Tekelci burjuvazinin halk kitlelerine karşı sürdürdüğü ekonomik-politik saldırı, kesintisiz bir biçimde sürdürülen ideolojik saldırı ve kuşatmayla destekleniyor. Günlük faaliyetlerini ve işledikleri konuların içeriğini burjuvazinin dönemsel taktiklerine göre belirleyen burjuva yazar ve gazetecileri, kuşkusuz, burjuvazinin stratejik sınıf çıkarlarını ihmal etmiyorlar. Ancak, sermayenin dönemsel ve acil gereksinmeleri, burjuvazinin ideolojik saldırı cephesinin “öncü kıtası” görevini yüklenmiş yazar ve gazetecilerin faaliyetine de yön veriyor. Politik, sosyal ve ekonomik her gelişmeyi burjuvazinin sınıf çıkarları yönünde yorumlayarak işçi ve emekçileri bu çıkarlara ve kapitalist sömürü sistemine bağlı tutmaya çalışan sermaye propagandacıları ve burjuva gazetecileri, ”toplumsal işlevlerine” uygun olarak, ülkedeki son gelişmelerle birlikte bu çabalarını artırdılar. Burjuva basınının ve burjuva gazetecilerinin son birkaç haftalık sürede öne çıkarıp işledikleri konulara bakıldığında, yayın faaliyetlerinin IMF-işbirlikçi burjuvazi-hükümet programına ve sermayenin silahlı baskı kuvvetlerinin yoğunluk kazanan operasyonlarına uyarlandığı görülmektedir.
BURJUVAZİNİN AÇMAZDAN ÇIKIŞ ARAYIŞI
Burjuvazinin ideolojik “savaş” cephesinde sürdürdüğü faaliyetin en önemli unsurlarından birini, emekçilerin örgütlü mücadelesinin ve bağımsız politik örgütlenmelerinin önlenmesi oluşturuyor. Burjuvazi için, düzen partilerine, burjuva parlamentosuna, hükümete ve düzen kurumlarına güvensizliği artan emekçilerin saflarında bağımsız örgütlenme eğiliminin güçlenmesini önlemek bugün, dönemsel ve uzun erimli hedefleri bakımından büyük bir önem taşıyor. Bunun için kitlelerin ileri kesimleri ve politik mücadele örgütleri saldırı oklarının öncelikli hedefi oluyorlar. Burada, ideolojik savaş cephesinin “erleri”ne ve “generalleri”ne önemli görevler düşüyor ve onlar son gelişmelerle birlikte, bu görevlerine daha sıkı sarılmış bulunuyorlar.
Kuşkusuz bu, hiç de yeni bir tutum sayılmaz. Öncesi bir yana, Yeni Dünya Düzeni demagojisi kapsamında bu gerici söylem on-yıllardır sürdürülüyor. Her fırsatta incelenmesi ya da yeni öğelerle zenginleştirilmesi için de burjuva ideolog ve politikacıları yeteneklerini ve “zekâ incelikleri”ni ortaya koyuyorlar. Bugün yeniden ve yoğun bir biçimde aynı gerici vaazın gündeme gelmesine neden olan gelişme, yukarıda değinildiği gibi, ekonomik-sosyal ve siyasal olayların sermaye-emek çelişkisini ve buna bağlı sınıf mücadelecisini daha fazla keskinleştirecek yönde gelişmesidir. Burjuvazi ve hükümeti, pervasızca sürdürülen saldırılara karşın, 2001 yılına birikmiş sorunların baskısı altında girdi. 2000’in son haftalarına mali alanı -ve bir ölçüde üretim sektörünü- etkileyen “kriz”le girilmesi, on gün içinde 7 milyar doların, “dışarıya kaçırılması”, IMF’nin ek bir saldırı programı dayatması ve 1 Aralık kitlesel eylemleriyle emekçi hareketinde yeni bir yükseliş tehdidinin belirmesi, işbirlikçi gericilik ve hükümetin “acil önlemler”le gündeme müdahalesine yol açtı. Öncelikli hedef, emekçi hareketinin, henüz genel bir direniş yönünde ciddi adımlar atılmamışken, püskürtülmesiydi. Açmaz içindeki burjuvazinin, bu durumdan çıkış için saldırıyı çok yönlü sürdürme ve yoğunlaştırma dışında fazla bir olanağı bulunmuyordu. Ve son gelişmeler bundan bağımsız değildi. Burjuvazi küçük burjuva örgütlerin “gündem” ve tutumlarını, yeni bir yükseliş eğilimi içindeki emekçi hareketini bastırıp etkisizleştirmek hedefli saldırıları için yararlanılabilir bir “zayıf halka” olarak tespit etti. Kolluk kuvvetlerini zindanlardaki politik tutsakların ve sokaklarda baskılan protesto edenlerin üzerine gönderirken, kara propaganda ordusunu, psikolojik ve ideolojik savaş kuvveti olarak harekete geçirdi.
