bir politikada birleşmek için ‘Sermaye partileri çizgisinde bir politikaya hayır’ diyordu köylüler. Nitekim Abdullah Varlı’nın Türkiye’nin tarımının 1950’lerden bu yana kimler tarafından nasıl bu noktaya getirildiğine dair, baştan aşağı politik açıklamalarının coşkuyla alkışlanması ve pek çok köylünün Varlı’nın telefonunu ve adresini alması, yeniden yeniden konuşmak için arayacaklarını belirtmeleri; köylünün aslında ‘Politika yok’ derken, düzen partilerinden kopma isteğinin ifadesinden başka ne anlama gelebilir?”

GÜÇLÜ ÖRGÜT ARAYIŞI
Somut talepleri ve bu talepleri elde edememesi halinde yok olacağının farkında olmasına rağmen, bugüne kadar yaptıkları mitinglerden sonuç alamamanın da etkisiyle karamsarlık taşıyan Trakya köylüsünün harekete geçmemesinin en büyük nedeni üretici kurumlarının etkisizliği. “Nüfusunun yüzde üçü veya beşi tarımdan geçinen ülkelerdeki çiftçi kuruluşları, ekonomik açıdan devlet kadar güçlü. Bizim nüfusumuzun yarısı topraktan geçimini sağladığı halde ziraat odalarımızın yasal gücü yok. Tarımsal kooperatiflerimiz var. Son derece önemli kuruluşlar. Ama devlet ve hükümetler onları geliştirmemek için her türlü engeli çıkarıyor. Hatta IMF’nin gönlünü yapabilmek için gözden çıkarmış durumda…” “Bizim 20’ye yakın kuruluşumuz var. Ama bunların çoğu batık vaziyette. Artık ülke çiftçisine hizmet edemez hale gelmiş…” Kurultay konuşmalarından alınan bu pasajlar, önemli olmasına rağmen üreticilerin, tarımla ilgili kuruluşlara iki nedenle güvenmediğinin göstergesi. Birincisi, devlet eliyle kurulmuş olan Türkiye Ziraat Odaları, Tarım Satış Birlikleri, Tarım Kredi Kooperatifleri, TMO, TZDK ve daha birçok tarımsal kurum ve kuruluşun yasal gücünün olmaması… İkincisi ise, bu kurumların birçoğunun başında, bu kurumları soyan, bu kurumlara çöreklenmiş ve kurumları kendilerine çıkar sağlamanın, ucuz ve bol kredi türünden avantajlar yaratmanın aracına dönüştürmüş olan burjuva parti temsilcilerinin bulunması.
Üreticinin doğrudan söz sahibi olduğu, tarım politikaları üzerinde söz söyleyebilen, fikir üretip onların belirlenmesinde dolaysız rol oynayan, taban fiyatlarını belirleyen, en geniş üreticiyi, onların talep ve çıkarları üzerinde bir araya getirebilen bir üretici örgütü arayışında olmasını dikkate alan Kurultay Düzenleme Komitesi, tarihi bir karar aldı: Merkezi ve güçlü bir sendikal çalışmanın başlatılması.
Üreticiler içerisinde büyük bir heyecan yaratan bu karar, tabandan gelişen ve en geniş kesimi kucaklayan bir çalışmayı başlatan Kurultay Düzenleme Komitesi tarafından, hızla diğer bölgelere yayılmalıdır. Trakya’daki bu çalışma, diğer bölgelerden gelerek kurultaya katılan köylülerde de heyecan ve büyük bir umut doğurmuştur. Bu çalışmanın başarısı, diğer bölgelerde hareketin ivmesini hızlandıracağının sinyallerini vermiştir.