Burjuva propaganda timleri, burjuvazinin çıkarları doğrultusunda sürdürdükleri faaliyetlerini, “yeni durum” ve dönemin ihtiyaçlarını gözeterek, yeniden düzenlediler. “Bireysel özgürlük” söylemi, cezaevlerindeki “ölüm oruçları” ve ardından gelen saldırıyla birlikte yeniden yoğunlaştırıldı. Küçük burjuva örgütlerin yanlışlarını devrimci örgütlenmenin, “totaliter”, “despot” ve “özgürlük karşıtı” olduğunun kanıtı olarak sundular ve bunu emekçilerin politik örgütlerinin gereksiz, zamanı geçmiş, insan ve bireyin “iç dünyası”yla bağdaşmaz, bireyin özgürlüğüne ve özgür girişimciliğine karşıt oluşumlar olduğu düşüncesini güçlendirmek amacıyla kullanma çabalarını artırdılar.
Bu gerici çaba, işbirlikçi gericiliğin sürdürdüğü saldırıların başarısı için, gündemi saptırma ve emekçi hareketinin öznel nedenli bölünmüşlük durumundan yararlanma tutumuyla da uygunluk gösteriyordu. Burjuva gazeteci ve yazarların “örgütlerin birey özgürlüğünü yok ettiği” propagandasıyla katliamları yönetenlerin, ekranlardan ve günlük gazetelerin sayfalarından “teröristleri kendi terörlerinden kurtarma”ya soyunmuş “ahlaklı politikacılar” kimliğiyle halka seslenmeleri bu bakımdan birbirini tamamlıyordu.
Cezaevleri, içindekilerle birlikte bombalanıp ateşe verilmişti ama yükselen yanık kokuları, alev ve dumanlara aldırmayan ve eli kolu bağlı insanlara karşı “zafer kazanma” güdüsüyle kendinden geçmiş, “muharebe gazetecileri”yle ekran soytarıları, “mahkûmların yaşamını kurtarmak için çaba gösterildiği”ni söyleyebiliyorlardı. Zindanları hâkimiyetlerinin araç ve kanıtlarından biri olarak kullananlar, günlük-haftalık sürekli arama ve baskılarını, bile bile “yapılmamış” ilan ederek, “on yıldır girilemeyen terörist yuvaları”nı dağıtma mutluluğu ve politik rantını pay ediyorlardı. Kara propaganda milislerine göre, örgütlü devrimci, “örgütünün esiri olmuştu”, devrimciler “zavallı insanlardı, yetenekleri sınırlıydı ve gelişme olanakları ellerinden alınmıştı, aydınlar onlara yardım etmeliydiler.”!
Kuşkusuz bu söylem yeni değildi, ama yinelenmesi için koşullar yeniden oluşmuştu; ne denli etkili yinelenirse, saldırı o denli tahrip edici olacaktı. Burjuvazi, emekçi kesimler içindeki “kaynaşma”nın, ileri kesimlerinin birleşik ve genel bir direniş örgütleme ve yakınlaşma çabalarının ve ilerici aydın kesimlerin işçi emekçi hareketiyle daha yakın bağlar kurarak emekçilerin aydınlatılması faaliyetine katılma çabalarındaki olumlu gelişmenin sabote edilmesi, durdurulması ve etkisizleştirilmesi ihtiyacı içindeydi, bunun için gerici çabalarını artırdı. Zehirli oklar devrimci örgüt fikri ve sermayeye karşı örgütlü mücadeleye yöneltildi. İletilen ve sermayeye karşı mücadele eden kesimler içinde de egemen kılınmak istenen mesaj şuydu: “Özgür olmak istiyorsan, devrimci örgütlerden uzak dur!”
Bu kampanya kapsamında Milliyet yazarı Taha Akyol, sermayenin diğer “kalemleri”ne de tercüman olarak, şöyle yazıyordu:
“Müthiş bir öfke, korkunç bir düşünme darlığı. Böylece hayattan kopup ‘örgüt’ denilen ‘sık dokulu’ yani bireysel düşünmeyi ve davranmayı yok eden ‘cihaz’ın bir parçası’ (apartçık) haline gelinir…”
“Artık ‘aydınlar’ın sadece devletçi baskılara karşı değil, hiçbir kural tanımayan, ‘sık dokulu’ örgüt baskılarına karşı da ‘özgür birey’i sahiplenmelerinin zamanı gelmiştir, hatta çok gecikmişlerdir bile…” (Taha Akyol, 20 Aralık 2000)
Akyol, bu saldırılarını yazısının ikinci günkü devamında sürdürdü:
‘”Bireysel özgürlük’ kavramını savunmak ahlaki ve entelektüel bir ödevdir bu çağda. Örgüt içinde de, tarikat içinde de, parti içinde de bireyin kişiliğine ve özgürlüğüne sahip çıkması yönünde yeni bir siyasi kültür geliştirmek zorundayız. İç barış için olduğu gibi ekonomik gelişmemiz için de bu şarttır.
“Hâlbuki Türkiye’deki aşırı sağ ve aşırı sol ‘Baascılar kendi totaliterliklerini destekliyorlar. Bireysel özgürlüğü yok eden ‘sık dokulu’ yapılanmaları eleştirmiyorlar. Bu yapılanmalara kapılmış zavallı gençlerin kişiliğine ve geleceğine sahip çıkmayı düşünmüyorlar, bunun ahlaki sorumluluğunu duymuyorlar…”
Akyol ve diğer birçok burjuva yazarı, devrimci örgütlenmeler içinde yer alanları “zavallı gençler” olarak aşağılarlarken ve güya “aydınları” bu “zavallı gençler”i örgütlerin “tuzağı”ndan kurtarmaya çağırırken, kapitalizmin bireyini “özgür birey” konumuna yükseltiyorlar.
KAPİTALİZM VE BİREY ÖZGÜRLÜĞÜ
Kapitalizm savunucularının, “birey özgürlüğü” üzerine vaazları ikiyüzlülük ifadesidir. Bunlar, kapitalist mülk sahipleri ve burjuva sınıfın diktatörlüğü olan burjuva devletle birey ilişkileri kapsamında özgürlük sorununun üzerinden atlar, burjuvanın işçi ve emekçiye hâkimiyetini özgürlüğe aykırı saymazlar; burjuva devlet-birey ilişkilerinde herhangi bir özgürlükten söz edilemeyeceğinin, ilişkinin baskı ve tahakküm üzerine kurulduğunu; bunu temelleyenin artı-değer sömürüsü olduğunun da farkındadırlar. Ancak, burjuva devleti ve onun silahlı vurucu güçlerinin, hakları için mücadele eden işçi ve emekçilere saldırısını “kamusal düzen” gereği sayarlar. Sistemi eleştiren ve muhalif hareketler içinde yer alanların cezalandırılmasını, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün ayakaltına alınmasını, “özgürlükçü-demokratik siyasal sistem”in hayatiyeti için kaçınılmaz görürler. Böylece kapitalizm onlar tarafından “özgürlükler ve fırsat eşitliği sistemi” olarak yaldızlanmış olur. Oysa biliyoruz ki kapitalizm, insanın çalışması, hareketleri ve davranışlarının onun iradesi beklenmeksizin ve dikkate alınmaksızın yönlendirilmesi, baskı altına alınması demektir.
Her biri, yazar-gazeteci, sosyal araştırmacı-psikolog, ekonomist havasındaki burjuva yazarları, toplumsal sorunları bireysel düzeye indirgeme ya da bireye ilişkin olanları dâhil olmak üzere düşünce ve davranış biçimlerini, içinde geliştikleri koşullardan soyutlamada da uzmandırlar. Kuşkusuz onların çoğu “bireysel düşünme ve davranma”nın, kişilik gelişimi ve birey özgürlüğünün, sosyal ekonomik koşullardan ve sosyal sınıf ilişkilerinden soyutlanmayacağını bilirler. Ama artı-değer sömürüsünden pay almaksızın yaşama olanağı bulamayacakları düşüncesiyle bilinçli saptırmadan kaçınmazlar. Akyol bunların “iş bilir” olanlarındandır.
Taha Akyol, küçük burjuva devrimcinin şahsında, devrimcileri aşağılamak üzere “zavallılar” tanımlamasına başvuruyor; “sizi sizin yaşamınız için öldürüyoruz” diyecek kadar pervasız ve zalim olan sermaye koalisyonunun sınır tanımaz vahşetini zorunlu ve gerekli saymasına karşın, “birey özgürlüğü” üzerine lafazanlığı elden bırakmıyor. Oysa Akyol ve sermayenin “medya”daki görevli timlerinin bu ve benzeri satırları yazdıkları saatlerde, Türkiye, burjuvazinin iktidarı için harcamayacağı hiçbir değerin olmayacağını kanıtlar biçimde, sokakta ve zindanlarda azgın bir vahşete sahne olmaktaydı. “Birey özgürlüğü” üzerine ikiyüzlü propagandayla emekçilerin devrimci örgütlenmesini sabote edip engelleme çabalarının yoğunlaştırıldığı günlerde, işten atıldıkları için işyerleri önünde toplanan ve işlerine geri alınma talebini yükselten yüzlerce işçinin üzerine sermaye kuvvetleri gönderiliyor, “esnaftan şikâyet var” demagojisiyle işçiler ve sendika temsilcileri gözaltına alınıp sorguya çekiliyorlardı. Kürt kentlerinde yirmi yılı aşkın bir süredir sürdürülen gizli-açık sıkıyönetim bir kez daha uzatılıyordu. İşçi ve emekçilerin bağımsız örgütlenme, basın-yayın hakları, kamu çalışanlarının sendikal örgütlenme girişimleri, saldırılar, soruşturmalar ve DGM kararlarıyla karşılanıyor; “izinsiz yürüyüş yaptıkları” gerekçesiyle 12–17 yaşlarında 50 kadar Kürt çocuğu gözaltına alınıp DGM’lerde yargılanmak üzere cezaevlerine konuyor ve emniyet genel müdürü, işkenceci polislerin affı -ki bu işkencenin devamına resmi onay demektir- için hükümet ve üst bürokrasi nezdinde girişimlerini sürdürüyordu. Ve yine, sokaklarda elde silah gösteri yaparak halka tehditler savuran polis birlikleri “sabit suçları görülmediği” gerekçesiyle “beraat” ettiriliyorlardı.