MÜCADELE İÇERİSİNDE YÜKSELECEK
Kurultay’da alınan üretici sendikal girişim çalışmalarının başlatılması kararının en önemli özelliği, soyut bir sendika çağrısının ötesinde, temelini mücadelenin oluşturduğu, mücadele üzerinde yükselen bir tarzı benimsemesi ve bu yönde somut kararlar alması. Trakya’nın can damarı Ergene Nehri’nin artık Ergene Ovası’na hayat vermemesi ve bu işte kendilerinin en ufak bir suçunun bulunmadığını, sorumluların, birinci dereceden tarım alanında, altyapısız, çarpık sanayiye izin verenler olduğunu bilen Trakyalı üreticileri buradan harekete geçirme düşüncesi bu somut kararlardan sadece bir tanesi.
Ergene’nin kirletilmesinin durdurulması için bir dizi devamlı girişim ve mücadelenin başlatılması ve aynı zamanda sürdürülmesi için kurultay komitesine aktif görev veren bu karar, Bergamalıların siyanür zehrine verdikleri mücadelenin nüvelerini bağrında taşıyor. Mücadelenin Bergamalıların verdiği mücadele boyutuna ulaşması eylem, miting, hukuki mücadele ve benzeri araçların hayata geçirilmesine bağlı. Bir sendika kurup üye kaydetmeyi tercih etmek yerine üretici mücadelesini yükseltmeyi ve bunun üzerine oturan bir üretici sendikası kurmayı hedefleyen Kurultay Düzenleme Komitesi’nin bütün araçları kullanacağından şüphe yok. Sorun, GAP’taki yağmaya karşı bölge köylüsünü, diğer bölgelerde benzer sorunları yaşayan kayısı, pamuk, tütün, çay, fındık, zeytin üreticisini harekete geçirmek için de çalışmaları acilen başlatmak.

ANTİ-EMPERYALİST DAMAR
ABD ve Avrupa ülkelerinin tarımda da tekelleşmeleri sonucu kendi çıkarlarını ve yarattıkları pazarı koruduklarının farkında olan ve oradan gelecek ürünlerle piyasada rekabet etme şanslarının olmadığını bilen Trakya üreticisinin talepleri antiemperyalist bir nitelik taşımaktadır. Yazı boyunca kurultaydaki üreticilerin konuşmalarından ve kurultaya katılan köylülerle karşılıklı sohbetlerden yapılan alıntılar, bunun göstergesidir.
Köylere gidildiğinde, girilen her kahvede, ithalatın yasaklanmasını, verimli topraklar üzerine kurulmuş olan sanayinin kapatılmasını ya da çevreye zararının asgari seviyeye indirilmesini, yeri geldiğinde gümrük duvarlarına barikat kuracak güçlü bir üretici örgütünün gerekliliğini dile getiren her üretici, bilerek ya da bilmeyerek onu yıkıma sürükleyen politikalara karşı anti-emperyalist bir mücadeleyi dillendiriyor. Güçlü bir üretici örgütünün yaratılması halinde bu mücadeleyi vermeye hazır gözüken Trakya köylüsünün düzenlediği kurultayda alınan, “Tarım temel bir sektördür. Tarım politikalarını IMF ve Dünya Bankası belirleyemez. Bunların belirlediği değil, ulusal tarım politikaları uygulanmalıdır” yönündeki karar ülke üreticisinin geleceği açısından son derece önemlidir. Emperyalizmle çelişen, ulusal tarım politikalarının hayata geçirilmesini talep eden üreticiler, mücadelenin yükselerek ete kemiğe bürünmesi durumunda, hiçbir zaman emperyalizme karşı olan tarım politikalarını hayata geçiremeyecek olan sermaye partilerinden tam olarak kopmaya da hazırdır.
Ülke toprakları ve kaynaklarının Eurogold tekeli şahsında emperyalistlere peşkeş çekilmesine karşı çıkan ve Kuva-i Milliye’den, kurtuluş savaşından söz eden Bergama köylüsünün, Yatağan, Kemerköy’de çokuluslu şirket temsilcilerine barikat kuran santral işçilerinin gördüğü, düzenin güçlerinin ihaneti, şimdi Trakya köylüsü tarafından görülecektir. Bu, kurultayda alınan kararların hayata geçmesi, ısrarlı bir çalışmaya bağlıdır. Trakya köylüsünün başarısı hiç kuşku yok ki, aynı sorunları can yakıcı bir şekilde hisseden Anadolu köylüsünü de harekete geçirecektir.
Trakya Üretici Köylü Kurultayı, yıllardır tarımda uygulanan “yapısal uyum programlarında”, “tarım reformu” paketlerinde bir kırılma noktasıdır. Ya süreç alternatif politikaların yaratılmasına doğru ilerleyecektir ya da bu kırık, sermaye tarafından onarılarak üretici köylülük yok edilecek, ülke, uluslararası tarım tekellerinin açık pazarı haline gelecektir.