Vahşeti uygulayan ise, Akyol’un “liberal” Kürt milliyetçilerinin “demokratik”, yakalarına “Kemalist” yaftası asan emperyalizm uşaklarının “laik demokratik” olarak lanse ettikleri “Cumhuriyet devleti ve hükümeti” idi! Akyol gibileri “Mehmetçik gazeteci” kimliğiyle devlet birliklerinin katliamını desteklemekten geri durmadılar.
“Basit” ve güncel binlerce olay ve ilişki kapitalizmde bireysel ve herkes için özgürlük olmadığını; aksine halka dayatılan sömürü ve baskıyla birlikte zavallılığın, tek yanlılığın, darlığın, ufuksuzluğun, cehaletin kaynağının da gerçekte azınlık bir kesim dışındaki on-milyonlar için “kölelik” koşulları üreten kapitalizm olduğunu göstermektedir. Burjuva yazarları zavallılığı üreten ufuk darlığına ve zihni ve fiziki gelişmemişliğe yol açan ve on-milyonları “zavallılığa” iten toplumsal koşullara ve siyasal sisteme temelli bir itirazları olmadığı gibi, zavallılığı “devrimci örgüt’le ilişkilendirerek, bir okla “birçok kuş” vurmak istiyorlar. Ama “topal kuş”u avlamak her zaman avcı “ustalığı”nı göstermez. Küçük burjuva örgütlerin sundukları malzeme de, kapitalizmin insan özgürlüğü ve mutluluğuyla bağdaşmaz bir sistem olduğu gerçeğini örtbas etmiyor. Burjuva yazarları ve burjuva propagandasının gerici vaazına karşın, sömürü ve baskının, çıkar çatışması ve sınıf farklarının ortadan kalkması, herkesin ihtiyacı oranında yararlanacağı toplumsal zenginliğin birlikte üretilmesi ve sosyal-ekonomik-kültürel zenginliğin paylaşıldığı bir dünyanın kurulması ideali için sürdürülen mücadele, içeriği gereği zavallılar değil, kararlı, özgür düşünceli bireyler “yaratır”, insanlık tarihinin bugüne kadarki gelişmesi de, yaşam gereçlerini üreten işçi ve emekçilerin, onların ileri kitlelerinin ve yaşamlarını emekçilerin yaşamına bağlayan aydınların fedakârca çabaları üzerinden gerçekleşebilmiştir. Burjuva yazarları, dünya hâkimiyeti ve kaynakların yağmalanması için yüz binleri ölüme yollamaktan kaçınmayan, savaşlar çıkaran ve katliamlar düzenleyen kapitalistleri, tekelci patronları, onların hükümet koltuklarında oturan uşaklarını ve temel görevleri imha ve baskı olan militarizm şeflerini “özgürlük uygulayıcıları” olarak tanıtmakta, reklâm etmektedirler. Bunlar, askeri-bürokratik kastın ve oligarşik merkezi burjuva baskı aygıtının dayattığı kişiliksizleştirme ve hâkimiyeti, “demokrasi” olarak reklâm etmekte, imha için girişilmiş eylemleri “Hayata Dönüş Operasyonu” olarak adlandıran diktatörlük bürokratlarının nakaratını tekrarlamakla; bombalarla, yıkım araçları ve makineli silahlarla sürdürülen saldırıyı,” “teröristleri kendi terörizmlerinden kurtarma” girişimi olarak gösterebilmektedirler.
Toplumlar tarihi, özgürlük ve üretim faaliyetinin; üretim ve mülkiyet sistemiyle birey özgürlüğü ya da özgürlüksüzlüğünün birbirleriyle dolaysız bağını ortaya koyan en önemli “tanık”tır. Özel mülkiyet sistemlerinin sonuncusu olarak kapitalizmin egemen sınıfı, kapitalistle işçinin “eşit olduğu”nu kâğıt üzerinde ilan etmesine karşın, üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutanla yaşamını sürdürebilmek için işgücünü bu araçların sahiplerine kiralayanların eşitliği ve birey olarak özgürlükleri, aynı nedenle olanaklı olmamaktadır. Üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyeti, eşitsiz gelişme, kapitalist rekabet ve bunun emperyalist aşamada kazandığı yeni özellikler, genel olarak özgürlüklerin yadsınması; bağlılık ve boyun eğdirmenin hâkim hale gelmesine yol açmaktadır. Burjuvazinin feodal otokrasi ve aristokrasiye karşı mücadelesinde, toplumun tüm ezilen kesimlerini ardınca sürüklemek için “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” şiarıyla işe koyulduğu, ancak sınıf egemenliğini tesis ettikten sonra, iktidar aygıtını işçi ve emekçilere karşı bir bastırma ve sindirme aracı olarak kullandığı bilinir. Kapitalizm ve burjuvazi, birey özgürlüğü üzerine onca propagandaya karşın, “birey”e boyun eğmeyi, itaati ve susmayı öğütlemekte ve dayatmaktadır. Kapitalizm burjuva azınlığı için, işçinin ürettiği artı-değere el koyma özgürlüğü ve politik-hukuksal ayrıcalık; on milyonlarca emekçi için ise baskı ve sömürü demektir.
Kapitalist üretim tarzı, bireyin toplumsal örgütlenme içinde olup-olmamasından bağımsız olarak, birey özgürlüğünün ortadan kalkmasının zeminini oluşturur. İşçinin günlük yaşamı, hareket tarzı, hangi sosyal aktiviteler içine gireceği, kendisi ve çocuklarının eğitimi, yiyeceğinden içeceğine, giyiminden barınmasına temel tüketim gereksinmelerini temin biçimi ve sınırı kapitalist mülk sahipleriyle ilişkileri tarafından belirlenmektedir. Gönüllü değil zorunlu olan bu tür bir ilişki içinde özgürlükten söz edilemez. İşçiyi makinenin parçası ve eklentisi haline getiren, hareketini ve çalışma temposunu makineye bağlı kılan, kendisini (soyunu) ve yaşamını sürdürmesine yetecek bir ücretle geçinme zorunda bırakan, talepleri ve sosyal-politik aktivitesine siyasal zor ve baskıyla cevap veren, hareketine sınırlar çizen bir sistem, işçi ve emekçiye özgürlük getirmez.
Kapitalist sistemde, işgücünü pazarda satma dışında özgürlüğü olmayan, fiziki ve zihni gelişme olanağı tanınmayan, yalnızca üretim sürecinde kendini yeniden üretmesine yetecek bir ücretle kapitalist için çalışma olanağı bulan işçinin, toplumsal yaşam ve sosyal aktiviteden kopması için tüm koşullar olgunlaşmış demektir. Sınıf konumu, sınıf ilişkileri ve sınıfların devletle ilişkileri üzerine düşünme olanağı ve zamanı gasp edilen işçi-emekçi kitlelerinin bu kuşatma altında kendiliğindenliğe sürüklenmeleri ya da burjuva politikası ve kapitalist parti fraksiyonlarının ardına takılmaları için koşullar oluşmuştur. Burjuvazi, iletişim ve teknoloji alanındaki gelişmeleri, emekçileri zihni-kültürel ve ekonomik kuşatmaya almak, tüm zamanlarına hâkim olmak ve kendi sınıf çıkarları yönünden değerlendirmek üzere kullanır. Anlaşılacağı üzere, bu “hayat”, korunması ve kopulmaması gereken bir hayat değildir. Aksine, işçi ve emekçinin “kendisi için birey” olabilmesi, öncelikle bu kuşatmanın yarılmasına, burjuvazi ve kapitalistin “çaldığı” zamanın geri alınmasına ve artı-emek zamanının kısaltılmasına bağlıdır.
Bu bakımdan, burjuvanın birey özgürlüğü üzerine söylediklerinin ne denli sahte, ikiyüzlü ve geçersiz olduğunu görmek için, işçiyle kapitalistin ilişkilerine ve bunun politik alana yansımasına; burjuva devlet ve organlarının emekçilerin kâğıt üzerinde yazılı olan “eşitlik ve özgürlük”ten yararlanma girişimlerine karşı tutumuna bakmak yeterlidir. Düzenin silahlı güçlerinin, mahkeme ve yargıçlarının, politik parti ve hükümetlerinin fabrika, işyeri, barınma, çalışma ve eğitim alanlarına müdahalesinin içerik ve biçimi, burjuva özgürlüğünün yalnızca üretim araçları mülkiyetine sahip olanlar için, dahası bugün esas olarak tekelci burjuvazi için söz edilebileceğini gösteriyor. Kapitalist toplumda, ezilenlerin “bireysel özgürlüğü”nden ancak onlar burjuva baskı sistemine karşı mücadele ettikleri ve mücadeleleriyle bu hakların kullanımı olanağını yarattıkları ölçüde söz edebilmiştir ve bugün de bu böyledir.