Aralık 2000

EK-1
KURULTAY SONUÇ BİLDİRGESİ
19 Kasım 2000 tarihinde Babaeski’de yaptığımız Trakya Üretici Köylü Kurultayı’nda bir kez daha görüldü ki; IMF ve Dünya Bankası programları ile yönetilen Türkiye tarım ve hayvancılığı batma noktasına gelmiştir. Bu uygulamada IMF ve DB azmettirici, hükümetler uygulayıcı durumdadırlar.
Türkiye gelişmiş ülkelerin tarım ürünleri yönünden açık pazarı haline getirilmek istenmektedir.
Tarım ürünleri ithalatında hemen her kalem malda görülen büyük artışlar bunu açıkça göstermektedir. Tarım girdilerine hemen her gün yapılan zamlar maliyetleri artırırken, başta pancar olmak üzere birçok ürünün taban fiyatı halen açıklanmamakta, açıklanan fiyatlar da maliyetin altında olmaktadır. Bunun sonucunda bizler her geçen gün yoksullaşmaktayız. Tarımsal KİT’ler özelleştirilmekte, bazı ürünlerin ekiminde kota uygulaması başlatılmaktadır. Kooperatifler ve birlikler işlemez hale getirilmiş, üretici kredi faizleri yükseltilip, kredi alımları zorlaştırılmıştır. Ziraat Bankası özelleştirme kapsamına alınmıştır.
30 milyon dolayındaki biz üreticiler Cumhuriyet tarihinde görülmemiş ölçüde mağdur durumdayız.
Hâlbuki tarım bir ülke için stratejik bir sektördür. Temel gıda maddelerinin yokluğu, tarıma bağlı olarak sanayinin çökmesi, gelişmiş ülkelerin yağmasına bu sektörün de pervasızca açılması, aynı zamanda doğrudan bağımsızlık sorunuyla ilintilidir.
Bu uygulamaları dayatan IMF ve DB ve uygulayan hükümetler bizim örgütsüz ve dağınık olmamızdan cesaret alıyorlar. Kurultayımız bu dağınıklığı ve örgütsüzlüğü ortadan kaldıracak ilk adımdır. Amacımız kendimizi, çocuklarımızın geleceğini, ülkemizin yağma ve talana karşı, çıkarlarını savunmaktır. Örgütlü ve güçlü olursak bu mücadelede sonuç alabiliriz. Biz biliyoruz ki, Türkiye’nin dört bir tarafındaki üreticiler bizim gibi düşünüyor, çıkış yolu arıyorlar. Çıkış yolunun ilk adımı kurultayımız ve ortaya koyduğu talepler uğruna mücadeleyi sürdürmek ve 30 milyon dolayındaki üretici kitlesini tek çatı ve talepler etrafında birleştirmektir.

EK-2
TALEPLER
-Tarım temel bir sektördür. Tarım politikalarını IMF ve DB belirleyemez. Bunlar değil ulusal tarım politikaları uygulanmalıdır.
– Ergene Trakya’nın can damarıdır, kirletilemez. Bu duruma son vermek için gerekli tedbirler derhal alınmalıdır.
– Bazı ürünlere uygulanan kota derhal kaldırılmalı, Taban fiyatı maliyet artı yüzde 25 kâr üzerinden açıklanmalıdır. Ödemeler peşin yapılmalıdır.
– Tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi durdurulmalı, özelleştirmeler iptal edilmelidir. Ziraat Bankası’nın özelleştirilmesi durdurulmalı, yeterli, ucuz ve kolay kredi verilmelidir.
– Hayvancılık desteklenmeli, ucuz ve kolay kredi sağlanmalı, süt ve süt ürünleri et ve canlı hayvan ithalatı yasaklanmalıdır.
– Her türlü ham ve işlenmiş tarım ürünleri ithalatı yasaklanmalıdır. Gümrük Birliği anlaşmasının kabul edilip imzalanması tarıma önemli ölçüde darbe vurmuş, ithalat artmış, ihracat azalmıştır.
– Gümrük Birliği anlaşması iptal edilmelidir. Biz üreticileri, bu talepler uğruna birleştirebilen (Bunları daha da çoğaltabiliriz) yönetiminde doğrudan söz sahibi olduğumuz tarım politikaları, yerinde söz söyleyebilen, uygulamalarda dolaysız rol oynayabilen çıkarlarımızı ve haklarımızı koruyan bizim taraf olmamızı sağlayan, ulusal tarım politikasını savunan üretici köylü sendikası mutlaka kurulmalıdır.
– Biz 30 milyon dolayındaki üreticinin düşüce ve taleplerinin aynı olduğunu biliyoruz. Artık yeter, varlığımızı ve gücümüzü göstermek zorundayız. Sessiz kalamayız. Tüm üretici köylülüğü, belirtmeye çalıştığımız talepler ve Üretici Köylü Sendikası kurma ve çalışmalarında birleşmeye çağırıyoruz.

Yorumlar kapatıldı.

Özgürlük Dünyası 2022

Yukarı ↑