İDEOLOJİK SALDIRI ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLEN ‘BİREY ÖZGÜRLÜĞÜ’ SLOGANI
Bireysel özgürlük propagandası, ‘Yeni Dünya Düzeni’ ve ‘küreselleşme’ vaazının unsurlarından birini oluşturuyor. Emperyalist burjuvazi dünyanın tüm kaynaklarını yağmalayıp, işçi sınıfına ve bağımlı ülke halklarına köleliği dayatırken, emekçilerin örgütlü mücadelesini etkisizleştirmek amacıyla, işçi sınıfının devrimci örgütlenmesi olarak Marksist parti örgütünü “öcü” olarak ilan etti; ondan uzak durmanın “birey”i “erdemli” ve “yetenekli” kılacağı propagandasını geliştirdi. Özgürlük sözcüğü, burjuva propagandacısı tarafından sözde yüceltilirken emperyalist haydutların eyleminde hâkimiyet, talan ve baskının örtüsü olarak kullanıldı. Çeşitli ülkelerdeki “dönme” liberal aydınlar bu propagandayı yaygınlaştırmak için kolları sıvadılar. Kara propagandanın en önemli hedef kitlesi genç kuşaklar, özellikle de ‘genç aydın’ kuşaklarıydı. Burjuva eğitim sistemi emekçilerin geniş kesimleri için eğitim yolunu daha başlangıç aşamalarında kapatmasına ve eğitimin ileri basamaklarına kadar eğitme olanağı küçük bir azınlık için söz konusu olmasına karşın, burjuvazi, bunların içinden çıkıp geldikleri halk katmanlarına ve onların çıkar ve taleplerine yabancılaşmalarını sağlamak üzere, “bireysel özgürlük” sloganını bu kesimler içinde yaygınlaştırmaya koyuldu. Amaç, bireylerin gerçekten kişilikli, yaşamı ve toplumsal ilişkileri bilimsel irdeleme gücüne sahip, olgu ve olaylara özgür iradesiyle yaklaşan, fikirlerini ve tutumlarını özgürce ortaya koyabilen insanlar olmasını sağlamak değildi. Çünkü bu, öncelikle artı-değer sömürüsüne ve onun belirlediği ilişkilere karşı durmayı gerektirirdi. Burjuvazinin ihtiyaç duyduğu, yeteneklerini ve bilgilerini sistemin ve sömürünün devamı için seferber etmeyi benimsemiş hizmetlilerdi. Aykırı yönelişler içine giren, özellikle de sömürü ve baskı sistemine karşı mücadele eğilimi içindeki bireyler ve aydınlar ise. özgürlükten nasibini almamış, yolunu şaşırmış sapkın kişiler ya da “zavallılar” olarak tanıtıldılar. Burjuva gerici propagandanın gençlik kitleleri üzerindeki etkisini izleyen ve somut sonuçlar alan burjuvazi, gençliğin saflarında hiçbir yere ve kimseye karşı kendini sorumlu görmeme, sorumsuzluk, “gününü gün etme” anlayışıyla zamanını ve enerjisini kişilik ve yetenek gelişimini engelleyen “işler”e harcama tutumunun yaygınlaşmasından gizli-açık sevinç duydu. İçinde yaşadığı toplumsal koşulları irdeleme gücü gösteren, emekçilerin bugünü ve geleceğiyle ilgili kaygılarla değişiklik arayışına giren, bu arayışla birlikte emekçilerin kurtuluşunun kapitalist sömürü sisteminin tasfiyesine bağlı olduğu ve birey özgürlüğünün ancak o durumda gerçek anlamıyla gerçekleşme olanağı bulacağını görerek örgütlü sınıf mücadelesine katılan gençler saldırı hedefine kondular ve yıldırılmaları için her yol denendi.
Buna karşın, bugün birçok ülkenin yanı sıra Türkiye’de küçümsenemez bir gençlik kesiminin, işçilerin, kent ve kır emekçilerinin örgütlü mücadele içinde yer almaları ve politik örgütler kurup, onları güçlendirmek için çaba göstermeleri; burjuvaziyi, henüz yeni bir devrimci “dalga” geniş işçi-emekçi kesimleri sarıp onların çeşitli ülkelerde ayağa kalkmalarına yol açmadan, onu boğma çabalarını artırmaya yöneltiyor. “Devrimci örgütler” öznesinden hareketle “birey özgürlüğü” üzerine lafazanlığı artırmalarının başlıca nedeni budur. Burjuva yazarları bunu, insan olarak bireyin temel haklarını savunmak, kapitalistin ve onun devletinin dayatmalarına boyun eğmeyen kişilik gelişimini teşvik etmek için değil, kapitalizme karşı örgütlü mücadeleye girişen işçi-emekçi ve gençlerin örgütlü kolektif hareketini engellemek ve örgütlü bireyi örgütüne karşı kışkırtmak amacıyla yapıyorlar. Bu tür örgütler içinde birey özgürlüğünün ortadan kalktığı, bireyin iradesinin örgütün iradesi tarafından çiğnendiği, örgütlü bireyin robotlaştığı iddiası ve varsayımıyla, emekçilerin örgütlerin dışında kalmasını; dağınık “birey”ler olarak kolektif kapitalist burjuva baskı aygıtının uysal kulları halinde kalmasını sağlamaya çalışıyorlar.
Birey özgürlüğü üzerine vaaz veren burjuva yazarları, örgütlü birey olarak işçinin ve insan bireyin kapitalistlerle ve kapitalistlerin örgütlü gücü olarak burjuva devletle ilişkilerinde, özgürlüğü değil, uysallığı ve boyun eğişi savunuyorlar. Onlara göre, burjuva devletine, onun koyduğu yasa ve yasaklara; burjuva ordusunun kast sistemine ve generallerin kesin otoritesine; kapitalistlerin fabrika yasalarına ve çalışma kurallarına; emek-gücünün aşırı sömürüsünü garanti etmek üzere geliştirilen yöntemlerin kurallaştırılmasına boyun eğmek ve uyum göstermek birey özgürlüğüne aykırı değildir. Burjuvazinin örgütlü şiddet aygıtının, onun silahlı adam müfrezelerinin, adli ve politik kurumlarının emekçi bireyle ilişkilerinde, örgütlü burjuva otoritesinin savunuculuğunu yapmakta, özgürlük sorununu kapitalizmin ve burjuva sınıf hâkimiyeti sisteminin olanak tanıdığı ve öngördüğü sınırlarda ele almaktadırlar. Birey özgürlüğüyle bireyin bir unsuru olduğu sınıfın özgürlüğü sorununu birbirinden soyutlayarak, burjuvazinin politik merkezi örgütünün bireylerle ilişkilerinde yansıyanın kapitalist sınıf egemenliği olduğunu gizlemeye çalışmakta; kullanamadığı, kullanma olanağına sahip olmadığı, kullanmaya yöneldiğinde, sistemin egemen güçleri tarafından baskı ve engellerle önünün kesildiği, sınırları üretim araçları özel mülkiyetine sahip olanlar tarafından belirlenen özgürlüklerin işçi ve emekçiler için de var olduğu yanılsaması yaratarak, “devrimci örgüt” “birey özgürlüğü” çelişkisi üzerine ahkâm kesmektedirler.
Bu propagandanın sınırları, burjuvazinin ideolojik ve psikolojik savaş taktiği tarafından belirlenmiştir. İşçi ve emekçilerin kendi çıkarları yönünde -kapitalistlere ve onların her türden temsilcisi, savunucusu ve yardakçısına karşı- örgütlenmeleri, sahte ve ikiyüzlü burjuva özgürlüğünün yerine, sömürü ve baskının ve onu var eden sınıf farklılıkları ve çıkarlarının tasfiyesi sürecinde gerçek insani eşitlik ve özgürlüğün tesis edilmesi için ilk adımların atılması demektir. Bu İse, burjuva sınıf egemenliğinin, kapitalist sömürü ve soygunla beslenen düzen politikacıları, yazar ve iktisatçılarının artı-değeri yağmalama olanaklarının tehlikeye girmesi demektir.
BİREY ÖZGÜRLÜĞÜNÜNÜN YOLUNU AÇACAK OLAN SÖMÜRÜYÜ TASFİYE MÜCADELESİDİR
Kapitalizm politik-kültürel alanda da bireysel körleştirme politikasının ve iradesizleştirmenin adıdır. İnsanlık tarihi, özel olarak kapitalizm tarihi, örgütlü emekçilerin üretim araçları mülkiyetini elinde tutan egemen sınıf hâkimiyetine karşı mücadelesiyle gelişti. Uygarlığın temelinde, üretken emekçinin emeği, işçinin artı-değeri yatıyor. Özgürlük ve özgür irade, toplumsal tüm ilişki ve unsurlar gibi, sınıflara ve onların sınıf ilişkilerine bağlanmıştır. Bireyler, doğrudan veya dolaylı olarak sınıflara dâhildirler, özgürlükleri ya da özgürsüzlükleri sınıfların özgürlüğü sorununa bağlıdır. Bunun en temel nedeni, insanın toplumsal bir unsur olmasıdır. İnsan olarak herkesin tüm gereksinmelerinin karşılanması, zihni ve fiziki gelişme olanaklarına sahip olması, insanlık tarihi boyunca üretilen ve biriktirilen maddi-manevi zenginliklerden ayrıcalıksız yararlanması ve bu temel üzerinde eşit ve özgür olması, sınıf bilincine ulaşmış işçinin ve devrimci sınıf partisinin temel şiar ve hedefleri arasındadır. Sınıf bilinçli işçiyle devrimci sınıf partisi, özgürlük ve eşitliğin maddi üretim koşulları ve üretim ilişkilerinin toplumsal tarzından bağımsız olmadığını; bireylerin özgürce yaşamalarının olanaklarının sınırlı veya yok denecek kadar az olduğunu da bilirler. Buna karşın, kapitalizm koşullarında da birey özgürlüğü için, onun elde edilmesi ve kullanılması için mücadele ederler. Kuşkusuz, bu mücadelenin bir yanını burjuvazinin “birey özgürlüğü”, “bireyin özgür iradesi” üzerine ikiyüzlü ve şeytanca vaazına karşı mücadele oluşturur.
Amacını ve işlevini, işçi sınıfı ve ezilen halk kitlelerinin kapitalist sömürü ve burjuva sınıf baskısına karşı hareketinin geliştirilmesi, hareketin gereksinmelerinin karşılanması ve bu baskısına karşı hareketinin geliştirilmesi, hareketin gereksinmelerinin karşılanması ve bu baskı ve sömürüden kurtulmak için sürdürdükleri mücadeleye bağlayan gerçek devrimci bir örgütün, örgüt işlerliği kurallarından en önemlisi, örgütlü bireylerin gönüllü-inisiyatifli birliğidir. Proleter ve emekçi örgütü bireylerin gönüllü ve özgür iradelerine dayalı birliğinin gücünü bilir, bunu sağlamaya çalışır. Emekçilerden ve onların kurtuluş davasından kopmadığı sürece, bürokratik bir baskı aygıtı ve kast egemenliğinin oluşmasına olanak tanımaz. Bu örgütlerde, birey olarak insan, insanlığın tarihi birikiminden yararlanma, onun biriktirmiş olduğu bilgi hazinesinden öğrenme, deney ve tecrübeleri özümleme, kişiliğini ve zihni yeteneklerini geliştirme olanaklarını elde eder.
Oysa kapitalizm ve burjuva toplumsal örgütlenmenin ona dayattığı ve verdiği kulluk konumu; tabi olma, edilgen ve kişiliksiz birey tutumudur. Kapitalist iş disiplini ve burjuva devletin bireyden isteminin özsel bir yanıdır bu. Akyol gibi burjuva yazarları, kapitalist efendilerinin egemen konumu ve artı-değer sömürüsüne dayalı sistemin bekası için, küçük burjuva örgütlerin açmaz, zaaf ve yanlışlarından işçi sınıfının devrimci-sosyalist (Bolşevik) parti örgütlenmesine karşı mücadelede yararlanmaya çalışıyorlar. Çeşitli küçük burjuva sorumsuz örgütlerin, proletaryanın örgüt ahlakıyla bağdaşmaz tutum ve ilişkilerini kullanarak, devrimci parti örgütlenmesine saldıran bu yazarlar, son on-yıllarda emperyalist burjuvazinin yönlendirmesinde yoğunlaştırılan kara propagandayla, örgütlerden ve örgütlü mücadeleden kaçış ve uzak durma eğilimini güçlendirme çabasındalar.
Proletarya ve emekçilerle onların kurtuluş davasına bağlanmış aydınların ve devrimci gençliğin, burjuvazinin politik-ideolojik ve ekonomik saldırılarını püskürtmeleri, diğerleriyle birlikte, ideolojik cephede etkili bir mücadelenin sürdürülmesini zorunlu kılmaktadır. Burjuva yazarlarının saptırma ve dolaysız saldırılarının teşhiri, emekçi kitlelerin aydınlatılması ve örgütlenmesi bakımından da önem ve aciliyet taşımaktadır. İşçi sınıfının devrimci politik örgütü burjuvazinin “köşeye sıkıştırma” ve boğma çabalarını, insanlığın tarih boyunca biriktirdiği bilimsel bilgi ve deneylerden yararlanma yeteneği gösterebildiği; bu bilgi ve deney birikimini içinde bulunduğu dönemin sorunlarının çözümünde yararlanılabilir araçlara dönüştürebildiği ölçüde boşa çıkarabilmiştir. Bugün de, mücadele araç ve mevzilerini güçlendirici taktikler ve politikalar geliştirilmeden ve bunları uygulama kararlılığı gösterilmeden burjuva saldırıları boşa çıkarılamaz. İnsan, ancak üretim faaliyeti içinde ve günlük yaşamda, emek ürünü zenginlik ve araçların insana karşı baskı aracı olarak kullanılması olanağının ortadan kaldırıldığı, çok yönlü gelişmesinin önünde, doğasal olanlar dışında hiçbir engelin kalmadığı, kafa ve kol emeği arasında ayrıcalıkları doğuracak farklılıkların ortadan kaktığı; sömürü ve baskının ve onun araçlarının geride bırakıldığı toplumsal koşullarda gerçek özgürlüğe ulaşacaktır. Kapitalist emperyalizm insan özgürlüğünün karşıtıdır; onun aşılması kaçınılmaz ve zorunludur.
Birey, sömürüye karşı mücadele içinde ve bu kapsamdaki mücadeleyle özgürlüğe yürümektedir. Bunun, örgüt olmaksızın başarılması olanaklı değil!
Burjuvazi ve emrindeki tüm uşakları bu gerçeğin geniş emekçi kesimleri tarafından kavranmasını ve pratiğe geçirilmesini önlemeye çalışıyorlar.
Şubat 2001